27 Şubat 2021

,

Hayalî Faşizm

Legalist sola mensup olup sağa sola yaltaklanan oportünistler arasında, faşizmi her an her yerde görmeye dönük bir eğilim var. Bu tür görüşlerden artık gına geldiğini belirtmem lazım.

Bunlar esasen liberal geleneğe yaslanan görüşler. Bu tür görüşleri savunanlar, kıçındaki pireyi ömrü boyunca ısırmak için uğraşıp duran köpeklere benziyorlar. İçgüdüsel olarak yuvarlanıp karınlarını gösteriyorlar, böylece herkese kendisinin bir tehdit teşkil etmediklerini ispatlamaya çalışıyorlar. Bu şekilde davrananlara acıyarak veya mahkûm ederek yaklaşmak gerekiyor. Bunlara asla saygı gösterilmemeli.

Bu kampta birçok örgüt yer alıyor. Bu örgütler, meseleye farklı şekillerde yaklaşsalar da aynı sonuca ulaşıyorlar: “Faşizm her yerdedir, o gerçek bir kaplandır, onunla mücadele etmeden hiçbir şey yapılamaz.” Mevcut gericiliği yanlışlıkla faşizm olarak teşhis eden oportünist, bu sayede ilkesiz ittifaklar için çağrıda bulunma, riske girmeyi gerektirmeyen stratejiler geliştirme ve teslimiyet için gerekli izni birilerinden kopartma imkânına kavuşuyor. Özünde bu tür kişiler ve örgütler, geçiş izni için gericiliğin bir şey demesini bekliyorlar. Dolayısıyla bu geçiş izni, gerçekte varolan faşist eğilimlerden istifade edilmesini sağlayacak koşullara karşı geliştirilecek direnişi ertelemek için bir bahane olarak kullanılıyor.

Herhangi bir örgütle polemiğe girmeden, birkaç örneği aktaralım. Son dönemde kendisini “Devrimci Komünist Parti” olarak tarif eden örgütün içindeki Avakyancılar, “Trump faşizmine karşı konulması gerektiğini” söyleyerek, Demokrat Parti’nin kuyruğuna tutunma ve Biden’a oy verme çağrısı yaptılar. Avakyancılar bu önerilerini, ABD’de faşist bir düzenin kurulduğuna ilişkin paranoya üzerine inşa ettiler ve muhalefetin kuyruğuna yapışmamız gerektiğini söylediler.

Oysa bu, yeni bir yaklaşım değil. Peru Komünist Partisi’ni yeniden inşa etmezden önce Başkan Gonzalo, General Valesco faşizminin kitleleri örgütleme imkânını ortadan kaldıracağını söyleyen tasfiyecilere karşı zafere ulaşmak için iki çizgi mücadelesi yürütmüştü.

Bu iki örnek, bize faşizm konusunda nasıl bir anlayış geliştirilmesi gerektiğine ilişkin bir şeyler söylüyor. Trump ve Valesco örneğinde oportünizm, faşizmi kendi gerici programını yürürlüğe koymak için kullanıyor.

Gerici faşizmin her türden tezahürünü “faşist” sayanların, “Antifaşizm” şemsiyesi altında bir araya gelen eklektik bireyler ve küçük örgütler olduklarını görmek gerekiyor. O şemsiye ise gericiliğe karşı koyma konusunda sahip olduğu, örgütsüzlüğü esas alan yaklaşımının sınırlarına tabi. Bu eğilimin faşizmi teşhis etmesi ve yüzeysel laflardan uzak durması mümkün değil.

Faşist programlara sahip gerçek faşistler de karışık ve gerici fikirlere sahip sıradan insanlar da faşist olarak etkiletleniyorlar. Hoş karşılanmayan her şeyin ve herkesin üzerine “faşizm” yaftası asılıyor, tam da bu yüzden faşizmin fiiliyatta karşımıza çıkan birçok tezahürü görülmüyor.

Trump ve ona destek verenlerin büyük bir çoğunluğu faşist değil, bu insanlar ABD emperyalizmini savunan birer gerici.

ABD ise ağırlıklı olarak özel mülkiyeti temel alan burjuva demokratik devlete sahip bir ülke. Trump ve takipçilerinin büyük bir kısmının amacı ise, günbegün giderek daha da gericileşen ve çürüyen bu sistemi muhafaza etmek. ABD’de muktedir sınıfın iktidarı örgütleme yollarına müdahale etmek gibi bir dertleri yok bunların.

Biden ve destekçileri için de aynı şey söylenebilir: Bu insanlar da aynı emperyalist sınıfı, aynı iktidarı temsil ediyorlar, bunlar da iktidarı aynı şekilde örgütlemeye çalışıyorlar. Gerçek faşistler, salt Trump’la veya Biden’la birlik olamazlar. Çünkü genel örgütsüzlük hâllerine bağlı olarak bu insanlar, aynı kitle tabanını etkileme gayreti dâhilinde Trump’ın istismar ettiği hayal kırıklıklarına seslenmek zorundalar. Tam da bu sebeple bazı faşist örgütler Trump’ın kuyruğuna tutunuyor ve onun sözlerini alkışlıyorlar.

Trump’ın faşist olduğu iddiası, revizyonistlerin, oportünistlerin ve Demokrat Parti içindeki küçük bir kesimin hep birlikte icat ettiği bir şey. Hiçbir analize dayanmayan bu iddia, herhangi bir faşizm tanımına da yaslanmıyor. Söz konusu yüzeysel iddia, yönetimdeki değişimde çıkarı olanları, gerici liberalizmin ve burjuva demokrasisinin hükümet etme tarzını savunanları korumak dışında bir işe yaramıyor.

Bu tip insanlar, burjuva diktatörlüğünün tepesinde belirli bir temsiliyete kavuşmak için uğraşıyorlar. Bunun için bir dizi aldatmacaya bel bağlıyorlar. Oysa Marksistler, bu aldatmacaları hemen fark edecek donanıma sahip insanlardır. Onlar, istisnasız tüm devletleri diktatörlük olarak görürler.

İktidarın hükümet dâhilinde nasıl örgütlendiğinin bir önemi yoktur. Bu anlamda revizyonistlerin, oportünistlerin ve Demokrat Partililerin sürekli andıkları faşizm hayaleti, burjuva hizipçiliğinden türemiş korkak bir taktiktir. Burada başvurulan manevra dâhilinde, “Trump faşizmi”ne yönelik muhalefet içerisinde işçi sınıfını korkutmak suretiyle Demokrat Parti’ye destek ve meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır.

Şurası gayet açık: Trump ve Biden gericidir, ikisi de burjuva demokrasisinin gerici yönelimini isteseler bile terse çeviremez.

ABD’nin faşizme meyletme ihtimali yoktur. Askerîleştirilmiş emperyalist devlet derin bir kriz içindedir, özel olarak elde bir düşman olmadığı için tekelci kapitalist sınıf, kendi tercih ettiği yönetme metodunu diktatörlüğe daha fazla uygun olan bir yönetişim sistemini sürdürerek koruma imkânı bulmaktadır.

Aynı sebeplere bağlı olarak, bir dünya savaşının yaşanma ihtimali de yoktur. Hâlihazırda zayıf olan emperyalist ülkeler, kendi krizleriyle cebelleştikleri için dünyayı savaş üzerinden taksim etme şansına sahip değildirler.

Başkan Gonzalo’nun da bize öğrettiği gibi, dünya savaşının çıkması durumunda yapılması gereken ilk şey korkmamak, ikinci şeyse onu halk savaşına doğru evriltmek ve dünya savaşına halk savaşıyla karşı koymaktır. Aynı kural faşizm için de geçerlidir, çünkü kanun şunu söylemektedir: uzlaşması mümkün olmayan iki karşıt unsur olarak devrim ve karşı-devrim, illaki karşı karşıya gelir.

Tüm bu söylenenler, burjuva diktatörlüğünün faşistlerin seferber olmasına karşı çıkacağı anlamına gelmez. Esasen kırbacı elinde tutan diktatörlük, bu seferberlik işini belirli sınırlar dâhilinde yürütür. Faşistlere her zaman ihtiyaç yoktur, sivil ya da değil, mebzul miktarda gericinin olması kâfidir.

Faşizm sağcı bir hareketse de kendisini her zaman bu şekilde takdim etmez. Doğası gereği faşizm, ideolojik açıdan eklektiktir ve kendisini devrimci, hatta solcu olarak satabilir. Kendisine “solcu” diyen kişiler faşist bir programı benimseyebilirler. Bu noktada devletin şirketler üzerinden yeniden yapılandırılmasına, burjuva diktatörlüğünün muhafaza edilmesine, emperyalizme destek sunulmasına, burjuva demokratik hakların yok edilmesine, bu araçların başarılı olması için teröre başvurulmasına vs. hiç ses çıkartılmaz. Faşizm, her zaman solla sağ arasındaki temel farklılıkları inkâr etme becerisine sahip olmuş, kendisinin aşırı sağcı konumlarını sosyalizm diye satmayı bilmiştir.

Bu süreçte birçok proleterin istismarcı, çıkarcı, seçkinci ve itaatkâr “sol”u görüp solcu fikirlerden uzaklaşması, gayet doğal bir durumdur. Bu işçiler faşist değilse de gericiliğin nüfuzu altına girecek, kendilerini hakir gören seçkinlerin saldırısına uğradığında kimi gerici görüşler geliştireceklerdir.

Liberalizm, oportünizm ve revizyonizm, faşist hareketleri savunmak için vardır. Faşizm, kitle tabanına, solcu elitizmin verdiği destek sayesinde kavuşur. İnsanlar, emperyalizm gerçeğinin üzerini örten bir kavram olarak “neoliberalizm” gibi terimlerin arkasına gizlenen veya gizlenmeyen her türden gerici burjuva demokrasisinden bıkmış durumdadırlar.

Gerçekte veya hayal âleminde faşizme karşı ortaya konulacak muhalefetin temel biçimi olarak seçim siyasetindeki sahtekârlık, ifşa edilmelidir. Bu noktada büyük Marksist José Carlos Mariátegui’nin “Faşizmin Biyolojisi” yazısına bakmak gerekmektedir.

Mussolini, sosyalistlere verilen oylarla mağlup edilmiş, bu gelişme Mussolini’nin güçlenmesine mani olmak şöyle dursun, burjuva demokrasisi konusunda kitlelerde yaygın olarak görülen hayal kırıklıklarını beslemiş, bu da gericiliğin ekmeğine yağ sürmüştür.

Sosyal demokratların seçim siyaseti, esasen iktidarı alıp sosyalizmi kurmak için burjuvaziyle mücadele etmek yerine, politik düzlemde sosyalizme ulaşmak için burjuvaziyle işbirliği kurulmasını emreder. İşte tam da bu işbirliği, İtalyan faşizmi için gerekli zemini teşkil etmiştir. Mariátegui, meseleyi gayet sarih ifadelerle izah etmektedir:

“Ülke genelinde yaşanan hayal kırıklıkları ve bunalımın tetiklediği bu türden duygular, şiddete eğilimli bir milliyetçilik tepkisine yol açar. Faşizm, bu duygulardan kök alır. Bilhassa orta sınıf, o yüceltilmiş vatanseverlik efsanelerinin alıcısı hâline gelir. Zamanla İtalyan orta sınıfı, sosyalist proleter sınıftan uzaklaşıp ona karşı husumet beslemeye başlamıştır. O, proletaryadaki tarafsızlığı asla bağışlamamıştır. Savaş süresince aldığı yüksek maaşlar, devlet teşvikleri, onunla ilgili çıkartılan toplumsal kanunlar konusunda proletaryayı suçlayan orta sınıf, savaş sonrasında devrim korkusuna kapılmıştır. Proletaryanın canını yaktığı, onun yüzünden çile çektiğini düşünen orta sınıf, proletaryanın tarafsız, hatta yenilgiden yana tutum alan bir sınıf olduğunu düşünmüş, kendisinin hiç istemediği savaştan en çok da onun istifade ettiğine kanaat getirmiştir. Bu sürecin sonunda orta sınıfa değersizleşmek, aşağılanmak, hakir görülmek düşmüştür. Orta sınıftaki bu kötü ruh hâli, kendisine faşizmde bir yer bulmuştur. Mussolini kurduğu Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı isimli örgüte orta sınıfı bu sayede örgütleyebilmiştir.”

Mariátegui’nin ifadesini kullanacak olursak, faşizmde, bilhassa ABD faşizminde baskın olan bir eğilim var ve bu eğilim “vatanseverlik konusunda tekel olma” şeklinde ortaya koyuyor kendisini. Dünyanın yegâne hegemonik emperyalist süper gücü olarak ABD’de faşizmin karşısına “vatansever” bir muhalefet çıkartma çabaları, zamanla gericiliğin zeminini güçlendirecektir. Böylesi dönemlerde emperyalizmin “neoliberal” yüzünün kitlelerde yol açtığı hayal kırıklığı, en canlı ifadesini Demokrat Parti’de bulacak, hatta bu parti, İtalyan sosyal demokrasisi örneğinde görülenden daha somut bir desteğe kavuşacaktır. Trump elindeki sihirli değneği tam da bu koşulda kullanıyordu. O, aptal biri değil sonuçta.

Trump, gericiliğin dibine vurmuş bir isim. O, dağınık hâlde duran faşist örgütleri kendi bayrağı altında toplayacak kadar etkili bir kişilik. Buna karşın Trump’ın eli kolu bağlı ve bu kitleyi ancak belirli bir noktaya kadar kullanabiliyor. O da Biden gibi demokratik liberal burjuva devletindeki gericileşme sürecine ait bir simge. Tek yaptığı, kendi kitle desteği içinde yer alan faşist azınlığı, fırsatçılıkla ve tehlikeli bir biçimde kullanması. Trump faşizme bu düzlemde övgüler düzüyor.

Esasen ülkede faşizm için nesnel koşullar mevcut olsa da, ABD’deki emperyalist muktedir sınıf, bölünmüş bir yapıya sahip değil. Faşizm, solun yol açtığı tehdide karşı koymak için var. Faşizmin kaba ve istikrarsız yapısına bağlı olarak emperyalizmin krizi, her zaman onu üretme gereği duymuyor. Tıpkı nükleer savaş gibi. Böylesi bir savaş emperyalistlerin çıkarlarından daha büyük bir maliyete yol açabilir, dolayısıyla emperyalistler, her zaman işi o noktaya vardıracak ölçüde ümitsiz olmayabilirler.

Trump, demokratik veya liberal burjuvazinin derinleştirdiği krizlerin gerçek çözümü olarak satıyor kendisini. Birçok destekçisi, onu müesses nizama karşı gelen, milleti yozlaşmadan kurtaracak olan isim olarak görüyor. Destekçilerinin onu “Amerikalı bir devrimci” zannettikleri açık (Trump bu anlamda, eskinin fetih ve sömürgecilik günlerine dair nostaljik duygular besleyen gericiliği temsil ediyor).

Görünene takılanlar, Trump’ın da gerici bir demokratik liberal hükümet eliyle bu gerici burjuva diktatörlüğünü sürdürmeyi dert edinmiş liberal bir isim olduğunu anlamıyorlar. Ona karşı çıkan Demokrat Parti’nin güya solcu olan sosyal demokratlarına ait devrimci dile ara sıra başvuran Biden’ın da gericilik konusunda Trump’dan geri kalır bir yanı yok.

Faşizm, belirli insanlarda ilk kez böylesi duyguları ve düşünceleri tetiklemedi. Bunlar, üstelik tarihsel düzlemde sınanmış duygu ve düşünceler. Mariátegui’ye bir kez daha kulak verelim:

“Oysa faşizm, kendisinin devrimci olduğuna inanır. Onun yürüttüğü propaganda, yıkıcı ve demagojik fikirleri temel alır. Örneğin faşizm, yeni zenginlere karşı tepkilidir. Ondaki, cumhuriyetçi ve ruhban karşıtı eğilime sahip ilkeler, orta sınıftaki zihinsel karmaşada kendisine yer bulurlar, çünkü bu sınıfın duyguları tatmin edilmemiştir ve o, burjuvaziden tiksinmektedir. Ama orta sınıf, aslında proletaryaya düşmandır. İtalyan sosyalistler, akıllıca yapılmış bir hamleyle orta sınıfın duygusal tepkilerini değiştirecek politik silâhları kullanmazlar, bu sebeple büyük bir yanlış yaparlar. Hatta tam tersine, gidip proletarya ile küçük burjuvazi arasındaki husumetin açığa çıkmasını sağlarlar, devrimin kitabına bağlı sofu teorisyenlerin ağzından konuşup bu sınıfa karşı kibirli bir tavır sergilerler.”

Yukarıda bahsi edilen faşist niteliği, faşist olmayan burjuva eğilimlerinde bulmak mümkün. Muktedir sınıfın sağında olduğu kadar kendisini solcu sayan kesimler için de geçerli bir tespit bu. Dolayısıyla faşizmi anlamak ve ona karşı koymak isteyen herkes, faşizm kavramının halk içinde çalışma konusunda önemli kimi bilgileri içerdiğini görmesi gerek.

Bu süreçten önemli dersler çıkartılmalı: ABD’de elitist “sol”, onlarca yıldır oportünizm batağında debeleniyor, güçlü bir işçi aristokrasisi oluşmuş durumda, sınıf ise “mağduru oynama eğilimine ve kimlik siyasetine düçar olmuş postmodern siyaset ve demokratik liberal görüşler üzerinden ayrışmış.

Giderek küçülen Amerikan orta sınıfının duygusal dünyasını değiştirmek gerek. Ayrıca faşizme müdahale etme tarzlarının, faşistlerin daha başarılı bir biçimde örgütlenmesini sağladığını, bu sürecin yavaş ilerlediğini, ama gene de ciddi bir zemine sahip olduğunu görmek lazım.

Üstelik proletaryanın belirli kesimleri de faşist örgütlenmenin hedefinde. Özellikle küçük burjuvazinin kendisini en fazla tehdit altında hisseden kesimi, faşizme daha da yakınlaşıyor.

Oportünist müdahale aynı zamanda, gelişkin kesimlerin kitlelerden kopartılmasına dönük çabaları dâhilinde, faşizme hizmet ediyor. Mücadelenin her alanında oportünistler, devrimcileri tecrit etmek ve anti-komünizmi yaymak için uğraşıyorlar.

Proletarya ile küçük burjuvazi arasındaki düşmanlığın kaynağı, tek başına faşistler değil. Küçük burjuva sol da bu süreci besliyor. O, işçileri, bilhassa tarım sektöründe çalışan yoksul işçileri, mücadeleden kopartıp onları gericilerin insafına, bazen de faşizmin kucağına terk ediyor.

Bu dava için verilen mücadelede mevziler elde etmek için sömürünün solcuların gündeminden çıkartılmasına, kimlik siyasetinin merkeze konulmasına karşı çıkılmalı, genelde zulme ve imtiyaz meselesine dönük itirazı olan görüşler, eleştirilmelidir.

Mariátegui faşisti gayet güzel tarif ediyor:

“Faşist, faşizmin bir anlayış ya da teori değil sadece bir tutku, itki ve çığlık olarak yer ettiği, savaşçı, yıkıcı, müfrit, taşralı ve sopalı adamdır.”

Mariátegui, her ne kadar İtalyan faşistlerinden bahsediyor olsa da bu söylediklerinin Amerikalı faşistlerin niteliğini de ortaya koyduğunu görmek gerekiyor.

Solun elini kolunu bağlayan şey, faşizme dair yanlış teşhislerin yanında, bu hayali faşizme dair korkuyu yayan, bu şekilde aklı durduran oportünistlerdir. Gerçek faşizm için bu, bulunmaz nimettir.

Özünde bugün Amerika’da antifaşizmin bir karşılığı yoktur. Kitlelerden kopan bu yönelim, halkın büyük çoğunluğunu karşısına almış olan demokratik burjuvazinin kuyruğuna tutunmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Her zaman savunmada kalan, hep aşırı duygusal davranan, yönünü bilmeyen, örgütsüz bir yapı olarak antifaşizmin işçi sınıfından kabul görmesi mümkün değildir. Bugün antifaşistlerin belki de en kötü ve en itici özelliği, başarısızlıklarını başarı sayıyor olmasıdır. Kendisinden daha iyi örgütlenmiş bir güçten dayak yediğinde bu demokratik liberal yönelimler, zulmü hiç eksilmeyen, onu sürekli yücelten, kimliğini oradan türeten ve o zulümle güç bulan bir düşmanın karşısında kendisine moral vermek adına “mağdurum da mağdurum!” diye ağlamaktadır.

Daha tehlikeli olansa sözde antifaşist solun sürekli faşistlerin beğenmeyeceğini düşündüğü şeyleri söyleme ihtiyacı duymasıdır. Bu tavır, insanların faşizme yönelik duyarlılığını köreltmekte, halkın “faşist”i sıradan bir sözmüş gibi ele almasına neden olmaktadır.

Gerici olup faşist olmayan insanlarsa bu sürecin sonunda gerçek faşizm için kusursuz bir örtü hâline gelmektedirler. Neticede kendisini “antifaşist” olarak niteleyen kişiler, faşizmi muhtemel toplumsal tabanından kopartmak için gerekli adımları atamazlar.

Ortalığı velveleye verme amacı güden bu tür yaklaşımlar, gerçek faşizmin ifşasını ve ona karşı mücadeleyi güçleştirirler. Gerici veya toplumsal açıdan muhafazakâr olan her şeye karşı boş yere velvele kopartmanın bir anlamı yoktur. Zira insanlar arasındaki çelişkiler uygunsuz bir biçimde ele alınmakta, her türden yanlış fikir, bir çırpıda “faşist” olarak etiketlenmektedir.

Kendi sınıfının temsilcisi olarak Trump, faşist kitle hareketiyle büyük bir dikkatle oynayabilme becerisine sahiptir. O kitlenin dizginleri Trump’tadır. Ona öyle bir ayar verir ki o kitle, Trump’ın bağlı olduğu sınıfsal çıkarlara aykırı tek bir adım bile atamaz. Trump’ın etrafında toplaşıp yaygara kopartan, düşmanlarını korkutan bu kitle, ihtilaflara neden olur ve kimi koltukların satılmasını sağlar.

Buna karşılık, zihni felç olmuş oportünistlerse faşizmin varolduğunu söyleyip dururlar. Aslında önemli olan, gerçek antifaşizmle bu kitle arasında varolan çelişkiyi anlamaktır. Antifaşizm, gerici burjuva demokrasisini savunmadan da mümkündür. Bu da ancak komünist partinin inşası ile oluşturulabilecek olan liderliğe ihtiyaç duyar.

Tarihteki yanlışlardan dersler çıkartılmalı, faşizme karşı itiraz, demokratik liberal burjuvazinin kuyruğuna tutunmak gibi bir yanlışa kimseyi sürüklememelidir.

Mao ilgili sorunu Birleşik Cephe formülüyle, en yalın şekilde çözüme kavuşturmuştur. Bu çözüme göre Birleşik Cephe, proletaryanın eseri olmalı, onun öncülüğünde ilerlemeli, ezilen sınıfları içine almalı, ama aynı zamanda cephe, proleter iktidarın elde edilmesini stratejik hedef olarak belirlemeli, emperyalizmi söküp atmalı, burjuva demokrasisine son vermeli, her bir ülkenin özel koşulları uyarınca gelişen faşizme yol veren koşulları ortadan kaldırmalı, yeni demokratik devrimi gerçekleştirmeli, sosyalist dönüşüm ve kültür devrimi bağlamında devrimci şiddeti sınıfın çıkarları uyarınca örgütlemelidir.

ABD’de faşizme karşı mücadele cesarete, ama aynı zamanda dikey ilişkilere sahip bir liderliğe ihtiyaç duymaktadır. Bu mücadele, emperyalizme ve burjuva devlete yönelik öfkeyi merkeze almalıdır. Kendisini sokaklarda seferber edilen faşistlerle yaşanacak kapışmayla sınırlı tutmamalı, savaş düzeyinde gerekli şartları oluşturmalı, politik zafer yolunda adımlar atmalıdır.

Bugün gerçek antifaşizm, kitleler içerisinde çalışma yürütmeli, anti-emperyalizm temelli eğitimi, sınıf mücadelesini ve düşman konusunda net bir anlayışı esas almalıdır. Antifaşizm, gericilikten, emperyalizmin güçlendirilmesinden, faşizmin iktidara gelme ihtimalinden gayrı bir anlamı olmayan burjuva demokrasisini korumak için uğraşmamalıdır.

Eğer faşizmle mücadele etmek istiyorsak bunun tek bir yolu vardır: komünist partiyi yeniden kuracağız ve antifaşist hareket içerisindeki liberalizmi söküp atmak için mücadele edeceğiz.

Kavga
3 Kasım 2020
Kaynak

0 Yorum: