Bir
yıldır mücadele yürütmekte olan Kızıl Tugaylar örgütü, Eylül 1971’de ilk
sistematik teorik bildirgesini yayımlar. Belge, örgüt kurucularının takdir ve
beğeniyle karşıladıkları Uruguaylı şehir gerillası hareketi Tupamaroların
başvurdukları tarza uygun olarak, röportaj şeklinde kaleme alınmıştır.
* * *
1.
Sınıf mücadelesinin mevcut aşamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bize
kalırsa mevcut durum konusunda sol, ortak bir kanaate sahiptir.
Reformistler de meclis dışı güçler de burjuvazinin toplumu işçi sınıfı karşıtı ve gerici bir bakış açısı temelinde yeniden örgütleme planının farkındadır. Genel mânâda herkes, bir yandan burjuvazi açısından politika ve ekonomi düzleminde yeni bir güç dengesinin oluştuğu bir yandan da işçilerin mevcut üretim ilişkilerini ortadan kaldırma imkânına kavuştuğu belirli bir çelişkinin oluşmaya başladığını görmektedir.
Fakat başvurdukları stratejileri, gericiliğin saldırıları
karşısında giderek intihardan gayrı bir seçeneğe çıkmayan reformistleri bir
yana bırakacak olursak, biz esas olarak hazırlıklı olmama hâli üzerinde
duruyoruz. Bu hâl dâhilinde devrimci güçler kendilerini mücadelenin
olgunlaştığı yeni bir düzeyle baş başa buluyorlar. Devrimci sol şunu hiç anlamıyor:
1968’de başlamış olan mücadeleler döngüsü, bugün görüldüğü gibi, çatışma
sürecinin şiddet araçlarını kuşanmasına sonuçlanmak zorundaydı. Tam da bu
sebeple mevcut duruma denk düşecek uygun araçlar hiçbir vakit geliştirilemedi.
Bizim politik deneyimimiz işte bu ihtiyaçtan doğdu.
2.
Bugünkü krizin sebepleri nelerdir?
Bugün
burjuvazinin tüm politik planları suya düşmüş durumdadır. Kapitalizmin kalkınma
planlarında yaşanan başarısızlığın ve reformist partilere ait politik planların
sonuçsuz kalmasının sebebi budur. Karşısında toplumun istikrara
kavuşturulmasına yönelik bir plan olarak reformizmi redde tabi tutan ve
sömürüye son verilmesini gündemine almış bir işçi sınıfı bulan, ayrıca tek tek
ülkelerde barışçıl kapitalist kalkınma planlarını sekteye uğratan emperyalizm
içi nesnel çelişkilerle yüzleşen burjuvazi, tüm iktidar aygıtını sağcı bir
çizgide tekrar organize etmek zorunda kalmıştır.
3.
Sizce politik durum yakın gelecekte hangi yönde gelişecek?
Bugün
burjuvazi mecburiyetler gereği belirli bir yola girmiş durumda: Bu sınıf mevcut
durumu, nispeten daha despotik bir iktidar örgütlenmesi aracılığıyla yeniden
kontrol altına almaya mecbur. Sermayenin emek karşısında daha da
despotikleşmesi, devletin ve sınıflar mücadelesinin askerîleşmesi, baskının
stratejik bir olgu olarak yoğunlaşması, bu yönelimin nesnel sonuçları.
İtalya’da bugün bizler, merkez solun alternatifi olarak asayiş bloğunun, gerici
bir bloğun oluşumuna tanıklık ediyoruz. Söz konusu blok ilerleyişini,
milliyetçi sağın bayrağı altında sürdürüyor. Bu blok, ekonomik ve toplumsal
durumu kendince tekrar güvence altına almaya çalışıyor, buna bağlı olarak da
her tür devrimci ve anti-kapitalist mücadeleyi bastırmak istiyor.
4.
Bunu faşizmin yeni bir sürümü olarak niteleyebilir miyiz?
Bu
meseleyi bu tür terimlerle açıklamaya çalışmamak gerek. Baskı ve zulüm temelli
stratejinin amacının devrimci hareketin en ağır baskı aygıtlarıyla bastırılması
yöntemi olarak faşizmin yaptığı gibi burjuva “demokratik devlet”i kurumsal
düzeyde tasfiye etmek olmadığı, inkâr edilemeyecek bir gerçek. Fransa’da De
Gaulle’ün yaptığı “darbe” ve bugünkü “Dögolcü faşizm”, demokrasi maskesiyle
sürdürüyor hayatını. Kısa vadede bunun burjuvazi için rahatsızlık yaratacak bir
model olduğunu kimse söyleyemez.
Gelgelelim
savaşçı ve devrimci bir hareketin varolduğu ekonomik ve toplumsal durumu
istikrara kavuşturmayı ummanın çocukça olacağını da ifade etmek gerek.
5.
Siz ne tür bir seçenek sunuyorsunuz?
Devrimci
sol ve onun parçası olarak bizim karşımıza iki yol çıktı. Bu yollardan biri,
yıllar önce redde tabi tuttuğumuz, anarko-sendikalist veya Kominternci
versiyonlar uyarınca işçi hareketinin geçmiş tarihsel deneyimini tekrarlayan
reformist yoldu. Diğer yol ise bu dönemde kentlerde yürüyen devrimci
mücadeleyle bütünleşmeyi öngören yoldu.
Genel
mânâda meclis dışı sola mensup örgütler reformist yolu hiçbir zaman terk
etmediler, zira bu örgütler, Birinci Dünya Savaşı sonrası süreçte devrimci
hareketin yaşadığı yenilgileri eleştirel bir analize nasıl tabi tutacaklarını
bilmiyorlardı. Bunlar, bir kez daha (önce politik hazırlık, ajitasyon ve
propaganda, ardından silâhlı ayaklanma fikri üzerine kurulu) iki aşamalı
devrimci süreç anlayışını benimsediler. Bugün aynı örgütler, hâlen daha ilk
aşamada atılması gerektiğini düşündükleri ilk adımları atmakla meşguller, öte
yandan burjuvazi ise silâhın namlusunu çoktan göstermiş durumda.
Yönetici
sınıf, kitle hareketinin en etkin biçimlerine saldırıyor, savaşçı militanlar
siyasi davalarda yargılanıp hapse atılıyorlar, faşist kara gömlek terörizmi
yeniden hortluyor, işçi grevlerine faşistler saldırıyor, polis küçük
fabrikalara, evlerinden atılmış kiracılara ve öğrencilere saldırılar
düzenliyor, isyan geleneği bulunan mahallelerde ev ev aramalar yapılıyor,
fabrikalarda provokatörler ve faşistler görevlendiriliyor, tüm bu gelişmelerse
burjuvazinin silâha başvurduğunun birer kanıtı. Silâhlı çatışma zaten başlamış
durumda, amacı ise işçi sınıfının direniş kapasitesini ortadan kaldırmak.
Gelecekte yaşanacak isyanın o bilinmeyen saati hiçbir zaman gelip çatmayacak.
Birçok yoldaşın umut ettiği biçimiyle proletarya ile burjuvazi arasındaki nihai
kapışma, burjuvazinin kazanacağı en son muharebeden başka bir şeyi ifade
etmiyor. Bu kapışma 1922’de yaşandı ve iktidarı faşistler aldı.
6.
Kendinizi hangi ideolojik ve tarihsel gelenekle tanımlıyorsunuz?
Bizim
referans noktalarımız Marksizm-Leninizm, Çin’deki Proleter Kültür Devrimi ve
hâlen kentlerde faaliyet yürüten gerilla hareketleridir; özetle beynelmilel
devrimci ve işçi hareketinin bilimsel geleneğidir. Buna göre biz, politik
örgütle askerî örgüt arasındaki ilişki meselesi konusunda, devrimci aşama
dâhilinde Avrupalı komünist partilere yön veren teorileri hiçbir şekilde kabul
etmiyoruz.
7.
Bu noktayı biraz daha açar mısınız?
Brezilyalı
yoldaşların tespitine göre, komünist partilerin giderek yozlaşıp birer sosyal
demokrat yapıya dönüşmelerinin sebebi, onların burjuvazinin işçi sınıfı
hareketine dayattığı askerî mücadelenin mevcut düzeyleriyle başa çıkmayı
bilememeleridir. Mesele tek başına liderlerin ihanet etmiş olmaları değil,
ayrıca onların ellerindeki örgüt denilen silâhı yeterince kullanmamış
olmalarıdır.
Kentlerde
faal olan tüm silâhlı örgütler bu hususu dikkate almış, ta işin başından
itibaren mücadelenin tüm düzeylerinde karşı koymayı bilecek şekilde
örgütlenmişlerdir.
8.
Dolayısıyla size göre asıl mesele silâhlı mücadeleye başlamak mıdır?
Silâhlı
mücadele zaten başlamış durumda. Ama maalesef bu, bir taraf eliyle yürütülen
bir mücadele. Yani sadece burjuvazi, elindeki silâhı kullanıyor ve karşı tarafa
vuruyor. Dolayısıyla asıl mesele, çatışmayı aynı düzeyde karşılama becerisine
sahip sınıfsal aracı oluşturabilmekte.
Kızıl
Tugaylar, bu inşa sürecinin mevcut yönü dâhilinde silâh temelli ilk adımlardan
ve sınıfsal politik öncülerin silâhlı politik öncülere evrildiği sürecin yol
açtığı ilk sonuçlardan biridir.
9.
Sizdeki silâhlı öncü anlayışı fokocu mu?
Hayır
değil. Bizim bakış açımıza göre, İtalya’da silâhlı mücadeleyi sınıf hareketinin
dolaysız bir ifadesi olan bir örgüt yürütmelidir. Biz de bu sebeple isyanın ve
sömürünün yoğunlaştığı sanayi merkezlerinde oluşturulmuş fabrika ve mahalle
temelli işçi hücrelerinden oluşacak bir yapıyı meydana getirmek için
uğraşıyoruz.
10.
O hâlde sizin hazırlık aşamasında olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Genel
mânâda bu aşama dâhilinde seçtiğimiz yol, deneyim ve kadro biriktirmeyi öngören
uzun bir süreçten geçmemizi gerekli kılıyor. Ama öte yandan bu aşamanın sınıf
mücadelesinden ayrı ele alınmaması gerekiyor. Ne yapılacaksa sınıf mücadelesi
dâhilinde yapılacak.
11.
Peki bu aşamada olmasına karşın Kızıl Tugaylar, çatışma süreci dâhilinde
belirli bir rol oynayacak mı?
Sınıf
hareketi içerisinde belirgin bir eğilim mevcut. Bu eğilimin devrimci mücadelede
yeni örgüt biçimlerinin gerekli olduğunu söyleyen, meclis dışı örgütlerle
hiçbir alakası bulunmayan bir eğilim olduğunu söylemek gerek. Bu eğilime göre
doğrudan eylemler, gizlilik yöntemleri ve özsavunma amaçlı örgütler üzerinde
durulmalı. Kızıl Tugaylar, işte bu ihtiyacı gördü ve gerekli taktiksel aşamayı
teşkil eden ilk deneyim aşamasından stratejik silâhlı mücadele aşamasına
geçilmesini önerdi.
12.
Bu geçişin gerçekleşmesi için gerekli şartlar nelerdir?
İktidar
mücadelesi veren hiçbir silâhlı devrimci hareket, iki temel şartın bilincine
varmadan mücadele yürütemez: 1) Tüm düzeyleriyle iktidarın karşısına dikilme
(politik tutsakların özgürleştirilmesi, katil polislerin idam cezasına
çarptırılması, kapitalistlerin mallarına el konulması vb.) ve çatışma sürecinin
tüm düzeylerinde hayatta kalmayı bilme; 2) Fabrikalarda ve işçi mahallelerinde
alternatif bir güç hâline gelme.
13.
Alternatif proleter güç derken neyi kastediyorsunuz?
Bize
göre devrim, basit mânâda teknik-askerî bir olgu değildir, silâhlı öncü,
silâhsız kitle hareketinin silâhlı kanadı olarak görülemez, öncü kitledeki
birliğin zirvesi, o kitlenin iktidar talebidir.
14.
Bu aşamada hangi çizgide ilerlemek niyetindesiniz?
Son
aylarda örgütümüz, sınıf hareketi içerisinde stratejik bir tartışmanın
başlaması için uğraştı. Bugünse bize göre asıl mesele, örgütlenme çalışmasıdır.
Başka bir ifadeyle, silâhlı örgütün burjuvazinin taktiksel saldırılarını
karşılamayı amaç edinmiş olan ilk biçimlerinin, fabrikalardaki mahallelerdeki
ve okullardaki gündelik mücadeleler dâhilinde kök bulmasını sağlamak
zorundayız. Bu amaç doğrultusunda patronların uyguladığı terörün nesnel ve
öznel yönleriyle mücadele ederken, çalışma hayatının ve toplumsal hayatın
kapitalist planda örgütlendiği sürece karşı verilecek mücadeleyi kapitalist
iktidar yapısına karşı mücadeleden ayırmamak, faşist çetelerin uyguladığı
şiddete karşı koymak, bir yandan da politik ve askerî örgütçülerle yeterli bir
güç oluşturup vurmak, sınıf hareketine mensup militanlara ve sınıfın
çıkarlarına saldıran polislerin, ajanların ve hâkimlerin işlediği suçların
cezasız kalmamasını sağlamak gerekiyor.
İlk
planda yapılması gereken böylesi eylemler, bizim halkı seferber etmemizi,
ayrıca tasfiyeci ve kötümserliğe boğulmuş eğilimlerin yayılmasına mani olmamızı
mümkün kılacaktır. Genel mânâda bu çatışma süreci, önceki durumun yeniden
oluşma ihtimalini ortadan kaldırmayacaksa da silâh temelli iktidar mücadelesi
nezdinde gerekli olan stratejik çatışmanın öncülü olarak iş görecektir.
15.
O hâlde Kızıl Tugaylar’ı geçiş örgütleri olarak nitelendirebilir miyiz?
Hayır
nitelendiremeyiz, çünkü silâhlı mücadele, işçilerden oluşan fabrika komiteleri,
işçi-öğrenci birlikleri veya meclis dışı solun kurduğu politik örgütler
türünden ara yapılarla yürütülemez. Silâhlı mücadele, daha işin başından
itibaren, proletaryanın stratejik örgütüne ihtiyaç duyar.
16.
Burada partiden mi söz ediyorsunuz?
Kesinlikle.
Kızıl Tugaylar, proletaryanın silâhlı mücadele yürüten partisinin oluşumu için
gerekli ilk toplaşma noktalarıdır. Bizim komünist ve devrimci işçi hareketi
geleneğiyle bağımızı kuran da tam olarak bu noktalardır.
17.
Meclis dışı örgütlerle ilişkiler konusunda ne tür bir konum belirlediniz?
Bizim
kısır, hiçbir sonuç üretmeyen ideolojik polemik yürütmek gibi bir derdimiz yok.
Meclis dışı örgütlere yönelik tavrımızı asıl tayin eden, onların silâhlı
mücadele konusunda aldıkları konumdur. Gerçekte bu örgütler, kendilerini
devrimci olarak tarif etseler de bünyelerinde pasifist akım yeniden
güçlenmektedir. Bu, bizim asla paylaşmayacağımız bir vasıftır. Bu vasıf,
örgütlerin proletaryanın silâhlı örgütüne güçlü bir biçimde karşı çıkmalarına
neden olmaktadır. Oysa bu örgütlere mensup bazı militanlar, silâhlı mücadele
perspektifini benimseyeceklerdir. Bunlarla tartışma yürütülmelidir. Tek mesele
bu da değildir: zamanlama ve takip edilecek taktikler, ayrıca örgütün
proleterleşmesi gibi konuların tartışılması gerekmektedir. Öte yandan mevcut
öncü yapıların gizemli ve kutsal birer varlıkmış gibi takdim edilmesine de
karşıyız. Bu yaklaşım, söz konusu yapıları sınıfın öncüleri olarak
tanımlamaktadır. Proletaryanın politik ve silâhlı öncülerini inşa etme meselesi
hâlen daha tartışılması gereken bir konudur. Bu mesele, ne kendi kendisini
yüceltip duran yüzeysel girişimlerle ne de işçi sınıfı açısından önem arz
etmeyen güçlerin birikmesini esas alan planlarla çözüme kavuşturulabilir.
18.
Meclis dışı sola mensup bazı örgütlerin size yönelik suçlamaları konusunda ne
düşünüyorsunuz?
Bu
noktada bize yönelik suçlamaları ikiye ayırmamız gerekiyor: ilki özünde bizi
“maceracılık”la eleştiriyor ve bizim yeterli silâhlı aygıta sahip olmaksızın
silâh kuşanmış burjuvaziyle çatışmayı öngördüğümüzü iddia ediyor. Bizi militan
bir tarzda eleştirenler bile bu tür bir yargıda bulunabiliyorlar.
Diğer
tür suçlamayı dile getirenlerse bizi “provokatör” veya “faşist” olarak
resmediyorlar ve bizim politik bir cevabı hak etmediğimizi söylüyorlar. İlgili
suçlama, uygun anı dikkate alan bir eylemliliği öngörüyor. Bu suçlamaların
ötesinde biz, esas olarak sınıf mücadelesinin ilerlemesiyle proleterleşme
sürecine gireceğine inanıyoruz ki bu esasen, silâhlı mücadeleye dair konumun
kaçınılmaz olarak tasnif edici, ayrıma sebebiyet veren bir ölçüt hâlini aldığı
bir süreç. İtalya Komünist Partisi de bu sürece girecek. Bu sebeple biz, sözde
devrimci aydınlarda yaygın olarak görülen her türden ideolojik hizipçiliği
reddediyoruz ve silâhlı mücadele yolunu seçen tüm yoldaşlarımızla güçlü bir
birlik oluşturmaya dönük hedefimizi tekrar dillendiriyoruz.
[Kaynak:
Chris Aronson Beck, Reggie Emilia, Lee Morris, Ollie Patterson, Strike One
To Educate One Hundred, A Seeds Beneath the Snow Publication, 1986,
s. 56. 59.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder