Komünist
parti, devrimci işçi sınıfının mücadelesini tarihsel planda kararlılıkla
sürdüren politik partidir.
İşçi
sınıfı var olduğu günden beri kendisini burjuva demokrasisi sahasında, anayasal
ve parlamenter rejimin sunduğu çerçeve içerisinde örgütlüyor. Modern
endüstrisinin devasa yapısı içerisinde sıkışıp kalmış, o büyük fabrikalarda arı
gibi çalışan, ama kafası karışık kitle olarak işçi sınıfı, bir olduğunu, nereye
yürüdüğünü, ancak en ağır tecrübeler, en acı hayal kırıklıklarından sonra,
yavaş yavaş idrak edebildi.
Tam
da bu sebeple, o gelişim süreci boyunca işçi sınıfı, herkesin aşina olduğu,
artık sıradanlaşmış politik partilere destek sunmadı. Önce liberal partileri
destekledi, bunu yaparken de kent burjuvazisiyle kol kola girdi; taşrada
ekonomik feodalizmin kalıntılarını temizlemek için mücadele etti, sanayi
burjuvazisi, gıda ürünleri üzerindeki tekeli bu sayede kırabildi, taşrayı
ekonomik liberalizmle bu şekilde tanıştırabildi, hayat pahalılığını bu yolla
hafifletebildi.
Ne
var ki işçi sınıfı açısından tüm bu faaliyetler felâketle sonuçlandı. İşçiler,
ortalama ücretlerinin önemli ölçüde düştüğüne tanık oldular. Sonra işçi sınıfı,
küçük burjuvazinin kurduğu demokratik partilere destek verdi ve burjuva
devletin çerçevesini genişletmek, yeni teşkilâtların kurulmasını sağlamak,
zaten varolanları güçlendirmek için mücadele etti, ama bir kez daha aldatıldı.
Mücadele
esnasında yanında yürüyenler, sonra muktedir olan tüm yeni isimler,
burjuvazinin safına geçtiler; eski hâkim sınıfa taze kan oldular, bürokratik
parlamenter devlete yeni bakanlar ve önemli görevliler temin ettiler. Kral
Albert Kanunları’nda [1] belirlenmiş sınırlar içerisinde faaliyetine devam eden
devletin niteliğinde hiçbir şey değişmedi, üstelik avam, gerçekte yeni tek bir
özgürlüğe bile kavuşamadı. Kral, İtalyan toplumundaki yegâne gerçek güç olarak
varlığını sürdürmeye devam etti, hükümet aracılığıyla yargı sistemine, meclise
ve kendi iradesine tabi olan silâhlı kuvvetlere hükmetmeyi sürdürdü.
Komünist
partinin kurulması ile birlikte işçi sınıfı, önceden sahip olduğu âdet ve
geleneklerden koptu ve politik anlamda olgunlaşmış olduğunu dosta düşmana
gösterdi. Artık işçi sınıfı, bürokratik parlamenter devletin geliştirilmesi ve
değiştirilmesi konusunda başka sınıflarla çalışmak istemiyor. O, kendi
sınıfının gelişimini başarıyla güvence altına almak için çalışmak istiyor. İşçi
sınıfı, muktedir olabilmek için kendi adaylarını çıkartıyor ve tarihsel rolünü
bürokratik parlamenter devletin önceden varolan bağlamı içinde değil, yeni
devlet sistemi dâhilinde, cari olan kurumsal çerçeveden farklı bir çerçeve
kapsamında oynayabileceğini ortaya koyuyor.
Komünist
partinin kurulmasıyla birlikte işçi sınıfı, itici güç olarak öne çıkıyor ve
politik mücadele başlatabileceğini herkese gösteriyor. Artık bu ülkede başka
bir toplumsal sınıfın üst sistemince yönlendirilen bir kitle hareketi
mevcuttur.
İşçi
sınıfı, bugün ülkeyi yönetmek istiyor ve bunu yapabilecek tek sınıf olduğunu,
elindeki araçlarla, ulusal ve uluslararası kurumlarla ortaya koyuyor. O, genel
tarihsel durumun sebep olduğu mevcut sorunları çözebilecek tek sınıf olduğunu
herkese ispatlıyor.
Peki
işçi sınıfının elindeki gerçek güçler nelerdir? Bugün İtalya’da sınıfının
tarihsel misyonunun bilincinde olan kaç proleter vardır? İtalyan toplumunda
komünist partiye yönelik destek ne düzeydedir? Mevcut kargaşa ortamında, onca
kafa karışıklığına rağmen, elimizde yeni tarihsel düzeni kurabilecek insan gücü
var mı? İtalyan toplumunun farklı toplumsal güçleri, sınıfları ve kesimlerinin
sürekli ayrışıp birleştiği, dağılıp yeniden farklı birliktelikler meydana
getirdiği koşullarda, merkezî bir yapının inşa edildiğini söyleyebilir miyiz?
Komünist Enternasyonal’in ve dünya devriminin ajandası ve fikirlerine sadık
olan güçlü ve sağlam bir merkez mevcut mu? İşçi sınıfı, bu merkez etrafında
yeni ve ama kusursuz bir politik ve yönetsel örgüt meydana getiriyor mu?
Bunlar, seçimler üzerinden cevaplanması gereken sorulardır.
Bugün
bu sorulara somut ve kat’i bir cevap verildi: gelecekte herkesin bir biçimde
doğrulayacağı, artık belgeli olan bu cevap, komünist partinin seçimlere girecek
olmasıdır.
Toplumsal
güçlerin seçim sathı mahalinde ayrıştığı koşullarda komünist parti de kimlerin
kendisine nefer olduğunu, arkasında duran insanların sayısını bilmek
isteyecektir. Tarihsel süreçte bu, proletarya diktatörlüğüne ve işçi sınıfı
devletinin kurulmasına yol açacak zaruri bir adımdır.
Komünistler
açısından seçimler, günümüz toplumuna özgü birçok politik örgütlenme yolundan
biridir. En iyi örgütlenme yolu ise partidir. Neticede sendikalar ve konseyler,
örgütlenme sürecinin ara yollarıdır. Bu ara yollarda proletaryanın en bilinçli
üyeleri, sermayeye karşı verilen mücadelede belirli bir konum alırlar ve
sendikalara insan örgütlerler.
Seçimlerde
kitleler, tüm politik gayelerini, devlete dair fikirlerini beyan ederler. İşçi
sınıfının muktedir olması için uğraşan komünist parti, özünde devrimci
proletaryanın, kentlerdeki sanayide çalışan işçilerin partisidir. Ama parti
bilir ki, hedefine yoksul köylüler ve aydınlar gibi toplumun başka kesimlerinin
desteğini ve onayını almaksızın ulaşamaz.
Asıl
sorulması gerekense şudur: Bugün devrimci proletaryanın en büyük gücü
hangisidir? Emekçi sınıflar içerisinde, proletaryayı yarın, hatta bugün
muktedir sınıf olarak görmek isteyen kaç kişi vardır? Onca karışıklığa, hayal
kırıklığına, gericilerin yaptıkları terör eylemlerine rağmen proletaryanın
ortaya koyduğu çabalara destek sunmaya niyetli emekçi sayısı kaçtır?
Komünist
parti, seçimlerde elde edeceği sonuçlar konusunda kimseyi boş bir beklenti
içine sokmaz, zira parti, eskiden sosyalist partinin “kalabalıkları kendisine
çekmek” için kullandığı arsızlıkla malul demagojiyi geride bırakmak
niyetindedir.
İtalyan
halkı, kargaşaya ve kafa karışıklığına doğru sürüklendikçe dün olduğu gibi
bugün de inşa etmek için uğraştığı devrimci güçlerden o kadar insan
kopmaktadır. Bu da bize, davaya sadık yoldaşları saflarımıza katmamız
gerektiğini daha açık bir biçimde göstermektedir. Bize lazım gelen, dünya
devrimi ve komünizm için mücadele edecek sadık neferlerdir.
Bu
murat, acildir ve çok önemlidir. Mevcut durum daha da çalkantılı bir nitelik
kazandıkça bu gerçek daha fazla idrak edilecektir. Hatta ileride partinin
İtalya’daki genel siyaset alanında kendisine yer bulabilmesi için eldeki
araçların yetersiz olduğunu daha fazla kişi görecektir.
Antonio Gramsci
12
Nisan 1921
Kaynak
Dipnot:
[1] Sardinya Kralı Charles Albert’in, 4 Mart 1848’de İtalya’daki Sardinya
Krallığı için kabul ettiği anayasa. Metin, sonrasında Birleşik İtalya’nın
anayasası hâline geldi.
0 Yorum:
Yorum Gönder