Öğretmenlik
Meslek Kanunu (ÖMK) geçtiğimiz Şubat ayında yürürlüğe girdi. Bir yılını
dolduran yasanın neleri getirip neleri götürdüğü, 15 Ocak 2023’te daha da
netleşmiş durumdadır. Bu ayın maaşları okullarda liste olarak paylaşıldığında,
hemen her okulun öğretmen sayısının yarısının uzman ve başöğretmenlerden
oluştuğu açığa çıkmıştır. Yaklaşık 600 bin öğretmenin, yani öğretmenlerin
yarıdan fazlasının uzman ve başöğretmen olacağı yönündeki istatistik
doğrulanmıştır. Bu ay itibariyle öğretmenler odası; ücretli öğretmen, stajyer
öğretmen, sözleşmeli öğretmen, kadrolu öğretmen, uzman öğretmen ve
başöğretmenlerden oluşmaktadır. “İşçi aristokrasisi” kavramı, kamuda
öğretmenlik mesleğinde hayat bulmuştur.
Yasanın
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sendikaların süreçte atıl kaldıkları, öğretmenlerin
de sendikaların sınıf mücadelesi yürütmemesi karşısında belirlediği koşullarda
öğretmenlerin öğretmenlik kariyer basamakları sınavına başvurmak yönünde bir
tavır geliştirdikleri görülmektedir. Sınavı geçemeyen öğretmen sayısının 12 bin
olduğu ifade edilmektedir. Sınavın bu kadar basit hazırlanması, yetkililerin
“ÖMK’nin sınavdan daha büyük olduğu” yönündeki iddiasını doğrulamaktadır. Bu
kadar basit bir sınavın 600 bin öğretmenin geçeceği şekilde hazırlanmasının tek
sebebi, öğretmenliğin iş güvencesinin ortadan kaldırılmasına giden süreçte
öğretmenlerin rızasını üretmektir. Öte yandan, sınava başvurmayan ya da
sınavdan muafiyeti bulunduğu hâlde uzmanlığa başvurmayan öğretmen sayısının 4.500-5.000
civarında olduğu yönündedir. Sendikalara rağmen meslekî onuru ve eşit işe eşit
ücret ilkesini korumaya çalışan az sayıda öğretmen için başta Eğitimsen olmak
üzere hiçbir sendika gündem oluşturmadı. Sınavdan bir gün önce Eğitimsen genel
başkanının hem sınava girecek olan hem de sınavı protesto eden öğretmenlere
yönelik ayrı ayrı attığı tweetlerde her iki kesimi de olumlama tavrı
görülmektedir ki kurumsal olarak Eğitimsen’in bu tavrı onun yasa karşısında
tutarsız ve belirsiz bir konuma sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Öğretmenlerin
Sınıfsal Durumu
Bugün
yeni atanan bir öğretmen, üç ayrı yazılı sınavdan geçmekte, mülâkata
katılmakta, güvenlik soruşturulmasından geçirilmektedir. Tüm bunları “başaran”
bir öğretmen mesleğe başlamakta, fakat ilk yılın sonunda adaylığının
kaldırılması ÖKM ile “komisyon” kararına bağlanmaktadır, ne var ki bu
komisyonun nasıl ve kimlerden oluşturulduğu hakkında bilgi mevcut değildir. Dört
yılın sonunda sözleşmeli öğretmen kadroya alınmaktadır. Eylül’de atandığı hâlde
aylarca güvenlik soruşturması sonucu bekleyen öğretmenler vardır.
Mesleğe
yeni başlayan sözleşmeli öğretmenler, kadrolu öğretmenlerin yararlandığı tüm
haklardan yararlanamamaktadır. 9/1 kademesinde göreve başlayan öğretmenin maaşı
bugün için 700 dolardır. 10-12 yıl önceye gidildiğinde göreve başlayan öğretmen
için bu meblağ 1000 dolardı. Son üç -ilk- atama ağırlıklı olarak İstanbul’a
yapılmaktadır. İstanbul’da en ucuz kira 7 bin bandındadır. 150 bin öğretmen
İstanbul’da görev yapmaktadır. Alınan maaşın yaklaşık 400 doları kiraya
ödenmektedir. Bu durum karşısında öğretmenlerin tek başvurduğu yöntem, 15-20
metrekarelik apartlarda ya da internetten tanıştığı insanlarla 3-4 kişilik
evlerde kalmaktır. Bugün öğretmenlerin, mesleği için en çok ihtiyaç duyduğu
internet masrafı; telefon ve ev interneti bazında aylık 300 lirayı aşmaktadır,
ortalama bir bilgisayarın fiyatı ise 15 bin lira civarıdır. Bu giderler için hesaplara
yatırılan son eğitim öğretime hazırlık ödeneği, bir yıllık internet ücretini
bile karşılayamamaktadır. Kitaplara ve süreli yayınlara gelen zamlardan ötürü
kitap alım sayısı da düşmektedir. Nisan’dan beri doğalgaz yüzde yüzün üzerinde
zamlandı. Bu durum, kombi açılmadan soğuk evlerde oturan öğretmenler gerçeğini
gün yüzüne çıkardı. Kombilerin açılmaması geçtiğimiz Kış başlamıştı, fakat bu Kış
daha da zirveye çıktı. Market ve pazar giderlerine geçmeden dahi sadece kira ve
faturaların gideri maaşın üçte ikisine denk düşmektedir.
“Öğretmenler
toplumun ayrıcalıklı kesimi midir?” sorusu, bu yazı bağlamında gündeme
gelebilir. Öğretmenler, toplumun ayrıcalıklı kesimi değildir. Öğretmenler, doğrudan
halkın içinde mesleğini icra eden, ülkenin yerleşime sahip her yöresinde eğitim
veren insanlardır. Bu özelliğe sahip başka bir meslek yoktur. Toplumsal
çürümeden sorumlu tutulan iki kesimin ebeveynler ve öğretmenler olduğu gerçeği
göz önünde bulundurulduğunda, tanımadığı 3-4 kişiyle bir evde kalan, kaldığı
evden ne zaman çıkarılacağının kaygısıyla yaşamak zorunda bırakılan; üç yazılı
sınavı, mülâkatı, güvenlik soruşturmasını ve sözleşmeli süreyi aşmaya çalışan;
maaşın üçte ikiden fazlasını sadece kira ve faturalara ödeyen bir öğretmenin
mesleğini icra etmede ortaya koyacağı nitelik tartışmalıdır. Eğitimin
çıktısının insan davranışlarının dönüşümü olduğu düşünüldüğünde, tartışmamızın
niteliği daha da netleşecektir.
Sendikalar,
öğretmenlerin sınıfsal durumuna yönelik anketler yapmamaktadırlar. Yapılan
anketler de aşırı yüzeysel ve birkaç sorudan müteşekkildir. Yapılan anketlerde
fatura giderinin ne olduğu, kredi borcunun olup olmadığı, oturduğu evin kaç
metrekare olduğu, son iki yılda ev sahibiyle hukukî bir sorun -ya da sözel
şiddete dayanan- yaşanıp yaşanmadığı, enerji kullanımında düşüş olup olmadığı,
eğer evi bir/birden fazla ev arkadaşıyla paylaşıyorsa, bu kişileri tanıyıp
tanımadığı, en çok hangi ihtiyacından kıstığı, tek kişinin mutfak masrafının ne
kadara mal olduğu yönündeki en kritik sorular yapılan anketlerde yer almamaktadır.
Öğretmenliğin ekonomik açıdan bugünkü konumu “asgari” öğretmenlik düzeyine
çekilmiştir.
ÖMK
Ne Getirdi Ne Götürdü?
15
Ocak 2023’e ait maaşın belirlendiği andan itibaren öğretmenlerin yarıdan
fazlasının uzman ve başöğretmen olduğu, ona yakın farklı türde öğretmenlik
kariyer basamağı ortaya çıktığı görülmektedir. 25 yılını doldurmuş, başöğretmen
olan bir eğitimcinin maaşı 18.500 lira civarı, yani 1.000 dolardır. Bu meblağa
refah payı eklenmemiştir. On yıl önce mesleğe başlayan bir öğretmenin aldığı
maaş 1.765 TL, yani 1.000 dolardı. On yılın sonunda 25 yıllık emeğin karşılığı;
maaştan kaybedilen ücretin sınavlar yoluyla, mesleğin onurunu hiçe sayarak,
eşit işe eşit ücreti bertaraf ederek alınmaktadır. Daha maaşlar yatmadan ek
dersin kesintili ücretinin ne kadar olduğu “beklentisi” ve merakı da oluşan
tabloda acı bir gerçek olarak durmaktadır.
Sınavı
“geçemeyen” 12 bin öğretmenin “niteliği” daha şimdiden öğretmenler arasında yaşanan
tartışmalarda ve küçümseyici tavırlarda karşımıza çıkmaktadır. Sınav
muafiyetiyle öğretmenliğe atanan özel şartlara sahip eğitimciler düşünüldüğünde,
tartışmanın çok da anlamlı olmadığı, asıl dert edilmesi gerekenin bu kadar
basit sınavı geçtikten sonra başöğretmenliğin Atatürk’e ait olduğunu savunan
sendika yöneticilerinin sosyal medya hesaplarında kendini “başöğretmen” diye
tanıtmasıdır.
Yasanın
yürürlüğe girdiği andan itibaren temel motivasyon olan “Nasıl olsa yasa iptal
edilir, 2005-2006’daki sınavı protesto eden öğretmenlerin durumuna düşmeyelim,
uzmanlığı ‘alalım’, bir daha ‘bu fırsattan’ faydalanamayız!” şeklindeki
ifadeler tartışmaya açıktır, tartışılmalıdır. Böyle bir eğilim, öğretmenlik mesleğinin
etik boyutunu yok etmekte, salgında çokça eleştirilen fırsatçı esnaf ve
kapitalistin ahlakının öğretmenlere intikal ettiğini göstermektedir. “Fırsatçılık”
ve “eğitimcilik”, aynı cümle içinde birbirinin zıttı durumlar olarak yer
alabilir ancak. Ülkemizde ekonomik durum neticesinde toplumun değer sistemini
dejenere eden fırsatçılık ahlakının öğretmenlere sirayet etmesi, özellikle son
bir yılın eseri olarak karşımızda durmaktadır.
Yetkililerin
ÖMK’nin sınavdan daha büyük olduğu yönündeki söylemleri, izah etmeye
çalıştığımız tabloyla somutlanmaktadır. ÖMK’nin ne getirdiği ne götürdüğü bu
söylemle ve 15 Ocak 2023 itibariyle netlik kazanmaktadır.
ÖMK
Karşısında Sendikaların Tutumu Nedir?
ÖMK’nin
karşısında ilk günden beri sendikaların tutumu ikiye ayrılmaktadır. İlk grupta
yer alan Eğitim-Bir-Sen ve Türk Eğitim-Sen yasa karşısında tepki dahi
vermemiştir. Türk Eğitim-Sen, Eylül ayında eylem yapacağını açıklasa da Ekim’de
Meclis’in açılmasıyla yasanın revize edileceği söylentisini öğretmenlerle
paylaşarak bu eylemleri ertelemiş ve yapmamıştır. Süreçte kendi üyesi açısından
en çok tepkiyi alan sendika, Türk Eğitim-Sen’dir.
İkinci
kesimi Eğitimsen ve Eğitimiş oluşturmaktadır. Eğitimiş, başöğretmenliğin sadece
Atatürk’e ait olduğunu savunmuş, fakat uzmanlık sınavı için PDF kaynak “desteği”
sunmuştur. Aynı şekilde Eğitimiş genel merkezinde uzman bir yöneticinin
başöğretmenlik sınavına girmesi, belirli medya kuruluşları tarafından gündeme
getirilmiştir. Eylül itibariyle öğretmenlerin “sınav iptali”ne yönelik sosyal
medya paylaşımlarının etkisiyle Eğitimiş ve Eğitimsen’in içinde bulunduğu 14
sendika, 2 Kasım’da, yani sınava birkaç hafta kala, kitle popülizmini amaçlayan
bir motivasyonla greve çıktı. Grevin ne getirdiği ve ülke çapında greve katılım
sayısı hakkında bilgi paylaşılmamıştır. Aynı şekilde, ortak kararlaştırılan
grevin basın açıklaması, İstanbul özelinde birçok şehirde sendikalar tarafından
ayrı ayrı yapılmıştır ki bu dağınık görüntü eğitim emekçilerinde güven tesis
edememiştir.
Asıl
sorumuz ve tepkimiz, kendi sendikamız olan KESK’e bağlı Eğitimsen’e yöneliktir.
Eğitimsen, “beklenmedik” şekilde hem özetlediğimiz ekonomik sürecin hem de
ÖMK’nin yabancısı durumuna düşmüştür.
Demokratik
merkeziyetçilik gereği olarak KESK ve Eğitimsen genel merkezine yönelik şu
soruları yöneltiyor ve şeffaflık gereği bu soruların cevaplanmasının
sendikamızın üyelerine karşı birer sorumluluk olduğunu belirtiyoruz:
*
15 Ocak 2023 tarihli sendika aidat kesintisi bilgilerine göre yaklaşık 80 bin
Eğitimsen üyesi öğretmenin kaçı uzman ve başöğretmendir?
*
Şube ve temsilciliklerde yer alan yöneticilerin kaçı uzman ve başöğretmendir?
*
Eğitimsen ve KESK genel merkezinde uzman ya da başöğretmen olan yönetici/ler
var mıdır? Varsa sayısı kaçtır?
*
Sendikal faaliyetlerden dolayı “kademe ilerleme” cezası devam eden kaç
Eğitimsen üyesi vardır? Bu cezayı alan öğretmenler, genel merkez, her ne kadar
uzmanlığa başvuruyu üyenin “özgür irade”sine terk etmiş olsa da bu cezayı alan
arkadaşlarımızın “özgür irade”si bu konuda bulunmamaktadır. Eğitimsen’in bu
konuyla ilgili açıklaması ya da çalışması var mıdır?
*
Önümüzdeki süreçte okul ziyaretleri gerçekleştirecek olan “uzman şube
yöneticilerinin” ÖMK konusunda 10 yılını doldurmamış, sınavı boykot etmiş,
kademe ilerleme cezası almış öğretmenlere yönelik açıklaması ne olacaktır? Bu
açıklamanın ülke çapında Eğitimsen’in tutarlı tavır göstermesi açısından bu
konuda okullarda ne söylenmesi gerektiğine yönelik genel merkezin hazırladığı
bir yazı var mıdır? Varsa, şubelere bu yazı iletilmiş midir? 10 yılını geçmiş
öğretmenin mesleğe yeni başlayan öğretmene “hem sınava karşıyım hem de uzmanım”
demesi, Eğitimsen’in ilkeleri ve mesleğin etik değerleri açısından doğru bir
örnek midir, yoksa tutarsızlık mıdır? Maaştan eriyen meblağın düşük bir
kısmının sınavla geri alınmaya çalışılması, Fakir Baykurt’un deyimiyle, “öğretmenin
el açması” mıdır?
*
Öğretmenler, ek mesai kapsamında sınav görevlisi olmaktadırlar. Eğitimsen’in,
sınav görevleri ücretlerinin artırılmasına yönelik bir sendikal çalışması var
mıdır? Yoksa böyle bir çalışma, sendika genel merkezinin gündeminde bu tür bir
çalışma var mıdır?
*
KESK genel merkezi, yüzde 30’luk maaş artışından sonra “Asgari ücrete yapılan
yüzde 54’lük artışı talep ediyoruz” söylemi geliştirmiştir. Yoksulluk sınırının
25-26 bin lira olduğu dikkate alınırsa, yoksulluk sınırının altında talep edilen
artışın açıklaması nedir? KESK, kamu emekçilerine ve asgari ücretle çalışan
işçilere yoksulluk sınırının altında bir maaşla yaşamayı mı reva görmektedir?
KESK, ülkenin sınıfsal gerçekliğinden koptuğunu düşünmekte midir?
*
İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırıldığı 1 Temmuz 2022’ye kadar geçen
sürede KESK’e bağlı kadın meclisleri, feminist hareketleri de içine alarak ya
da kendisi onlara eklenerek, süreklilik arz eden eylemler yapmıştır. Sendika
şubeleri de kendi binalarına bu eylemlilikleri sahiplenen pankartlar
asmışlardır. Kadın eğitim emekçilerinin uzmanlık adı altında aynı emeğe
karşılık farklı ücretler alması kadın meclislerinin sorunu değil midir? Ortaya
çıkan eşit işe farklı ücret ödenmesi, kadın emeğinin sömürüsü değil midir?
Cinsiyet içi emek ayrıştırmasına yönelik sendika kadın meclislerinin tutum
geliştirmemesinin, eylem programı üretememesinin, kadın eylemleri için
yakalanan dinamizmin ÖMK için atıl bırakılmasının açıklaması nedir? Bu bağlamda,
“sendika”nın bünyesinde oluşan kadın meclisleri, sınıfsal gerçekliğe neden uzak
durmaktadır? Söz konusu olan bir parti değil, bir sendikanın kadın meclisidir
ve bu soru, bu gerçekliğe dayanarak yanıtlanabilir.
*
12 Ocak 2023’te Eğitimiş’in bağlı olduğu Birleşik Kamu-iş Konfederasyonu’nun
grev kararına KESK neden katılmamıştır? “Sendikalarımız greve hazır durumda
değil ve bu grev için hazırlanma süresi yetersiz” söylemi, ülkede üç yıldır
süren ekonomik şartlar göz önünde bulundurulduğunda, samimiyet içermekte midir?
KESK’in bırakalım C, D, E planını bir B planı bile bulunmamaktadır. A planı ise
hep sivil toplumcu, protestocu, kitleden kopuk sendikal hatta hayat
bulmaktadır. 2 Kasım’da eğitim sendikaları bir araya gelebiliyorken, daha önce
Memursen’in davetinde de görüldüğü gibi, neden KESK diğer konfederasyonlarla
bir araya gelmeyi istememektedir? KESK, bu tutumuyla eğitim alanında sağlanan
emekçi birliğine yönelik adımları boşa düşürdüğünü düşünmekte midir? Birleşik
Kamu-iş’in popülist tavrı bir buçuk yıldır Eğitimiş özelinde görülmektedir. Bu,
tartışılamaz bir gerçektir, çünkü onlar için asıl amaç, sınıf mücadelesinin
bütünleşmesi değil, yetkili sendika, Cumhuriyet’in 100. yılında “başöğretmen” genel
merkez yöneticisi ve üyeleriyle yetkiyi alacak bir Eğitim-iş (!) olabilmektir.
*
İşçiler ve kamu emekçiler ekonomik açıdan zor durumda iken KESK’in DİSK başta
olmak üzere diğer sendikalarla genel grev düzenlemeye yönelik girişimleri var
mıdır?
*
TÜİK, her ayın ilk haftası aylık enflasyon rakamlarını açıkladığı hâlde KESK,
neden her seferinde TÜİK açıkladıktan sonra TÜİK önünde açıklama yapmaktadır?
Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olduğu hâlde, KESK’in her seferinde bu
tavrı sergilemesi, sendikanın protestocu çizgiye çekilmek istenmesini mi göstermektedir?
*
Salgın koşullarında ikinci kez Eğitimsen’in kongresinin ertelenmemesi
gerektiği, “çözülmesi gereken acil sorunların” olduğunu belirten sendika genel
merkezi, bugün için sorunlarımız ayyuka çıkmışken, neden Şubat ayındaki yerel
kongreleri ülkedeki genel seçimlerin sonrasına ertelemiştir? Böyle bir ertelemeyi neden üyelerine
açıklamamaktadır? KESK’in, üyelerinin iradesini ve demokratik merkeziyetçilik
ilkesini hiçe sayan bu tavrı geliştirmesinin açıklaması nedir? Sorunlarımızın
yapısal hâle geldiği, ekonomik ve özlük haklar açısından zor zamanlardan
geçtiğimiz bu süreçte üyelerden habersiz şekilde kongre ertelemek, etik açıdan
doğru mudur? Bu tutum, üyeyle genel merkez arasındaki güven ilişkisini
zedelemekte midir? Üyenin sendikal yönetim sürecine yabancılaşması genel merkez
tarafından önemsiz mi görülmekte midir? Böyle bir tutumun sağ zihniyetin bakış
açısından farkı var mıdır? Yoksa bunun sebebi nedir? “Ben yaptım oldu, kongre
ertelemelerini de üyeye duyurmak zorunda değilim” deniyorsa açıkça söylenmelidir.
Son üç yıldır yapılan kongre süreçlerine ve tartışma süreçlerine bakıldığında,
üye algısının değiştiği, başka bir kültürün KESK’e yerleştirilmeye çalışıldığı
apaçık görülecektir ki KESK üyeleri böyle bir çizgiyi kabul etmeyeceklerdir.
Eleştirdiğimiz kültürün sendikaya taşınmasında KESK bir beis görmemekte midir?
*
Dört kişinin bir kişiyi delege seçtiği, delegenin de “mutabakat” adı altında
oluşturulan tek listeyi onayladığı antidemokratik ve çağımız açısından geri
kalmış seçim sisteminin değiştirilmesine yönelik bir tüzük kongresi
düzenlenecek mi? Dokuzuncu kongrede tüzük kurultayı yapılması, seçim
sistemindeki yüzde elli bir barajının kaldırılarak, nispi temsil ve doğrudan
seçim gibi değişikliklerin tartışılacağı tüzük kurultayının yapılması kararı
neden hayata geçirilmemektedir? Mevcut şartlarda iki dönem şube yöneticiliği
yapan bir üye, daha sonra üst kurul delegeliğine geçerek tek listede
onaylanmakta, bir sonraki aşamada genel merkezde iki dönem yönetici
olabilmektedir. Bir üyenin 6 yıl Eğitimsen genel merkez, 6 yıl KESK
yöneticiliği yapması, bu üyenin işyeriyle olan bağını koparmamakta mıdır? Bu
süreçlerin hemen hepsinin tek listeli seçimlerle yürütüldüğü unutulmamalıdır.
*
Geçtiğimiz aylarda Twitter üzerinden #KESKlilertakipleşiyor etiketiyle atılan
tweetlere sendikaların genel merkez yöneticileri de katıldı. Üyelerin bir kısmı
bu etikete karşı çıkarak, sendikanın fiili meşru mücadeleyle kurulduğunu ve
sendikal mücadelenin bu düzeye getirilmesinin doğru olmadığını ifade eden
tepkiler gösterdi. Sendikal iletişimin whatsapp ve sosyal medyaya indirgendiği
günümüzde KESK genel merkez yöneticilerinin dahi katıldığı hiçbir basın
açıklaması 30 kişiyi geçmemekte, fakat şubelerde düzenlenen anti sınıfsal
atölye ve etkinliklerinin, sosyal medya dinamizminin alanlara yansımadığı
görülmektedir. Üyelerin sendikal mücadele düzleminde bir araya gelebileceği
sendikal bir programın geliştirilmesi KESK’in gündeminde var mıdır? Biz üyeler
olarak sosyal medyada takipleşmek gibi küçük burjuva kültürü yaşatmak değil,
sendikal mücadele alanlarında omuz omuza gelmeyi doğru buluyoruz. Yabancılaşmanın
bu şekilde aşılacağını düşünüyoruz.
*
Eğitimsen’in öğretmenlerin barınma ve fatura sorununa yönelik özel bir sendikal
çalışması var mıdır?
Çözümün
sınıf mücadelesinin geçtiği gerçeğini, bu gerçeğin yaşamın bütün alanlarını
belirlediğini ve bu gerçeğe sırt dönmenin işçi ve emekçiler olarak hepimize
kaybettirdiğini KESK’e bir kez daha hatırlatmak isteriz.
S. Adalı
23
Mayıs 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder