31 Ağustos 2021

, ,

Bakû Kurultayı İmparatorluğu Yıkma Çağrısıdır



Tam yüz yıl önce bu ay içerisinde yeni Sovyet hükümeti, sömürgecilik karşıtı Asyalı devrimcileri Bakû’deki toplantıya davet etti. Kurultay, Avrupa’nın sömürgeci egemenliğine karşı mücadelede ve Küresel Güney’in yükselişinde bir dönüm noktası olduğunu ortaya koydu.

Yüz yıl önce Azerbaycan’ın Bakû şehrinde, sömürgecilik karşıtı eylemcilerin bugüne dek eşine benzerine rastlanmamış olan kurultayında, dünya genelinde sömürgelerin hürriyeti için verilen mücadelenin başladığı cümle âleme duyuruldu. Çoğunluğu Asyalı ve Müslüman olan otuz yedi halktan oluşan yaklaşık 2.050 katılımcı, Eylül 1920’de Doğu halklarının kurtuluşu için yapılan “cihat” çağrısına cevap verdi.

Bugün bile, çoğu sömürgenin en azından biçimsel bağımsızlığa ulaşmasından onlarca yıl sonra, Bakû’nün yaptığı çağrı, ırkçılığa ve beyaz üstünlüğüne karşı artan mücadelelerle sarsılan bir dünyada yankı buluyor.

Doğu’nun Çağrısı

Bakû Kurultayı, kuruluşundan bir yıl sonra Komünist Enternasyonal ya da Komintern tarafından, tam da Avrupa’daki siyasi denge Komintern’in destekçileri aleyhine değişmeye başlarken toplandı. Tarihçi E. H. Carr’ın deyimiyle, Bakû Kurultayı, “Doğu’nun Batı’yla bir denge kurmak için yaptığı çağrı”yı ifade ediyordu. Gerçekten de geçen yüzyıl boyunca komünizmin yarattığı en kalıcı tarihsel tesir, onun sömürgecilik karşıtı kurtuluş hareketlerine sağladığı itici güçtü.

1889’da kurulan İkinci/Sosyalist Enternasyonal, bu alanda çok az başarıya ulaşabilmişti. Bu enternasyonalin ilkesel planda sömürgeciliğe karşı çıktığına kimse itiraz edemezdi, lâkin bu, ondaki bu sömürgeciliği mahkûm eden tutum her ülkenin sergilediği bir tutum değildi. 1907 kongresinde bu tutum 127’ye 108 oyla zar zor sürdürülebildi. Üstelik o zamanlar, sosyalist hareketin öncelikli olarak Avrupa’yı esas alan birçok lideri, sömürgeleri özgürleştirme hedefini, ancak daha sonraları gelecekteki bir sosyalist hükümet tarafından hayata geçirilecek bir zorunluluk olarak görüyordu.

Bu esnada Birinci Emperyal Paylaşım Savaşı sırasında Avrupa’nın önde gelen sosyalist partilerinin çoğu, kendi kapitalist hükümetlerinin savaş teşebbüslerini destekledi, dahası bu partiler, sömürgeci imparatorluklarının savunulmasına dönük çalışmalara katıldılar. Bu süreçte sömürgelerde yeni yeni oluşmaya başlayan halk hareketleri, tam bağımsızlıktan ziyade sadece görece özerklik talebinde bulunuyorlardı. Ama 1917 Rus Devrimi, yurtdışında da hızlı bir şekilde saygı kazanacak, farklı bir yol çizdi.

Paris’ten Bakû’ye

Devrim sırasında, etnik azınlık gruplar Rusya nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Müslüman Asya halkları, Rus yerleşimci sömürgeciliğinin yayıldığı geniş topraklarda ikamet eden toplamın altıda birini meydana getiriyorlardı. Kasım 1917’de işçi, asker ve köylü sovyetleri üzerine bina edilen, Bolşevikler liderliğindeki hükümet iktidara geldiğinde, ilk kararnamelerinden biri, bu azınlık halklarına “ayrılma hakkı da dâhil olmak üzere özgürce kendi kaderini tayin hakkı”nı güvence altına alıyordu.

Bir başka erken dönem Sovyet kararnamesi de Müslüman işçilere ve çiftçilere “bundan böyle inanç ve geleneklerinin, ulusal ve kültürel kurumlarının özgür ve dokunulmaz ilân edildiği”ne ilişkin taahhütte bulunuyordu. Bu çabalar, özellikle sömürgelerdeki eylemciler arasında, enternasyonal boyutta yoğun destek buldular. 1919’daki Paris Barış Konferansı, sömürgeleştirilmiş halklar için kendi kaderini tayin etme fikrini kesin bir şekilde reddettiğinde, sömürge haklarının savunucuları, tam bağımsızlık hedefine sarılmaya yöneldiler.

Eski rejimin destekçileri, ABD ve diğer Müttefik güçlerine ait silâhlı birliklerin yardımıyla Sovyet hükümetine karşı bir savaş başlatınca, Sovyet rejimi, çarlık sömürgeciliğinin kurbanları arasında büyük bir destek topladı. 1919’un sonlarına doğru, 250.000’e yakın Müslüman kökenli işçi, Sovyet Altıncı Ordusu’nun mücadeleyi kararlılıkla yürüten Orta Asya cephesinde, gücün neredeyse yarısını oluşturarak hizmet veriyordu.

1919’un sonunda, Sovyet kuvvetleri iç savaşın ana cephelerinde galip geldi. İran, Azerbaycan, Afganistan ve bugünkü Türkmenistan’a giren İngiliz orduları, Filistin, Irak ve Hindistan’daki üslere doğru çekiliyorlardı. 1920’nin ilk aylarında Sovyet orduları, İran, Afganistan ve Çin sınırlarına yaklaştı. Eski çarlık Rusya’sındaki Asya halkları, birçok özerk Sovyet cumhuriyeti kurdu.

“Yeni Bir Yaşamın Kurucuları”

Sovyet yanlısı güçlerin, Sovyet sınırlarının ötesindeki sömürge kurtuluş hareketleriyle ittifakı için zaman olgunlaşmış gibiydi. İlk adım, Mart 1919’da Moskova’da sosyalist devrimin bir dünya partisi olarak kurulan Komünist Enternasyonal’den geldi. Komintern, sömürgeleştirilmiş halkları yalnızca emperyal diktatörlüklerin kurbanları olarak değil, toplumsal kurtuluşun temsilcileri olarak görüyordu. Bolşevik lider Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin), Kasım 1919’da Doğu Halkları Komünistleri kongresinde bu vizyonu ortaya koydu. Lenin, daha önce sadece “kapitalist kültürü ve medeniyeti aşılayacak malzeme ve uluslararası emperyalist politikanın tebası olarak” var olan Doğu halklarının artık “yeni bir yaşamın kurucuları, bağımsız birer katılımcı olarak sahneye çıkacakları” öngörüsünde bulunuyordu. Sosyalizm için dünya mücadelesi, “emperyalizm tarafından ezilen tüm sömürgelerin ve ülkelerin mücadelesi” ile yürütülecekti.

Moskova’da, Temmuz-Ağustos 1920’de üç hafta boyunca düzenlenen Komintern’in İkinci Dünya Kongresi, sömürgelere ve ulusal kurtuluşa dair kapsamlı tartışmalara ev sahipliği yaptı. Biri Lenin ve diğeri Hindistanlı devrimci Manabendra Nath Roy tarafından hazırlanan iki tez benimsendi ve devrimci işçi hareketlerinin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki “ulusal-devrimci” hareketlerle ittifakı önerildi.

Devrimci Bir Hac

Komintern’in İkinci Kongresi’nden hemen önce, 29 Haziran 1920’de, Komünist Enternasyonal, “İran, Ermenistan ve Türkiye’nin esirleştirilmiş halk kitlelerini”, Sovyet Asya, Hindistan ve civarından delegelerle birlikte Ağustos ayında Bakû’de buluşmaya çağırdı. Komintern Yürütme Komitesi başkanı Grigori Zinovyev’e göre, Bakû toplantısı, henüz tamamlanmış olan dünya kongresinin “tamamlayıcısı, ikinci bölümü” olacaktı.

Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nden onlarca devrimci işçi liderinin imzaladığı Bakû Kurultayı çağrısında şunlar ifade ediliyordu:

“Eskiden kutsal mekânlara ulaşmak için çölleri aştınız, bugün de dağları ve nehirleri aşın, ormanlardan ve çöllerden geçin, kardeşliğe dayalı bir ittifak içinde biraraya gelerek eşitlik, hürriyet ve kardeşlik temelinde bir hayat yaşamak amacıyla kölelik zincirlerinden nasıl kurtulacağınızı tartışacağınız diğer insanlarla buluşun. […] Kurultayınız, Dünya’daki milyonlarca köleleştirilmiş insana dirayet ve iman versin. Onlara sahip oldukları güç konusunda güven aşılasın. Nihaî zaferi ve kurtuluş gününü yakınlaştırsın.”

Rusya’nın Asyatik topluluklarında kurultay kutlamaları düzenlendi ve delegeler seçildi. Delegeler Bakû’ye, henüz Sovyet karşıtı silâhlı çetelerden tam olarak arındırılmamış bölgeler üzerinden, demiryolu bağlantıları ile gittiler. Yolcular, lokomotif kazanını körüklemek için odun toplamak üzere bazen trenden iniyorlardı.

Bir defasında, Beyaz Muhafız saldırısı demiryolu hattını kesti ve Avrupalı delegelerin birçoğunu Bakû Kurultayı’na taşıyan bir tren geçici olarak mahsur kaldı. İkisi bir tekne yolculuğu sırasında, İngiliz savaş uçağı tarafından makineli tüfekle vurulmak suretiyle dört delege yolda öldürüldü.

Yolculuğun Tamamlanması

Kurultay için Bakû’ye 2.050 civarında insan geldi. Yaklaşık %90’ı ırkçılığa maruz kalan insanlardan oluşuyordu ki bu, Avrupalı olan önceki tüm sosyalist toplantılarla karşıtlık arz eden bir durumdu. Asyalı delegelerin yaklaşık yüzde 40’ı Sovyet topraklarının dışından, çoğunlukla İran, Türkiye ve Kafkasya’dan gelmişti. Muhtemelen Rusya’da göçmen işçi olan Sekiz Çinli ve üç Koreli kayıt yaptırmıştı. Britanya Hindistanı’ndan on dört delege, kurultay çağrısında dile getirilen dağlar ve çöller boyunca yürüyüşü tamamlamış, yol boyunca önce yaya olarak Kabil’e, oradan Hindukuş Dağları üzerinden, karayoluyla Taşkent’e, ardından da Bakû’ye geçmişti.

31 Ağustos’ta kurultay toplanırken Bakû Komünistleri onları şu sözlerle karşıladılar: “Yeni bir dünya hayata ve mücadeleye açıyor gözlerini: Bu, Doğu’nun ezilen milletlerin dünyasıdır.”

Sekiz güne yayılan kurultay, kapsam ve büyüklük açısından benzersizdi. Çoğu siyasi faaliyette yeni olan, yirmiden fazla dil konuşan, iki bin katılımcı tartıştı ve tabii ki elektronik ses güçlendirme veya çeviri ekipmanı olmadan genel oturumlarda kararlar alındı.

Lojistik sahasında yüzleşilen zorluk ürkütücü boyutlardaydı. Azerbaycan’da sovyet yönetiminin kuruluşu üzerinden sadece dört ay geçmişti. Yıllarca süren savaş nedeniyle fakirleşmiş olan şehirde düzen tesis edilememişti, ayrıca şehirde yiyecek tedariki de yetersizdi. Yine de bir şekilde yemek tedarik edildi ve uyumak için ortam sağlandı. Kurultay film ekibi tarafından hazırlanan bir belgeselde hâlâ izlenebilen çeşitli kültürel gösteriler için de vakit ayrıldı.

Engellerin Aşılması

Oturumların kaçınılmaz karmaşasının ortasında en çok dile getirilen ve görev bilinciyle hepsi tutanaklara işlenmiş olan şikâyetler, genellikle çeviri yetersizlikleriyle ilgiliydi. Çarlık rejimi altında Asya dillerinin gelişmesi engellendiğinden, çeviri ihtiyacı daha derinden hissediliyordu. Bakû Kurultayı’nda esas çalışma dili Rusça olsa da oturumlarda delegelerin konuştuğu otuzdan fazla dilin çevirileri yankılanıyordu.

Her konuşmanın ardından çeviri için ara veriliyordu. Birçok farklı dil konuşulduğundan, bu usul kafa karışıklığına ve gecikmelere neden oluyordu, dolayısıyla nihayetinde kürsüden çeviri üç dil ile sınırlı tutuldu. Öyle olsa bile, tecrübesiz çevirmenler çok çeşitli yöntemler kullanıyorlardı: bazen sadece kısa özetler sunuyorlar, bazen de asıl konuşmacıdan çok daha uzun süre konuşuyorlardı.

Ortaya çıkan tehlikeler, ABD’li ünlü sosyalist ve kongre delegesi John Reed’in bir İngiliz delegesine (muhtemelen Thomas Quelch) sataştığı bir anekdotta şu şekilde aktarılıyordu:

“Reed’in aktardığı kadarıyla, İngiliz delegenin çekingen ve tereddütlü sözleri, Peter Petrov tarafından öylesine bir coşku ve uydurma bir çeviri ile aktarıldı ki salon, kısa bir süre içerisinde, kılıçları ve tüfekleri havaya kaldırıp sallayan insanları 'Kahrolsun İngiliz emperyalizmi!' nidaları ve alkışları ile inledi. Yaşanan bu gelişme karşısında korkuya kapılan İngiliz delege, 'Ben böyle bir şey söylemediğime eminim, düzgün bir çeviri talep ediyorum' diyerek tepkisini dile getirdi.

Kurultay öncesinde sunulan, İngiliz emperyalizmini kovmak için militan bir ittifak kurma önerisi, konferans çağrısında daha önceden belirtilmiş, bu öneri konusunda genel bir mutabakat sağlanmıştı. Kurultay gündemi, toprak reformu, ulusal haklar ile işçi ve köylü sovyetlerinin kuruluşuna güçlü bir vurguyla, bu hedefe ulaşmak için gereken devrimin toplumsal karakterini anlatan raporlardan oluşmaktaydı.

Tartışma Konuları

Delegelerin kimlik bilgilerine göre, kurultayda hazır bulunanların üçte ikisi Komünist harekettendi ya da ona sempati duyuyordu. Şurası açık ki konferansın ortaya çıkarttığı sonuç metninde geriye kalan, siyasi fikirleri farklı, “partili olmayan” delegelerin tepkileri belirleyici olmuştu.

Bu nedenle, kurultay yürütme komitesi, bu delegeleri “partisizler” olarak tasnif etti ve bu partisizlerin düzenledikleri oturumlar bu sayede herhangi bir tartışmaya tanıklık etmedi. Sonrasında Zinovyev’in yaptığı açıklamada da dile getirdiği biçimiyle, partisizler bölümünün, komünist partililerin eşzamanlı yürüttükleri oturumlardan çok daha kalabalık olduğu görüldü, hatta bu partisizler grubunun üyeleri arasında yola gelmeyen, dik kafalılık eden, esasen “burjuva partilere mensup” kişilerin olduğu görüldü.

Bu burjuva politikacıları içerisinde en fazla öne çıkan isimse Enver Paşa’ydı. 1908’deki “Jön Türk” devriminin lideri olan Enver, daha sonra Osmanlı Türkiye’sini Birinci Dünya Savaşı’na soktu, ayrıca kendisi, Türkiye’nin savaş sırasındaki Ermeni katliamının suç ortağıydı.

Enver, Sovyet rejimine destek olacağını açıkladığı Moskova’ya henüz yeni gelmişti. Daha sonra Bakû’ye gitti ve kongrede konuşma hakkı talep etti. Enver’in bu talebi reddedildi, ama yazılı açıklaması okundu. Enver daha sonra kurultaydaki geri kalan günlerini kıyıda köşede Orta Asya’da Sovyet karşıtı faaliyetleri özendirme amaçlı konuşmalar yaparak geçirdi, zaten kısa bir süre sonra da Sovyet cumhuriyetine karşı silâhlandı.

Kurultay, yine Türkiye'de faal olan, Mustafa Kemal’in (Atatürk) önderliğindeki devrimci milliyetçi hareketi temsil eden İbrahim Tali Öngören’i de dinledi. Kemalist hareket, Sovyet Komünizmine karşı düşmanlığına rağmen İngiliz, Yunan ve Fransız işgalci güçlerini ülkeden çıkarma mücadelesinde Sovyet yardımı alıyordu.

Kurultay, Türkiye’deki “ulusal-devrimci” mücadeleyi destekleyen bir kararı kabul etti ama bu hareketin sadece yabancı hegemonyayla değil, aynı zamanda Türk toplumu içindeki sınıf zulmüyle de mücadele etmesi gerektiğini belirtti. Açıklama, Türk köylüleri ve işçilerini “kurtuluş davasını neticeye ulaştırmak adına bağımsız örgütlerde bir araya gelme” yönünde teşvik ediyordu.

Kırk bir Yahudi delegenin Filistin’de Siyonist sömürgeleştirmeye ilişkin anlaşmazlıkları, ikisi lehte biri muhalif olmak üzere üç adet siyasi pozisyon belgesinde ifade edilmişti.

Kadınların Kurtuluşu

Kurultaya katılan elli üç kadın delegenin rolü konusunda derin bir anlaşmazlık açığa çıktı. Kadınların kurtuluş mücadelesi, birkaç kurultay oturumu boyunca ele alındı. Yine de, kadın delegelerin aktif rolü, kadınların hâlâ farklı boyutlarda gözlerden ırak yaşadığı bazı toplumların delegelerinin itirazlarına neden oldu. Başkanlık Divanı’na üç kadının seçilmesi önerisi, birçok partisiz katılımcının güçlü itirazlarına neden oldu.

Partisizler bölümündeki tartışmalar günlerce sürdü. Oturumların altıncı gününde divan, kurultaya üç kadını yürütme komitesine dâhil etme çağrısında bulundu: Dağıstan’dan Bulaç Tatu, Türkiye’den Naciye Hanım ve Azerbaycan’dan Haver Şabanova Karayeva ki son ikisi kurultayda konuşma da yaptı.

Oturumların bu bölümüne ait kaydında şu ifadelere rastlanmaktaydı:

“[…] ‘Evet, evet.’ Giderek yükselen alkışlar… Başkan: ‘Yaşasın Doğu Kadınlarının Kurtuluşu!’ Daha fazla alkış. ‘Yaşasın!’ bağırışları. Herkes ayakta. Alkış yağmuru. Doğu kadınlarının kurtuluş mücadelesine dair bir bildiri kurultay delegelerine okundu.”

Kadınların rolü konusundaki anlaşmazlıkların çözülmesi, geleneksel dini inançlardan etkilenen devrimcilerin ve Marksist bakışa sahip olanların yakınlaşması ile ilgili bir gelişmeydi. Kurultay katılımcılarından olan Babayev, kurultaydan elli yıl sonra şu tarz bir yorumda bulunuyordu:

“Namaz vakti geldiğinde Babayev, ‘konferansı ve devrimi kanımızla savunmak için geri dönmek zorunda kalacağız’ diye düşündüğünden, doğal bir şeymiş gibi, silâhını ibadet esnasında bir kenara koyuyordu. Babayev’e göre ‘devrimin düşmanına karşı ilân edilen cihattan ilham alan binlerce insan, Bolşevik ve Müslüman olmak arasında bir çelişki bulunmadığına ikna oldu ve Bolşevik saflarına katıldı.”

İktidarın Suiistimal Edildiği Durumlar

Orta Asya’daki bazı Sovyet görevlilerinin şovenist uygulamalarına yönelik en sert tepki, Komünist olmayan delegeler bölümü başkanı Taşpolat Narbutabekov’dan geldi. Turar Rıskulov ise Orta Asya, Kafkaslar, İran ve Hindistan’dan yirmi bir delege tarafından imzalanan, bu tür suiistimallere karşı bir tartışma yürüten uzun bir protesto metni sundu.

Öfkeli Türkistan devrimcileri bu tür adımlardan epey memnun oldular. Birkaç gün sonra Zinovyev, onlara destek veren bir konuşma yaptı. Kurultayın kapanışının ardından yirmi yedi delege Moskova’ya giderek, Komünist Parti Politbürosuna şikâyetlerini aktardı.

Lenin, mağduriyetlerini ele alan ve düzeltmek için önlemlerden oluşan bir kararın hazırlanmasına yardımcı oldu. Bu, bir Komintern toplantısındaki bir azınlık inisiyatifinin Sovyet iç politikalarında bir değişikliği güvence altına aldırabildiği, bilinen tek vaka idi.

Bir Propaganda Kasırgası

Zinovyev, kurultayın kapanışında Komünist Manifesto’nun son cümlesinin şu şekilde ifade edilmesinin önemi üzerinde durdu: “Dünyanın bütün işçileri ve ezilen halkları birleşin!” Bakû Kurultayı kapanış bildirisi, Doğu halklarına şu çağrıda bulunuyordu:

“Ayağa kalkın ve ortak düşmanımız olan Britanya emperyalizmine karşı savaşın! Cihat bayrağını yükseltin! Bu, Doğu halklarının kurtuluşu, insanlığın zalim ve mazlum halklar biçiminde ayrışmasına son verilmesi ve konuştuğu dil, sahip olduğu deri rengi ve inandığı din ne olursa olsun, tüm halk ve ırklar arasında gerçekleşecek tam eşitlik için verilen bir cihattır.”

Kurultay kapanırken, Britanya hükümetinin “İngiliz çıkarlarına karşı gerçek bir propaganda, entrika ve komplo kasırgası” dediği şeyi örgütleyen, süregiden bir Propaganda ve Eylem Konseyi oluşturdu: Konsey, kitaplar, broşürler yayımlayacak, Bakû’nün mesajını birçok ülkede ve dilden yayan eğitimciler ve örgütçüler yetiştirecekti.

Sovyet yanlısı hükümetler Kafkasya’dan başlayan Urallar’dan Pasifik Okyanusu’na uzanan topraklarda kök salarken, İngiliz kuvvetleri kısa süre sonra Orta Asya’dan çekilme sürecini tamamladılar. Ama bunun yanında, 1920’ler, Sovyet topraklarının dışındaki eski sömürge imparatorluklarının geçici olarak yeniden konsolide edilmesine şahit oldu.

Bakû’nün Mirası

Sovyet Rusya’da Stalinizmin yükselişi, Komintern’i Bakû’de belirlenen rotadan uzaklaştırdı. Sonraki yıllarda Komintern, artık kolonyal kurtuluşun sürekli bir taraftarı değildi. Sovyetler Birliği’nde, Joseph Stalin’in yönetiminde Komintern’in asıl liderleri, ağır baskılarla karşılaştılar.

Düzmece iddialar üzerine kurulu tasfiye sürecinin kurbanları arasında Stalin’in hedefinde olan, Bakû Kurultayı’nda konuşma yapmış Asyalı isimler de vardı: başlarına ne geldiğini bildiğimiz bu isimlerden bazıları şunlar: Taşpolat Narbutabekov, Turar Rıskulov, Celalettin Korkmazov, Dadaş Bünyadzade (hepsi öldürüldü) ve Haver Şabanova Karayeva (tutuklandı). Yine de Bakû Kurultayı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başarıdan başarıya ulaşan, kapsamı geniş bir küresel anti-sömürgecilik ve anti-emperyalist hareket içerisinde etkisini sürdürdü.

Son yirmi yıldır resmi hegemonyanın büyük ölçüde elde edilmesiyle, emperyal güçler yeni baskı araçlarını devreye soktular: savaşlar, dron saldırıları, yaptırımlar, hükümet devirme girişimleri ve baskıcı ticaret anlaşmaları. Ama öte yandan eski emperyalist merkezlerde sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı mücadelelerde belirli bir yükselişe tanıklık ediliyor. Bu yeni bağlamda Bakû Kurultayı’nın o devrimci ruhu, kendisini büyük bir coşkuyla ifade edeceği yeni kanallar bulmaya devam ediyor.

John Riddell
29 Eylül 2020
Kaynak

0 Yorum: