Pages

02 Haziran 2024

Hamas Meselesi ve Sol


Son dönemde Batı solunu Hamas’ı “göklere çıkartıyor” diye eleştiren bir yığın makale kaleme alındı. Bu eleştirilerin önemli bir bölümünde, Filistin direnişine verilen desteğin Hamas’a yönelik desteğe indirgenmesinin Filistinlilere hizmet etmediği, zira, Filistinlilerin farklı politik eğilimlere sahip birçok değişik sesi temsil ettiği söyleniyor. Bu makaleler, bunun yerine, Batı soluna, Filistin siyasetindeki karmaşık yapıyı ve çeşitliliği hesaba katması yönünde çağrıda bulunuyor.

Jacobin dergisinde çıkan “Filistin Direnişi Yekpare Bir Yapı Değil” başlıklı yazısında Beşir Ebu Menne, solu, Hamas gibi “toplumsal açıdan gerici” bir hareketi göklere çıkarttığı üzerinden eleştiriyor.[1] Esasında Menne, yazısında Hamas’tan çok silahlı direnişi örtük olarak eleştiriyormuş gibi görünüyor.

Matan Kaminer[2], Verso blogda yayımlanan yazısında, Andreas Malm’ın yazdığı makaleye[3] cevap verdi yazdı. Aynı blogda yer alan yazısında Kaminer, küresel dayanışma hareketinin Filistin siyasetindeki çeşitliliği görmesi gerektiğini söylüyordu. Yazıda Hamas, solcu bir ajandadan mahrum olan, “sistem karşıtı” güçler arasında sayılıyordu.

Ayça Çubukçu, Boston Review’de[4] Jodi Dean’in “Filistin Herkes Adına Konuşuyor”[5] başlıklı yazısına cevap verdi. Söz konusu yazısında Dean, küresel dayanışma hareketinin kurtuluş mücadelesine şuan önderlik eden Hamas’a destek veren Filistin’deki örgütlü solla yan yana durması gerektiğini söylüyordu.

Bugün tabii ki Filistin siyasetine, tarihine, mevcut koşullarına ve çoklu yapısına dikkat kesilmeliyiz. Nüfusu o kadar da kalabalık olmayan Filistin’de, o nehirle deniz arasında, o küçücük coğrafyada, kavgalarla yüklü topraklarda, farklı hayalleri veya çatışma sürecine dair farklı ideolojileri Filistinlilerin ağzından işitmeniz elbette mümkün. Bugün Siyonist ideolojiye onay veren Filistinliler bile var.

Ama işin komik yanı şu ki Batı solu, Hamas’ı tam da bu noktada yanlış anlıyor. Batı solu, Filistin toplumu ve siyasetindeki çeşitliliğin sömürgeciliğe yönelik direniş konusunda farklı yaklaşımları ürettiğini göremiyor. Bu solcular, “Filistin siyasetini incelikli ve ayrıntılı bir biçimde idrak etmek gerek” diyorlar, ama bu incelikli ve ayrıntılı bakış, sömürgecilik karşıtı direnişten uzak duran, bu direnişi teşvik eden (veya pratikte ona karşı çıkan) dinamikleri ve güçleri anlayacak ferasetten nedense uzak.

Kanaatimce Filistin siyaseti konusundaki bu cehalet, kasti. Gizliden gizliye direnişe, özellikle silahlı direnişe düşman olan bu solcular, Hamas’a tümüyle farklı, belki de ideolojik bir temelde karşı çıktıklarını iddia ediyorlar. Oysa Filistin içindeki dinamikleri anlamak ve o “yekpare yapı”nın üzerindeki örtüyü kaldırmak için bizim, pratikte Filistin’deki politik güçlerin ilk planda direniş fikri düzleminde nasıl değiştiklerini anlamamız gerekiyor.

Parçalı Coğrafya, Parçalı Siyaset

Filistinliler, İsrail’in özenli bir çaba ile yürüttüğü muhtelif bölme çalışmalarına maruz kalıyorlar. Filistinlilerin gündelik hayatlarının bu denli farklılıklarla yüklü olduğu koşullarda birleşmeleri gerçekten sürpriz olur. Neticede dünyaya dağılmış durumdalar, farklı hükümetlere ve ayrıca İsrail’in kontrol için başvurduğu farklı tarzlara muhataplar. Filistinliler, sadece coğrafi açıdan bölünmüş değiller. Bunun dışında, bir yandan da sömürgeci devletin dayattığı farklı muafiyetlere ve dışlanmalara maruz kalıyorlar. Burada Gazze’den, Batı Şeria’dan, Kudüs’ten, 1948’deki topraklardan ve diasporadan söz ediyorum.

Mevcut parçalılık hâli, birçok Filistinliyi halkın birliği anlayışını sorgulamaya itti. Artık Filistinliler, 75 yılın ardından, “Filistinlilerdeki farklı direnme kapasiteleri, farklı sömürgeci yönetimlerin ve coğrafi ayrışmaların ağırlığının bir yansıması mı?” sorusuna kafa patlatıyorlar.

Gazze’de süren, soykırıma evrilen savaş, Gazze yanında farklı yerlerde Filistinlilerin güç biriktiremediklerine, yeni taktikler geliştiremediklerine, yeni örgütler kuramadıklarına, her yerde yerleşimci sömürgeciliğin Filistin halkının karşısına çıkarttığı güçlükle mücadele etmek için yeni bir düşünsel ve maddi yapı meydana getiremediklerine dair o basit gerçeğin açığa çıkmasını sağladı. Bu eksikliğin bir delili de Gazze ve mücadelenin gelişkin alanlarının haricinde, Filistin toplumunu felç eden korku hâli. Batı Şeria’nın kuzeyindeki silahlı özsavunma alanlarının çoğalması[6], Batı Şeria ile 1948 Filistini’nde parçalı, dağınık direniş eylemleri[7] gibi taktikler türünden son on yıl içerisinde ortaya çıkmış yeni direniş tarzları da bu eksikliğin yansıması.

Mücadele tarzlarındaki çeşitlilik, kitleleri kontrol etme amaçlı farklı tarzlara maruz kalan Filistinliler arasında gelişmiş farklı politik ideolojilerin basit bir sonucu değil. Bu çeşitlilik, her bir Filistinlinin ruhunda da karşılık buluyor. Filistinliler, içten içe, direnişin radikal potansiyeli ile İsrail ordusunun elindeki o devasa acımasız aygıt karşısında duyulan korku arasında bölünüyor. Yani bir halk hem kurtuluşu arzuluyor ama bir yandan da gündelik hayatta içerisinde, bazen direnişin de sebep olduğu, her türden karışıklıkta, korku onun içini kemiriyor. Bu çelişki, normale dair kırılgan görüntüyü bile alıp götürüyor. Burada tam da ideolojik mücadele alanından söz ediyoruz. Sadece kamusal alanda değil, birey düzeyinde de o güçlü ve üstün olan askeri mekanizmanın her şeyi imha etme potansiyelinin hissedildiği, herkesi travmaya sürükleyen gerçeklikle özgürlüğün gerçekleşmesi denilen o yüce ihtimal karşı karşıya geliyor.

Her bir güç, kendi talepleriyle, Filistinlileri varoluşsal tercihlere zorluyor: “Ya devrimden ya da teslimiyetten yanasın”, “Ya göçü ya da sumudu, burada sebatla kalmayı tercih edeceksin”, “Ya yok olacaksın ya da feda eylemleriyle kimliğini tümüyle ortaya koyacaksın” diyor. İçte sessizce gerçekleşen bu diyalog, farklı politik ifadelere kavuşuyor. Filistinliler, şehit aydın Besil Arac’ın “direniş, tesirini zamanla hissettirir” sözüyle, Mahmud Abbas’ın teslimiyetçi ifadesi “Direniş tabii ki yaşasın ama o çoktan öldü, görüldüğü yerde de öldürülmeli” sözü arasında salınıyor.

Ama kimse kimseyi kandırmasın. Filistin Yönetimi, elindeki ideolojik mekanizmayla “çıplak gerçeğe” hiçbir aracı olmadan vakıf olduğunu iddia edebiliyor, oysa o, sahip olduğu ideolojiyi inkâr eden bir yapı. Filistin Yönetimi, dünyaya insanın gözlerini kör eden ideolojilerden arınmış bir şekilde bakabiliyor olmakla övünüyor. Buradan, sömürgecilik karşıtı direnişi bir tür “komedi” olarak gören otoriter bir politik sistem inşa ediyor ve sömürgeciyle işbirliğini uyulması gereken “kutsal” bir emirmiş gibi görüyor. Bu alabildiğine gerçekçi ve pragmatik duruş, zahirde Filistinlileri bir tür yokluğa, sembolik düzeyde, politik düzlemde ve maddi gerçeklikte bir tür yok oluşa sürüklüyor, ama aslında, politik temsile dair yalanlarla ve bir devlet kurmak suretiyle Filistinlilerin yeryüzünden silindiği süreci sinsi bir biçimde maskeliyor.

Sürekli varolma ve kitleleri kontrol altında tutma konusunda duyduğu yoğun arzusuyla muktedir sınıfsa, kendi sınıfsal önyargılarını ve toplumsal hükümlerini rahatlıkla görmezden gelen “politik gerçekçilik”i uygulamayı sürdürüyor. Sömürgecinin kârları, dar bir seçkin grubunu üretiyor. Bu pragmatizmin nihai amacı ise direniş anlayışının tehlikeli hususların aktarıldığı tarihçeden silinip gittiği bir gerçeklik meydana getirmek. Oysa elimizde, sömürgecilerin yerine sömürülenlerin getirildiği, yerleşimci sömürgeci rejimle kurulmuş ekonomik ittifakı ve güvenlik rejimini meşrulaştıran gelişkin bir dilden başka bir şey yok.

Neticede Filistin siyasetinde direnişe yönelik farklı yaklaşımların geliştirildiği süreç, kesintisiz bir biçimde akıyor. Elimizdeki tayfın bir ucunda, Mahmud Abbas ve Mansur Abbas gibi isimler, bir ucunda, İslami Cihad ve Hamas gibi politik yapılar var. Ciddiye az çok alınabilecek politik güçlerse ortada duruyorlar.

Bu anlamda, bugün Filistin’deki politik örgütler, laiklik ve İslamcılık üzerinden değil, kurtuluş davasına hizmet edecek taktiklerin doğruluğu veya sosyo-ekonomik ajandalar üzerinden süren mücadele temelinde ayrışıyorlar. Burada bahsi edilen olgular, tabii tek başlarına önemli meseleler, ama Filistin’deki siyaset sahnesindeki yarık, uzlaşma, uyumlu olma ve işbirliği siyaseti ile başkaldırı siyaseti arasındaki karşıtlıkla ilgili.

Nihayetinde Batı solu, kendi hayal âleminde Hamas’a alternatif olabilecek, laik ve ilerici bir seçenek arayıp duruyor. Oysa bu arayış, şu basit gerçeği görmezden geliyor: Bu özel tarihsel momentte direnişi sürdürüp ona öncülük eden politik güçler, laik solcu değil.

Bu tabii ki tesadüfen ortaya çıkmış bir sonuç değil. İsrail ve müttefikleri sömürgecilikle alakalı arzu ve isteklerine uyum gösterecek bir Filistin liderliği geliştirdi, onu kendi kalıbına döktü, bir yandan da o liderliğe alternatif olabilecek isimleri tutukladı, korkuttu veya katletti.

Bu, sömürgecilik karşıtı hareketlerin her daim karşılaştıkları olağan bir durum. Sömürge halkın bir üyesi, ille de sömürgecilik karşıtı kavgaya sadakat göstermez. Filistin’de halk kitlesi, birçok farklı tahribatla yüzleşti. Bir zamanlar devrimci olan FKÖ, milletini gene milleti adına öldüren Vichy tarzı bir rejime dönüştü. Bazı Filistinlilerse yeni yönelimler içine girdi, yeni kimlikler edindi. Misal, bazıları kendisini İsrail’le tanımladı (oysa bir Filistinlinin, kendisini Yahudilerin üstün olduğu fikri üzerinden inşa etmiş bir yapıyla tanımlaması mümkün değil). Tarih bize, insanların kölelik için de mücadele edebileceklerini öğretti. Bunun ne demek olduğunu öğrenmek için İsrail’i savunan Arap gazeteci Joseph Haddad ve Hamas’ın bir liderinin oğlu olup mücadele içerisindeyken İsrail devletinin safına geçen Musab Hasan Yusuf’a bakmak yeterli olacaktır.

Ama öte yandan, dipten derinden başka bir mücadele yürüyor: Filistinliler, sadece kendi çileleri görülsün diye değil, ayrıca dünya, onların direnme hakkını tanısın diye uzun zaman mücadele ettiler. Bu direnme zorunluluğu ve direnme hakkı, Filistin direnişine dair dilin sağa sola çekiştirildiği, bu dilin Filistinlilerin varlığına ve failliğine bir yüz yıldır İsrail eliyle gerçekleştirilen saldırıyı meşru kılmak ve kılıfa bürümek için kullanıldığı dünya bağlamında daha da önemli hale geldi. Direniş denilen, hayatta kalmak ve adalet ihtimali için zaruri olan eylemin tam da ortadan kaldırmaya çalıştığı zulmü meşrulaştırmada kullanılması, gerçekten ahlaksızlık.

Hamas bu noktada, kolayca devreye sokulan bir tür korkuluk olarak kullanılıyor. Örgüt, hem başkaldırı siyaseti üzerinden hareket eden hem de Filistin halkını yeniden inşa edecek bir toplumsal ajandayı savunan İslamcı bir politik yapı. Direnişi eleştirenler, hemen Hamas’ın sosyo-ekonomik görüşlerindeki kusurlara işaret ediyorlar veya onun “toplumsal açıdan gerici” olan ajandasını alaya alıyorlar. Bu anlamda, bu kişiler, esasında Hamas’ın toplumsal ajandasını temelsiz bırakma meselesiyle ilgilenmiyorlar. Onlar gerçekte, Hamas’ın uygulamayı tercih ettiği direniş biçimini ortadan kaldırmak veya ondan mesafe almakla ilgileniyorlar. Hamas’ı eleştirenlerin büyük bir kısmı, kendi ittifak sistemleri, mücadele biçimleri veya düşünsel ürünleri dâhilinde, Gazze’de güç biriktirmek için yürütülen çalışmalara denk düşecek herhangi bir şey önermiyorlar, Filistin’in kurtulma ihtimali yanında diğer ihtimalleri de içeren tarihsel momentte, Hamas’ın stratejik öneme sahip bir hamleyle Pandora’nın kutusunu açıp sömürgeci rejimi boğan ve onu sakatlayan eylemliliği konusunda hiçbir şey söylemiyorlar.

Muzavada” Siyaseti

Arap siyasetinin sözlükçesinde yer alan bir kelime olarak “Muzavada”, kabaca “politik sahada üstünlük kurma çabası” olarak tercüme edilebilir. Bu, politik rakipleri kötüleme aracı olarak uzun zamandır kullanılan bir geleneği anlatıyor. Pratikte bu siyaset, politik rakibi, ikiyüzlülüğünü ifşa edip, sözlerinin yalan olduğunu ortaya koymak veya sözlerini gerçeğe dökemediğini yüzüne vurmak suretiyle karalayıp demoralize etmek gibi bir işleve sahip.

Suriyeli Marksist aydın İlyas Murkus, bu noktada bir örnek olarak, altmışlarda Cemal Abdünnasır’ın gücünü zayıflatmak için Suriyeli Baasçıların muzavada yöntemine başvurduklarından bahsediyor. Baasçılar o süreçte, Nasır’ın Filistin’in kurtuluşu konusunda sarf ettiği sözlerle eylemleri arasındaki uçuruma işaret ediyorlar. Murkus, bu kötüleme çabasında asıl derdin Filistin’in kurtuluşu olmadığını, asıl niyetin, Nasır’ın Suriye ve Lübnan’daki karizmasını “çizmek” olduğunu söylüyor.

Bu bağlamda, Filistin’in, tarihsel düzlemde, Arap siyasetinde bu türden “daha yüksek teklif sunma” veya “karşı tarafa üstün gelme” çabasının ortaya konduğu bir sahne hâline gelmiş olmasına şaşırmamak gerek. Bu muzavada denilen pratik, tarihsel düzlemde bu şekilde cereyan etmiş olsa da o, salt söylem düzeyinde gerçekleştirilen düelloya indirgenebilecek bir şey değil.

Filistin’de muzavada, doksanlarda söylem düzeyinde özneler, yüksek teklifi verme aşamasından, o teklifin gerçekleştirdikleri aşamaya geçtiler. Politik örgütler, birbirleriyle direniş imkânlarını yaratma ve direnişi gerçekleştirme becerisi üzerinden rekabet ettiler.

Sözde ve gerçekte muvazada, Filistin’deki politik çekişmeleri anlamak için önemli. İkinci İntifada esnasında “istişhadi” kavramı gündeme geldi. Bu, rakip karşısında üstün gelme çabasının pratiğe dökülmüş hâliydi. Üstelik “istişhadi” pratiği, eskinin “fedai” anlayışının da ötesine uzanan bir olguydu. Fedai, düşmanla çatışan, ama sonra üssüne geri dönme ihtimali bulunan, kendini feda etmiş bir figürken, istişhadi, üsse geri dönmek gibi bir planı olmayan, ölen, öldüren, şehit olan savaşçının fedasını içeren bir pratikti.

Yeni yüzyıla girdiğimiz momentte hegemonyanın karşısına, esas olarak Hamas ve İslami Cihad’ın iradesiyle çıkartılan bu yeni güç, direniş için kendini feda eden insan tipini ve yeni muhalefet etme tarzlarını meydana getirmek suretiyle, direnişi yeniden formüle etti.

İkinci İntifada’da “üstün gelme çabası”, direniş kapsamında yürütülen operasyonlarla politik rakibini geride bırakmayı ifade ediyordu. Rekabet içerisinde oluşan bu mücadele biçimi, direnişte ortaya konulan emeği, içteki politik şikâyetlerin sivrilttiği mızrakları doğrudan sömürgeciye doğrultmanın bir aracı olarak görüyordu. Filistin’deki örgütler, politik eylemlerinin girdiği kanal dâhilinde birleştiler ama bir yandan da rakiplerini farklı direniş eylemlerini yapmak suretiyle geride bırakmak için birbirleri arasında rekabet ettiler.

Buna karşılık, ülkedeki dağınıklığın mevcut niteliğinin, İkinci İntifada’da başkalarına üstünlük kurma girişimlerinin aldığı biçimle bir alakası yok. Burada mesele, içteki rakipleri geride bırakmak değil. Bilâkis, burada artık Filistin Yönetimi’nin İsrail’le işbirliğini “kutsal” bir örtüyle örtmesi ve direnişin sürdürülmesini bir tür komedi olarak değerlendirmesiyle birlikte yaşanan bir dağınıklık söz konusu. Bu dağınıklığın diğer ucunda, Hamas ve İslami Cihad, direnişin örgütlü biçimlerine öncülük eden en etkili güçler olarak duruyorlar. Filistin’deki ayrışma, zamanla coğrafi, ideolojik ve politik biçimler aldı.

Yüksek teklif verme biçimini alan pratikte politik denklemin bir tarafında duranlar, İsrail’in direnişe yönelik militarist tepkisi üzerinden şunu söylediler: “Gördünüz mü? Direnirseniz başınıza bunlar gelir!” Başkaldırı siyasetine dair arayışı bir biçimde askıya alan bu yaklaşım, esasında Filistinlilerin uzun bir süreç dâhilinde edindikleri direnme becerisini çöpe atıp hareketin felç olmasını, durağanlaşmasını ve İsrail’le uzlaşmasını salık veriyor.

Bu belirlenen amaç dâhilinde, Filistin’de birbirinden farklı üç solcu tepkiye tanık olundu. İlk tepkide, solun bir kısmı, örgütsel zafiyeti temelinde, “laiklik” vurgusu üzerinden, Filistin Yönetimi ve komprador sınıfının yanına ilişti. Filistin Halk Partisi (eski Filistin Komünist Partisi) bunun bir örneğiydi. FHKC gibi sol örgütler, sömürgecilikle mücadele düzleminde ortaklaştıkları İslamcı güçlerle yan yana geldi ama toplumsal ajanda düzleminde onlarla aralarına mesafe koydu. Bu süreçte ortaya çıkan üçüncü solcu tepkide ise bazı örgütler, Hamas ve Filistin Yönetimi’ne alternatifmiş gibi görünmek umuduyla, bu iki yapıyı birbirine eşitlediler, buradan da “her ikisi de aynı ölçüde kötü” dediler. Gelgelelim, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi gibi örgütlerin dâhil olduğu bu üçüncü yaklaşım, toplumsal veya politik bir seçenek sunmayı, örgütlemeyi bir türlü beceremedi.

Bugün Filistin gerçekliğinde politik düzeyde “toplumsal açıdan ilerici” veya “toplumsal açıdan gerici” olma meselesi, tümüyle karmaşık bir mesele. Misal, eski komünist partinin bakiyeleri olan eğilimler türünden yapılarda görüldüğü üzere, Batı Şeria’da toplumsal gericiliğin ve politik otoriterliğin aldığı biçimlere destek sunan solcu partilere gerici mi diyeceğiz ilerici mi? Yerleşimci sömürgeciliğin tüm bir toplumu yeryüzünden silmeye çalıştığı koşullarda, “toplumsal gericilik” kavramını nasıl tanımlayacağız? Bu sömürgeciliğe karşı geliştirilen direniş, özünde mülksüzleştirilenlere kudret ve yetki bahşeden ilerici bir eylem değil midir? İşbirlikçiler, sömürge halkı egemenlere boyun eğdirmesi sebebiyle, toplumsal açıdan gerici bir güç olarak görülemez mi? Direnenlerin ilan ettikleri ideoloji, daha önemli değil midir?

Filistin Yönetimi’nin otoriter uygulamalara başvurduğu, ısrarla halka ahkam kestiği, parmak salladığı, aile ve kabile gibi geleneksel yapıları devreye soktuğu, içteki hasmını asli düşmanı olarak gördüğü, Filistinlilerin toprakları gasp edip insanları yok eden düşmanla mücadele etmeye çalıştığı koşullarda iç savaşı tetiklediği ve nifak tohumları ektiği Batı Şeria’da kimin ajandası toplumsal açıdan ilericidir?

Batı’dan bakıldığında, bugün Filistin’de tümüyle veya her yönüyle ilerici tek bir güç yok. Sadece ilerici unsurlar veya eğilimler var. Üstelik bunlar da gerici olarak görülüp ihmal edilecek politik yapılar.

Silahlı Direnişe Yönelik Örtük Eleştiri

Bahsini ettiğimiz makalelerde direnişe, bilhassa silahlı direnişe verilen desteği ortadan kaldırmaya çalışan, okurun zihnini bulandırmaya yönelik tespitlerle karşılaşıyoruz. Bugün “Batı”da, direnişin zaruri ve verimli bir yol olduğunu kabul edenlerin sayısı giderek artıyor ya da en azından, direnişin kaynaklarının ve neden zorunlu olduğunun açıklama gereği bile duyulmadığı onlarca yılın ardından, birileri çıkıp, direnişin gerçekliğini kavramaya başlıyor. Bazıları, direnişi bir tür küfürmüş[8] gibi görmeden ele alabiliyor.

Batı solundaki bu değişim, onun birden İslamcılığı benimsediği anlamına gelmiyor. Batı solu, bugün Filistinlilerin içine düştükleri koşulların niteliğini görüyor, gaddar bir yerleşimci sömürgeci gücün aşağılık gördüğü bir halkla politik bir dille konuşmayı reddettiğini, o halka yoğun bir biçimde şiddet uyguladığını, diplomasi ve hukuk düzleminde işlediği suçlardan hiçbir şekilde ceza almadığını, halkı kontrol etmek için mimari, teknoloji gibi farklı alanlarda dolaylı kimi yöntemleri devreye soktuğunu bir biçimde idrak ediyor.

Asıl rahatsız edici olansa silahlı mücadeledeki ısrarın ve onun geçirdiği evrimin bazı Filistinli aydınların uygulamaya yönelik teorilerini, çıkarlarını ve politik eğilimlerini boşa düşürmesi. Bu aydınların bazıları, sömürgeci rejimden gerçek kopuş ihtimali ve sömürgelikten kurtuluş çalışmalarının başlaması karşısında kaygıya kapılıyorlar.

Bu aydınların teorileri, onlarca yıldır işittiğimiz şeyler. Bunlar her fırsatta, “Filistinliler silahlı direnişten uzak dursunlar ki dünya ve Batı’da olumlu bir imaja sahip olsunlar” diyorlar.

Silahlı direnişin temelde Filistin davasına yönelik sempatinin artırılmasıyla ilgili çalışmalarla çeliştiğini söyleyen anlayış, hâkim hâle geldi. Bu görüşü dillendirenler, Birinci İntifada’ya dair okumalarını bir biçimde fetişleştiriyorlar. Bu noktada, Batılı toplumların liberal hassasiyetlerine oynamak adına, bu intifadanın kitlelerin, sivil toplumun ve uluslararası hukuk kurumlarının desteğini arkasına almış, sivil itaatsizlik eylemleri üzerine kurulu niteliğini örnek model olarak öne sürüyorlar.

Tabii bu tür bir okuma, bir yandan da İkinci İntifada sonrası Filistinlilerin yüzlettikleri psikolojik ve ideolojik saldırıya ortak oluyor.[9] Bu saldırının amacı ise Filistin’in bilincinden direniş anlayışını silip atmak. Onun beyhude olduğunu, silahlı direnişin yıkımdan başka bir şey getirmeyeceğini, Filistinlilerin güçlerin denk olmaması sebebiyle İsrail’le askeri düzeyde mücadele edemeyeceğini, etmemesi gerektiğini söyleyen anlayışı hâkim kılmak. Oysa, Filistin Yönetimi gibi “halkın direnişi” veya “barışçıl halk direnişi” anlayışı üzerine kurulu muhalif bir alternatif, Ebu Mazen ve Filistin Yönetimi’nin “kutsal güvenlik işbirliği” dediği şeyin ideolojik ve psikolojik düzeyde sürdürülmesi için gerekli araç olarak kullanılmasını sağlamaktan başka bir işe yaramadı. Halkın direnişini örgütlemeye yönelik az sayıda girişimse, birçok örnekte görüldüğü üzere, Filistin Yönetimi’nin ve güvenlik sisteminin dayağını yedi, hem Gazze’de[10] hem de Batı Şeria’da yoğun bir şiddetle yüzleşti.

Batı solunun birden Hamas’ın amigosu olduğunu söyleyenler, samimiyetten uzak. Jodi Dean, yazısında Hamas’ı göklere çıkartmıyordu, sadece İsrail karşıtı eylemlilikte insanı keyiflendiren, coşturan bir yan buluyor, bugün Gazze’yi kuşatmış olan sömürgeci rejimin direncini kıracak olan adımların sesini duyuyordu. Bugün birçok Filistinli, Dean’in duygularını paylaşıyor. Ahlaki gerekçelerle veya İsrail’in kapsamlı bombardımanı ve soykırıma evrilen savaşı sebebiyle gözleri açılan, görüşlerini değiştiren, “bu kadarına gerek yoktu” diyenler de bu kitleye dâhil oluyor.

Tabii, bugün Gazze’de, Batı Şeria’da ve Filistin siyaseti genelinde farklı gerekçelerle Hamas’tan nefret eden birçok insan var. Bunların arasında, ideolojik farklılıklarını ve İslamcı-laik ayrımını “direniş”e yönelik itirazlarının bir tür kılıfı olarak kullanan birçok Filistinli “solcu” bulunuyor. Besil Arac’ın ifadesiyle, “Eğer sol, Filistin’de İslamcılarla rekabet etmek istiyorsa bu rekabet, direniş konusunda olmalıdır.” Muzavada siyaseti eylemli olarak yürütülmelidir.

Nihayetinde Hamas, Nekbe öncesi Filistin’de köylülerin verdiği mücadeleyi, FKÖ’nün ilk yıllarında sürgünde mücadele eden Filistinli devrimcileri, seksenler ve sonrasında inisiyatifi ele geçiren İslamcıları içeren direnişin o uzun tarihinin bugün dil bulmuş hâli.

Bugün birçok laik solcu, Hamas’ın direnişine eninde sonunda başarısız olacağı kanaati üzerinden değil de başarılı olacağı kaygısıyla karşı çıkıyor. Hamas’ın yapıp ettikleri karşısında bu solcuların beti benzi atıyor.

Burada sadece şiddet araçlarının kullanılmasına yönelik bir ahlaki itiraz söz konusu değil. Sol, İslamcıların politik duruşlarının, gerçekte kendisinin mevcut hâliyle alabildiğine melankolik, eylemsiz politik duruşuna kıyasla daha etkili olduğunu ispatlamaları ihtimalinden korkuyor.

Öte yandan, Filistinli elitler içerisinde belirli ekipler, İsrail’i modernitenin öncüsü olarak görüyorlar. Dolayısıyla, bu kesimler, Hamas’ın “gerici” gördükleri toplum anlayışına karşı duydukları korkuyla hareket ediyorlar. Bu, onların İsrail’in cazibesine kapılıp Filistinli halk kitlelerinin özgürleştirme potansiyeli karşısında korkuya teslim olmuş bir ideolojik eğilim içerisinde olduklarının kanıtı aslında.

Hamas’ın politik ve ideolojik yöneliminden farklı bir politik ve ideolojik yönelime tabii ki sahip olunabilir. Onunla taktikler konusunda tabii anlaşılamayabilir, hedeflerin veya savaşı yürütmek için kullanılan imkânların ahlaki niteliği konusunda itirazlar tabii ki dile getirilebilir. Ama tüm ideolojik formasyonlar ve tarihsel söylemler dâhilinde, Filistinlilerin silahlı ya da silahsız tüm direniş biçimlerini zaruri görmesini anlamak için gerekli asgari zemin ortadan kaldırılamaz. Sırf profesörler, Filistin direnişine dair duygularını dile döküyor, direnişin sembollerini kullanıyor, ona destek sunuyor diye onları yaylım ateşine tutmak, küstahlıktır.

Dünya, bugün direnişin zaruri olduğunu, bireylerin kaybettikleri şeyler için dövüşüp onları yeniden ele geçirmek adına ortaya koyduğu çabaları görüyor. Bugün aynı zamanda Filistin’deki ve sol kesim içerisindeki birçok liberal, bizim mücadelemizi mağduriyetin sınırlarına hapsetmemizi istiyor. Bunlar, Filistinli özneye ancak acıyabiliyorlar.

Politika Öncesine Ait Bir Olgu Olarak Direniş

Silahlı hareketler veya katı ideolojik oluşumlar bulunmamasına rağmen Batı Şeria, bu süreçte ufak, gayriresmi grupların ortaya çıktığına şahit oldu. Yardım kuruluşları, arkadaş grupları, küçük ölçekli silahlı birlikler[11] ideolojik sınırları aşarak[12] bir araya geliyorlar. Demek ki artık her türden analiz, somut gerçeklerden hareket etmeli. İdealize edilmiş, katı teorik çerçeveleri politik örgütlere yapıştırmaya çalışmanın bir faydası yok, ayrıca bu tür bir çabanın, mevcut kuşağın direnmeye devam edeceği gerçeğinden[13] habersiz olan, düşünsel açıdan tembellikle malul kişilere ait olduğu görülmeli.

Direniş, politika öncesine ait bir olgu. Kendi topraklarından sökülüp atılan, dostlarını, sevdiklerini yitiren, bu zulme halen daha maruz kalan mevcut kuşağın bağrında doğal yollardan yeşerip gelişen bir şey. O sırda işleyen direnişi örgütleme konusunda mahir olanlar, nihayetinde Filistin toplumunun sevgisine ve kabulüne mazhar oluyorlar. Direniş, bir zorunluluk. Askerileşmiş hâlinde bile direniş, tek başına ideolojik tercihler değil, somut ve maddi gerçekler üzerinden gelişip serpiliyor.

Birçoklarına hükmeden korku, hep vardı. O, bugün bende de olan önemli ideolojik farklılıklar kılıfı altında yaşamaya devam ediyor. Bu anlamda, direnişe yönelik eleştirimiz, onun imkân ve ihtimallerini ortadan kaldırma girişimi olarak vücut buluyor.

Hamas, İsrail’in dayattığı Demir Duvar’ı delmek konusunda politik ve tarihsel düzeyde ortaya konmuş çabalardan sadece birisi. O, başarılı da olabilir, yenilebilir de. Ama şunu görmek lazım: Hamas, Filistin’de toplumsal açıdan ilerici güçlerin yapmayı denemediği bir şey yapmış değil. Daha da önemlisi şu: Gazze’de Hamas, şehre dışarıdan gelmiş, orada nüfuz sahibi olmuş veya oraya ithal edilmiş bir güç değil. Kendisini toplumsal dokuya işlemeyi bilmiş bir yapı. “İlerici-gerici” ayrımı temelinde basit bir yaklaşımla çöpe atılamayacak meziyetlere sahip.

Hamas, Filistin siyaseti içerisinde yeri olan bir güç. O, selefi olan FKÖ’nün hem savaş hem de müzakereler konusunda yaptığı yanlışlardan tüm ferasetiyle dersler çıkartmayı bilmiş, zinde bir politik teşekkül. Elindeki düşünsel, politik ve askeri kaynakları İsrail’i ve onun psikolojik çekim merkezini idrak etmeye itinayla hasretmeyi bilmiş bir örgüt. Onu sevin ya da sevmeyin, bugün Hamas, Filistin mücadelesine öncülük eden asli güç.

Sol, bu temel gerçekle yüzleşmek zorunda. Bugün kimse, Filistin’le dayanışma ilişkisini, Hamas’ı çöpe atan, göz ardı eden veya dışlayan bir siyasetin üzerine kuramaz. Böylesi bir konuma sahip olanlar, Filistin mücadelesine has karmaşık hususları ve çelişkileri kavrayamazlar. Hamas’ı dışlayan, çöpe atan, göz ardı eden politikasıyla sol, direnişle işbirliği arasındaki ayrım çizgisini siliyor ve bu ayrımı silmenin ne denli tehlikeli olduğunu görmüyor.

Abdülcevad Ömer
31 Mayıs 2024
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Bashir Abu-Manneh, “The Palestinian Resistance Isn’t a Monolith”, 28 Nisan 2024, Jacobin.

[2] Matan Kaminer, “After the Flood”, 10 Mayıs 2024, Verso.

[3] Andreas Malm, “The Destruction of Palestine Is the Destruction of the Earth”, 8 Nisan 2024, Verso.

[4] Ayça Çubukçu, “Many Speaks for Palestine”, 1 Mayıs 2024, BR.

[5] Jodi Dean, “Palestine Speaks for Everyone”, 9 Nisan 2024, Verso.

[6] Abdajawad Omar, “Jenin: The Fight over the Capacity to Resist”, 6 Temmuz 2023, Mondoweiss.

[7] Mondoweiss Palestine Bureau, “West Bank Dispatch”, 21 Kasım 2022, Mondoweiss.

[8] Abdaljawad Omar, “Hopeful Pathologies in the War for Palestine: A Reply to Adam Shatz”, 8 Kasım 2023, Mondoweiss.

[9] Faris Giacaman, “The Palestine Walid Saw, from the Little Prison to the Big Prison”, 10 Nisan 2024, Mondoweiss.

[10] Tareq S. Hajjaj, “Palestinians Rebut Israeli Hysteria over Princeton Course Teaching Book on Israel’s Policy to Maim”, 31 Ağustos 2023, Mondoweiss.

[11] Mariam Barghouti ve Yumna Patel, “The Story of Lions’ Den”, 4 Kasım 2022, Mondoweiss.

[12] Mariam Barghouti, “Inside the “Wasps’ Nest”: the rise of the Jenin Brigade”, 8 Kasım 2022, Mondoweiss.

[13] Shatha Hanaysha, From the Cities to the Countryside, Armed Resistance is Spreading in the West Bank”, 15 Şubat 2024, Mondoweiss.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder