Türk devleti, Tayyip Erdoğan’ı ve ona bağlı olarak
Kılıçdaroğlu’nu memur kıldığı yönelimi terk edemez, yürüdüğü yoldan ayrılamaz.
O yol, bir kez çizilmiştir. Kendi kadrolarını ve memurlarını imal ederek
ilerler.
Kemal Kılıçdaroğlu, “tavşan atlet”tir. Sosyalist sol, o atletin
peşinden koşmuş, ona bekçilik etmiş, bunu içine sindirebilmiştir. Dün araba
farı gören tavşan gibi seçime kilitlenenlerin, bugün “Kılıçdaroğlu da seçim de
yenilgi de önemli değil. Önemli olan, bizim mücadelemiz” diye yalanlar
sıralamalarının bir önemi yoktur. O mücadele, boş ve değersizdir.
Bu açıdan TKP’nin açıklamalarını tersten okumak gerekmektedir. Parti “Boyun eğme” diyorsa boyun eğmiştir; “sürüden ayrıl” diyorsa, bir sürüye dâhil olmuştur; “Karamsar olma”[1] diyorsa içi kapkaradır.
Dolayısıyla, “Bu halkın mücadelesini sandığa sıkıştırmaya çalışanlar artık
sussun!” diyen TKP, susmalıdır. Kılıçdaroğlu’nu aday olsun diye aylardır onun
reklâmını yapan TKP gibi yapıların, ona destek vermeyeni eleştirenlerin, CHP
projesine sosyalizm mücadelesini peşkeş çekenlerin bugün ettikleri lafların bir
anlamı yoktur. “Bu halkın mücadelesini sandığa sıkıştırmaya çalışanlar artık
sussun!” diyen TKP, o sandığa, “utanmadan sıkılmadan” oy verdiği kişiyle
birlikte gömülmüştür.
Devlet ve sermaye, ekonomi-politik, jeopolitik ve
biyopolitik düzlemde girdiği yoldan geri dönemezdi. Dönmemiştir. Kapitalizm,
emperyalizm ve faşizm bağlamında özne ve nesne, belirli zorunluluklar üzerinden
tanımlanmıştır. Burada tarihsel olarak İngilizlerin sahip olduğu ağırlık, bölge
ve ülke gerçekliğinde kendisini tekrar hissettirmiştir. Bu açıdan, Almanya
dolayımıyla ABD’ye bağlı olan Millet İttifakı projesi, yenilmiştir. Almanya
yenildiği için “Osmanlı” da, yani sosyalistler de yenildi sayılmalıdır.
* * *
Mevcut ekonomi-politik, jeopolitik ve biyopolitik
dönüşümde eskiyle bağ muhafaza edilmelidir. İktidar dönüştürülürken muhalefet
de dönüştürülür. Pürüzler alınır, çapaklar temizlenir, uygun kıvama getirilir.
İktidar, kendisine göre bir muhalefet ister. Yüksel Taşkın gibilerin bir
yerlerden aşırdığı “Kılıçdaroğlu Doktrini” ile dönüştürdüğü CHP, iktidarın projesidir. Bu proje kapsamında, seksenlerde Özal imajı, doksanlarda imal
edilen “Cem Boyner” imajı, İsmail Cem-Hüsamettin Özkan üzerinden geleceğe taşınmış,
sonrasında yerini Demirtaş’a ve Kılıçdaroğlu’na bırakmıştır.
Kılıçdaroğlu’nun sevgi pıtırcığı hâli, yaptığı kalp
işareti, sınıfsaldır. Özal’ın baş üstünde birleşen elleridir. Sınıfsal politik
uzlaşmanın ve teslimiyetin manifestosudur. Sosyalist hareketi bu manifestoya
kul köle edenler, haindir.
Bu ihanetin izlerini seksenlerde ve doksanlarda aramak
gerekmektedir. Doksanlarda, özü itibarıyla bir CHP çıktısı ve uzantısı olarak
formüle edilmiş olan, devrimci bir özne olmaktan uzak duran Devyol idaresi,
Boyner’de “umut patlaması” görmüştür. Bu büyülenme hâli, eski TKP'lileri de içermektedir.
Doksanların başında izinle ve talimatla hapisten salınan şefler, sosyalist
hareketi “update” etmişlerdir. Aynı geleneğin bugün Kılıçdaroğlu’nda umut
görmesi, gayet doğaldır. Bu sol örgütlerin şefleri, bu şeflerin sınıfsal
nitelikleri ve politik yönelimleri, hiç değişmemektedir. Bunlar, her daim
“proleter” olanla mücadele etmeye mecburdurlar. “Burjuvaziye haset,
proletaryaya düşmanlık”, bu solcuların programlarının ana maddesidir.
Yukarıdaki dergi kapağında da görüldüğü üzere, Devyol özelinde formatlanan, programlanan sol muhalefet, aynı doksanlarda Fethullah’ı “Cumhuriyet’in şeyhülislamı”[2] olarak kucaklamaktadır.
Söz konusu geleneğin
aydınları doksanlarda “porno dergiciliğini eleştiren yazılar” yazarken, o dergileri seksenlerden itibaren bizatihi kendi yoldaşları çıkarttı, dergilerin dağıtımını ise Fethullah
üstlendi. O dergiler, hep sahibinin sesini dinledi.
O gün Fethullah’ı “Cumhuriyet’in şeyhülislamı” olarak
görenler, “onu yufka yürekli, tevazu sahibi ve hoşgörülü” bir kişi olarak
niteleyenler, kendi istihbarat teşkilâtlarını polise teslim ettiler, Gezi’den
sonra tüm istihbaratı Fethullah kaynaklarından aldılar. Bu teslimiyet, 14-28
Mayıs’ta yenilmiştir.
Devyol’a dışarıdan akıl fikir vermek için kurulan,
devletin derinleriyle rabıtalı Birikim dergisi, doksanlarda “bu
Müslümanları anlamak gerek” diye söze başladı, bu sözü Fethullah güzellemeleri
takip etti, soluk, Abant toplantılarında alındı.
Doksanların sonunda Suriye’ye yönelik yağmanın
işaretleri verildi, Ahmet Necdet Sezer dönemiyle birlikte ilk sortiler
gerçekleştirildi, ardından sol ve liberal Müslüman aydınlardan müteşekkil bir
heyet, (ne tesadüf ki!) sonrasında Arap Baharı’nın yaşanacağı coğrafyaya
“turistik” gezi düzenledi. Bu misyonerler, ait oldukları “Doğu Konferansı”
çalışması ile solu bölgesel yağma pratiğine ısındırdılar. O dönem geziye
katılan Aydın Çubukçu’nun örgütü, sonrasında Suriye’ye ve Libya’ya taşınan
mücahitlere övgüler dizdi. O günlerde Ömer Laçiner, Suriye gezisinde “Ali Şeriati’nin
mezarını ziyaretinde vücudunun esriyip titrediğini” söylüyordu. Sol, Müslüman ile
liberal arasındaki yakınlaşmadan kendisine düşen payı almak istedi.
* * *
Kıvama getirme çalışmalarının önemli bir ayağı,
elbette ki Kürt hareketidir. Sovyetler’in dağıldığı koşullarda kitleye umut
aşılayan gücün tasfiyesi şarttır.
Yetmişlerde Devyol, “Kürdistan’a Kemalizmle giremeyiz,
özel bir Maoizm uydurmalıyız” der ve Maoizmi Kemalizmin liberal yüzüne
örgütler. Çünkü örgüt şefleri başka bir şey bilmemektedir.
Doksanlarda çıkarttığı Express dergisinde
yayımlanan Ertuğrul Kürkçü röportajı ve Filiz Koçali haberi, Kürt’e kıvam verme
çabasının bir parçasıdır. Dergi ve yazarları, Özal’ın ağzındaki Kürt çözümünü
güncelleyen Cem Boyner’i yere göğe sığdıramamaktadır. Bu solcuların desteğini
alan Boyner, “Kürt sorununu sivil çözümlerle altı ayda çözme” sözü
vermektedir.[3] Sol, akşam yemeği sonrası “üniter yapının savunucusu” Cem
Boyner ve eşi, Asaf Savaş Akat, Ali Bayramoğlu ile birlikte halaya durmakta,
sahnede “Cane Cane”yi söyleyen Cengiz Çandar’a eşlik etmektedir. Yıllar sonra
aynı Koçali, parti başkanı ve HDP MYK üyesi olmuş, Kürkçü de HDP’nin başına
getirilmiştir. Çandar, elindeki mikrofonla, o halayla birlikte, yıllar sonra meclise sokulmuştur.
Dergideki röportajdan, Kürkçü’nün, Kemal Derviş’in de
kurucuları arasında olduğu Yeni Demokrasi Hareketi’nin reklâm çalışmalarında
görevlendirildiğini anlıyoruz. Orada Boyner’in Kılıçdaroğlu gibi bir seçim
işareti benimsediğinden, bu el hareketinin Kürt çocuklarına öğretilmeye çalışıldığından
söz ediyor. Kürkçü, YDH’nin taşları yerli yerine oturtacağını söylüyor.
“DEP’liler ve solcular, Boyner’in söylediklerine itiraz etmiyorlar. Demokratik
retoriğe itiraz etmiyorlar”[4] diyor. Kürt hareketinin ve ordunun Boyner’le
anlaşmasını istiyor. “Dağlı kaba Kürt”ün yontulmasını talep ediyor.
Kürkçü, röportajında ordunun belli ölçüde YDH’ye alan
açtığından bahsediyor. Askerin açtığı yoldan, onun verdiği izinle ilerleyen
Kürkçü, röportajın bir yerinde, HDP’ye atıfta bulunan, geleceğe yönelik bir
işaret anlamında, kendi önerisini örtük olarak dillendiriyor: “Keşke YDH, DEP
ile birlikte kurulsaydı!” PKK’nin taleplerinin YDH’nin iddialarıyla örtüştüğünü
söyleyen Kürkçü’nün övdüğü parti, ilk girdiği seçimde ancak yüzde 0,47 oy alıp
siliniyor. Mirasını sonraki girişimlere bırakıyor. Kürkçü, eskiden “milliyetçi”
dediği hareketin kurduğu yeni partinin başına geçiyor. Doksanlardaki ideolojik
çizgi, hiç kırılmadan, geleceğe taşınıyor.
* * *
Sol örgütlerin önemli bir bölümü, işçi-köylünün,
ezilenin iradesince değil, sivil ve askeri bürokrasinin elinde oyuncak olmuş, “emir
eri” hâline gelmiş kişilerce yönetiliyor. Bunların Erdoğan’a, faşizme ve zulme
karşı mücadele örgütlemeleri mümkün değil.
Onlardan değil, biraz da Erdoğan’dan ve onun siyasi
pratiğinden bir şeyler öğrenmek gerekiyor. AKP’nin kadro ağı, disiplinli
faaliyeti, kılcallara inen çalışmaları, kitleleri seferber etme becerisi,
rakiplerini içerip aşması gibi vasıfları incelenmeyi bekliyor.[5]
“Onlar, yüzde 1, biz yüzde 99’uz” lafı, Amerikalı
liberal solculara ait, dolayısıyla, onlardan öğrenilenler unutulmalı. Bu açıdan, DİP’in bu nicelikçi siyaseti, onun TKH ve boykot siyasetini açıklıyor.[5]
“Doktor dövme imkânı” bulduğuna sevinen emekçi kadının tepkisi, hastane
emekçisi adamın seçim sonrası yaşadığı sevinç, anlaşılmayı bekliyor. Bu, %1/%99
tasnifleriyle, ilerici-gerici itişmeleriyle, “iyiler-kötüler” kavgası türünden
çizgi film senaryolarıyla bilince çıkartılıp yapılabilecek bir iş değil. CHP ve
Fethullah’ın herkese kabul ettirdiği gözlük de pencere de kırılıp atılmalı.
Öte yandan “Devrim yapacakken sandık müşahidi olduk” türü
esprilerle geçiştirilecek bir dönemden geçilmiyor.[6] Lafa “dinci faşist
iktidar” diye başlayanlar, daha çok müşahitlik yaparlar, bu görülmüyor. Solun
kendinden başkasına hayrı olmayan, kendisini tatmin etmek dışında bir işe
yaramayan, hayal âlemi ve fikriyatı çürümüştür, bu tespit edilmeli. Lenin
öncesi Marksizm, Marx öncesi solculuk, birleşerek hâkimiyet kurmuştur, bu
görülmeli.
Seksenlerden doksanlara, oradan bugüne gelen burjuva
siyaset tarzı, sosyalist harekete nüfuz etmiş, onun iliklerine işlemiştir.
Teori de pratik de küçük burjuvanın siyasetini anlatan “Burjuvaziye haset,
proletaryaya düşmanlık” sloganının hâkimiyeti altındadır.
CHP ve Fethullah aklı birleşmiş, iç içe geçmiş,
birlikte sosyalist hareketi ele geçirmiştir. Hareket, tüm teorik ve politik
mevzilerini CHP’ye ve Fethullahçılara teslim etmiştir. Her türden gelişme,
olay, olgu, Sedat Peker videosu veya haber, onların gözüyle okunmaktadır, asıl
sorun budur. Onlar büyüdükçe, sosyalist hareket küçülmüştür. Muhtemelen onlara
bahşedilen bir görev de budur.
CHP ve Fethullah, düşmanı tek kişiye, düşmanlığı tek
adama indirgemiş, sınıfsal maddi gerçeklik algısı-bilgisi silinmiştir. CHP,
küçük burjuvazideki “proletaryaya düşmanlığı”, Erdoğan düşmanlığına tercüme
etmiş, onunla giydirmiş, “vizyonsuz, avam” görülen halka yönelik öfke,
Erdoğan’da somutluk kazanmış; Fethullah, küçük burjuvazideki “burjuvaziye
yönelik haset”i Erdoğan ve iktidarına yönlendirmiş, sürekli ondan pay alamadığı
için hayıflananları örgütlemiş, Erdoğan yüzünden büyüyemediği, zenginleşemediği
için üzülenlere seslenmiştir. Sosyalist hareket, ikisinden de uzaklaşmadan,
ikisiyle dövüşmeden, iktidarla mücadele edemez, bu görülmelidir.
“Burjuvaziye haset, proletaryaya düşmanlık”, Erdoğan
şahsında somutlanmış, herkes oraya kilitlenmiş, bu hasede ve düşmanlığa göre
bir kitle inşa edilmiştir. Bugün bu kitledeki psikolojik yıkım, sosyalist
hareketi de mahvetmektedir. Bu küçük burjuva teori ve politika, iktidarın inşa
ettiği bir şeydir, onunla mücadele edilmelidir.
Sosyalist hareketteki sınıftan, devrimden ve
iktidardan kaçan hâl, kıyasıya eleştirilmelidir. Burjuva partisine akıl fikir
verenlerin, seçim süresinde kahinlik yapanların yenilmiş olmaları, hayırlıdır
ve ümit vericidir.
Eren Balkır
30 Mayıs 2023
Dipnotlar:
[1] “TKP’den Seçim Açıklaması”, 28 Mayıs 2023, Sol.
[2] “İkinci Cumhuriyetin Şeyhülislamı”, 28 Ocak 1995,
Express, s. 8. 1+1.
[3] Filiz Koçali, “Alkışlar ‘Dağ’a, Oylar Boyner’e”,
28 Ocak 1995, Express, s. 2. 1+1.
[4] Ertuğrul Kürkçü, “YDH Bölgede Birinci Parti
Olabilir”, 28 Ocak 1995, Express, s. 4. 1+1.
[5] @anten, “AKP Nasıl Bu Kadar Oy Aldı?”, 16 Mayıs
2023, JustPaste.
[6] Devrimci İşçi Partisi, 28 Mayıs 2023, Twitter.
[7] “Devrim Yapacaktık, Sandık Müşahidi Olduk”, 24
Mayıs 2023, Mücadelebirliği.
0 Yorum:
Yorum Gönder