Bir yıldır mücadele yürütmekte olan Kızıl
Tugaylar örgütü, Eylül 1971’de ilk sistematik teorik bildirgesini yayımlar.
Belge, örgüt kurucularının takdir ve beğeniyle karşıladıkları Uruguaylı şehir
gerillası hareketi Tupamaroların başvurdukları tarza uygun olarak, röportaj
şeklinde kaleme alınmıştır.
1. Sınıf mücadelesinin
mevcut aşamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bize kalırsa mevcut durum konusunda sol, ortak bir
kanaate sahiptir.
Reformistler de meclis dışı güçler de burjuvazinin
toplumu işçi sınıfı karşıtı ve gerici bir bakış açısı temelinde yeniden
örgütleme planının farkındadır. Genel mânâda herkes, bir yandan burjuvazi
açısından politika ve ekonomi düzleminde yeni bir güç dengesinin oluştuğu bir
yandan da işçilerin mevcut üretim ilişkilerini ortadan kaldırma imkânına
kavuştuğu belirli bir çelişkinin oluşmaya başladığını görmektedir. Fakat başvurdukları
stratejileri, gericiliğin saldırıları karşısında giderek intihardan gayrı bir seçeneğe
çıkmayan reformistleri bir yana bırakacak olursak, biz esas olarak hazırlıklı
olmama hâli üzerinde duruyoruz. Bu hâl dâhilinde devrimci güçler kendilerini
mücadelenin olgunlaştığı yeni bir düzeyle baş başa buluyorlar. Devrimci sol
şunu hiç anlamıyor: 1968’de başlamış olan mücadeleler döngüsü, bugün görüldüğü
gibi, çatışma sürecinin şiddet araçlarını kuşanmasına sonuçlanmak zorundaydı.
Tam da bu sebeple mevcut duruma denk düşecek uygun araçlar hiçbir vakit
geliştirilemedi. Bizim politik deneyimimiz işte bu ihtiyaçtan doğdu.
2. Bugünkü
krizin sebepleri nelerdir?
Bugün burjuvazinin tüm politik planları suya
düşmüş durumdadır. Kapitalizmin kalkınma planlarında yaşanan başarısızlığın ve
reformist partilere ait politik planların sonuçsuz kalmasının sebebi budur. Karşısında
toplumun istikrara kavuşturulmasına yönelik bir plan olarak reformizmi redde
tabi tutan ve sömürüye son verilmesini gündemine almış bir işçi sınıfı bulan,
ayrıca tek tek ülkelerde barışçıl kapitalist kalkınma planlarını sekteye
uğratan emperyalizm içi nesnel çelişkilerle yüzleşen burjuvazi, tüm iktidar
aygıtını sağcı bir çizgide tekrar organize etmek zorunda kalmıştır.
3. Sizce
politik durum yakın gelecekte hangi yönde gelişecek?
Bugün burjuvazi mecburiyetler gereği belirli bir yola
girmiş durumda: Bu sınıf mevcut durumu, nispeten daha despotik bir iktidar
örgütlenmesi aracılığıyla yeniden kontrol altına almaya mecbur. Sermayenin emek
karşısında daha da despotikleşmesi, devletin ve sınıflar mücadelesinin
askerîleşmesi, baskının stratejik bir olgu olarak yoğunlaşması, bu yönelimin
nesnel sonuçları. İtalya’da bugün bizler, merkez solun alternatifi olarak
asayiş bloğunun, gerici bir bloğun oluşumuna tanıklık ediyoruz. Söz konusu blok
ilerleyişini, milliyetçi sağın bayrağı altında sürdürüyor. Bu blok, ekonomik ve
toplumsal durumu kendince tekrar güvence altına almaya çalışıyor, buna bağlı
olarak da her tür devrimci ve anti-kapitalist mücadeleyi bastırmak istiyor.
4. Bunu
faşizmin yeni bir sürümü olarak niteleyebilir miyiz?
Bu meseleyi bu tür terimlerle açıklamaya
çalışmamak gerek. Baskı ve zulüm temelli stratejinin amacının devrimci
hareketin en ağır baskı aygıtlarıyla bastırılması yöntemi olarak faşizmin
yaptığı gibi burjuva “demokratik devlet”i kurumsal düzeyde tasfiye etmek
olmadığı, inkâr edilemeyecek bir gerçek. Fransa’da De Gaulle’ün yaptığı “darbe”
ve bugünkü “Gaulle’cü faşizm”, demokrasi maskesiyle sürdürüyor hayatını. Kısa
vadede bunun burjuvazi için rahatsızlık yaratacak bir model olduğunu kimse
söyleyemez.
Gelgelelim savaşçı ve devrimci bir hareketin
varolduğu ekonomik ve toplumsal durumu istikrara kavuşturmayı ummanın çocukça
olacağını da ifade etmek gerek.
5. Siz
ne tür bir seçenek sunuyorsunuz?
Devrimci sol ve onun parçası olarak bizim
karşımıza iki yol çıktı. Bu yollardan biri, yıllar önce redde tabi tuttuğumuz,
anarko-sendikalist veya Kominternci versiyonlar uyarınca işçi hareketinin
geçmiş tarihsel deneyimini tekrarlayan reformist yoldu. Diğer yol ise bu
dönemde kentlerde yürüyen devrimci mücadeleyle bütünleşmeyi öngören yoldu.
Genel mânâda meclis dışı sola mensup örgütler
reformist yolu hiçbir zaman terk etmediler, zira bu örgütler, Birinci Dünya
Savaşı sonrası süreçte devrimci hareketin yaşadığı yenilgileri eleştirel bir
analize nasıl tabi tutacaklarını bilmiyorlardı. Bunlar, bir kez daha (önce
politik hazırlık, ajitasyon ve propaganda, ardından silâhlı ayaklanma fikri
üzerine kurulu) iki aşamalı devrimci süreç anlayışını benimsediler. Bugün aynı
örgütler, hâlen daha ilk aşamada atılması gerektiğini düşündükleri ilk adımları
atmakla meşguller, öte yandan burjuvazi ise silâhın namlusunu çoktan göstermiş
durumda.
Yönetici sınıf, kitle hareketinin en etkin
biçimlerine saldırıyor, savaşçı militanlar siyasi davalarda yargılanıp hapse
atılıyorlar, faşist kara gömlek terörizmi yeniden hortluyor, işçi grevlerine
faşistler saldırıyor, polis küçük fabrikalara, evlerinden atılmış kiracılara ve
öğrencilere saldırılar düzenliyor, isyan geleneği bulunan mahallelerde ev ev
aramalar yapılıyor, fabrikalarda provokatörler ve faşistler görevlendiriliyor,
tüm bu gelişmelerse burjuvazinin silâha başvurduğunun birer kanıtı. Silâhlı
çatışma zaten başlamış durumda, amacı ise işçi sınıfının direniş kapasitesini
ortadan kaldırmak. Gelecekte yaşanacak isyanın o bilinmeyen saati hiçbir zaman
gelip çatmayacak. Birçok yoldaşın umut ettiği biçimiyle proletarya ile
burjuvazi arasındaki nihai kapışma, burjuvazinin kazanacağı en son muharebeden
başka bir şeyi ifade etmiyor. Bu kapışma 1922’de yaşandı ve iktidarı faşistler
aldı.
6. Kendinizi
hangi ideolojik ve tarihsel gelenekle tanımlıyorsunuz?
Bizim referans noktalarımız Marksizm-Leninizm,
Çin’deki Proleter Kültür Devrimi ve hâlen kentlerde faaliyet yürüten gerilla
hareketleridir; özetle beynelmilel devrimci ve işçi hareketinin bilimsel
geleneğidir. Buna göre biz, politik örgütle askerî örgüt arasındaki ilişki
meselesi konusunda, devrimci aşama dâhilinde Avrupalı komünist partilere yön
veren teorileri hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.
7. Bu
noktayı biraz daha açar mısınız?
Brezilyalı yoldaşların tespitine göre, komünist
partilerin giderek yozlaşıp birer sosyal demokrat yapıya dönüşmelerinin sebebi,
onların burjuvazinin işçi sınıfı hareketine dayattığı askerî mücadelenin mevcut
düzeyleriyle başa çıkmayı bilememeleridir. Mesele tek başına liderlerin ihanet
etmiş olmaları değil, ayrıca onların ellerindeki örgüt denilen silâhı yeterince
kullanmamış olmalarıdır.
Kentlerde faal olan tüm silâhlı örgütler bu hususu
dikkate almış, ta işin başından itibaren mücadelenin tüm düzeylerinde karşı
koymayı bilecek şekilde örgütlenmişlerdir.
8.
Dolayısıyla size göre asıl mesele silâhlı mücadeleye başlamak mıdır?
Silâhlı mücadele zaten başlamış durumda. Ama
maalesef bu, bir taraf eliyle yürütülen bir mücadele. Yani sadece burjuvazi,
elindeki silâhı kullanıyor ve karşı tarafa vuruyor. Dolayısıyla asıl mesele,
çatışmayı aynı düzeyde karşılama becerisine sahip sınıfsal aracı
oluşturabilmekte.
Kızıl Tugaylar, bu inşa sürecinin mevcut yönü
dâhilinde silâh temelli ilk adımlardan ve sınıfsal politik öncülerin silâhlı
politik öncülere evrildiği sürecin yol açtığı ilk sonuçlardan biridir.
9.
Sizdeki silâhlı öncü anlayışı fokocu mu?
Hayır değil. Bizim bakış açımıza göre, İtalya’da
silâhlı mücadeleyi sınıf hareketinin dolaysız bir ifadesi olan bir örgüt
yürütmelidir. Biz de bu sebeple isyanın ve sömürünün yoğunlaştığı sanayi
merkezlerinde oluşturulmuş fabrika ve mahalle temelli işçi hücrelerinden
oluşacak bir yapıyı meydana getirmek için uğraşıyoruz.
10. O
hâlde sizin hazırlık aşamasında olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Genel mânâda bu aşama dâhilinde seçtiğimiz yol,
deneyim ve kadro biriktirmeyi öngören uzun bir süreçten geçmemizi gerekli
kılıyor. Ama öte yandan bu aşamanın sınıf mücadelesinden ayrı ele alınmaması
gerekiyor. Ne yapılacaksa sınıf mücadelesi dâhilinde yapılacak.
11. Peki
bu aşamada olmasına karşın Kızıl Tugaylar, çatışma süreci dâhilinde belirli bir
rol oynayacak mı?
Sınıf hareketi içerisinde belirgin bir eğilim
mevcut. Bu eğilimin devrimci mücadelede yeni örgüt biçimlerinin gerekli
olduğunu söyleyen, meclis dışı örgütlerle hiçbir alakası bulunmayan bir eğilim
olduğunu söylemek gerek. Bu eğilime göre doğrudan eylemler, gizlilik yöntemleri
ve özsavunma amaçlı örgütler üzerinde durulmalı. Kızıl Tugaylar, işte bu
ihtiyacı gördü ve gerekli taktiksel aşamayı teşkil eden ilk deneyim aşamasından
stratejik silâhlı mücadele aşamasına geçilmesini önerdi.
12. Bu
geçişin gerçekleşmesi için gerekli şartlar nelerdir?
İktidar mücadelesi veren hiçbir silâhlı devrimci
hareket, iki temel şartın bilincine varmadan mücadele yürütemez: 1) Tüm
düzeyleriyle iktidarın karşısına dikilme (politik tutsakların
özgürleştirilmesi, katil polislerin idam cezasına çarptırılması, kapitalistlerin
mallarına el konulması vb.) ve çatışma sürecinin tüm düzeylerinde hayatta
kalmayı bilme; 2) Fabrikalarda ve işçi mahallelerinde alternatif bir güç hâline
gelme.
13.
Alternatif proleter güç derken neyi kastediyorsunuz?
Bize göre devrim, basit mânâda teknik-askerî bir
olgu değildir, silâhlı öncü, silâhsız kitle hareketinin silâhlı kanadı olarak
görülemez, öncü kitledeki birliğin zirvesi, o kitlenin iktidar talebidir.
14. Bu
aşamada hangi çizgide ilerlemek niyetindesiniz?
Son aylarda örgütümüz, sınıf hareketi içerisinde
stratejik bir tartışmanın başlaması için uğraştı. Bugünse bize göre asıl mesele,
örgütlenme çalışmasıdır. Başka bir ifadeyle, silâhlı örgütün burjuvazinin
taktiksel saldırılarını karşılamayı amaç edinmiş olan ilk biçimlerinin, fabrikalardaki
mahallelerdeki ve okullardaki gündelik mücadeleler dâhilinde kök bulmasını
sağlamak zorundayız. Bu amaç doğrultusunda patronların uyguladığı terörün
nesnel ve öznel yönleriyle mücadele ederken, çalışma hayatının ve toplumsal
hayatın kapitalist planda örgütlendiği sürece karşı verilecek mücadeleyi
kapitalist iktidar yapısına karşı mücadeleden ayırmamak, faşist çetelerin
uyguladığı şiddete karşı koymak, bir yandan da politik ve askerî örgütçülerle
yeterli bir güç oluşturup vurmak, sınıf hareketine mensup militanlara ve
sınıfın çıkarlarına saldıran polislerin, ajanların ve hâkimlerin işlediği
suçların cezasız kalmamasını sağlamak gerekiyor.
İlk planda yapılması gereken böylesi eylemler,
bizim halkı seferber etmemizi, ayrıca tasfiyeci ve kötümserliğe boğulmuş
eğilimlerin yayılmasına mani olmamızı mümkün kılacaktır. Genel mânâda bu
çatışma süreci, önceki durumun yeniden oluşma ihtimalini ortadan
kaldırmayacaksa da silâh temelli iktidar mücadelesi nezdinde gerekli olan
stratejik çatışmanın öncülü olarak iş görecektir.
15. O
hâlde Kızıl Tugaylar’ı geçiş örgütleri olarak nitelendirebilir miyiz?
Hayır nitelendiremeyiz, çünkü silâhlı mücadele, işçilerden
oluşan fabrika komiteleri, işçi-öğrenci birlikleri veya meclis dışı solun
kurduğu politik örgütler türünden ara yapılarla yürütülemez. Silâhlı mücadele,
daha işin başından itibaren, proletaryanın stratejik örgütüne ihtiyaç duyar.
16.
Burada partiden mi söz ediyorsunuz?
Kesinlikle. Kızıl Tugaylar, proletaryanın silâhlı
mücadele yürüten partisinin oluşumu için gerekli ilk toplaşma noktalarıdır.
Bizim komünist ve devrimci işçi hareketi geleneğiyle bağımızı kuran da tam
olarak bu noktalardır.
17. Meclis
dışı örgütlerle ilişkiler konusunda ne tür bir konum belirlediniz?
Bizim kısır, hiçbir sonuç üretmeyen ideolojik
polemik yürütmek gibi bir derdimiz yok. Meclis dışı örgütlere yönelik tavrımızı
asıl tayin eden, onların silâhlı mücadele konusunda aldıkları konumdur.
Gerçekte bu örgütler, kendilerini devrimci olarak tarif etseler de bünyelerinde
pasifist akım yeniden güçlenmektedir. Bu, bizim asla paylaşmayacağımız bir
vasıftır. Bu vasıf, örgütlerin proletaryanın silâhlı örgütüne güçlü bir biçimde
karşı çıkmalarına neden olmaktadır. Oysa bu örgütlere mensup bazı militanlar,
silâhlı mücadele perspektifini benimseyeceklerdir. Bunlarla tartışma
yürütülmelidir. Tek mesele bu da değildir: zamanlama ve takip edilecek
taktikler, ayrıca örgütün proleterleşmesi gibi konuların tartışılması
gerekmektedir. Öte yandan mevcut öncü yapıların gizemli ve kutsal birer
varlıkmış gibi takdim edilmesine de karşıyız. Bu yaklaşım, söz konusu yapıları
sınıfın öncüleri olarak tanımlamaktadır. Proletaryanın politik ve silâhlı öncülerini
inşa etme meselesi hâlen daha tartışılması gereken bir konudur. Bu mesele, ne
kendi kendisini yüceltip duran yüzeysel girişimlerle ne de işçi sınıfı
açısından önem arz etmeyen güçlerin birikmesini esas alan planlarla çözüme
kavuşturulabilir.
18. Meclis
dışı sola mensup bazı örgütlerin size yönelik suçlamaları konusunda ne
düşünüyorsunuz?
Bu noktada bize yönelik suçlamaları ikiye
ayırmamız gerekiyor: ilki özünde bizi “maceracılık”la eleştiriyor ve bizim
yeterli silâhlı aygıta sahip olmaksızın silâh kuşanmış burjuvaziyle çatışmayı
öngördüğümüzü iddia ediyor. Bizi militan bir tarzda eleştirenler bile bu tür
bir yargıda bulunabiliyorlar.
Diğer tür suçlamayı dile getirenlerse bizi “provokatör”
veya “faşist” olarak resmediyorlar ve bizim politik bir cevabı hak etmediğimizi
söylüyorlar. İlgili suçlama, uygun anı dikkate alan bir eylemliliği öngörüyor.
Bu suçlamaların ötesinde biz, esas olarak sınıf mücadelesinin ilerlemesiyle
proleterleşme sürecine gireceğine inanıyoruz ki bu esasen, silâhlı mücadeleye
dair konumun kaçınılmaz olarak tasnif edici, ayrıma sebebiyet veren bir ölçüt
hâlini aldığı bir süreç. İtalya Komünist Partisi de bu sürece girecek. Bu
sebeple biz, sözde devrimci aydınlarda yaygın olarak görülen her türden
ideolojik hizipçiliği reddediyoruz ve silâhlı mücadele yolunu seçen tüm
yoldaşlarımızla güçlü bir birlik oluşturmaya dönük hedefimizi tekrar
dillendiriyoruz.
[Kaynak:
Chris Aronson Beck, Reggie Emilia, Lee Morris, Ollie Patterson, Strike One To Educate One Hundred, A Seeds Beneath the Snow Publication,
1986, s. 56. 59.]
0 Yorum:
Yorum Gönder