Dünyada
hiçbir bakanın görevinden ayrılması, Trotskiy’nin ayrılışı kadar tesirli
olmadı. Dünyayı bu türden bakanlık krizlerine parlamentarizm alıştırdı.
Gelgelelim
Trotskiy’ninki bir bakanlık krizi değil bir parti krizidir. O, Bolşevizm
içindeki yenilgiye uğramış bir hizbi veya eğilimi temsil ediyor. Bakanlıktan
ayrılışı çok ses getirdi. Bu sesi ise birkaç farklı husus besledi.
İlki,
gözden düşen liderin sahip olduğu nitelik. Trotskiy, tarihimizin en ilginç
karakterlerinden biri: O Rus devriminin lideri, Kızıl Ordu’nun örgütçüsü,
parlak bir düşünür, komünist hareketin eleştirmeni. Tüm ülkelerin devrimcileri,
Bolşevik kurmay heyeti ile Trotskiy arasındaki kavgayı yakından takip ettiler.
Öte yandan gericiler, Trotskiy’nin muhalefetinin sovyet cumhuriyetinin
dağılacağı süreci tetikleyeceğine dair ümitlerini gizleme gereği bile
duymadılar.
Şimdi
çatışma sürecini inceleyelim.
Trotskiy’nin
sovyet hükümetinden ayrılmasına sebep olan tartışma, 1917’den beri Bolşevizmin
tetiklediği en yoğun ve en ateşli tartışma idi. Bir yılı aşkın bir süre devam
eden bu tartışma, Trotskiy’nin Komünist Parti Merkez Komitesi’ne sunduğu bir
bildiri ile başladı. Ekim 1923 tarihli bu belgede Trotskiy, yoldaşlarının
önüne, acilen çözülmesi gerektiğini düşündüğü iki sorunu koyuyordu: Ekonomi
politikası dâhilinde bir “yönelim planı” ihtiyacı ve partide “işçi
demokrasisi”ni esas alan bir düzenin tesis edilmesi ihtiyacı.
Bildiride
Trotskiy, Rus devriminin yeni bir aşamaya girdiğini söylüyordu. Ona göre bu
süreçte ekonomi politikası, tüm çabasını tarımsal ürün fiyatları ile
endüstriyel ürün fiyatları arasındaki dengeyi tesis edecek daha iyi bir sınai
üretimi örgütlemeye teksif etmeliydi. Ayrıca parti hayatı içerisinde gerçek bir
“işçi demokrasisi” tesis edilmeliydi.
Onun
tüm görüşlerine hâkim olan bu “işçi demokrasisi” anlayışını netleştirmek ve
açıklığa kavuşturmak gerekiyor.
Devrimin
savunulması meselesi, Bolşevik partiyi askerî bir disiplini benimsemek zorunda
bırakmıştı. Partiyi, mücadelenin sınadığı en bilinçli unsurlar arasından
seçilmiş isimlerden oluşan bir hiyerarşik yapı yönetiyordu. Kitleler, Lenin ve
ona bağlı kadrolara tüm yetkileri vermişlerdi. Zira devrimin yaptığı işleri
düşmanlarının sızmalarına ve saldırılarına karşı savunmak, başka türlü mümkün
değildi.
Partiye
kabul süreci kariyeristlerin ve kitleleri yanlışa sürükleyecek isimlerin
saflara sızmasına mani olmak için yoğun kontrol işlemine tabiydi. İşin başından
beri partide olan isimlerin kullandığı tabirle Bolşevik “eski muhafız alayı”,
partinin tüm faaliyetlerini ve fonksiyonlarını yönetmekteydi. Tüm komünistler,
mevcut durumun başka türlüsüne izin vermediğini kabul ediyorlardı.
Fakat
devrim yedinci yılına girdiği vakit parti içerisinde “işçi demokrasisi”nden
yana olan bir hareket oluşmaya başladı. Yeni gelen unsurlar, Bolşevizmin yönüne
ve yöntemlerine karar verme noktasında aktif bir rol alma hakkının kendilerine
verilmesini istiyorlardı. Bu yedi yıllık devrimci tecrübe, yeni bir kuşak
meydana getirmişti. Söz konusu sabırsızlık, bir süre sonra komünist gençlik
içindeki kimi hücrelerde mayalanmaya başladı.
Gençlerin
taleplerine destek çıkan Trotskiy, eski muhafız alayının bir bürokrasi meydana
getirdiğini söylüyordu. O, bu yapının gençlere verilecek ideolojik ve devrimci
eğitim meselesini politik değil, pedagojik açıdan ele alan tarzını
eleştiriyordu.
“Parti içerisindeki eski
kuşağın sahip olduğu muazzam otorite genelde kabul görse de yeni kuşağın
demokrasi çerçevesi dâhilinde kuracağı işbirliği olmadan bu eski muhafız
alayının devrimci karakterini muhafaza etmesi mümkün değil. Aksi takdirde bu
yapının bürokratizm batağına batması işten bile değil. Tarih, bu konuda birçok
örnekle dolu. En yeni ve en etkileyici örnekse İkinci Enternasyonal’in
başındaki parti liderlerinde görülen bürokratizmdir. Kautsky, Bernstein ve
Guesde, neticede Marx ve Engels’in öğrencileriydi. Ama parlamentarizm
koşullarında, parti organizmasının ve sendikaların doğal gelişiminin yol açtığı
etki altında bu liderler oportünizmin safına geçtiler. Savaşın arifesinde eski
kuşağın otoritesi üzerinden korunan sosyal demokrasinin o sağlam mekanizması,
devrimin ilerleyişi önündeki en güçlü köstek hâline geldi. Biz eskiler, parti
içerisinde öncü rol oynayan eski kuşak olarak kendimize şunu söylemeliyiz: Eğer
parti, bürokratik unsurların gelişimine hoşgörü gösterecek olursa, devrimci ve
proleter ruh zayıflayacak ve biz bu gelişmeye hazırlıksız yakalanacağız.”
Bolşevizmin
kurmay heyeti, partinin demokratikleştirilmesi ihtiyacını görmüyor değildi. Ama
o da itirazını, Trotskiy’nin tezini dayandırdığı sebepler üzerinden
yükseltiyordu. Ayrıca Trotskiy’nin kullandığı dile karşı da tepkiliydi. Polemik
zamanla gayet sertleşti.
Zinovyef,
Trotskiy’nin sicilinin karşısına eski muhafız alayının sahip olduğu sicili
çıkarttı. Eski ekibin içerisinde komünist devrimi kararlı ve tutarlı, yılları
alan çalışma üzerinden hazırlayan, hep Lenin’in yanında olmuş, Zinovyef,
Kamenef, Stalin, Rikof gibi isimler yer alıyordu. Trotskiy ise daha önce
Menşeviklerin safında idi.
Onun
yanında da önde gelen birkaç komünist bulunuyordu: Piyatakof, Preyobracenski,
Sapronof vs. Karl Radek, Trotskiy’nin görüşleriyle merkez komitesinin görüşleri
arasında uzlaşmanın sağlanmasından yanaydı. Pravda gazetesinde bu
polemiğe dair birçok yazıya yer verildi. Trotskiy’nin tezleri, Moskovalı
öğrenciler arasında büyük bir coşkuyla karşılandı.
Komünist
Parti’nin geçen yılın başında toplanan on üçüncü kongresi eskilere yeşil ışık
yaktı, böylece ama sonuç kısmında demokratikleşme formülünden yana duran
kongre, Trotskiy’nin elindeki bayrağı aldı. Merkez komitesinin ulaştığı
sonuçlara sadece üç delege itiraz etti ve buna göre oy kullandı.
Sonrasında
Üçüncü Enternasyonal kongresi bu oylama sonucunu tasdikledi. Radek,
Enternasyonal komitesindeki koltuğunu kaybetti. Rusya’nın büyük Avrupa
güçlerince tanınması ve Rusya’daki ekonomik durumun iyileşmesiyle birlikte
Leninist kurmay heyetinin konumu daha da güçlendi.
Bunlar
olurken Trotskiy, Komünist Partisi Merkez Komitesi’ndeki ve Halk Komiserleri
Konseyi’ndeki konumunu muhafaza etti. Merkez komitesi, kendisiyle kurduğu
işbirliğine devam etme isteğinde olduğunu ortaya koydu.
Zinovyef
o dönemde yaptığı bir konuşmada, mevcut gerilime karşın Trotskiy’nin nüfuzlu
görevlerde kalmaya devam edebileceğini söyledi.
Yeni
bir gelişmeyle birlikte gerilim biraz daha tırmandı. Trotskiy, 1917’de Ekim
Devrimi süreciyle ilgili bir kitap yayımladı. Henüz İspanyolcaya çevrilmediği
için bu kitabı okuyabilmiş değilim. Şu an elimin altında, Trotskiy’nin
polemiklerini içeren son çalışmalarından oluşan kitabı Yeni Yol var.
Görüldüğü
kadarıyla 1917, ayaklanma günlerinde eski liderlerin tavrına karşı Trotskiy’nin
dillendirdiği bir talep. Leninist olduğu belli olan Zinoyvef, Kamenef, Rikof ve
Milyutin gibi isimlerin oluşturduğu ekip, Lenin’in görüşlerini kabul etmedi. Bu
durum partinin birliğini tehlikeye soktu. Lenin iktidarın alınmasını önerdi.
Partinin büyük çoğunluğunca kabul gören bu teze karşı bahsi geçen ekip
itirazını dillendirdi.
Bunlar
olurken Trotskiy, Lenin’in tezine destek verdi ve tezin uygulamaya konulması
noktasında onunla işbirliği yaptı. Trotskiy’nin yeni kitabı, Ekim günlerinde
eski liderleri başka bir gözle ele alıyor. Hiç şüphe yok ki bu kitabında Trotskiy
1917’de, Bolşevizm için o en önemli momentte kimlerin yanlış bir tutum içinde
olduğunu, kimlerin Leninist zihniyetin ve ruhun gerçek vârisi ve emanetçisi
olduğunu ortaya koymaya çalışıyor.
İşte
bu eleştiri, süreç içerisinde polemiklerin fitilini ateşledi ve ayrışmaya yol
açtı. Bolşevik kurmay heyeti, Trotskiy’nin geçmiş incelemesini sert ve acımasız
bir üslupla karşıladı. Herkesin de bildiği üzre Trotskiy, ortodoks bir Bolşevik
değildi. Dünya savaşına dek o Menşevizmin safında idi. Çok sonra Leninist
programdan ve taktiklerden yana bir konum alabilmişti. Bolşeviklerin arasına
ancak Temmuz 1917’de katılabilmişti.
Lenin
kendisinin Pravda yayın kuruluna dâhil edilmesi fikrine karşı çıktı.
Lenin ve Trotskiy arasındaki yakınlaşma, ancak Ekim günlerinde gerçekleşebildi.
Lenin, devrimin birçok önemli sorunu konusunda Trotskiy’den farklı düşünüyordu.
Örneğin Trotskiy, Brest-Litovsk barış anlaşmasını kabul etmek istemedi. Lenin
ise köylülerin iradesi karşısında Rusya’nın savaşı daha fazla sürdüremeyeceğini
anladı. Kronstadt ayaklanmasında dile getirilen talepler konusunda da Trotskiy,
bir kez daha Lenin’in karşısında yer aldı. Lenin, mevcut durumu ona uygun bir
uzak görüşlülükle idrak etmekteydi.
Lenin,
o süreçte köylülerin taleplerinin acilen karşılanmasının gerekli olduğunu
görüyordu. Sovyetler’de yeni ekonomi politikasının yürürlüğe konulması ile
ilgili tedbirlerin derhal alınmasını istedi. O günlerde Leninistler, Trotskiy’yi
Bolşevizmi özümseyememekle suçladılar. Oysa şurası açık ki Trotskiy, eski
Bolşevik ekiple bir olmayı hiçbir zaman becerememiş, kendisini onunla hiçbir
şekilde tanımlamamıştı. Rusya’daki tüm sahneye Lenin hükmettiği ölçüde Trotskiy
ile eski ekip arasındaki ilişki ve işbirliğinin düzeyini, sadece Leninist
taktiklere bağlılık belirleyecekti.
Lenin’in
ölümüyle aradaki bağ koptu. Zinovyef, Trotskiy’yi destekçileriyle birlikte
komuta merkezine saldırmakla suçladı. Burada Zinovyef, Trotskiy’nin partiyi
demokratikleştirme harekâtına atıfta bulunuyordu. İddiasına göre Trotskiy’nin
eski kuşağın karşısına yeni kuşağı çıkartması, esasen demagojik bir hamle idi.
Neticede Trotskiy, girdiği en büyük savaşı kaybetti. Partisi onu ağır bir dille
eleştirdi ve ona yönelik güvenini yitirdi.
Ne
var ki bu polemiklerin ortaya koyduğu sonuçlar bir ayrışmaya yol açmayacakmış
gibi görünmüyor. Kronstadt olayında Lenin gibi sürece yön veren eski Bolşevik
muhafız ekibinin liderleri ayaklanma bastırıldıktan sonra talepleri yerine
getirdiler. Onlar, partinin demokratikleşme ihtiyacına ilişkin teze zımnen
destek verdiler.
Bir
devrim, kaderinin çizdiği yolu, liderleri olmadan veya onlar hilâfına ilk kez
yürüyor değil. Belki de bu, tarihte büyük insanların o büyük fikirlerine
kıyasla daha mütevazı bir rol oynadıklarını ispatlıyor.
José Carlos Mariátegui
31 Ocak 1925
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder