İran’da
yaşananların sonunu stratejistlerimiz kestirir elbet, ama ben, başlangıcına
dair Navalny II ismini yakıştırdım.
Türkiye’de,
“gitsin de ne olursa olsun” görüşüne karşılık soğukkanlı kesilenler, mevzu İran
yönetimi olduğunda emperyalizme davetiye çıkarmakta yarış hâlindedirler. Hemen
devrimci külliyattan bir ustanın iktibasıyla, söylemlerini meşru gösterme
çabasından da asla geri kalmamaktadırlar. Onlar, İslam karşıtlığı, Marksist ve
din karşıtı ajitasyon ve Hıristiyanların içinde yer ettiği “batı yaşam
tarzını”, doğunun normlarına yeğ gören bir perspektiftedirler.
Eğer
tahsiliniz, görece iş bulma konusunda avantajlı ise yurtdışına göç sizin için
bir alternatiftir. Kişinin kendi başına müzakereler yürüteceği yurtdışına göç
şekli ise istisnalar dışında sadece ve sadece ekonomik sebeplere dayanır.
“Prestijli” bir bölümden mezun olan kişi, okuduğu bölümden memnun, ancak
yaşadığı ülkenin resmiyle çatışan bir kimlik içinde olduğunda, bu kez
memnuniyetsizlik baş gösterir.
Protestocu
olduğu öne sürülen kişilerin oluşturduğu demografi, Türkiye’de de ortalama bir
protestoda bulunan kişilerle kesişiyor. Yurtdışına gidebilecek ekonomik ve
sosyal koşullara sahip olmayan, fakat ülkedeki yaşam şekliyle de çatışan bir
hayat tarzı içindeki liberaller... Bu ikisi arasında biriktirdikleri sitem,
polisle karşılaşmalarına sonuç veriyor.
Türkiye’de
hekimlerin protestoları, özel okul öğretmenlerinin protestoları, feministlerin,
LGBT grupların hatta LGBT karşıtı grupların protestoları var, ama paylaşım ve
bölüşümden en az payı alan en kalabalık kesimin herhangi bir reaksiyonu ve
refleksi bulunmuyor. Yazmakta olduğum bu son paragrafta, “Türkiye’de” yerine
pekâlâ “İran’da” yazabilirsiniz. Sözünü ettiğim kütle, hükümetin-hükümetlerin
yanındadır.
HDP
Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, işçi bazlı partilerin başarısız olduğunu
söyleyen birisiydi ve ezilenler siyasetinin geliştirilmesinin mimarıydı. Bu
yaklaşım üzerinden maaşla çalışan herkesin emekçi olduğu görüşü kabul edildi.
TKP’nin de “plaza emekçileri” güzellemesi o nedenledir. “Mavi yakalı,
beyaz yakalı ayırmayın” demeleri o nedenledir. Milli gelirin yüzde 3’üne sahip
olan ülkenin yarısı yerine milli gelirin yüzde 27’sine sahip olan nüfusun yüzde
40’ına, yani küçük burjuvasına meyletmeleri o nedenledir. Yüzde 10, zaten yüzde
70’lik serveti servetine katmaktadır.
İran’da
eylemci olduğu öne sürülenlerin, hangi toplumsal kesimden ve hangi ideolojik
alandan oldukları gerçeği görmezden gelindiğinde, gününün yarısını bir mafya
artığı ile ilgilenerek geçiren belki de müstakbel A Haber olacak olan Halk
TV’nin, “İran’da nüfusun yüzde 90’ı cumhuriyetçi ve seküler” cümlesinde dil
bulan bataklığa gömülmek kaçınılmazdır.
Gorki’yi
çalışıp, buraya uyarlamanın yerinde olduğu görüşündeyim. Özeti dinin, milletin,
ailenin, üniversitenin, hümanizmin ve elbette çekici burjuva âdetlerinin, bütün
bunların etkisinin küçük burjuvaların gerçeği olmasıdır. Hatta direkt
kendisinden bir alıntı daha da münasip olacaktır:
“Küçük burjuvaların bütün duaları
belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: Tanrım bize
acı! Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve
istek olarak ifade edilecek olursa şu şekli alır: Beni rahat bırakın, dilediğim
gibi yaşayayım.”
Türkiye’de
dinden çıkanlar, hâlihazırda dinin içindekilere art niyetli olsun ya da olmasın
bir hakir tavır geliştirirler. Bu toyluk, yaşadıkları aydınlanmanın hiyerarşik
yapıda üst kata çıkmayı sağladığını zannetmeleriyle ilgili bir meseledir. Farklı
bir durumda benzerini yaşadığımı, biraz da iddialı bir şekilde ifade etmek
istiyorum.
“İlerici”
olarak tarif edilenler, ülkeye eşik atlatacak, topluma sıçrama yaşatacak
kabiliyetten yoksun, miskin ve yalnızca kendini ve kendinden olanları beğenmişlerdir.
Lenin’in tarifiyle, “kendisini milletin beyni sanan” bu güruh, sosyal
mücadelelerin kuburudur. Gerisi lafügüzaftır.
Abbas Tekin
09
Ekim 2022
0 Yorum:
Yorum Gönder