Son
dönemde Batı solunu Hamas’ı “göklere çıkartıyor” diye eleştiren bir yığın
makale kaleme alındı. Bu eleştirilerin önemli bir bölümünde, Filistin
direnişine verilen desteğin Hamas’a yönelik desteğe indirgenmesinin
Filistinlilere hizmet etmediği, zira, Filistinlilerin farklı politik eğilimlere
sahip birçok değişik sesi temsil ettiği söyleniyor. Bu makaleler, bunun yerine,
Batı soluna, Filistin siyasetindeki karmaşık yapıyı ve çeşitliliği hesaba katması
yönünde çağrıda bulunuyor.
Jacobin
dergisinde çıkan “Filistin Direnişi Yekpare Bir Yapı Değil” başlıklı yazısında
Beşir Ebu Menne, solu, Hamas gibi “toplumsal açıdan gerici” bir hareketi göklere
çıkarttığı üzerinden eleştiriyor.[1] Esasında Menne, yazısında Hamas’tan çok
silahlı direnişi örtük olarak eleştiriyormuş gibi görünüyor.
Matan
Kaminer[2], Verso blogda yayımlanan yazısında, Andreas Malm’ın yazdığı
makaleye[3] cevap verdi yazdı. Aynı blogda yer alan yazısında Kaminer, küresel
dayanışma hareketinin Filistin siyasetindeki çeşitliliği görmesi gerektiğini
söylüyordu. Yazıda Hamas, solcu bir ajandadan mahrum olan, “sistem karşıtı”
güçler arasında sayılıyordu.
Ayça
Çubukçu, Boston Review’de[4] Jodi Dean’in “Filistin Herkes Adına
Konuşuyor”[5] başlıklı yazısına cevap verdi. Söz konusu yazısında Dean, küresel
dayanışma hareketinin kurtuluş mücadelesine şuan önderlik eden Hamas’a destek
veren Filistin’deki örgütlü solla yan yana durması gerektiğini söylüyordu.
Bugün
tabii ki Filistin siyasetine, tarihine, mevcut koşullarına ve çoklu yapısına
dikkat kesilmeliyiz. Nüfusu o kadar da kalabalık olmayan Filistin’de, o nehirle
deniz arasında, o küçücük coğrafyada, kavgalarla yüklü topraklarda, farklı
hayalleri veya çatışma sürecine dair farklı ideolojileri Filistinlilerin
ağzından işitmeniz elbette mümkün. Bugün Siyonist ideolojiye onay veren Filistinliler
bile var.
Ama
işin komik yanı şu ki Batı solu, Hamas’ı tam da bu noktada yanlış anlıyor. Batı
solu, Filistin toplumu ve siyasetindeki çeşitliliğin sömürgeciliğe yönelik
direniş konusunda farklı yaklaşımları ürettiğini göremiyor. Bu solcular, “Filistin
siyasetini incelikli ve ayrıntılı bir biçimde idrak etmek gerek” diyorlar, ama bu
incelikli ve ayrıntılı bakış, sömürgecilik karşıtı direnişten uzak duran, bu direnişi
teşvik eden (veya pratikte ona karşı çıkan) dinamikleri ve güçleri anlayacak ferasetten
nedense uzak.
Kanaatimce
Filistin siyaseti konusundaki bu cehalet, kasti. Gizliden gizliye direnişe,
özellikle silahlı direnişe düşman olan bu solcular, Hamas’a tümüyle farklı,
belki de ideolojik bir temelde karşı çıktıklarını iddia ediyorlar. Oysa
Filistin içindeki dinamikleri anlamak ve o “yekpare yapı”nın üzerindeki örtüyü
kaldırmak için bizim, pratikte Filistin’deki politik güçlerin ilk planda
direniş fikri düzleminde nasıl değiştiklerini anlamamız gerekiyor.
Parçalı
Coğrafya, Parçalı Siyaset
Filistinliler,
İsrail’in özenli bir çaba ile yürüttüğü muhtelif bölme çalışmalarına maruz
kalıyorlar. Filistinlilerin gündelik hayatlarının bu denli farklılıklarla yüklü
olduğu koşullarda birleşmeleri gerçekten sürpriz olur. Neticede dünyaya
dağılmış durumdalar, farklı hükümetlere ve ayrıca İsrail’in kontrol için başvurduğu
farklı tarzlara muhataplar. Filistinliler, sadece coğrafi açıdan bölünmüş
değiller. Bunun dışında, bir yandan da sömürgeci devletin dayattığı farklı muafiyetlere
ve dışlanmalara maruz kalıyorlar. Burada Gazze’den, Batı Şeria’dan, Kudüs’ten,
1948’deki topraklardan ve diasporadan söz ediyorum.
Mevcut
parçalılık hâli, birçok Filistinliyi halkın birliği anlayışını sorgulamaya
itti. Artık Filistinliler, 75 yılın ardından, “Filistinlilerdeki farklı direnme
kapasiteleri, farklı sömürgeci yönetimlerin ve coğrafi ayrışmaların ağırlığının
bir yansıması mı?” sorusuna kafa patlatıyorlar.
Gazze’de
süren, soykırıma evrilen savaş, Gazze yanında farklı yerlerde Filistinlilerin
güç biriktiremediklerine, yeni taktikler geliştiremediklerine, yeni örgütler
kuramadıklarına, her yerde yerleşimci sömürgeciliğin Filistin halkının
karşısına çıkarttığı güçlükle mücadele etmek için yeni bir düşünsel ve maddi
yapı meydana getiremediklerine dair o basit gerçeğin açığa çıkmasını sağladı.
Bu eksikliğin bir delili de Gazze ve mücadelenin gelişkin alanlarının haricinde,
Filistin toplumunu felç eden korku hâli. Batı Şeria’nın kuzeyindeki silahlı
özsavunma alanlarının çoğalması[6], Batı Şeria ile 1948 Filistini’nde parçalı,
dağınık direniş eylemleri[7] gibi taktikler türünden son on yıl içerisinde
ortaya çıkmış yeni direniş tarzları da bu eksikliğin yansıması.
Mücadele
tarzlarındaki çeşitlilik, kitleleri kontrol etme amaçlı farklı tarzlara maruz
kalan Filistinliler arasında gelişmiş farklı politik ideolojilerin basit bir
sonucu değil. Bu çeşitlilik, her bir Filistinlinin ruhunda da karşılık buluyor.
Filistinliler, içten içe, direnişin radikal potansiyeli ile İsrail ordusunun
elindeki o devasa acımasız aygıt karşısında duyulan korku arasında bölünüyor. Yani
bir halk hem kurtuluşu arzuluyor ama bir yandan da gündelik hayatta içerisinde,
bazen direnişin de sebep olduğu, her türden karışıklıkta, korku onun içini
kemiriyor. Bu çelişki, normale dair kırılgan görüntüyü bile alıp götürüyor. Burada
tam da ideolojik mücadele alanından söz ediyoruz. Sadece kamusal alanda değil,
birey düzeyinde de o güçlü ve üstün olan askeri mekanizmanın her şeyi imha etme
potansiyelinin hissedildiği, herkesi travmaya sürükleyen gerçeklikle özgürlüğün
gerçekleşmesi denilen o yüce ihtimal karşı karşıya geliyor.
Her
bir güç, kendi talepleriyle, Filistinlileri varoluşsal tercihlere zorluyor: “Ya
devrimden ya da teslimiyetten yanasın”, “Ya göçü ya da sumudu, burada sebatla
kalmayı tercih edeceksin”, “Ya yok olacaksın ya da feda eylemleriyle kimliğini tümüyle
ortaya koyacaksın” diyor. İçte sessizce gerçekleşen bu diyalog, farklı politik
ifadelere kavuşuyor. Filistinliler, şehit aydın Besil Arac’ın “direniş, tesirini
zamanla hissettirir” sözüyle, Mahmud Abbas’ın teslimiyetçi ifadesi “Direniş
tabii ki yaşasın ama o çoktan öldü, görüldüğü yerde de öldürülmeli” sözü
arasında salınıyor.
Ama
kimse kimseyi kandırmasın. Filistin Yönetimi, elindeki ideolojik mekanizmayla “çıplak
gerçeğe” hiçbir aracı olmadan vakıf olduğunu iddia edebiliyor, oysa o, sahip
olduğu ideolojiyi inkâr eden bir yapı. Filistin Yönetimi, dünyaya insanın
gözlerini kör eden ideolojilerden arınmış bir şekilde bakabiliyor olmakla
övünüyor. Buradan, sömürgecilik karşıtı direnişi bir tür “komedi” olarak gören
otoriter bir politik sistem inşa ediyor ve sömürgeciyle işbirliğini uyulması
gereken “kutsal” bir emirmiş gibi görüyor. Bu alabildiğine gerçekçi ve pragmatik
duruş, zahirde Filistinlileri bir tür yokluğa, sembolik düzeyde, politik
düzlemde ve maddi gerçeklikte bir tür yok oluşa sürüklüyor, ama aslında,
politik temsile dair yalanlarla ve bir devlet kurmak suretiyle Filistinlilerin yeryüzünden
silindiği süreci sinsi bir biçimde maskeliyor.
Sürekli
varolma ve kitleleri kontrol altında tutma konusunda duyduğu yoğun arzusuyla
muktedir sınıfsa, kendi sınıfsal önyargılarını ve toplumsal hükümlerini rahatlıkla
görmezden gelen “politik gerçekçilik”i uygulamayı sürdürüyor. Sömürgecinin
kârları, dar bir seçkin grubunu üretiyor. Bu pragmatizmin nihai amacı ise
direniş anlayışının tehlikeli hususların aktarıldığı tarihçeden silinip gittiği
bir gerçeklik meydana getirmek. Oysa elimizde, sömürgecilerin yerine
sömürülenlerin getirildiği, yerleşimci sömürgeci rejimle kurulmuş ekonomik
ittifakı ve güvenlik rejimini meşrulaştıran gelişkin bir dilden başka bir şey
yok.
Neticede
Filistin siyasetinde direnişe yönelik farklı yaklaşımların geliştirildiği süreç,
kesintisiz bir biçimde akıyor. Elimizdeki tayfın bir ucunda, Mahmud Abbas ve
Mansur Abbas gibi isimler, bir ucunda, İslami Cihad ve Hamas gibi politik
yapılar var. Ciddiye az çok alınabilecek politik güçlerse ortada duruyorlar.
Bu
anlamda, bugün Filistin’deki politik örgütler, laiklik ve İslamcılık üzerinden
değil, kurtuluş davasına hizmet edecek taktiklerin doğruluğu veya sosyo-ekonomik
ajandalar üzerinden süren mücadele temelinde ayrışıyorlar. Burada bahsi edilen
olgular, tabii tek başlarına önemli meseleler, ama Filistin’deki siyaset
sahnesindeki yarık, uzlaşma, uyumlu olma ve işbirliği siyaseti ile başkaldırı
siyaseti arasındaki karşıtlıkla ilgili.
Nihayetinde
Batı solu, kendi hayal âleminde Hamas’a alternatif olabilecek, laik ve ilerici
bir seçenek arayıp duruyor. Oysa bu arayış, şu basit gerçeği görmezden geliyor:
Bu özel tarihsel momentte direnişi sürdürüp ona öncülük eden politik güçler,
laik solcu değil.
Bu
tabii ki tesadüfen ortaya çıkmış bir sonuç değil. İsrail ve müttefikleri
sömürgecilikle alakalı arzu ve isteklerine uyum gösterecek bir Filistin liderliği
geliştirdi, onu kendi kalıbına döktü, bir yandan da o liderliğe alternatif
olabilecek isimleri tutukladı, korkuttu veya katletti.
Bu,
sömürgecilik karşıtı hareketlerin her daim karşılaştıkları olağan bir durum. Sömürge
halkın bir üyesi, ille de sömürgecilik karşıtı kavgaya sadakat göstermez. Filistin’de
halk kitlesi, birçok farklı tahribatla yüzleşti. Bir zamanlar devrimci olan
FKÖ, milletini gene milleti adına öldüren Vichy tarzı bir rejime dönüştü. Bazı Filistinlilerse
yeni yönelimler içine girdi, yeni kimlikler edindi. Misal, bazıları kendisini
İsrail’le tanımladı (oysa bir Filistinlinin, kendisini Yahudilerin üstün olduğu
fikri üzerinden inşa etmiş bir yapıyla tanımlaması mümkün değil). Tarih bize, insanların
kölelik için de mücadele edebileceklerini öğretti. Bunun ne demek olduğunu
öğrenmek için İsrail’i savunan Arap gazeteci Joseph Haddad ve Hamas’ın bir
liderinin oğlu olup mücadele içerisindeyken İsrail devletinin safına geçen Musab
Hasan Yusuf’a bakmak yeterli olacaktır.
Ama
öte yandan, dipten derinden başka bir mücadele yürüyor: Filistinliler, sadece kendi
çileleri görülsün diye değil, ayrıca dünya, onların direnme hakkını tanısın
diye uzun zaman mücadele ettiler. Bu direnme zorunluluğu ve direnme hakkı,
Filistin direnişine dair dilin sağa sola çekiştirildiği, bu dilin
Filistinlilerin varlığına ve failliğine bir yüz yıldır İsrail eliyle gerçekleştirilen
saldırıyı meşru kılmak ve kılıfa bürümek için kullanıldığı dünya bağlamında
daha da önemli hale geldi. Direniş denilen, hayatta kalmak ve adalet ihtimali
için zaruri olan eylemin tam da ortadan kaldırmaya çalıştığı zulmü meşrulaştırmada
kullanılması, gerçekten ahlaksızlık.
Hamas
bu noktada, kolayca devreye sokulan bir tür korkuluk olarak kullanılıyor. Örgüt,
hem başkaldırı siyaseti üzerinden hareket eden hem de Filistin halkını yeniden
inşa edecek bir toplumsal ajandayı savunan İslamcı bir politik yapı. Direnişi
eleştirenler, hemen Hamas’ın sosyo-ekonomik görüşlerindeki kusurlara işaret
ediyorlar veya onun “toplumsal açıdan gerici” olan ajandasını alaya alıyorlar.
Bu anlamda, bu kişiler, esasında Hamas’ın toplumsal ajandasını temelsiz bırakma
meselesiyle ilgilenmiyorlar. Onlar gerçekte, Hamas’ın uygulamayı tercih ettiği
direniş biçimini ortadan kaldırmak veya ondan mesafe almakla ilgileniyorlar. Hamas’ı
eleştirenlerin büyük bir kısmı, kendi ittifak sistemleri, mücadele biçimleri
veya düşünsel ürünleri dâhilinde, Gazze’de güç biriktirmek için yürütülen
çalışmalara denk düşecek herhangi bir şey önermiyorlar, Filistin’in kurtulma
ihtimali yanında diğer ihtimalleri de içeren tarihsel momentte, Hamas’ın stratejik
öneme sahip bir hamleyle Pandora’nın kutusunu açıp sömürgeci rejimi boğan ve
onu sakatlayan eylemliliği konusunda hiçbir şey söylemiyorlar.
“Muzavada”
Siyaseti
Arap
siyasetinin sözlükçesinde yer alan bir kelime olarak “Muzavada”, kabaca “politik
sahada üstünlük kurma çabası” olarak tercüme edilebilir. Bu, politik rakipleri kötüleme
aracı olarak uzun zamandır kullanılan bir geleneği anlatıyor. Pratikte bu
siyaset, politik rakibi, ikiyüzlülüğünü ifşa edip, sözlerinin yalan olduğunu
ortaya koymak veya sözlerini gerçeğe dökemediğini yüzüne vurmak suretiyle
karalayıp demoralize etmek gibi bir işleve sahip.
Suriyeli
Marksist aydın İlyas Murkus, bu noktada bir örnek olarak, altmışlarda Cemal
Abdünnasır’ın gücünü zayıflatmak için Suriyeli Baasçıların muzavada
yöntemine başvurduklarından bahsediyor. Baasçılar o süreçte, Nasır’ın Filistin’in
kurtuluşu konusunda sarf ettiği sözlerle eylemleri arasındaki uçuruma işaret
ediyorlar. Murkus, bu kötüleme çabasında asıl derdin Filistin’in kurtuluşu
olmadığını, asıl niyetin, Nasır’ın Suriye ve Lübnan’daki karizmasını “çizmek”
olduğunu söylüyor.
Bu
bağlamda, Filistin’in, tarihsel düzlemde, Arap siyasetinde bu türden “daha
yüksek teklif sunma” veya “karşı tarafa üstün gelme” çabasının ortaya konduğu
bir sahne hâline gelmiş olmasına şaşırmamak gerek. Bu muzavada denilen pratik,
tarihsel düzlemde bu şekilde cereyan etmiş olsa da o, salt söylem düzeyinde gerçekleştirilen
düelloya indirgenebilecek bir şey değil.
Filistin’de
muzavada, doksanlarda söylem düzeyinde özneler, yüksek teklifi verme aşamasından,
o teklifin gerçekleştirdikleri aşamaya geçtiler. Politik örgütler,
birbirleriyle direniş imkânlarını yaratma ve direnişi gerçekleştirme becerisi
üzerinden rekabet ettiler.
Sözde
ve gerçekte muvazada, Filistin’deki politik çekişmeleri anlamak için
önemli. İkinci İntifada esnasında “istişhadi” kavramı gündeme geldi. Bu,
rakip karşısında üstün gelme çabasının pratiğe dökülmüş hâliydi. Üstelik “istişhadi”
pratiği, eskinin “fedai” anlayışının da ötesine uzanan bir olguydu. Fedai,
düşmanla çatışan, ama sonra üssüne geri dönme ihtimali bulunan, kendini feda
etmiş bir figürken, istişhadi, üsse geri dönmek gibi bir planı olmayan,
ölen, öldüren, şehit olan savaşçının fedasını içeren bir pratikti.
Yeni
yüzyıla girdiğimiz momentte hegemonyanın karşısına, esas olarak Hamas ve İslami
Cihad’ın iradesiyle çıkartılan bu yeni güç, direniş için kendini feda eden
insan tipini ve yeni muhalefet etme tarzlarını meydana getirmek suretiyle,
direnişi yeniden formüle etti.
İkinci
İntifada’da “üstün gelme çabası”, direniş kapsamında yürütülen operasyonlarla
politik rakibini geride bırakmayı ifade ediyordu. Rekabet içerisinde oluşan bu
mücadele biçimi, direnişte ortaya konulan emeği, içteki politik şikâyetlerin sivrilttiği
mızrakları doğrudan sömürgeciye doğrultmanın bir aracı olarak görüyordu. Filistin’deki
örgütler, politik eylemlerinin girdiği kanal dâhilinde birleştiler ama bir yandan
da rakiplerini farklı direniş eylemlerini yapmak suretiyle geride bırakmak için
birbirleri arasında rekabet ettiler.
Buna
karşılık, ülkedeki dağınıklığın mevcut niteliğinin, İkinci İntifada’da başkalarına
üstünlük kurma girişimlerinin aldığı biçimle bir alakası yok. Burada mesele,
içteki rakipleri geride bırakmak değil. Bilâkis, burada artık Filistin Yönetimi’nin
İsrail’le işbirliğini “kutsal” bir örtüyle örtmesi ve direnişin sürdürülmesini
bir tür komedi olarak değerlendirmesiyle birlikte yaşanan bir dağınıklık söz
konusu. Bu dağınıklığın diğer ucunda, Hamas ve İslami Cihad, direnişin örgütlü
biçimlerine öncülük eden en etkili güçler olarak duruyorlar. Filistin’deki
ayrışma, zamanla coğrafi, ideolojik ve politik biçimler aldı.
Yüksek
teklif verme biçimini alan pratikte politik denklemin bir tarafında duranlar,
İsrail’in direnişe yönelik militarist tepkisi üzerinden şunu söylediler: “Gördünüz
mü? Direnirseniz başınıza bunlar gelir!” Başkaldırı siyasetine dair arayışı bir
biçimde askıya alan bu yaklaşım, esasında Filistinlilerin uzun bir süreç
dâhilinde edindikleri direnme becerisini çöpe atıp hareketin felç olmasını,
durağanlaşmasını ve İsrail’le uzlaşmasını salık veriyor.
Bu
belirlenen amaç dâhilinde, Filistin’de birbirinden farklı üç solcu tepkiye
tanık olundu. İlk tepkide, solun bir kısmı, örgütsel zafiyeti temelinde, “laiklik”
vurgusu üzerinden, Filistin Yönetimi ve komprador sınıfının yanına ilişti.
Filistin Halk Partisi (eski Filistin Komünist Partisi) bunun bir örneğiydi.
FHKC gibi sol örgütler, sömürgecilikle mücadele düzleminde ortaklaştıkları
İslamcı güçlerle yan yana geldi ama toplumsal ajanda düzleminde onlarla
aralarına mesafe koydu. Bu süreçte ortaya çıkan üçüncü solcu tepkide ise bazı
örgütler, Hamas ve Filistin Yönetimi’ne alternatifmiş gibi görünmek umuduyla,
bu iki yapıyı birbirine eşitlediler, buradan da “her ikisi de aynı ölçüde kötü”
dediler. Gelgelelim, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi gibi örgütlerin dâhil
olduğu bu üçüncü yaklaşım, toplumsal veya politik bir seçenek sunmayı,
örgütlemeyi bir türlü beceremedi.
Bugün
Filistin gerçekliğinde politik düzeyde “toplumsal açıdan ilerici” veya “toplumsal
açıdan gerici” olma meselesi, tümüyle karmaşık bir mesele. Misal, eski komünist
partinin bakiyeleri olan eğilimler türünden yapılarda görüldüğü üzere, Batı
Şeria’da toplumsal gericiliğin ve politik otoriterliğin aldığı biçimlere destek
sunan solcu partilere gerici mi diyeceğiz ilerici mi? Yerleşimci sömürgeciliğin
tüm bir toplumu yeryüzünden silmeye çalıştığı koşullarda, “toplumsal gericilik”
kavramını nasıl tanımlayacağız? Bu sömürgeciliğe karşı geliştirilen direniş, özünde
mülksüzleştirilenlere kudret ve yetki bahşeden ilerici bir eylem değil midir? İşbirlikçiler,
sömürge halkı egemenlere boyun eğdirmesi sebebiyle, toplumsal açıdan gerici bir
güç olarak görülemez mi? Direnenlerin ilan ettikleri ideoloji, daha önemli
değil midir?
Filistin
Yönetimi’nin otoriter uygulamalara başvurduğu, ısrarla halka ahkam kestiği,
parmak salladığı, aile ve kabile gibi geleneksel yapıları devreye soktuğu,
içteki hasmını asli düşmanı olarak gördüğü, Filistinlilerin toprakları gasp
edip insanları yok eden düşmanla mücadele etmeye çalıştığı koşullarda iç savaşı
tetiklediği ve nifak tohumları ektiği Batı Şeria’da kimin ajandası toplumsal
açıdan ilericidir?
Batı’dan
bakıldığında, bugün Filistin’de tümüyle veya her yönüyle ilerici tek bir güç
yok. Sadece ilerici unsurlar veya eğilimler var. Üstelik bunlar da gerici
olarak görülüp ihmal edilecek politik yapılar.
Silahlı
Direnişe Yönelik Örtük Eleştiri
Bahsini
ettiğimiz makalelerde direnişe, bilhassa silahlı direnişe verilen desteği ortadan
kaldırmaya çalışan, okurun zihnini bulandırmaya yönelik tespitlerle
karşılaşıyoruz. Bugün “Batı”da, direnişin zaruri ve verimli bir yol olduğunu
kabul edenlerin sayısı giderek artıyor ya da en azından, direnişin kaynaklarının
ve neden zorunlu olduğunun açıklama gereği bile duyulmadığı onlarca yılın
ardından, birileri çıkıp, direnişin gerçekliğini kavramaya başlıyor. Bazıları,
direnişi bir tür küfürmüş[8] gibi görmeden ele alabiliyor.
Batı
solundaki bu değişim, onun birden İslamcılığı benimsediği anlamına gelmiyor.
Batı solu, bugün Filistinlilerin içine düştükleri koşulların niteliğini
görüyor, gaddar bir yerleşimci sömürgeci gücün aşağılık gördüğü bir halkla
politik bir dille konuşmayı reddettiğini, o halka yoğun bir biçimde şiddet
uyguladığını, diplomasi ve hukuk düzleminde işlediği suçlardan hiçbir şekilde
ceza almadığını, halkı kontrol etmek için mimari, teknoloji gibi farklı alanlarda
dolaylı kimi yöntemleri devreye soktuğunu bir biçimde idrak ediyor.
Asıl
rahatsız edici olansa silahlı mücadeledeki ısrarın ve onun geçirdiği evrimin
bazı Filistinli aydınların uygulamaya yönelik teorilerini, çıkarlarını ve
politik eğilimlerini boşa düşürmesi. Bu aydınların bazıları, sömürgeci rejimden
gerçek kopuş ihtimali ve sömürgelikten kurtuluş çalışmalarının başlaması
karşısında kaygıya kapılıyorlar.
Bu
aydınların teorileri, onlarca yıldır işittiğimiz şeyler. Bunlar her fırsatta, “Filistinliler
silahlı direnişten uzak dursunlar ki dünya ve Batı’da olumlu bir imaja sahip
olsunlar” diyorlar.
Silahlı
direnişin temelde Filistin davasına yönelik sempatinin artırılmasıyla ilgili
çalışmalarla çeliştiğini söyleyen anlayış, hâkim hâle geldi. Bu görüşü
dillendirenler, Birinci İntifada’ya dair okumalarını bir biçimde
fetişleştiriyorlar. Bu noktada, Batılı toplumların liberal hassasiyetlerine oynamak
adına, bu intifadanın kitlelerin, sivil toplumun ve uluslararası hukuk
kurumlarının desteğini arkasına almış, sivil itaatsizlik eylemleri üzerine kurulu
niteliğini örnek model olarak öne sürüyorlar.
Tabii
bu tür bir okuma, bir yandan da İkinci İntifada sonrası Filistinlilerin yüzlettikleri
psikolojik ve ideolojik saldırıya ortak oluyor.[9] Bu saldırının amacı ise Filistin’in
bilincinden direniş anlayışını silip atmak. Onun beyhude olduğunu, silahlı direnişin
yıkımdan başka bir şey getirmeyeceğini, Filistinlilerin güçlerin denk olmaması
sebebiyle İsrail’le askeri düzeyde mücadele edemeyeceğini, etmemesi gerektiğini
söyleyen anlayışı hâkim kılmak. Oysa, Filistin Yönetimi gibi “halkın direnişi”
veya “barışçıl halk direnişi” anlayışı üzerine kurulu muhalif bir alternatif, Ebu
Mazen ve Filistin Yönetimi’nin “kutsal güvenlik işbirliği” dediği şeyin
ideolojik ve psikolojik düzeyde sürdürülmesi için gerekli araç olarak
kullanılmasını sağlamaktan başka bir işe yaramadı. Halkın direnişini örgütlemeye
yönelik az sayıda girişimse, birçok örnekte görüldüğü üzere, Filistin Yönetimi’nin
ve güvenlik sisteminin dayağını yedi, hem Gazze’de[10] hem de Batı Şeria’da yoğun
bir şiddetle yüzleşti.
Batı
solunun birden Hamas’ın amigosu olduğunu söyleyenler, samimiyetten uzak. Jodi
Dean, yazısında Hamas’ı göklere çıkartmıyordu, sadece İsrail karşıtı
eylemlilikte insanı keyiflendiren, coşturan bir yan buluyor, bugün Gazze’yi kuşatmış
olan sömürgeci rejimin direncini kıracak olan adımların sesini duyuyordu. Bugün
birçok Filistinli, Dean’in duygularını paylaşıyor. Ahlaki gerekçelerle veya
İsrail’in kapsamlı bombardımanı ve soykırıma evrilen savaşı sebebiyle gözleri
açılan, görüşlerini değiştiren, “bu kadarına gerek yoktu” diyenler de bu
kitleye dâhil oluyor.
Tabii,
bugün Gazze’de, Batı Şeria’da ve Filistin siyaseti genelinde farklı
gerekçelerle Hamas’tan nefret eden birçok insan var. Bunların arasında,
ideolojik farklılıklarını ve İslamcı-laik ayrımını “direniş”e yönelik
itirazlarının bir tür kılıfı olarak kullanan birçok Filistinli “solcu” bulunuyor.
Besil Arac’ın ifadesiyle, “Eğer sol, Filistin’de İslamcılarla rekabet etmek
istiyorsa bu rekabet, direniş konusunda olmalıdır.” Muzavada siyaseti
eylemli olarak yürütülmelidir.
Nihayetinde
Hamas, Nekbe öncesi Filistin’de köylülerin verdiği mücadeleyi, FKÖ’nün ilk yıllarında
sürgünde mücadele eden Filistinli devrimcileri, seksenler ve sonrasında inisiyatifi
ele geçiren İslamcıları içeren direnişin o uzun tarihinin bugün dil bulmuş
hâli.
Bugün
birçok laik solcu, Hamas’ın direnişine eninde sonunda başarısız olacağı kanaati
üzerinden değil de başarılı olacağı kaygısıyla karşı çıkıyor. Hamas’ın yapıp
ettikleri karşısında bu solcuların beti benzi atıyor.
Burada
sadece şiddet araçlarının kullanılmasına yönelik bir ahlaki itiraz söz konusu
değil. Sol, İslamcıların politik duruşlarının, gerçekte kendisinin mevcut hâliyle
alabildiğine melankolik, eylemsiz politik duruşuna kıyasla daha etkili olduğunu
ispatlamaları ihtimalinden korkuyor.
Öte
yandan, Filistinli elitler içerisinde belirli ekipler, İsrail’i modernitenin
öncüsü olarak görüyorlar. Dolayısıyla, bu kesimler, Hamas’ın “gerici”
gördükleri toplum anlayışına karşı duydukları korkuyla hareket ediyorlar. Bu, onların
İsrail’in cazibesine kapılıp Filistinli halk kitlelerinin özgürleştirme potansiyeli
karşısında korkuya teslim olmuş bir ideolojik eğilim içerisinde olduklarının
kanıtı aslında.
Hamas’ın
politik ve ideolojik yöneliminden farklı bir politik ve ideolojik yönelime
tabii ki sahip olunabilir. Onunla taktikler konusunda tabii anlaşılamayabilir,
hedeflerin veya savaşı yürütmek için kullanılan imkânların ahlaki niteliği
konusunda itirazlar tabii ki dile getirilebilir. Ama tüm ideolojik formasyonlar
ve tarihsel söylemler dâhilinde, Filistinlilerin silahlı ya da silahsız tüm
direniş biçimlerini zaruri görmesini anlamak için gerekli asgari zemin ortadan
kaldırılamaz. Sırf profesörler, Filistin direnişine dair duygularını dile
döküyor, direnişin sembollerini kullanıyor, ona destek sunuyor diye onları yaylım
ateşine tutmak, küstahlıktır.
Dünya,
bugün direnişin zaruri olduğunu, bireylerin kaybettikleri şeyler için dövüşüp
onları yeniden ele geçirmek adına ortaya koyduğu çabaları görüyor. Bugün aynı
zamanda Filistin’deki ve sol kesim içerisindeki birçok liberal, bizim
mücadelemizi mağduriyetin sınırlarına hapsetmemizi istiyor. Bunlar, Filistinli özneye
ancak acıyabiliyorlar.
Politika
Öncesine Ait Bir Olgu Olarak Direniş
Silahlı
hareketler veya katı ideolojik oluşumlar bulunmamasına rağmen Batı Şeria, bu
süreçte ufak, gayriresmi grupların ortaya çıktığına şahit oldu. Yardım kuruluşları,
arkadaş grupları, küçük ölçekli silahlı birlikler[11] ideolojik sınırları
aşarak[12] bir araya geliyorlar. Demek ki artık her türden analiz, somut
gerçeklerden hareket etmeli. İdealize edilmiş, katı teorik çerçeveleri politik
örgütlere yapıştırmaya çalışmanın bir faydası yok, ayrıca bu tür bir çabanın, mevcut
kuşağın direnmeye devam edeceği gerçeğinden[13] habersiz olan, düşünsel açıdan
tembellikle malul kişilere ait olduğu görülmeli.
Direniş,
politika öncesine ait bir olgu. Kendi topraklarından sökülüp atılan,
dostlarını, sevdiklerini yitiren, bu zulme halen daha maruz kalan mevcut
kuşağın bağrında doğal yollardan yeşerip gelişen bir şey. O sırda işleyen direnişi
örgütleme konusunda mahir olanlar, nihayetinde Filistin toplumunun sevgisine ve
kabulüne mazhar oluyorlar. Direniş, bir zorunluluk. Askerileşmiş hâlinde bile
direniş, tek başına ideolojik tercihler değil, somut ve maddi gerçekler
üzerinden gelişip serpiliyor.
Birçoklarına
hükmeden korku, hep vardı. O, bugün bende de olan önemli ideolojik farklılıklar
kılıfı altında yaşamaya devam ediyor. Bu anlamda, direnişe yönelik eleştirimiz,
onun imkân ve ihtimallerini ortadan kaldırma girişimi olarak vücut buluyor.
Hamas,
İsrail’in dayattığı Demir Duvar’ı delmek konusunda politik ve tarihsel düzeyde
ortaya konmuş çabalardan sadece birisi. O, başarılı da olabilir, yenilebilir
de. Ama şunu görmek lazım: Hamas, Filistin’de toplumsal açıdan ilerici güçlerin
yapmayı denemediği bir şey yapmış değil. Daha da önemlisi şu: Gazze’de Hamas,
şehre dışarıdan gelmiş, orada nüfuz sahibi olmuş veya oraya ithal edilmiş bir
güç değil. Kendisini toplumsal dokuya işlemeyi bilmiş bir yapı. “İlerici-gerici”
ayrımı temelinde basit bir yaklaşımla çöpe atılamayacak meziyetlere sahip.
Hamas,
Filistin siyaseti içerisinde yeri olan bir güç. O, selefi olan FKÖ’nün hem
savaş hem de müzakereler konusunda yaptığı yanlışlardan tüm ferasetiyle dersler
çıkartmayı bilmiş, zinde bir politik teşekkül. Elindeki düşünsel, politik ve
askeri kaynakları İsrail’i ve onun psikolojik çekim merkezini idrak etmeye itinayla
hasretmeyi bilmiş bir örgüt. Onu sevin ya da sevmeyin, bugün Hamas, Filistin
mücadelesine öncülük eden asli güç.
Sol,
bu temel gerçekle yüzleşmek zorunda. Bugün kimse, Filistin’le dayanışma
ilişkisini, Hamas’ı çöpe atan, göz ardı eden veya dışlayan bir siyasetin
üzerine kuramaz. Böylesi bir konuma sahip olanlar, Filistin mücadelesine has
karmaşık hususları ve çelişkileri kavrayamazlar. Hamas’ı dışlayan, çöpe atan,
göz ardı eden politikasıyla sol, direnişle işbirliği arasındaki ayrım çizgisini
siliyor ve bu ayrımı silmenin ne denli tehlikeli olduğunu görmüyor.
Abdülcevad Ömer
31 Mayıs 2024
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Bashir Abu-Manneh, “The Palestinian Resistance Isn’t a Monolith”, 28 Nisan
2024, Jacobin.
[2]
Matan Kaminer, “After the Flood”, 10 Mayıs 2024, Verso.
[3]
Andreas Malm, “The Destruction of Palestine Is the Destruction of the Earth”, 8
Nisan 2024, Verso.
[4]
Ayça Çubukçu, “Many Speaks for Palestine”, 1 Mayıs 2024, BR.
[5]
Jodi Dean, “Palestine Speaks for Everyone”, 9 Nisan 2024, Verso.
[6]
Abdajawad Omar, “Jenin: The Fight over the Capacity to Resist”, 6 Temmuz 2023, Mondoweiss.
[7]
Mondoweiss Palestine Bureau, “West Bank Dispatch”, 21 Kasım 2022, Mondoweiss.
[8]
Abdaljawad Omar, “Hopeful Pathologies in the War for Palestine: A Reply to Adam
Shatz”, 8 Kasım 2023, Mondoweiss.
[9]
Faris Giacaman, “The Palestine Walid Saw, from the Little Prison to the Big Prison”,
10 Nisan 2024, Mondoweiss.
[10]
Tareq S. Hajjaj, “Palestinians Rebut Israeli Hysteria over Princeton Course Teaching
Book on Israel’s Policy to Maim”, 31 Ağustos 2023, Mondoweiss.
[11]
Mariam Barghouti ve Yumna Patel, “The Story of Lions’ Den”, 4 Kasım 2022, Mondoweiss.
[12]
Mariam Barghouti, “Inside the “Wasps’ Nest”: the rise of the Jenin Brigade”, 8 Kasım
2022, Mondoweiss.
[13]
Shatha Hanaysha, From the Cities to the Countryside, Armed Resistance is Spreading
in the West Bank”, 15 Şubat 2024, Mondoweiss.
0 Yorum:
Yorum Gönder