Carl
Schmitt'e göre, "savaş ilânı, bir düşmanın tanımlanmasından başka bir şey
değildir.” ABD ve Batı’nın tarihsel düşmanı Sovyetler Birliği’nin ortadan
kalkmasından sonra, onun yerini Rusya aldı. Bu düşman ilân etme süreci,
yaklaşık yirmi yıl sürdü.
İlgili
süreçse, Der Spiegel tarafından yayınlanan 6 Mart 1991 tarihli belgede
de ortaya konduğu biçimiyle, ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya
tarafından eski Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmaları açıkça ihlal ederek
Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın NATO’ya girdiği, daha doğrusu,
NATO’nun genişlemeye başladığı 12 Mart 1999 tarihinde başladı.
Süreç,
NATO’nun Baltık ülkeleri gibi Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya
çıkan ülkeler dâhil olmak üzere diğer tüm Doğu Avrupa ülkelerine
genişletilmesiyle devam etti.
Şimdiki
fırtına ise, NATO’nun ve askerî faaliyetlerinin Ukrayna’yı da içerecek bir
biçimde genişleme ihtimali üzerinden koptu. Ukrayna, 2014’teki “Maydan Devrimi”
denilen gelişmenin ardından şiddet olayları ile ağır hasar almış bir ülke. Bu
sürecin sonunda Kırım koptu, iç savaşın ardından, Donbas’ta bir cumhuriyet
kuruldu.
Esasen
Ukrayna’ya NATO'ya katılım daveti yapılması, bununla birlikte, ona silâh
desteğinde bulunulup ekonomik destek sağlanması ile Donbas kavgasının fitili
yeniden tutuşturuldu. Burada amaç, Ukrayna'yı 2015’teki Minsk anlaşmalarının
öngördüğü barış çözümünü kabul etmemeye zorlamaktı.
Rusya'nın,
dün, bugün veya yarın Ukrayna'nın işgaline başlayacağını açıkladığı anda Biden,
Rusya'yı kesin bir dille düşman olarak tanımlayıp müzakere sürecini
sonlandırmış oldu. Yani aslında savaş ilânı çoktan gerçekleşti. Savaşı Biden ve
Dışişleri Bakanı Blinken başlattı. Böylece müzakere sürecini açık tutmak için
yapılan gevezelikler de son bulmuş oldu. Kelimelerin savaşından mermilerin
savaşına geçiş yapmak için bir bahaneye ihtiyaç vardı, bunun için de hakiki ya
da yalandan bir kazanın gerçekleşmesi gerekiyordu.
Bu
saatlerde Donbas bölgesindeki ateşkes ihlallerinin yoğunlaşarak Rusya'nın
askeri müdahalesini kışkırtması tesadüf değil. Elbette diplomasiye hâlâ yer
var, barış imkânı henüz yitirilmiş değil, ancak diyalog kapısını yeniden açmak
için bizi bu çıkmaza sürükleyen Batı'nın diline doladığı, yalan üzerine kurulu
efsaneleri bir bir boşa düşürmek gerekiyor.
İtalyan
dışişleri bakanı, ABD’den kendi kulağına fısıldanan lafı yineleyerek, NATO'nun
Ukrayna ve Gürcistan'a kapılarını açma tercihinde bulunmasının kendisi
açısından vazgeçilemeyecek bir yönelimin sonucu olduğunu, çünkü her egemen
devletin istediği ittifakları seçme hakkına sahip olduğunu söyledi. Bakana göre
Rusya’nın Ukrayna’yı NATO dışında tutma niyeti kabul edilemezdi, çünkü aslında
bu niyet, Rusya’nın Avrupa’yı kendi nüfuzu altına alma arzusunun bir
yansımasıydı.
Oysa
gerçekte Avrupa’yı kendi nüfuzu altına almak isteyen Rusya değil, NATO’dur.
NATO, şuan Doğu Avrupa ülkelerinin politik ve askerî kurumlarına sinmiş
durumdadır. Asıl mesele başkadır. Blinken ve tüm NATO müttefiklerinin hep bir
ağızdan haykırıp durdukları o vazgeçilemeyecek ilkedir mesele.
Her
ülke, en uygun gördüğü dış politika ve askeri politika seçimlerini yapma gibi
egemenlikten kaynaklanan bir hakka sahiptir. Ancak Birleşmiş Milletler
anlaşmasının imzaya açıldığı günden beri devletlerin egemenliğinin ağırlığı,
ülkelerin barış içerisinde bir arada yaşayabilmesi adına azaltılmıştır.
Diğer
milletlere savaş açma yetkisi egemen devlet olma hakkının bir sonucu olmaktan
çıkartılmakla kalmamış, ayrıca üye ülkeler de “güç kullanma tehdidinden
kaçınmalı” (Madde 2(4)) kuralına tabi kılınmışlardır. Ukrayna’nın egemen bir
devlet olarak NATO’ya katılma “özgürlüğü”, asıl vazgeçilmemesi gereken böylesi
bir ilke ışığında değerlendirilmelidir. Hiçbir devlet, komşularını tehdit etme
özgürlüğüne sahip değildir. NATO'nun askerî aygıtının Moskova'dan birkaç yüz
kilometre uzaklıktaki Rusya sınırlarına dek genişletilmesi, nesnel anlamda bir
tehditten başka bir şey değildir.
NATO,
kuruluşunda imza edilen anlaşma gereği, savunma amaçlı bir ittifaktır.
Dolayısıyla teknik açıdan veya politik anlamda hiçbir ülkeyi tehdit edemiyor
olmalıdır. Ama NATO, varolduğu söylenen bu vasfını 24 Mart 1999 günü
yitirmiştir.
O
gün NATO Yugoslavya’ya saldırmış, bu ülkeyi 78 gün bombalamış, neticede ülke
bölünmüş, Kosova diye bir ülke kurulmuştur. NATO’nun işlevini ve görevlerini
yeniden tanımlamak amacıyla Nisan 1999’da Washington’da yapılan toplantılar
dâhilinde ittifak savunma değil, saldırı konsepti üzerinden tanımlanmaya
başlanmış, onun dünya genelinde askerî ve politik harekâtlar, ayrıca savaşlar
yürütmesine karar verilmiştir.
Dolayısıyla
bugün giderek tırmanan gerilimi durdurmak için önce NATO konusunda ısıtılıp
ısıtılıp gündeme getirilen efsanelerden kurtulmak gerekmektedir. Ayrıca bugün
Ukrayna, kendi istediği için değil, NATO istediği için bu ittifaka girmektedir.
Çünkü NATO, 2 Nisan 2008’de Bükreş’te düzenlediği zirvede “açık kapı”
politikasını uygulayacağını açıklamıştır.
Bugün
Ukrayna’nın NATO’ya girmesi için gerekli iznin İtalya da dâhil tüm üye
ülkelerin izniyle mümkün olabileceğinden kimse bahsetmiyor. Yani bugün kurnaz
bir kişiliğe sahip olan İtalyan dışişleri bakanı, İtalya’nın Ukrayna’nın
NATO’ya girişine onay vermeyeceğini açıklasa, savaşın çarkları birden duracak,
kelimelerin savaşı yerini mermilerin savaşına bırakmayacak.
Mecliste
NATO anlaşmasında yer alan ve “her genişleme adımı üye ülkelerin güvenliğini
dikkate almalıdır” diyen onuncu maddeyi anımsatan Dışişleri Bakanı Luigi Di
Maio ve Başbakan Mario Draghi, ABD’ye boyun eğmeyip savaşı önleyebilecek
adımlar atma cesaretini gösterebilecek mi, hep birlikte göreceğiz.
Domenico Gallo
22 Şubat 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder