Tam
yüz yıl önce bu ay içerisinde yeni Sovyet hükümeti, sömürgecilik karşıtı Asyalı
devrimcileri Bakû’deki toplantıya davet etti. Kurultay, Avrupa’nın sömürgeci
egemenliğine karşı mücadelede ve Küresel Güney’in yükselişinde bir dönüm
noktası olduğunu ortaya koydu.
Yüz
yıl önce Azerbaycan’ın Bakû şehrinde, sömürgecilik karşıtı eylemcilerin bugüne
dek eşine benzerine rastlanmamış olan kurultayında, dünya genelinde
sömürgelerin hürriyeti için verilen mücadelenin başladığı cümle âleme
duyuruldu. Çoğunluğu Asyalı ve Müslüman olan otuz yedi halktan oluşan yaklaşık
2.050 katılımcı, Eylül 1920’de Doğu halklarının kurtuluşu için yapılan “cihat”
çağrısına cevap verdi.
Bugün
bile, çoğu sömürgenin en azından biçimsel bağımsızlığa ulaşmasından onlarca yıl
sonra, Bakû’nün yaptığı çağrı, ırkçılığa ve beyaz üstünlüğüne karşı artan
mücadelelerle sarsılan bir dünyada yankı buluyor.
Doğu’nun
Çağrısı
Bakû
Kurultayı, kuruluşundan bir yıl sonra Komünist Enternasyonal ya da Komintern
tarafından, tam da Avrupa’daki siyasi denge Komintern’in destekçileri aleyhine
değişmeye başlarken toplandı. Tarihçi E. H. Carr’ın deyimiyle, Bakû Kurultayı,
“Doğu’nun Batı’yla bir denge kurmak için yaptığı çağrı”yı ifade ediyordu.
Gerçekten de geçen yüzyıl boyunca komünizmin yarattığı en kalıcı tarihsel
tesir, onun sömürgecilik karşıtı kurtuluş hareketlerine sağladığı itici güçtü.
1889’da
kurulan İkinci/Sosyalist Enternasyonal, bu alanda çok az başarıya
ulaşabilmişti. Bu enternasyonalin ilkesel planda sömürgeciliğe karşı çıktığına
kimse itiraz edemezdi, lâkin bu, ondaki bu sömürgeciliği mahkûm eden tutum her
ülkenin sergilediği bir tutum değildi. 1907 kongresinde bu tutum 127’ye 108
oyla zar zor sürdürülebildi. Üstelik o zamanlar, sosyalist hareketin öncelikli
olarak Avrupa’yı esas alan birçok lideri, sömürgeleri özgürleştirme hedefini,
ancak daha sonraları gelecekteki bir sosyalist hükümet tarafından hayata
geçirilecek bir zorunluluk olarak görüyordu.
Bu
esnada Birinci Emperyal Paylaşım Savaşı sırasında Avrupa’nın önde gelen
sosyalist partilerinin çoğu, kendi kapitalist hükümetlerinin savaş
teşebbüslerini destekledi, dahası bu partiler, sömürgeci imparatorluklarının
savunulmasına dönük çalışmalara katıldılar. Bu süreçte sömürgelerde yeni yeni
oluşmaya başlayan halk hareketleri, tam bağımsızlıktan ziyade sadece görece
özerklik talebinde bulunuyorlardı. Ama 1917 Rus Devrimi, yurtdışında da hızlı
bir şekilde saygı kazanacak, farklı bir yol çizdi.
Paris’ten
Bakû’ye
Devrim
sırasında, etnik azınlık gruplar Rusya nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyorlardı.
Müslüman Asya halkları, Rus yerleşimci sömürgeciliğinin yayıldığı geniş
topraklarda ikamet eden toplamın altıda birini meydana getiriyorlardı. Kasım
1917’de işçi, asker ve köylü sovyetleri üzerine bina edilen, Bolşevikler
liderliğindeki hükümet iktidara geldiğinde, ilk kararnamelerinden biri, bu
azınlık halklarına “ayrılma hakkı da dâhil olmak üzere özgürce kendi kaderini
tayin hakkı”nı güvence altına alıyordu.
Bir
başka erken dönem Sovyet kararnamesi de Müslüman işçilere ve çiftçilere “bundan
böyle inanç ve geleneklerinin, ulusal ve kültürel kurumlarının özgür ve
dokunulmaz ilân edildiği”ne ilişkin taahhütte bulunuyordu. Bu çabalar,
özellikle sömürgelerdeki eylemciler arasında, enternasyonal boyutta yoğun
destek buldular. 1919’daki Paris Barış Konferansı, sömürgeleştirilmiş halklar
için kendi kaderini tayin etme fikrini kesin bir şekilde reddettiğinde, sömürge
haklarının savunucuları, tam bağımsızlık hedefine sarılmaya yöneldiler.
Eski
rejimin destekçileri, ABD ve diğer Müttefik güçlerine ait silâhlı birliklerin
yardımıyla Sovyet hükümetine karşı bir savaş başlatınca, Sovyet rejimi, çarlık
sömürgeciliğinin kurbanları arasında büyük bir destek topladı. 1919’un
sonlarına doğru, 250.000’e yakın Müslüman kökenli işçi, Sovyet Altıncı
Ordusu’nun mücadeleyi kararlılıkla yürüten Orta Asya cephesinde, gücün
neredeyse yarısını oluşturarak hizmet veriyordu.
1919’un
sonunda, Sovyet kuvvetleri iç savaşın ana cephelerinde galip geldi. İran,
Azerbaycan, Afganistan ve bugünkü Türkmenistan’a giren İngiliz orduları,
Filistin, Irak ve Hindistan’daki üslere doğru çekiliyorlardı. 1920’nin ilk
aylarında Sovyet orduları, İran, Afganistan ve Çin sınırlarına yaklaştı. Eski
çarlık Rusya’sındaki Asya halkları, birçok özerk Sovyet cumhuriyeti kurdu.
“Yeni
Bir Yaşamın Kurucuları”
Sovyet
yanlısı güçlerin, Sovyet sınırlarının ötesindeki sömürge kurtuluş
hareketleriyle ittifakı için zaman olgunlaşmış gibiydi. İlk adım, Mart 1919’da
Moskova’da sosyalist devrimin bir dünya partisi olarak kurulan Komünist
Enternasyonal’den geldi. Komintern, sömürgeleştirilmiş halkları yalnızca
emperyal diktatörlüklerin kurbanları olarak değil, toplumsal kurtuluşun
temsilcileri olarak görüyordu. Bolşevik lider Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin),
Kasım 1919’da Doğu Halkları Komünistleri kongresinde bu vizyonu ortaya koydu.
Lenin, daha önce sadece “kapitalist kültürü ve medeniyeti aşılayacak malzeme ve
uluslararası emperyalist politikanın tebası olarak” var olan Doğu halklarının
artık “yeni bir yaşamın kurucuları, bağımsız birer katılımcı olarak sahneye
çıkacakları” öngörüsünde bulunuyordu. Sosyalizm için dünya mücadelesi,
“emperyalizm tarafından ezilen tüm sömürgelerin ve ülkelerin mücadelesi” ile
yürütülecekti.
Moskova’da,
Temmuz-Ağustos 1920’de üç hafta boyunca düzenlenen Komintern’in İkinci Dünya
Kongresi, sömürgelere ve ulusal kurtuluşa dair kapsamlı tartışmalara ev
sahipliği yaptı. Biri Lenin ve diğeri Hindistanlı devrimci Manabendra Nath Roy
tarafından hazırlanan iki tez benimsendi ve devrimci işçi hareketlerinin
sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki “ulusal-devrimci” hareketlerle ittifakı
önerildi.
Devrimci
Bir Hac
Komintern’in
İkinci Kongresi’nden hemen önce, 29 Haziran 1920’de, Komünist Enternasyonal,
“İran, Ermenistan ve Türkiye’nin esirleştirilmiş halk kitlelerini”, Sovyet
Asya, Hindistan ve civarından delegelerle birlikte Ağustos ayında Bakû’de
buluşmaya çağırdı. Komintern Yürütme Komitesi başkanı Grigori Zinovyev’e göre,
Bakû toplantısı, henüz tamamlanmış olan dünya kongresinin “tamamlayıcısı,
ikinci bölümü” olacaktı.
Avrupa
ve Amerika Birleşik Devletleri’nden onlarca devrimci işçi liderinin imzaladığı
Bakû Kurultayı çağrısında şunlar ifade ediliyordu:
“Eskiden kutsal mekânlara
ulaşmak için çölleri aştınız, bugün de dağları ve nehirleri aşın, ormanlardan
ve çöllerden geçin, kardeşliğe dayalı bir ittifak içinde biraraya gelerek
eşitlik, hürriyet ve kardeşlik temelinde bir hayat yaşamak amacıyla kölelik zincirlerinden
nasıl kurtulacağınızı tartışacağınız diğer insanlarla buluşun. […]
Kurultayınız, Dünya’daki milyonlarca köleleştirilmiş insana dirayet ve iman
versin. Onlara sahip oldukları güç konusunda güven aşılasın. Nihaî zaferi ve
kurtuluş gününü yakınlaştırsın.”
Rusya’nın
Asyatik topluluklarında kurultay kutlamaları düzenlendi ve delegeler seçildi.
Delegeler Bakû’ye, henüz Sovyet karşıtı silâhlı çetelerden tam olarak
arındırılmamış bölgeler üzerinden, demiryolu bağlantıları ile gittiler.
Yolcular, lokomotif kazanını körüklemek için odun toplamak üzere bazen trenden
iniyorlardı.
Bir
defasında, Beyaz Muhafız saldırısı demiryolu hattını kesti ve Avrupalı
delegelerin birçoğunu Bakû Kurultayı’na taşıyan bir tren geçici olarak mahsur
kaldı. İkisi bir tekne yolculuğu sırasında, İngiliz savaş uçağı tarafından
makineli tüfekle vurulmak suretiyle dört delege yolda öldürüldü.
Yolculuğun
Tamamlanması
Kurultay
için Bakû’ye 2.050 civarında insan geldi. Yaklaşık %90’ı ırkçılığa maruz kalan
insanlardan oluşuyordu ki bu, Avrupalı olan önceki tüm sosyalist toplantılarla
karşıtlık arz eden bir durumdu. Asyalı delegelerin yaklaşık yüzde 40’ı Sovyet
topraklarının dışından, çoğunlukla İran, Türkiye ve Kafkasya’dan gelmişti.
Muhtemelen Rusya’da göçmen işçi olan Sekiz Çinli ve üç Koreli kayıt
yaptırmıştı. Britanya Hindistanı’ndan on dört delege, kurultay çağrısında dile
getirilen dağlar ve çöller boyunca yürüyüşü tamamlamış, yol boyunca önce yaya
olarak Kabil’e, oradan Hindukuş Dağları üzerinden, karayoluyla Taşkent’e,
ardından da Bakû’ye geçmişti.
31
Ağustos’ta kurultay toplanırken Bakû Komünistleri onları şu sözlerle
karşıladılar: “Yeni bir dünya hayata ve mücadeleye açıyor gözlerini: Bu,
Doğu’nun ezilen milletlerin dünyasıdır.”
Sekiz
güne yayılan kurultay, kapsam ve büyüklük açısından benzersizdi. Çoğu siyasi
faaliyette yeni olan, yirmiden fazla dil konuşan, iki bin katılımcı tartıştı ve
tabii ki elektronik ses güçlendirme veya çeviri ekipmanı olmadan genel
oturumlarda kararlar alındı.
Lojistik
sahasında yüzleşilen zorluk ürkütücü boyutlardaydı. Azerbaycan’da sovyet
yönetiminin kuruluşu üzerinden sadece dört ay geçmişti. Yıllarca süren savaş
nedeniyle fakirleşmiş olan şehirde düzen tesis edilememişti, ayrıca şehirde
yiyecek tedariki de yetersizdi. Yine de bir şekilde yemek tedarik edildi ve
uyumak için ortam sağlandı. Kurultay film ekibi tarafından hazırlanan bir
belgeselde hâlâ izlenebilen çeşitli kültürel gösteriler için de vakit ayrıldı.
Engellerin
Aşılması
Oturumların
kaçınılmaz karmaşasının ortasında en çok dile getirilen ve görev bilinciyle
hepsi tutanaklara işlenmiş olan şikâyetler, genellikle çeviri
yetersizlikleriyle ilgiliydi. Çarlık rejimi altında Asya dillerinin gelişmesi
engellendiğinden, çeviri ihtiyacı daha derinden hissediliyordu. Bakû
Kurultayı’nda esas çalışma dili Rusça olsa da oturumlarda delegelerin konuştuğu
otuzdan fazla dilin çevirileri yankılanıyordu.
Her
konuşmanın ardından çeviri için ara veriliyordu. Birçok farklı dil
konuşulduğundan, bu usul kafa karışıklığına ve gecikmelere neden oluyordu,
dolayısıyla nihayetinde kürsüden çeviri üç dil ile sınırlı tutuldu. Öyle olsa
bile, tecrübesiz çevirmenler çok çeşitli yöntemler kullanıyorlardı: bazen
sadece kısa özetler sunuyorlar, bazen de asıl konuşmacıdan çok daha uzun süre
konuşuyorlardı.
Ortaya
çıkan tehlikeler, ABD’li ünlü sosyalist ve kongre delegesi John Reed’in bir
İngiliz delegesine (muhtemelen Thomas Quelch) sataştığı bir anekdotta şu
şekilde aktarılıyordu:
“Reed’in aktardığı
kadarıyla, İngiliz delegenin çekingen ve tereddütlü sözleri, Peter Petrov
tarafından öylesine bir coşku ve uydurma bir çeviri ile aktarıldı ki salon,
kısa bir süre içerisinde, kılıçları ve tüfekleri havaya kaldırıp sallayan
insanları 'Kahrolsun İngiliz emperyalizmi!' nidaları ve alkışları ile inledi.
Yaşanan bu gelişme karşısında korkuya kapılan İngiliz delege, 'Ben böyle bir
şey söylemediğime eminim, düzgün bir çeviri talep ediyorum' diyerek tepkisini
dile getirdi.
Kurultay
öncesinde sunulan, İngiliz emperyalizmini kovmak için militan bir ittifak kurma
önerisi, konferans çağrısında daha önceden belirtilmiş, bu öneri konusunda
genel bir mutabakat sağlanmıştı. Kurultay gündemi, toprak reformu, ulusal
haklar ile işçi ve köylü sovyetlerinin kuruluşuna güçlü bir vurguyla, bu hedefe
ulaşmak için gereken devrimin toplumsal karakterini anlatan raporlardan
oluşmaktaydı.
Tartışma
Konuları
Delegelerin
kimlik bilgilerine göre, kurultayda hazır bulunanların üçte ikisi Komünist
harekettendi ya da ona sempati duyuyordu. Şurası açık ki konferansın ortaya
çıkarttığı sonuç metninde geriye kalan, siyasi fikirleri farklı, “partili
olmayan” delegelerin tepkileri belirleyici olmuştu.
Bu
nedenle, kurultay yürütme komitesi, bu delegeleri “partisizler” olarak tasnif
etti ve bu partisizlerin düzenledikleri oturumlar bu sayede herhangi bir
tartışmaya tanıklık etmedi. Sonrasında Zinovyev’in yaptığı açıklamada da dile
getirdiği biçimiyle, partisizler bölümünün, komünist partililerin eşzamanlı
yürüttükleri oturumlardan çok daha kalabalık olduğu görüldü, hatta bu
partisizler grubunun üyeleri arasında yola gelmeyen, dik kafalılık eden, esasen
“burjuva partilere mensup” kişilerin olduğu görüldü.
Bu
burjuva politikacıları içerisinde en fazla öne çıkan isimse Enver Paşa’ydı.
1908’deki “Jön Türk” devriminin lideri olan Enver, daha sonra Osmanlı
Türkiye’sini Birinci Dünya Savaşı’na soktu, ayrıca kendisi, Türkiye’nin savaş
sırasındaki Ermeni katliamının suç ortağıydı.
Enver,
Sovyet rejimine destek olacağını açıkladığı Moskova’ya henüz yeni gelmişti.
Daha sonra Bakû’ye gitti ve kongrede konuşma hakkı talep etti. Enver’in bu
talebi reddedildi, ama yazılı açıklaması okundu. Enver daha sonra kurultaydaki
geri kalan günlerini kıyıda köşede Orta Asya’da Sovyet karşıtı faaliyetleri
özendirme amaçlı konuşmalar yaparak geçirdi, zaten kısa bir süre sonra da
Sovyet cumhuriyetine karşı silâhlandı.
Kurultay,
yine Türkiye'de faal olan, Mustafa Kemal’in (Atatürk) önderliğindeki devrimci
milliyetçi hareketi temsil eden İbrahim Tali Öngören’i de dinledi. Kemalist
hareket, Sovyet Komünizmine karşı düşmanlığına rağmen İngiliz, Yunan ve Fransız
işgalci güçlerini ülkeden çıkarma mücadelesinde Sovyet yardımı alıyordu.
Kurultay,
Türkiye’deki “ulusal-devrimci” mücadeleyi destekleyen bir kararı kabul etti ama
bu hareketin sadece yabancı hegemonyayla değil, aynı zamanda Türk toplumu
içindeki sınıf zulmüyle de mücadele etmesi gerektiğini belirtti. Açıklama, Türk
köylüleri ve işçilerini “kurtuluş davasını neticeye ulaştırmak adına bağımsız
örgütlerde bir araya gelme” yönünde teşvik ediyordu.
Kırk
bir Yahudi delegenin Filistin’de Siyonist sömürgeleştirmeye ilişkin
anlaşmazlıkları, ikisi lehte biri muhalif olmak üzere üç adet siyasi pozisyon
belgesinde ifade edilmişti.
Kadınların
Kurtuluşu
Kurultaya
katılan elli üç kadın delegenin rolü konusunda derin bir anlaşmazlık açığa
çıktı. Kadınların kurtuluş mücadelesi, birkaç kurultay oturumu boyunca ele
alındı. Yine de, kadın delegelerin aktif rolü, kadınların hâlâ farklı
boyutlarda gözlerden ırak yaşadığı bazı toplumların delegelerinin itirazlarına
neden oldu. Başkanlık Divanı’na üç kadının seçilmesi önerisi, birçok partisiz
katılımcının güçlü itirazlarına neden oldu.
Partisizler
bölümündeki tartışmalar günlerce sürdü. Oturumların altıncı gününde divan,
kurultaya üç kadını yürütme komitesine dâhil etme çağrısında bulundu:
Dağıstan’dan Bulaç Tatu, Türkiye’den Naciye Hanım ve Azerbaycan’dan Haver
Şabanova Karayeva ki son ikisi kurultayda konuşma da yaptı.
Oturumların
bu bölümüne ait kaydında şu ifadelere rastlanmaktaydı:
“[…] ‘Evet, evet.’ Giderek
yükselen alkışlar… Başkan: ‘Yaşasın Doğu Kadınlarının Kurtuluşu!’ Daha fazla
alkış. ‘Yaşasın!’ bağırışları. Herkes ayakta. Alkış yağmuru. Doğu kadınlarının
kurtuluş mücadelesine dair bir bildiri kurultay delegelerine okundu.”
Kadınların
rolü konusundaki anlaşmazlıkların çözülmesi, geleneksel dini inançlardan
etkilenen devrimcilerin ve Marksist bakışa sahip olanların yakınlaşması ile
ilgili bir gelişmeydi. Kurultay katılımcılarından olan Babayev, kurultaydan
elli yıl sonra şu tarz bir yorumda bulunuyordu:
“Namaz vakti geldiğinde
Babayev, ‘konferansı ve devrimi kanımızla savunmak için geri dönmek zorunda
kalacağız’ diye düşündüğünden, doğal bir şeymiş gibi, silâhını ibadet esnasında
bir kenara koyuyordu. Babayev’e göre ‘devrimin düşmanına karşı ilân edilen
cihattan ilham alan binlerce insan, Bolşevik ve Müslüman olmak arasında bir
çelişki bulunmadığına ikna oldu ve Bolşevik saflarına katıldı.”
İktidarın
Suiistimal Edildiği Durumlar
Orta
Asya’daki bazı Sovyet görevlilerinin şovenist uygulamalarına yönelik en sert
tepki, Komünist olmayan delegeler bölümü başkanı Taşpolat Narbutabekov’dan
geldi. Turar Rıskulov ise Orta Asya, Kafkaslar, İran ve Hindistan’dan yirmi bir
delege tarafından imzalanan, bu tür suiistimallere karşı bir tartışma yürüten
uzun bir protesto metni sundu.
Öfkeli
Türkistan devrimcileri bu tür adımlardan epey memnun oldular. Birkaç gün sonra
Zinovyev, onlara destek veren bir konuşma yaptı. Kurultayın kapanışının
ardından yirmi yedi delege Moskova’ya giderek, Komünist Parti Politbürosuna
şikâyetlerini aktardı.
Lenin,
mağduriyetlerini ele alan ve düzeltmek için önlemlerden oluşan bir kararın
hazırlanmasına yardımcı oldu. Bu, bir Komintern toplantısındaki bir azınlık
inisiyatifinin Sovyet iç politikalarında bir değişikliği güvence altına
aldırabildiği, bilinen tek vaka idi.
Bir
Propaganda Kasırgası
Zinovyev,
kurultayın kapanışında Komünist Manifesto’nun son cümlesinin şu şekilde
ifade edilmesinin önemi üzerinde durdu: “Dünyanın bütün işçileri ve ezilen
halkları birleşin!” Bakû Kurultayı kapanış bildirisi, Doğu halklarına şu
çağrıda bulunuyordu:
“Ayağa kalkın ve ortak
düşmanımız olan Britanya emperyalizmine karşı savaşın! Cihat bayrağını
yükseltin! Bu, Doğu halklarının kurtuluşu, insanlığın zalim ve mazlum halklar
biçiminde ayrışmasına son verilmesi ve konuştuğu dil, sahip olduğu deri rengi
ve inandığı din ne olursa olsun, tüm halk ve ırklar arasında gerçekleşecek tam
eşitlik için verilen bir cihattır.”
Kurultay
kapanırken, Britanya hükümetinin “İngiliz çıkarlarına karşı gerçek bir
propaganda, entrika ve komplo kasırgası” dediği şeyi örgütleyen, süregiden bir
Propaganda ve Eylem Konseyi oluşturdu: Konsey, kitaplar, broşürler
yayımlayacak, Bakû’nün mesajını birçok ülkede ve dilden yayan eğitimciler ve
örgütçüler yetiştirecekti.
Sovyet
yanlısı hükümetler Kafkasya’dan başlayan Urallar’dan Pasifik Okyanusu’na uzanan
topraklarda kök salarken, İngiliz kuvvetleri kısa süre sonra Orta Asya’dan
çekilme sürecini tamamladılar. Ama bunun yanında, 1920’ler, Sovyet
topraklarının dışındaki eski sömürge imparatorluklarının geçici olarak yeniden
konsolide edilmesine şahit oldu.
Bakû’nün
Mirası
Sovyet
Rusya’da Stalinizmin yükselişi, Komintern’i Bakû’de belirlenen rotadan
uzaklaştırdı. Sonraki yıllarda Komintern, artık kolonyal kurtuluşun sürekli bir
taraftarı değildi. Sovyetler Birliği’nde, Joseph Stalin’in yönetiminde
Komintern’in asıl liderleri, ağır baskılarla karşılaştılar.
Düzmece
iddialar üzerine kurulu tasfiye sürecinin kurbanları arasında Stalin’in
hedefinde olan, Bakû Kurultayı’nda konuşma yapmış Asyalı isimler de vardı:
başlarına ne geldiğini bildiğimiz bu isimlerden bazıları şunlar: Taşpolat
Narbutabekov, Turar Rıskulov, Celalettin Korkmazov, Dadaş Bünyadzade (hepsi
öldürüldü) ve Haver Şabanova Karayeva (tutuklandı). Yine de Bakû Kurultayı,
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başarıdan başarıya ulaşan, kapsamı geniş bir
küresel anti-sömürgecilik ve anti-emperyalist hareket içerisinde etkisini
sürdürdü.
Son
yirmi yıldır resmi hegemonyanın büyük ölçüde elde edilmesiyle, emperyal güçler
yeni baskı araçlarını devreye soktular: savaşlar, dron saldırıları,
yaptırımlar, hükümet devirme girişimleri ve baskıcı ticaret anlaşmaları. Ama
öte yandan eski emperyalist merkezlerde sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı
mücadelelerde belirli bir yükselişe tanıklık ediliyor. Bu yeni bağlamda Bakû
Kurultayı’nın o devrimci ruhu, kendisini büyük bir coşkuyla ifade edeceği yeni
kanallar bulmaya devam ediyor.
John Riddell
29 Eylül 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder