Yılmaz Güney, Umut isimli filmini çekmeden önce
yapımcıların kapısını çalar. Hepsi de filmin ve hikâyesinin tutmayacağını,
destek vermelerinin mümkün olmadığını söyler. Son gittiği görüşmede aynı cevabı
alan Güney, odadan çıktıktan sonra yumruğunu sıkar ve “size bu ülkenin İstanbul
ve Ankara’dan ibaret olmadığını göstereceğim” der.
Umut çekilir,
sansür kuruluna gider. Kurul, esas olarak filmdeki zengin-fakir ayrımına kafayı
takar, hatta “zengin korkak olur, zenginlerin canı tatlıdır” sözünden bile
rahatsızlık duyar ve zengini kötü gösteren sahnelerin çıkartılmasını talep
eder.
Öte yandan, aynı Yılmaz Güney, birkaç yıl sonra Mart
1976’da hapishanede çocuk koğuşunda çıkan ayaklanma konusunda yazdığı
bildiride, “Çinçin’in, Yenidoğan’ın, Hıdırlık’ın, Ankara’nın tüm fakir
semtlerinin çocuklarına, virane ve gecekondu sakinlerine” seslenir.[1]
* * *
Bugün seçim yapıldı ve gene AKP’ye oy veren kitlelerle
dalga geçenler, içindeki tüm irini akıtma fırsatı buldular. Hepsinin
yazdıklarında o sansür kurulundaki paşaların aklı, fikri konuşuyor. Türkiye’nin
sadece Ankara ve İstanbul’dan ibaret olduğunu düşünüyorlar, zafer sarhoşluğunun
sebebi bu. İki belediyede teslim edilen koltuk, çok kıymetli. O yüzden sosyal
medyalarında iki kentin GSMH içerisindeki payını gösteren tabloyu paylaşıp,
zevkten dört köşe oluyorlar. O tabloda işçi de ezilen de yok çünkü.
Sendika koltukları da kıymetli. Fıkra gibi anlatılan
bir hikâye vardır. EMEP’li bir sendika başkanı, sendika seçimini kaybedince
uzun süre oturduğu başkanlık koltuğunu evine götürmüş. Bu zihniyetin işçi
sınıfı mücadelesiyle bir alakası olamaz. Ankara ve İstanbul’a daralmış bir
pratik, gerekli ağlara bağlanır ve o ağın örümceği gibi düşünmeye alışır.
Sendika koltukları ve alınan maaşlar da belirli bir ağ oluşturur. Solun o ağı
dağıtması mümkün değildir.
Sorun buradadır. Mesele, Lenin’den cümle cımbızlamak,
o cümleleri bağlamlarından çıkartıp istismar etmek değil, bugünde ezilenler,
sömürülenler için mevziler örmektir.
* * *
Üç gün önce CHP’ye destek açıklaması yapıp[2] üç gün
sonra “CHP’ye karşıyız” denilemez.[3] Bu ayak oyunlarının işçi sınıfına hayrı
yoktur. “İşçiiiiiii” diye bağırmak, işçiden yanaymış gibi görünmek, teoride ve
pratikte işçilere alan açmamak içindir. İşçi, “işçiii” diye bağırmaz, derdini,
umudunu bağırır. Aslolansa, “küçük burjuvanın ve ondaki saadetin özgürlüğü
değil, mücadelenin özgürlüğüdür.”[4]
İşçici ve ezilenci pratik, işçiye ve ezilene tüm alanı
kapatmak için vardır. Meselesi, küçük burjuva ve onun saadetidir. Mücadeleyi
esas olarak sevmez. Onu esir alır. Sadece belirli koltukları kaplaması, suyun
başını tutması, biraz değer görmesi, dünyalık biriktirmesi gerekir.
Sol, giderek dünyalık biriktirme pratiğine
dönüşmektedir. Küçük burjuva, işin başını ve sonunu kendisine bağlar, süreç
içerisinde herkesi kendisine mecbur eder. Dolayısıyla, onun işle ve mücadeleyle
bir alakası yoktur, aidiyet nedir bilmez. Her şeyi mülk ve mülkiyet üzerinden
anlar.
* * *
Son seçim ardından solcular, “lise mezunu olmayan,
beyaz, eğitimli vs. olanlar oy kullansın, bu cahiller oy kullanmasın”
nakaratını tekrar dillerine doladılar. Bu yaklaşım, işçi ve ezilenle ilgilidir.
Onların siyasette yerinin olmadığını düşünmektedirler. O sol küçük burjuva
akıl, her yanı kuşatmıştır. İşle ve mücadeleyle ilişkisini kesenler, işçi ve
ezilenle de kesmektedirler.
Dersim’de CHP’ye çalışanlar, ne yaptıklarının
farkındadırlar. İşçinin, ezilenin bağımsız devrimci bir hat açmasını
istemezler, isteyemezler. Küçük burjuva adına, onun için, siyaseti pazarlık
olarak icra etmeye mecburdurlar. O siyasette işçiye, ezilene yer yoktur. İşçi
ve ezilenin umudu, CHP’ye bağlanmıştır.
CHP ise AKP’nin bağlı olduğu yere bağlıdır. Mesele,
CHP’ye oy verilmesi değil, bunun kutsanması, yüceltilmesi, mutlaklaştırılması,
övülmesi, ilke hâline getirilmesidir. Dikkat edilmesi gereken husussa şudur:
CHP, sosyalist hareket içerisine yerleştirdiği kadrolarını bir bir çağırmakta,
birikimlerini kendi kasasına kapatmaktadır.
* * *
Ülkede elli yıldır sola açılan alan, belirli bir emir
vermektedir. Solcular, o emre göre hareket etmelidirler. Sola açılan alansa
burjuva siyaseti içi gerilimlerle alakalıdır. Bize o gerilimlerden medet ummak
öğütlenmektedir. Her şey, hayat, kâinat burjuvaziye aittir, bize “o mülke ve
rekabete boyun eğin” denmektedir. Küçük burjuva, bunun için vardır. O, sadece
“ah şu CHP’yi bana vercekler ki!” deyip durur.
Sola açılan alanın işçilerle, ezilenlerle bir alakası
yoktur. Var olan bağlar, tek tek kopartılmıştır. Bugün Yılmaz Güney’in
çağrısına inat, herkes sınırsız ve sınıfsız bir yerden konuşmaktadır. Sola
açılan alan ve o alanın gerçek sahiplerinin emri, bu yöndedir.
Twitter ve genelde sosyal medya, bugün sol için tek
varlık alanıdır. Bunlarda sorun yoktur, sorun, solun burayı sınırsızlık ve
sınıfsızlık mekânı olarak kodlamış olmasıdır. Sosyal medya, sendikal çalışmanın
yerini almıştır. Çünkü orası daha rahattır. Eskiden sınırsızlığın ve
sınıfsızlığın mekânı sendika idi. Kimileri için üniversiteydi. Tüm bu
mekânların yerini egemenlerin örümcek olduğu ağlar aldı.
Mesele, Ankara ve İstanbul’daki seçim zaferinin
sosyalist hareketi de sarhoş etmesidir. Artık Kürdistan kalmamıştır,
hapishaneler, oradaki isyan manasızdır, yoksulların direnişi değersizdir, tüm
politik unsurlar, toparlanıp sumen altına süpürülmüştür. Sumen, ağaların
paşaların isimliklerinin kirlenmemesi için kiri pası sakladıkları örtünün
adıdır.
* * *
Umut, ancak
Ankara-İstanbul dışına çıkabilenler tarafından çekilebilecek bir filmdi. Bugün
böyle bir film çekilemez.
Umut, o örümceklerin ördükleri ağların dışına çıkıp
yoksulla, ezilenle, işçiyle, onların derdi ve öfkesiyle buluşulduğunda
somuttur, gerçektir. Somut ve gerçek, burjuvaya aitmiş gibi görüldüğü sürece,
devrime ve sosyalizme uzanan yolu asla göstermez.
Eren Balkır
3 Nisan 2019
Dipnotlar:
[1] Yılmaz Güney, Umut Filmi Senaryosu, Academia.
[2] “İstanbul ve Ankara açısından temel yaklaşımımız,
Türkiye siyasetinde belirleyici rolü açısından Cumhur İttifakı’na kaybettirmek
üzere CHP’ye oy vereceğiz.” [Emek Partisi MYK Üyesi İskender Bayhan, 25 Mart
2019, Evrensel.]
[3] “Ancak bu onun karşısındaki tüccar, inşaatçı,
düzen içi belediyecilik anlayışı açısından neredeyse hiçbir farkı bulunmayan
CHP ve İmamoğlu’nun anlayışını desteklediğimiz anlamına gelmemektedir.” [Emek
Partisi, 1 Nisan 2019, Evrensel.]
[4] V. I. Lenin, “Belediye Sosyalizmi”, 24 Şubat 2014,
İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder