Legalist
sola mensup olup sağa sola yaltaklanan oportünistler arasında, faşizmi her an
her yerde görmeye dönük bir eğilim var. Bu tür görüşlerden artık gına geldiğini
belirtmem lazım.
Bunlar
esasen liberal geleneğe yaslanan görüşler. Bu tür görüşleri savunanlar,
kıçındaki pireyi ömrü boyunca ısırmak için uğraşıp duran köpeklere benziyorlar.
İçgüdüsel olarak yuvarlanıp karınlarını gösteriyorlar, böylece herkese
kendisinin bir tehdit teşkil etmediklerini ispatlamaya çalışıyorlar. Bu şekilde
davrananlara acıyarak veya mahkûm ederek yaklaşmak gerekiyor. Bunlara asla
saygı gösterilmemeli.
Bu
kampta birçok örgüt yer alıyor. Bu örgütler, meseleye farklı şekillerde
yaklaşsalar da aynı sonuca ulaşıyorlar: “Faşizm her yerdedir, o gerçek bir
kaplandır, onunla mücadele etmeden hiçbir şey yapılamaz.” Mevcut gericiliği
yanlışlıkla faşizm olarak teşhis eden oportünist, bu sayede ilkesiz ittifaklar
için çağrıda bulunma, riske girmeyi gerektirmeyen stratejiler geliştirme ve
teslimiyet için gerekli izni birilerinden kopartma imkânına kavuşuyor. Özünde
bu tür kişiler ve örgütler, geçiş izni için gericiliğin bir şey demesini
bekliyorlar. Dolayısıyla bu geçiş izni, gerçekte varolan faşist eğilimlerden
istifade edilmesini sağlayacak koşullara karşı geliştirilecek direnişi
ertelemek için bir bahane olarak kullanılıyor.
Herhangi
bir örgütle polemiğe girmeden, birkaç örneği aktaralım. Son dönemde kendisini
“Devrimci Komünist Parti” olarak tarif eden örgütün içindeki Avakyancılar,
“Trump faşizmine karşı konulması gerektiğini” söyleyerek, Demokrat Parti’nin
kuyruğuna tutunma ve Biden’a oy verme çağrısı yaptılar. Avakyancılar bu
önerilerini, ABD’de faşist bir düzenin kurulduğuna ilişkin paranoya üzerine
inşa ettiler ve muhalefetin kuyruğuna yapışmamız gerektiğini söylediler.
Oysa
bu, yeni bir yaklaşım değil. Peru Komünist Partisi’ni yeniden inşa etmezden
önce Başkan Gonzalo, General Valesco faşizminin kitleleri örgütleme imkânını
ortadan kaldıracağını söyleyen tasfiyecilere karşı zafere ulaşmak için iki
çizgi mücadelesi yürütmüştü.
Bu
iki örnek, bize faşizm konusunda nasıl bir anlayış geliştirilmesi gerektiğine
ilişkin bir şeyler söylüyor. Trump ve Valesco örneğinde oportünizm, faşizmi
kendi gerici programını yürürlüğe koymak için kullanıyor.
Gerici
faşizmin her türden tezahürünü “faşist” sayanların, “Antifaşizm” şemsiyesi
altında bir araya gelen eklektik bireyler ve küçük örgütler olduklarını görmek
gerekiyor. O şemsiye ise gericiliğe karşı koyma konusunda sahip olduğu,
örgütsüzlüğü esas alan yaklaşımının sınırlarına tabi. Bu eğilimin faşizmi
teşhis etmesi ve yüzeysel laflardan uzak durması mümkün değil.
Faşist
programlara sahip gerçek faşistler de karışık ve gerici fikirlere sahip sıradan
insanlar da faşist olarak etkiletleniyorlar. Hoş karşılanmayan her şeyin ve
herkesin üzerine “faşizm” yaftası asılıyor, tam da bu yüzden faşizmin
fiiliyatta karşımıza çıkan birçok tezahürü görülmüyor.
Trump
ve ona destek verenlerin büyük bir çoğunluğu faşist değil, bu insanlar ABD
emperyalizmini savunan birer gerici.
ABD
ise ağırlıklı olarak özel mülkiyeti temel alan burjuva demokratik devlete sahip
bir ülke. Trump ve takipçilerinin büyük bir kısmının amacı ise, günbegün
giderek daha da gericileşen ve çürüyen bu sistemi muhafaza etmek. ABD’de
muktedir sınıfın iktidarı örgütleme yollarına müdahale etmek gibi bir dertleri
yok bunların.
Biden
ve destekçileri için de aynı şey söylenebilir: Bu insanlar da aynı emperyalist
sınıfı, aynı iktidarı temsil ediyorlar, bunlar da iktidarı aynı şekilde
örgütlemeye çalışıyorlar. Gerçek faşistler, salt Trump’la veya Biden’la birlik
olamazlar. Çünkü genel örgütsüzlük hâllerine bağlı olarak bu insanlar, aynı
kitle tabanını etkileme gayreti dâhilinde Trump’ın istismar ettiği hayal
kırıklıklarına seslenmek zorundalar. Tam da bu sebeple bazı faşist örgütler
Trump’ın kuyruğuna tutunuyor ve onun sözlerini alkışlıyorlar.
Trump’ın
faşist olduğu iddiası, revizyonistlerin, oportünistlerin ve Demokrat Parti
içindeki küçük bir kesimin hep birlikte icat ettiği bir şey. Hiçbir analize
dayanmayan bu iddia, herhangi bir faşizm tanımına da yaslanmıyor. Söz konusu
yüzeysel iddia, yönetimdeki değişimde çıkarı olanları, gerici liberalizmin ve
burjuva demokrasisinin hükümet etme tarzını savunanları korumak dışında bir işe
yaramıyor.
Bu
tip insanlar, burjuva diktatörlüğünün tepesinde belirli bir temsiliyete
kavuşmak için uğraşıyorlar. Bunun için bir dizi aldatmacaya bel bağlıyorlar.
Oysa Marksistler, bu aldatmacaları hemen fark edecek donanıma sahip
insanlardır. Onlar, istisnasız tüm devletleri diktatörlük olarak görürler.
İktidarın
hükümet dâhilinde nasıl örgütlendiğinin bir önemi yoktur. Bu anlamda
revizyonistlerin, oportünistlerin ve Demokrat Partililerin sürekli andıkları
faşizm hayaleti, burjuva hizipçiliğinden türemiş korkak bir taktiktir. Burada
başvurulan manevra dâhilinde, “Trump faşizmi”ne yönelik muhalefet içerisinde
işçi sınıfını korkutmak suretiyle Demokrat Parti’ye destek ve meşruiyet
kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Şurası
gayet açık: Trump ve Biden gericidir, ikisi de burjuva demokrasisinin gerici
yönelimini isteseler bile terse çeviremez.
ABD’nin
faşizme meyletme ihtimali yoktur. Askerîleştirilmiş emperyalist devlet derin
bir kriz içindedir, özel olarak elde bir düşman olmadığı için tekelci
kapitalist sınıf, kendi tercih ettiği yönetme metodunu diktatörlüğe daha fazla
uygun olan bir yönetişim sistemini sürdürerek koruma imkânı bulmaktadır.
Aynı
sebeplere bağlı olarak, bir dünya savaşının yaşanma ihtimali de yoktur.
Hâlihazırda zayıf olan emperyalist ülkeler, kendi krizleriyle cebelleştikleri
için dünyayı savaş üzerinden taksim etme şansına sahip değildirler.
Başkan
Gonzalo’nun da bize öğrettiği gibi, dünya savaşının çıkması durumunda yapılması
gereken ilk şey korkmamak, ikinci şeyse onu halk savaşına doğru evriltmek ve
dünya savaşına halk savaşıyla karşı koymaktır. Aynı kural faşizm için de
geçerlidir, çünkü kanun şunu söylemektedir: uzlaşması mümkün olmayan iki karşıt
unsur olarak devrim ve karşı-devrim, illaki karşı karşıya gelir.
Tüm
bu söylenenler, burjuva diktatörlüğünün faşistlerin seferber olmasına karşı
çıkacağı anlamına gelmez. Esasen kırbacı elinde tutan diktatörlük, bu
seferberlik işini belirli sınırlar dâhilinde yürütür. Faşistlere her zaman
ihtiyaç yoktur, sivil ya da değil, mebzul miktarda gericinin olması kâfidir.
Faşizm
sağcı bir hareketse de kendisini her zaman bu şekilde takdim etmez. Doğası
gereği faşizm, ideolojik açıdan eklektiktir ve kendisini devrimci, hatta solcu
olarak satabilir. Kendisine “solcu” diyen kişiler faşist bir programı
benimseyebilirler. Bu noktada devletin şirketler üzerinden yeniden
yapılandırılmasına, burjuva diktatörlüğünün muhafaza edilmesine, emperyalizme
destek sunulmasına, burjuva demokratik hakların yok edilmesine, bu araçların
başarılı olması için teröre başvurulmasına vs. hiç ses çıkartılmaz. Faşizm, her
zaman solla sağ arasındaki temel farklılıkları inkâr etme becerisine sahip
olmuş, kendisinin aşırı sağcı konumlarını sosyalizm diye satmayı bilmiştir.
Bu
süreçte birçok proleterin istismarcı, çıkarcı, seçkinci ve itaatkâr “sol”u
görüp solcu fikirlerden uzaklaşması, gayet doğal bir durumdur. Bu işçiler
faşist değilse de gericiliğin nüfuzu altına girecek, kendilerini hakir gören
seçkinlerin saldırısına uğradığında kimi gerici görüşler geliştireceklerdir.
Liberalizm,
oportünizm ve revizyonizm, faşist hareketleri savunmak için vardır. Faşizm,
kitle tabanına, solcu elitizmin verdiği destek sayesinde kavuşur. İnsanlar,
emperyalizm gerçeğinin üzerini örten bir kavram olarak “neoliberalizm” gibi
terimlerin arkasına gizlenen veya gizlenmeyen her türden gerici burjuva
demokrasisinden bıkmış durumdadırlar.
Gerçekte
veya hayal âleminde faşizme karşı ortaya konulacak muhalefetin temel biçimi
olarak seçim siyasetindeki sahtekârlık, ifşa edilmelidir. Bu noktada büyük
Marksist José Carlos Mariátegui’nin “Faşizmin Biyolojisi” yazısına bakmak
gerekmektedir.
Mussolini,
sosyalistlere verilen oylarla mağlup edilmiş, bu gelişme Mussolini’nin
güçlenmesine mani olmak şöyle dursun, burjuva demokrasisi konusunda kitlelerde
yaygın olarak görülen hayal kırıklıklarını beslemiş, bu da gericiliğin ekmeğine
yağ sürmüştür.
Sosyal
demokratların seçim siyaseti, esasen iktidarı alıp sosyalizmi kurmak için
burjuvaziyle mücadele etmek yerine, politik düzlemde sosyalizme ulaşmak için
burjuvaziyle işbirliği kurulmasını emreder. İşte tam da bu işbirliği, İtalyan
faşizmi için gerekli zemini teşkil etmiştir. Mariátegui, meseleyi gayet sarih
ifadelerle izah etmektedir:
“Ülke genelinde yaşanan
hayal kırıklıkları ve bunalımın tetiklediği bu türden duygular, şiddete
eğilimli bir milliyetçilik tepkisine yol açar. Faşizm, bu duygulardan kök alır.
Bilhassa orta sınıf, o yüceltilmiş vatanseverlik efsanelerinin alıcısı hâline gelir.
Zamanla İtalyan orta sınıfı, sosyalist proleter sınıftan uzaklaşıp ona karşı
husumet beslemeye başlamıştır. O, proletaryadaki tarafsızlığı asla
bağışlamamıştır. Savaş süresince aldığı yüksek maaşlar, devlet teşvikleri,
onunla ilgili çıkartılan toplumsal kanunlar konusunda proletaryayı suçlayan
orta sınıf, savaş sonrasında devrim korkusuna kapılmıştır. Proletaryanın canını
yaktığı, onun yüzünden çile çektiğini düşünen orta sınıf, proletaryanın
tarafsız, hatta yenilgiden yana tutum alan bir sınıf olduğunu düşünmüş,
kendisinin hiç istemediği savaştan en çok da onun istifade ettiğine kanaat
getirmiştir. Bu sürecin sonunda orta sınıfa değersizleşmek, aşağılanmak, hakir
görülmek düşmüştür. Orta sınıftaki bu kötü ruh hâli, kendisine faşizmde bir yer
bulmuştur. Mussolini kurduğu Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı isimli
örgüte orta sınıfı bu sayede örgütleyebilmiştir.”
Mariátegui’nin
ifadesini kullanacak olursak, faşizmde, bilhassa ABD faşizminde baskın olan bir
eğilim var ve bu eğilim “vatanseverlik konusunda tekel olma” şeklinde ortaya
koyuyor kendisini. Dünyanın yegâne hegemonik emperyalist süper gücü olarak
ABD’de faşizmin karşısına “vatansever” bir muhalefet çıkartma çabaları, zamanla
gericiliğin zeminini güçlendirecektir. Böylesi dönemlerde emperyalizmin
“neoliberal” yüzünün kitlelerde yol açtığı hayal kırıklığı, en canlı ifadesini
Demokrat Parti’de bulacak, hatta bu parti, İtalyan sosyal demokrasisi örneğinde
görülenden daha somut bir desteğe kavuşacaktır. Trump elindeki sihirli değneği
tam da bu koşulda kullanıyordu. O, aptal biri değil sonuçta.
Trump,
gericiliğin dibine vurmuş bir isim. O, dağınık hâlde duran faşist örgütleri
kendi bayrağı altında toplayacak kadar etkili bir kişilik. Buna karşın Trump’ın
eli kolu bağlı ve bu kitleyi ancak belirli bir noktaya kadar kullanabiliyor. O
da Biden gibi demokratik liberal burjuva devletindeki gericileşme sürecine ait
bir simge. Tek yaptığı, kendi kitle desteği içinde yer alan faşist azınlığı,
fırsatçılıkla ve tehlikeli bir biçimde kullanması. Trump faşizme bu düzlemde
övgüler düzüyor.
Esasen
ülkede faşizm için nesnel koşullar mevcut olsa da, ABD’deki emperyalist
muktedir sınıf, bölünmüş bir yapıya sahip değil. Faşizm, solun yol açtığı
tehdide karşı koymak için var. Faşizmin kaba ve istikrarsız yapısına bağlı
olarak emperyalizmin krizi, her zaman onu üretme gereği duymuyor. Tıpkı nükleer
savaş gibi. Böylesi bir savaş emperyalistlerin çıkarlarından daha büyük bir
maliyete yol açabilir, dolayısıyla emperyalistler, her zaman işi o noktaya
vardıracak ölçüde ümitsiz olmayabilirler.
Trump,
demokratik veya liberal burjuvazinin derinleştirdiği krizlerin gerçek çözümü
olarak satıyor kendisini. Birçok destekçisi, onu müesses nizama karşı gelen,
milleti yozlaşmadan kurtaracak olan isim olarak görüyor. Destekçilerinin onu
“Amerikalı bir devrimci” zannettikleri açık (Trump bu anlamda, eskinin fetih ve
sömürgecilik günlerine dair nostaljik duygular besleyen gericiliği temsil
ediyor).
Görünene
takılanlar, Trump’ın da gerici bir demokratik liberal hükümet eliyle bu gerici
burjuva diktatörlüğünü sürdürmeyi dert edinmiş liberal bir isim olduğunu
anlamıyorlar. Ona karşı çıkan Demokrat Parti’nin güya solcu olan sosyal
demokratlarına ait devrimci dile ara sıra başvuran Biden’ın da gericilik
konusunda Trump’dan geri kalır bir yanı yok.
Faşizm,
belirli insanlarda ilk kez böylesi duyguları ve düşünceleri tetiklemedi.
Bunlar, üstelik tarihsel düzlemde sınanmış duygu ve düşünceler. Mariátegui’ye
bir kez daha kulak verelim:
“Oysa faşizm, kendisinin
devrimci olduğuna inanır. Onun yürüttüğü propaganda, yıkıcı ve demagojik
fikirleri temel alır. Örneğin faşizm, yeni zenginlere karşı tepkilidir. Ondaki,
cumhuriyetçi ve ruhban karşıtı eğilime sahip ilkeler, orta sınıftaki zihinsel
karmaşada kendisine yer bulurlar, çünkü bu sınıfın duyguları tatmin
edilmemiştir ve o, burjuvaziden tiksinmektedir. Ama orta sınıf, aslında
proletaryaya düşmandır. İtalyan sosyalistler, akıllıca yapılmış bir hamleyle
orta sınıfın duygusal tepkilerini değiştirecek politik silâhları kullanmazlar,
bu sebeple büyük bir yanlış yaparlar. Hatta tam tersine, gidip proletarya ile
küçük burjuvazi arasındaki husumetin açığa çıkmasını sağlarlar, devrimin
kitabına bağlı sofu teorisyenlerin ağzından konuşup bu sınıfa karşı kibirli bir
tavır sergilerler.”
Yukarıda
bahsi edilen faşist niteliği, faşist olmayan burjuva eğilimlerinde bulmak
mümkün. Muktedir sınıfın sağında olduğu kadar kendisini solcu sayan kesimler
için de geçerli bir tespit bu. Dolayısıyla faşizmi anlamak ve ona karşı koymak
isteyen herkes, faşizm kavramının halk içinde çalışma konusunda önemli kimi
bilgileri içerdiğini görmesi gerek.
Bu
süreçten önemli dersler çıkartılmalı: ABD’de elitist “sol”, onlarca yıldır
oportünizm batağında debeleniyor, güçlü bir işçi aristokrasisi oluşmuş durumda,
sınıf ise “mağduru oynama eğilimine ve kimlik siyasetine düçar olmuş postmodern
siyaset ve demokratik liberal görüşler üzerinden ayrışmış.
Giderek
küçülen Amerikan orta sınıfının duygusal dünyasını değiştirmek gerek. Ayrıca
faşizme müdahale etme tarzlarının, faşistlerin daha başarılı bir biçimde
örgütlenmesini sağladığını, bu sürecin yavaş ilerlediğini, ama gene de ciddi
bir zemine sahip olduğunu görmek lazım.
Üstelik
proletaryanın belirli kesimleri de faşist örgütlenmenin hedefinde. Özellikle
küçük burjuvazinin kendisini en fazla tehdit altında hisseden kesimi, faşizme
daha da yakınlaşıyor.
Oportünist
müdahale aynı zamanda, gelişkin kesimlerin kitlelerden kopartılmasına dönük
çabaları dâhilinde, faşizme hizmet ediyor. Mücadelenin her alanında
oportünistler, devrimcileri tecrit etmek ve anti-komünizmi yaymak için
uğraşıyorlar.
Proletarya
ile küçük burjuvazi arasındaki düşmanlığın kaynağı, tek başına faşistler değil.
Küçük burjuva sol da bu süreci besliyor. O, işçileri, bilhassa tarım sektöründe
çalışan yoksul işçileri, mücadeleden kopartıp onları gericilerin insafına,
bazen de faşizmin kucağına terk ediyor.
Bu
dava için verilen mücadelede mevziler elde etmek için sömürünün solcuların
gündeminden çıkartılmasına, kimlik siyasetinin merkeze konulmasına karşı
çıkılmalı, genelde zulme ve imtiyaz meselesine dönük itirazı olan görüşler,
eleştirilmelidir.
Mariátegui
faşisti gayet güzel tarif ediyor:
“Faşist, faşizmin bir
anlayış ya da teori değil sadece bir tutku, itki ve çığlık olarak yer ettiği,
savaşçı, yıkıcı, müfrit, taşralı ve sopalı adamdır.”
Mariátegui,
her ne kadar İtalyan faşistlerinden bahsediyor olsa da bu söylediklerinin
Amerikalı faşistlerin niteliğini de ortaya koyduğunu görmek gerekiyor.
Solun
elini kolunu bağlayan şey, faşizme dair yanlış teşhislerin yanında, bu hayali
faşizme dair korkuyu yayan, bu şekilde aklı durduran oportünistlerdir. Gerçek
faşizm için bu, bulunmaz nimettir.
Özünde
bugün Amerika’da antifaşizmin bir karşılığı yoktur. Kitlelerden kopan bu
yönelim, halkın büyük çoğunluğunu karşısına almış olan demokratik burjuvazinin
kuyruğuna tutunmaktan başka bir şey yapmamaktadır.
Her
zaman savunmada kalan, hep aşırı duygusal davranan, yönünü bilmeyen, örgütsüz
bir yapı olarak antifaşizmin işçi sınıfından kabul görmesi mümkün değildir.
Bugün antifaşistlerin belki de en kötü ve en itici özelliği, başarısızlıklarını
başarı sayıyor olmasıdır. Kendisinden daha iyi örgütlenmiş bir güçten dayak
yediğinde bu demokratik liberal yönelimler, zulmü hiç eksilmeyen, onu sürekli
yücelten, kimliğini oradan türeten ve o zulümle güç bulan bir düşmanın
karşısında kendisine moral vermek adına “mağdurum da mağdurum!” diye
ağlamaktadır.
Daha
tehlikeli olansa sözde antifaşist solun sürekli faşistlerin beğenmeyeceğini
düşündüğü şeyleri söyleme ihtiyacı duymasıdır. Bu tavır, insanların faşizme
yönelik duyarlılığını köreltmekte, halkın “faşist”i sıradan bir sözmüş gibi ele
almasına neden olmaktadır.
Gerici
olup faşist olmayan insanlarsa bu sürecin sonunda gerçek faşizm için kusursuz
bir örtü hâline gelmektedirler. Neticede kendisini “antifaşist” olarak
niteleyen kişiler, faşizmi muhtemel toplumsal tabanından kopartmak için gerekli
adımları atamazlar.
Ortalığı
velveleye verme amacı güden bu tür yaklaşımlar, gerçek faşizmin ifşasını ve ona
karşı mücadeleyi güçleştirirler. Gerici veya toplumsal açıdan muhafazakâr olan
her şeye karşı boş yere velvele kopartmanın bir anlamı yoktur. Zira insanlar
arasındaki çelişkiler uygunsuz bir biçimde ele alınmakta, her türden yanlış
fikir, bir çırpıda “faşist” olarak etiketlenmektedir.
Kendi
sınıfının temsilcisi olarak Trump, faşist kitle hareketiyle büyük bir dikkatle
oynayabilme becerisine sahiptir. O kitlenin dizginleri Trump’tadır. Ona öyle
bir ayar verir ki o kitle, Trump’ın bağlı olduğu sınıfsal çıkarlara aykırı tek
bir adım bile atamaz. Trump’ın etrafında toplaşıp yaygara kopartan,
düşmanlarını korkutan bu kitle, ihtilaflara neden olur ve kimi koltukların
satılmasını sağlar.
Buna
karşılık, zihni felç olmuş oportünistlerse faşizmin varolduğunu söyleyip
dururlar. Aslında önemli olan, gerçek antifaşizmle bu kitle arasında varolan
çelişkiyi anlamaktır. Antifaşizm, gerici burjuva demokrasisini savunmadan da
mümkündür. Bu da ancak komünist partinin inşası ile oluşturulabilecek olan
liderliğe ihtiyaç duyar.
Tarihteki
yanlışlardan dersler çıkartılmalı, faşizme karşı itiraz, demokratik liberal
burjuvazinin kuyruğuna tutunmak gibi bir yanlışa kimseyi sürüklememelidir.
Mao
ilgili sorunu Birleşik Cephe formülüyle, en yalın şekilde çözüme
kavuşturmuştur. Bu çözüme göre Birleşik Cephe, proletaryanın eseri olmalı, onun
öncülüğünde ilerlemeli, ezilen sınıfları içine almalı, ama aynı zamanda cephe,
proleter iktidarın elde edilmesini stratejik hedef olarak belirlemeli,
emperyalizmi söküp atmalı, burjuva demokrasisine son vermeli, her bir ülkenin
özel koşulları uyarınca gelişen faşizme yol veren koşulları ortadan kaldırmalı,
yeni demokratik devrimi gerçekleştirmeli, sosyalist dönüşüm ve kültür devrimi
bağlamında devrimci şiddeti sınıfın çıkarları uyarınca örgütlemelidir.
ABD’de
faşizme karşı mücadele cesarete, ama aynı zamanda dikey ilişkilere sahip bir
liderliğe ihtiyaç duymaktadır. Bu mücadele, emperyalizme ve burjuva devlete
yönelik öfkeyi merkeze almalıdır. Kendisini sokaklarda seferber edilen
faşistlerle yaşanacak kapışmayla sınırlı tutmamalı, savaş düzeyinde gerekli
şartları oluşturmalı, politik zafer yolunda adımlar atmalıdır.
Bugün
gerçek antifaşizm, kitleler içerisinde çalışma yürütmeli, anti-emperyalizm
temelli eğitimi, sınıf mücadelesini ve düşman konusunda net bir anlayışı esas
almalıdır. Antifaşizm, gericilikten, emperyalizmin güçlendirilmesinden,
faşizmin iktidara gelme ihtimalinden gayrı bir anlamı olmayan burjuva
demokrasisini korumak için uğraşmamalıdır.
Eğer
faşizmle mücadele etmek istiyorsak bunun tek bir yolu vardır: komünist partiyi
yeniden kuracağız ve antifaşist hareket içerisindeki liberalizmi söküp atmak
için mücadele edeceğiz.
Kavga
3 Kasım 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder