İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları hâlen devam
ediyor. Ölü sayısı 100’ü aştı, altyapı imha edildi ve BM’ye bağlı yardım
kurumları ne yapacaklarını bilmez hâldeler. 1950’den beri işgal altındaki
Filistin’de faaliyet yürüten Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım
Kuruluşu (UNRWA) raporlarında genelde umutsuzluk hâkim. Kuruluş şu tespiti
yapıyor:
“İsrail
Hava Kuvvetleri’nin gece boyunca yaptığı saldırılar İsrail donanması tarafından
desteklendi. Süregiden hava saldırıları bir kez daha militan grupların
liderlerini, altyapıyı, güvenlik teçhizatını hedef aldı ancak aynı zamanda
giderek artan ölçüde konutlar da hedefteydi. Bir saldırıda Dalu ailesine ait,
içinde çok sayıda insanın barındığı, dört katlı bir bina hedef alındı. Binadaki
aileler enkazın altında kaldılar. Bu saldırıda en az 11 kişi hayatını kaybetti,
20’den fazlası ise yaralandı. Aralarında kadınların, bebeklerin ve çocukların
bulunduğu yaralı ve ölülerin tamamı sivildi. Bu herkese oldukça endişelendiren
bir gelişme. Son 24 saat içinde sivil kayıplarda önemli oranda bir artış var.”
Gazze’deki İsrail hava saldırıları sadece UNRWA
yerleşkelerini vurmakla kalmıyor, son saldırılardan birinde UNRWA’ye ait Kız
Hazırlık Okulu’na giden dördüncü sınıf öğrencisi bir kız çocuğu da öldürüldü.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğu kesimindeki
büyük bir şehir olan Goma’da bulunan BM misyonu tüm ikinci derece çalışanlarını
bölgeden uzaklaştırdı. Şehri savunmak için geride, yeterli donanıma ve
tecrübeye sahip olmayan Kongo askerleri ile arabulucular kaldı. Şehrin dış
mahalleleri “M23” (23 Mart) Hareketi isimli bir isyancı grubunun elindeydi.
Grup esas olarak Ruanda ordusunca destekleniyordu. Kuzey Kivus’un başkenti olan
bu oldukça hayatî öneme sahip şehri almak için söz konusu grup hızlı bir
manevra yaptı.
Kongo’da hâlihazırda yersiz yurtsuz 2,4 milyon insan
var ayrıca 4,5 milyon insan da yeterli gıda temin edemiyor, beş yaşın altında
bir milyon çocuk yetersiz beslenmeden mustarip. BM İnsanî Yardım İşleri
Koordinasyonu’nun 19 Kasım’da ifade ettiğine göre:
“Goma
içinde ve civarında, ayrıca Kivus’un diğer bölgelerinde yaşanan çatışmaların
giderek yoğunlaşması Kongo’daki devasa insanî yardım ihtiyacını katbekat
arttırıyor.”
BM Çocuk Fonu (UNICEF) ise şu uyarıyı yapıyor:
“Yeniden
baş gösteren çatışmalar çocukları ve ailelerini epey riskli bir duruma
sürükleyerek onları fiziksel zarara ve zihinsel yıkıma maruz bırakıyor.”
Tüm hafta sonu boyunca BM Güvenlik Konseyi, BM
Arabuluculuk Faaliyetleri Genel Sekreter Başyardımcısı Hervé Ladsous’a kulak
vererek acil bir oturum tertipledi. Konsey, Fransa’nın Goma ile ilgili kararını
tartıştı. Karar, “M23’ün saldırılara yeniden başlamasını kınıyor ve
saldırıların durdurulmasını talep ediyor”du. M23’ü silâhlandırmakla kalmayıp
ayrıca onu komuta eden Ruanda ise bu kararın oylanması esnasında isteksizce el
kaldırdı. 2010’da BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi kapsamlı bir rapor
hazırladı. “DKC: İnsan Hakları İhlâllerinin Haritalandırılması, 1993-2003”
isimli bu çalışma, Ruanda hükümetinin Kongo’da savaş suçları, insanlığa karşı
işlenmiş suçlar ve hatta uygulanan jenositle ilişkisini ortaya koyuyordu. BM
İnsan Hakları Yüksek Komiseri Navi Pillay’in talep ettiği bu aleyhte rapor hiç
mi hiç dikkate alınmadı. BM Güvenlik Konseyi’nin doğu Kongo ile ilgili yaptığı
tartışmanın merkezinde söz konusu raporun durması gerekirken, rapor bir kenara
atıldı.
BM’de ne Ruanda’nın ne de İsrail’in azarlanması
mümkün. Birleşik Devletler’in müttefiki olan İsrail ve Ruanda’nın askerî
maceralarına dönük her türden ciddi tartışmaya mani olacağı kesin. İsrail
konusunda, ABD elçilerini BM’de İsrail ile ilgili dile getirilen herhangi bir
eleştiriyi engellemelerini tembihleyen resmî bir doktrin (Negroponte Doktrini)
var ortada. Ruanda hususunda böylesi bir ifade yok henüz ama ileride olmayacak
diye bir şey yok. Bugün M23 Hareketi’nin eleştirilmesine izin veriliyor ancak
hareketi destekleyen, Paul Kagame liderliğindeki Ruanda hükümetine tek laf
ettirilmiyor.
Clinton yönetimi süresince Afrika’da Afrika
rönesansının liderleri olarak üç isim tayin edildi: Uganda’da Yoweri Museveni,
Eritre’de Isaias Afwerki ve Ruanda’da Kagame. Üç isim de kendi ülkelerinde
berbat bir sicile sahiptiler. Kagame ve Museveni’nin Kongo’ya dönük
müdahaleleri bu zulümle yüklü sicillerine eklendi. DRC’de haberleşme bakanı
olan Lambert Mende’ye göre M23 “kurmaca bir güç”, esasında Kongo’ya saldıran,
Kagame yönetimi altındaki Ruanda’dan başkası değil. Ancak hem İsrail hem de
Ruanda, BM ve dolayısıyla “uluslararası toplum” tarafından her türden ciddi
eleştiriden muaf tutulduklarından, ortada derin bir sessizlik hâkim.
BM misyonlarındaki dosyalar, yaşanan dehşet ve jenosit
üzerine kurulu dille dolu. Paul Kagame, bir konuşmasında, Kongolulara kendi
ülkesindeki bir yerli dili olan Kinyarwanda’ya ait bir kelimeye başvurarak,
“İbicucu” dedi. İbicucu, “Kongolular siz birer hiçsiniz, işe yaramaz
insanlarsınız” demekti. Bunun üzerine bir de tüm rahatlığı ile Kongoluların
“yerlerinden yurtlarından sökülüp atılması”ndan söz etti.
Eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un oğlu, Kadima
Partisi üyesi Gilad, 18 Kasım tarihinde Jerusalem Post gazetesine
gönderdiği yazısında da jenoside dayalı bir zihin devrede: “Tüm Gazze’yi dümdüz
edelim. Amerikalılar Hiroşima’da durmadılar, Japonlar yeterince hızlı bir
biçimde teslim olmadılar, bu nedenle Amerika Nagasaki’yi de vurdu.” Bu türden
yorumlar BM İnsan Hakları Konseyi’ndeki isimlerin kaşlarını kaldıracak cinsten.
Ama konsey, NATO Libya’ya müdahale öncesinde epey gürültü kopartırken, mesele
Goma ve Gazze olunca kılını kıpırdatmıyor. Goldstone Raporu’nun uygulanması
için elinden geleni yapan ve Kongo’da Ruanda’nın yaptıklarına ilişkin 2010
tarihli raporu (hukuk danışmanı Mona Rişmavi ile birlikte) gündeme getiren Navi
Pillay Goma ve Gazze konusunda hizaya getirilirken onun Libya ve Suriye
konularında ateş püskürmesine izin veriliyor. Demek ki zulüm ABD dış politikası
için faydalı ise ahlâk ve öfke sessizliğe gömülüyor.
19 Kasım’da BM Güvenlik Konseyi, Fas tasarısı Kasım
14’ten beri önlerinde olmasına karşın, Gazze ile ilgili tek bir adım bile
atmadı. Rusya’nın BM’deki Daimî Temsilcisi Vitaly Churkin Konsey’i terk
ettiğinde, ABD’nin inatçılığı yüzünden engellendiğini cümle âleme gösterme
imkânı buldu. Filistin’in Daimî Gözlemcisi Riyad Mansur’un da ifade ettiği
üzere, ABD direnç göstermeseydi BM bir karar çıkartacak ve böylelikle Gazze’ye
dönük saldırılarına devam eden Tel Aviv’in tecrit edildiği resmî olarak
gösterilmiş olacaktı. Bu arada BM Güvenlik Konseyi M23 ile ilgili kararını
onayladı ama Kagame’ye baskı yapılmaması sonucuna ulaştı. BM Genel Sekreteri
Ban Ki-mun, Kagame ve DKC cumhurbaşkanı Joseph Kabila’ya uzlaşma çağrısı yaptı
ve böylelikle M23’ün Ruanda desteği ile faaliyet yürüttüğünün açıktan kabul
edildiğini göstermiş oldu. Ancak gene de Ruanda’yla ilgili herhangi bir
yaptırım kararı alınmadı.
Obama’nın ikinci dönemi ABD’nin mevcut gücünün en
berbat biçimde sergilenmesi ile açıldı: kendisine bağlı iki ülke, Ruanda ve
İsrail komşularına karşı suç işliyor ve Birleşmiş Milletler bu iki ülke
aleyhine hiçbir şey yapmıyor. Bangkok’ta kullandığı ifadelerle açıktan İsrail’e
destek çıkan Obama dünyaya maskara oldu. Elbette “dünyada kendi sınırları
dışında yurttaşlarının tepesine yağan füzeleri hoş görecek herhangi bir ülke
yoktur” diyen Obama ABD menşeli insansız hava araçlarının bir tür “İHA diyarı” olarak
anılabilecek Yemen’den Pakistan’a uzanan coğrafyada insanlara cehennem ateşi
yaşattığını ve ülkesinin mahkeme kararı olmaksızın gerçekleştirilen suikastlar
konusunda BM’nin verili konumunu ihlâl ettiğini ve ilkin İsrail’in Ahmed
Cebari’yi yargısız infazla katlettiği için bu sürecin başladığını unutuyor.
Hayat ne “resetleniyor” ne de ortada yeni bir liberalizm var. İHA saldırıları,
ABD’nin elindeki hava gücüne ilişkin benzeri abartmalar, müttefiklerin körü
körüne desteklenmesi ve yeni yeni ortaya çıkan çok kutuplulukla uzlaşmayı
reddetme şeklinde özetlenebilecek Obama Doktrini bugün Gazze ve Goma’da iş
başındadır.
Vijay Prashad
20 Kasım 2012
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder