TKP, SİP iken içinde yer almış birinin aktardığıdır:
Ankara’da ilk kez bir ilçe bürosu açılacaktır. Herkesin kanaati, sol birikimi
güçlü olması sebebiyle bu büronun Mamak’ta açılacağı yönündedir. Ama parti,
büroyu Dikmen’de açmaya karar verir. İl başkanına bu kararın sebebi
sorulduğunda şu cevap alınır: “Mamak, eski Mamak değil. Oradaki solcular parayı
buldular, Dikmen’e taşındılar. Dikmen daha canlı.”
Demek ki bu ülkede komünist parti olma iddiasındaki
örgüt, temelde halkın iradesini ve devrimin çıkarlarını değil, parayı takip
ediyor. Bugün semtevleri de benzer bir mantıkla açılıyor. Devletten gerekli
emri ve izni alan örgüt, kentsel dönüşüme tabi tutulacak mahalleleri orta
sınıfa ve burjuvaziye hazırlıyor.
Neticede yukarıda bahsini ettiğimiz o büro açıldı,
fazla paralı olan solcular, büronun önünden bile geçmediği için şube kapatıldı.
Artık partiyi büyütmek için o paralı solculara seslenme vakti gelmişti.
SİP, icazetle ve inayetle TKP oldu.
Cumhuriyet-demokrasi ikiliğinde cumhuriyetçi komünist parti olmayı içine
sindirdi. Öte yandan, demokrasici komünist partinin dipten derinden
beslendiğini de belirtmek gerekiyor. Düşmanın zıtlıkla kaim olduğu görülmüyor.
* * *
Geçen yıl 11 Mart’ta Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de ilk
Kovid vakasının görüldüğünü açıkladı. İddiaya göre, bu açıklama için Dünya
Bankası’nın salgın kredisi açıklaması yapması, ha bir de “TKP’nin onay
vermesi!” beklenmişti.
Kimi analizlerde, IMF’in ve Dünya Bankası’nın yoksul
ve gelişmekte olan ülkelerin boynuna zincir geçirmek için Kovid salgınını kullandığı
üzerinde duruluyordu.[1] Ayrıca, özellikle dijital âlemin ve yüksek
teknolojinin patronları, bu süreçte epey kâr elde ettiler. Tabii tüm bunlar,
sermaye dostu, devlet muhibbi TKP’yi hiç ilgilendirmiyordu.
“Sol
liberaller, pandemiye ağırlıklı olarak, halkı zor duruma sürükleyecek
tedbirlerin alınmasını talep ederek cevap geliştirdiler. Oysa salgın
tedbirleri, zaten sermayenin feda edebileceği, etmek istediği, hayatın
toplumsal ve dinlenmeyle alakalı yönleri ve sağlık hizmetlerine erişim gibi
şeylerle alakalıydı.”[2]
Bu, sol için de geçerliydi. O halkı, sınıfı ve ezileni
çoktan “feda” etmişti. Para ve mal ile anlaşılmış insan ve yaşam, ideolojiyi
ele geçirdi. O nedenle sol, tedbirlere tek laf etmedi, yükselen huzursuzluğu ve
rahatsızlığı örgütleme gereği bile duymadı. Çünkü o da AKP’nin yanı başındaki
muhalefet koltuğuna alıştırılmış, ısındırılmıştı. AKP, kendi solunu inşa ederek
yürüdü.
* * *
İçeride devlet, tek tek kişiler düzeyinde, yeniden
örgütlendi. Artık dilediğinde “maske takma!”, dilediğinde “tak!” diyen bir güç
ve ona biat etmeye alışmış milyonlar vardı. Gösteriler, eylemler, iki kişinin
yan yana gelmesi, her şey yasaktı. Halkın üç kuruşluk birikimi, damla damla
yukarıya akıtıldı. Kendi halkını “sömürge, tebaa, sürü, düşman, terörist çete”
olarak gören bir devlet, elindeki dizginleri daha da güçlendirdi. Bu süreçte en
büyük katkıyı ve desteği ise solculardan, sosyalistlerden aldı. Onlar da halkı
sömürge, tebaa, sürü, düşman, terörist çete görmeye alıştırıldılar.
Bugün esnafın üç karışlık dükkânında bir şeyler
satması, imkânsızlaştı. Artık bu satıştan yüksek pay alan, dükkânları kendisine
bağlayan, internetten alışveriş siteleri var. Sol, devrimi bu teknolojik
devrime feda etti. Überleşmeyi, asgari ücreti kesen Biden’ı, Almanya’da
işçilerin açlık grevine gitmesini sağlayan Merkel’i sevdi.[3] Gerici esnafın
yok oluşunu ellerini ovuşturarak seyretti.
* * *
Türkiye Komünist Partisi, pandemi yasakları ile ilgili
bildirisinde[4] “toplumsal ve ekonomik yaşamın tamama yakınının durdurulup,
yaygın test uygulamasıyla salgının sınırlandırılabileceğini ısrarla
vurguladıklarını” söylüyor. Devlet memuru ve düşünce kuruluşu olarak, gerekli
önerileri yapmakla övünüyor. Utanmadan, siyasi faaliyetlerini askıya
aldıklarından bahsediyor. Sonra çıkıp kendisine “partiyim” diyor.
TKP’ye göre, “insan yaşamı her şeyin üstünde”.
Oysa “insan” ve “yaşam”, gayripolitik kavramlar. Çünkü
sınıfsız, çünkü sınırsız.
Buradan TKP, Kovid konusunda sorumluluğu, devletin
yanında, toplumun sırtına yüklüyor. Yani “herkes, kendi evinin önünü süpürsün”
diyor. Neoliberal dönemin cumhuriyetçi KP’si gibi davranıyor. “Yaşamcı
politikaların, halka dayatılan kemer sıkma mantığının ahlakî bir dışavurumu”
olduğunu görmüyor.[5] Devletin ve sermayenin tarif ettiği insana ve yaşama
örgütleniyor.
Bir KP’nin sınıf, devrim ve iktidardan yüce gördüğü
bir şeye göre hareket etmesi, mümkün değil. Hareket ediyorsa, gitsin örneğin
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne katılsın! Derneğin uzantısı olduğu askere
nasıl teslim olduğunu açıklasın.
* * *
Neticede, bir yanıyla askeri araçların da kullanıldığı
bu süreçte, bakteri, virüs ve mikrop olarak görülen kesimlere dönük korku,
genelleştirildi. TKP gibi yapılar, bu korku üzerinden alınan önlemlere destek
sundular. Sermayenin ve devletin yarattığı korku, salgından daha büyüktü. O
korku, sol eliyle harlandı. Devlet, sol silâhını iyi kullandı.
Kısa süre önce TKP, son aylarda Avrupa ülkelerinde
pandemi önlemlerine karşı yapılan gösterilerin “liberaller ve faşistler
tarafından örgütlendiklerini” söylüyordu, ama bugün kısıtlamaları ve yasakları
tanımadıklarını, riyakâr ve arsız bir üslupla dillendirebiliyor, böylece
liberallerin ve faşistlerin çizgisine geliyor!
O, böylelikle emekçi halkın, aylardır çektiği çile
üzerinden TKP’ye yüzünü döneceğini sanıyor. Devletin yavaş yavaş yasakları
kaldırma eğilimi içine girdiği noktada “tüccar siyaseti”ne başvuruyor,
uyanıklık yapıyor, bir “Zübük” gibi davranıyor. “Sermayeye var da emekçiye yok
mu?” diyor, ama temele, asıl soruna dair bir şey söylemiyor. Kitlelerdeki
öfkeden kaçıyor. AKP eliyle devlet, bu süreci solcuların desteğiyle işletiyor.
* * *
Aslında TKP, “insan yaşamına ve halka karşı
sorumluluk”tan söz ederken yalan söylüyor. Çünkü zaten o sorumluluğu
tanımadıkları için solcu olmuşlar, bu sebeple, solculuklarını din gibi
savunmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bu devletin ve sermayenin sola neden
ihtiyacı olduğunu gayet iyi biliyorlar.
TKP, hem aylarca sürecek kapanmayı destekliyor, talep
ediyor, hem de utanmadan, kapanmalar yüzünden çile çeken halkın nabzına göre
şerbet dağıtıyor. Yalandan, “yasaklar kaldırılsın” diyor. Devlet ve sermaye
aparatı olarak iş gördüğü gerçeğini gizlemeye çalışıyor.
TKP, bilimcilik putuna tapıyor, bu sebeple bilime
körleşiyor. Bilim insanları, PCR testinin virüsü doğrudan teşhis ve tespit
etmediğini söylüyorlar. Virüs bulaşmamış kişiler, başka hastalıklardan öldüklerinde
ölüm raporlarına “Kovid’den öldü” yazılıyor. Rakamlar şişiriliyor. D vitamini
takviyesi ile ilgili çalışmalar örtbas ediliyor, bu kadar izolasyonun ve
karantinanın fazla olduğunu, bir işe yaramadığını söyleyen doktorlar ve bilim
insanları susturuluyor. İlaç tekellerinden gelen emirler gizleniyor. Aşının yol
açtığı olumsuz etkiler görülmesin diye türlü hamleler yapılıyor.
Ama bizim TKP’miz, herkese test yapılsın, daha fazla
hasta ortaya çıksın, buna bağlı olarak, kapanma süreleri daha da uzasın istiyor.
Küçük burjuva, kendisi pohpohlansın, övülsün, varlığına ihtiyaç duyulsun,
vazgeçilmez olduğu görülsün, egemenlerin gözünde bir anlama sahip olsun
derdinde. Siyasetini bu istek ve irade tayin ediyor. TKP, küçük burjuvanın özel
tarikatı olarak yoluna devam ediyor.
* * *
Parti, bildirisinde, utanmadan, siyaset alanının
tamamen kapatılmasına izin vermeyeceklerini söylüyor. Birkaç satır yukarıda ise
partinin kendi faaliyetlerini pandemi sürecinde ciddi ölçülerde kısıtladığına
ilişkin bir cümleye rastlanıyor. Yani aslında partinin kendisi, daha doğrusu,
içine kaçmış olan devlet, zaten kapatmış siyaset alanını!
Parti, bu bildiriyi 12 Mart’ta veya takip eden bir iki
ay içerisinde yazmış olsaydı, Leninist öncü olma vasfını yerine getirmiş
olurdu. Bu hâliyle, ÇYDD’den farkı yok!
* * *
Soyut bir yaşamla ve soyut bir insanla siyasete
bakılamaz. Siyaset, ayrışmayı, çentik atmayı, örgütlülüğü gerektirir. “Herkes
yaşıyor, herkes insan nasılsa, kitlemiz acayip çoğalır” denilemez. Her durum ve
dönemde o yaşama ve insana kılıç sallanmalıdır.
Bir komünist partinin görevi, liberaller gibi, yüce
bir yaşamdan ve insandan konuşmak olamaz. Bu ikisi, sınıfa ve sınıfsala göre
bölünmelidir. “Hangi insan, kimin yaşamı?” sorusu, zaruridir.
Bu açıdan, sosyal âlemlerinde Boğaziçi direnişi
kapsamında meme sallayanların “politik ve devrimci” olduklarına dair yanılsama
da boş ve zararlıdır. Kimse, mevcut bireylik hâliyle, herhangi bir örgüt ve
hareket olmaksızın, politikleşmiş sayılmaz. Sırf oturduğu yerden meme
göstererek politik olunmaz. Bir merhale aşılmalı, bir çentik atılmalı, bir
kolektife, mücadeleye ve davaya ait olunmalıdır. Bunun dışı, burjuva liberal
sızlanmalardır.
* * *
Bildiride TKP, “Kovid, toplumun meselesi” diyerek,
sorumluluğu devletin sırtından alıyor. O, emperyalist kurumlarla iç içe geçmiş
sendikalara, odalara, STK’lara tek laf edemiyor. Çıkar ilişkileri üzerinden
konuşuyor. Bir komünist değil, “sorumlu vatandaş” olarak hareket ediyor. El
yıkıyor, maske takıyor, mesafe alıyor, ama siyaset yapmıyor.
Altı ay sürecek sınırsız kapanma talep eden bir
solcunun halk düşmanı olduğu, tartışma götürmez bir gerçekliktir. O, sadece,
bankada altı ay boyunca geçinecek birikime ve ileride çalışma imkânına sahip
orta sınıfların hizmetindedir.
Pandemiyi sol örgütler, sınıfsal-politik düzlemde
analize tabi tutmadan, Sağlık Bakanlığı, DSÖ ve TTB gibi ele almışlardır. Bu,
sınıfın ve politikanın tasfiye edildiğinin kanıtıdır. Sınıf ve politika dışı,
sivil bir güç açığa çıkmıştır. Tüm örgütler, düşünce kuruluşu veya STK
olduklarını, cümle âleme haykırmışlardır.
TKP, bugün Maltepe Belediyesi’ndeki grevi kırmak için
çöp toplayan “sivil güç”tür. Devletle süren pazarlık dâhilinde bu güç, bazen
bir şeylere itiraz ediyormuş gibi görünür, ama sadece genel burjuva siyaset
sahnesinde küçük de olsa bir rol kapmak ister. O nedenle, devleti ve tekelleri
sınıfüstü, insana ve yaşama dair şeyler olarak anlar.
Sınıf ve siyaset üstü olgular olarak insana ve yaşama
tapan herkes, anti-komünisttir, karşı-devrimcidir, şimdi değilse bile ileride
illaki olacaktır.
Eren Balkır
27 Şubat 2021
Dipnotlar:
[1] Peter Koenig, “Dünya Bankası ve IMF”, 18 Kasım 2020, İştiraki.
[2] Leyla Meşuyi ve Alexander Davidson, “Pandemi
Hiçbir Şeyi Değiştirmedi”, 26 Ocak 2021, İştiraki.
[3] “İşçiler Açlık Grevinde”, 26 Şubat 2021, Sputnik.
[4] “Kısıtlamaları ve Yasakları Tanımıyoruz”, 24 Şubat
2021, TKP.
[5] Geoff Shullenberger, “Ahlaki Kanaatkârlık Tuzağı”,
23 Aralık 2020, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder