Pages

01 Eylül 2021

Bakû Kurultayı Değerlendirmesi

“Bakû’nün proleter mücadelesinin 10 yılı. 1917-1927” [1927]


Bakû’ye gittiğimiz zaman […] hiçbirimiz, bu kurultayın gerçek anlamının ne olacağını bilmiyorduk. Kurultaya Doğu emekçilerinin gerçek kitlelerini çekmekte ne ölçüde başarılı olacağımızdan ve dolayısıyla Yakındoğu’ya devrimci fikirleri ne ölçüde taşıyabileceğimizden haberimiz yoktu. Şimdiyse kurultayın bütün umutlarımızı aştığını, hiç abartmaya ihtiyaç duymadan, söyleyebiliriz.

Kurultayda Doğu’nun milyonlarca emekçisini iki bin işçi ve köylü temsil etti. […]

Delegelerdeki sınıf bilinci düzeyi de bir o kadar şaşırtıcıydı. Doğu’nun emekçi kitlelerine duygudaşlık gösteren biz Avrupalılar, onlara karşı Avrupa basınında gösterilen ihmalkâr tutuma, onları vahşi olarak görmeye fazlasıyla alışmışız. Doğu emekçilerinin temsilcileriyle yaptığımız konuşmalar bize, bütün güçlüklere rağmen, Avrupa’nın durumu ve kapitalist devletlerin Sovyet Rusya’yla mücadeleleri hakkında her türlü temel bilginin bu kitleler arasında geniş bir dolaşıma ulaşmış olduğunu ispatladı. Onlar, kendilerine gerçekten kimin dost olduğunu çok iyi biliyorlar. Sovyet Rusya’nın onların düşmanlarına karşı kazandığı başarılar, her yerde halk kitlelerinin mücadele ve zafere olan güvenini pekiştirdi. Bu noktada kurultaya görev olarak sadece delegelerin zaten sahip oldukları ortak bilgi, umut ve inançları formüllere bağlamak kaldı. […]

Kurultaya sunulan ilk iki bildiri, Yoldaş Zinovyev’in ve benim konuşmalarım, Dünya durumu ile ilgiliydi. Bu bildiriler, Doğulu kitlelere baş düşmanlarını, yani Britanya emperyalizmini gösterdi. Onların gözlerinin önünde bu düşmanın gücünün ve zaaflarının saldırgan amaçlarının ve yozlaşmışlığının bir tablosunu çizdi. Beş Doğu diline çevrilen ve tek tek delegeler tarafından tartışılan bu bildiriler, kurultayın genel oturumunda büyük bir coşku uyandırdı. Yoldaş Zinovyev emperyalizme, en başta Britanya emperyalizmine karşı kutsal savaş (cihat) çağrısında bulununca iki bin delegenin tek bir vücut hâlinde ayağa fırlayıp tabancalarını, kamalarını ve kılıçlarını çekerek, kendilerini köle edenlere karşı kanlarının son damlasına kadar mücadele edeceklerine yemin ettikleri anı kurultaya katılan hiç kimse asla unutamaz. […]

Biz Doğu’nun emekçi kitleleriyle bir “oyun” oynamadık; onlara kolay bir zafer vaat etmedik. Tam tersine, mücadelenin çok uzun süreceğini, bu mücadelede onların ağır fedakârlıklarda bulunmalarının gerekeceğini, yalnızca Kızıl Ordu’ya “hoş geldin” demenin yetmeyeceğini anlattık. […] Onlara açıkça, emperyalizme karşı mücadelenin gerektirdiği bu fedakârlıkların, milletlerarası kapitalizmin ajanları tarafından Sovyet emperyalizmine dair deliller olarak gösterilebileceğini söyledik. İtilaf Devletleri’nin ajanları, Sovyet Rusya’nın Doğu’yu kurtarmaya çalışmaktan çok onun pamuğunu, pirincini ve petrolünü soymaya çalıştığını şimdiden haykırmaya başlamışlardır. […]

Aynı zamanda onlara mücadelenin iki cephede, bir yandan İngiliz emperyalizmine, bir yandan da feodal toprak ağalarına ve örgütlü din adamlarına karşı yürütülmesi gerektiğini söyledik. […]

Türkiye’nin tarımsal ilişkilerine ait tablo, İran temsilcilerinin kendi ülkeleri ile ilgili olarak bize anlattıkları tablodan temelde farklıydı. Onun içindir ki kurultay, tek tek her ülke için mutlak bir program belirleyemedi. Şimdilik genel bir kararla yetinebildi; buna göre, Doğu’daki köylülerin çabaları, toprak dağıtımı ve vergiler konusunda feodal öğelerle çatışmaya yöneltilecek.

Avrupa komünist hareketinin Doğu’dan komünist bir karşılık bekleyemeyeceği açıktır. Doğu’da, komünist devrimin bayraktarı, komünist ilkeler üzerine kurulu bir hayatın yaratıcısı olan proletarya yoktur. Ancak gene de Doğu’daki devrimi bir burjuva devrimi kabul edersek vahim bir hata yapmış oluruz. Bu devrim, feodalizmi yıkmakta ve şimdilik küçük bir toprak sahipleri sınıfı yaratmaktadır. Ancak bu sınıf, kapitalizmin parçalanışının Doğu’da burjuva rejimin kurulup gelişmesini güçleştireceği bir Dünya gerçeği içinde doğmaktadır. Eğer önümüzdeki yirmi yıl zarfında Avrupa proletaryası kapitalizmi ortadan kaldırmayı başarırsa, Avrupa’daki işçi devletleri Doğu’nun emekçi kitlelerine hammadde ve tahıl karşılığında üretim araçları vererek onların hayatlarının küçük burjuva bir üslupla örgütlenmesinin ötesine geçerek daha yüksek işbirliği biçimlerine geçmesine katkı sunacak ve bu sayede kapitalist sömürü dönemini hiç yaşamadan atlatmalarını mümkün kılacaktır. […]

Hiç kuşkusuz ki Doğu Halkları Kurultayı, Doğu’nun öncü gücünün gerçekleştirdiği bir kurultaydı. Ancak bu öncü güç, Avrupa’yı Batı kahvelerinden tanıyan kişilerden değil, kökleri Doğu’da olan insanlardan oluşuyordu. Oturumlar sırasında birçok delegenin seccadelerini yere serip namaz kıldıklarını görüyorduk. Başkanlık Kurulu üyeleri arasında bile tespihlerini elden düşürmeyen temsilciler vardı.

Doğu’nun ilerici unsurlarının gerçekleştirdiği kurultay, kitleler arasında yaşanan güçlü kaynaşmanın somut bir ifadesiydi. Kurultay, yaşanan bu mayalanmanın ortaya çıkardığı ideolojiyi belirleme işine girişti. Delegelerin bu kurultayda duyup gördüğü her şey onlarda büyük bir etkiye yol açtı. Burada öğrendikleriyle birlikte ülkelerine geri döndüler.

Bakû’de kurduğumuz Propaganda ve Eylem Komitesi, yüzlerce risale, dergi ve çağrı metni yayınlamak suretiyle bu görevi sürdürmekle yükümlüdür. Sadece fikirleri formülize etmekle kalmayacak, aynı zamanda Doğulu devrimciler arasında örgütsel ilişkiler de kuracaktır. Komünist Enternasyonal, bu yönde çaba göstermekten geri durmamalıdır; bu, oldukça önemli bir noktadır. Enternasyonal, Dünya kapitalizmini yıkma görevi ile ilgili faaliyetlerini hızlandırmanın yanı sıra bütün reformistler için çözümsüz gibi görünen şu meselenin aşılması için gerekli olan öncülleri de hazırlamalıdır: “Avrupa’nın sömürgelerini hürriyetlerine kavuşturacak olursak, en yüksek yaşama ölçütlerine ulaşmak şöyle dursun, Avrupa şimdiki yaşama ölçütleri için gerekli olan hammaddeleri nasıl tedarik edecektir?” İşçilere Doğu’nun bir sömürge politikası sistemi aracılığıyla sömürülmesinin kaçınılmaz olduğunu ispatlamaya çalışan reformizm temsilcilerinin bize sordukları soru işte budur.

Ayaklanmış durumdaki Avrupa proletaryasının kapitalist sömürge politikasına karşı mücadele etmeleri için Doğulu emekçilere yapacakları yardım, komünist proletarya ile bu halklar arasında güçlü bağlar kuracak, bu bağlar, komünist Dünya ile kölelikten kurtulmuş Doğu arasında oluşacak ekonomik ilişkilerin dayanacağı çift taraflı yarar ve güvenden beslenecektir.

Bu sorunlar ışığında, Orta Asya, Türkiye, Buhara, Hive ve Kafkasya’da izlenecek doğru bir Sovyet politikasının büyük bir önem arz ettiği çok açıktır. Eğer ihtiyaç ve zaaflarımıza rağmen bize bağlı olan Müslüman kitlelere bu politikanın fiiliyatta Çarlık Taşkent’inde uygulanan sömürü politikalarının bir devamı olmadığını ispatlayacak bir yol bulamazsak, yaptığımız tüm propaganda boş bir seda olarak kalacak ve eylemimiz propagandamızı felce uğratacaktır. Bu nedenle, parti konferansımızın ele alması gereken görevlerden birisi de Orta Asya’daki faaliyetlerimizin bize kazandırdığı tecrübeden dersler çıkarmak, orada yaptığımız yanlışları düzeltmek, doğru bir çizgiye işaret etmek ve bunun gerçekleşmesini güvence altına almak olmalıdır. Bu açıdan Sovyet Rusya temsilcileri, Doğu Halkları Kurultayı’nda birçok deneyim elde etmişlerdir. Doğulu delegelerle samimi bir üslupla konuşmamız sayesinde, politikamızın onlara nasıl göründüğünü ve ne tür değişikliklerin yapılması gerektiğini öğrendik. Kurultaydan, namuslu yoldaşlarımızın kimi saflıkları ve hâlâ bizim yanımızda tutunmaya çalışan sömürgecilik eğilimine sahip kişiler yüzünden, Doğu halklarının uyandırılması gibi yüksek bir görevin yozlaştırılmasına izin vermemeye azmetmiş olarak ayrıldık. Bu görev için ilk adımı Sovyet Rusya atmış, geri kalan adımları son hedefe kadar Avrupa proletaryası atacaktır.

Karl Radek

[Kaynak: Birinci Doğu Halkları Kurultayı, çev.: Ali Alev, Koral Yay., Şubat 1975, s. 281-286.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder