08 Şubat 2016

Kimlik Siyasetinin Laneti ve Hatası

Bence artık bu kadar zırvalık yeter: kimlik siyaseti, ABD’deki sol hareketlere çok uzun bir zamandır musallat olmuş bir lanettir. Aksini söylemek mümkün mü?

Obama dönemi boyunca solcular, kimlik siyasetine getirdikleri eleştirilerden ötürü sürekli azar işittiler. Ben de dâhil birçok isim, ırkçılıkla suçlandı. Irkçılık mı, şaka mısınız siz? 

Ömrümün son on yılını ilerici toplumsal hareketlere vakfederek geçirdim ve ben, Obama’nın ciğeri beş para etmez bir emperyalist olduğunu düşündüğüm için ırkçıyım öyle mi? Hadi be oradan!

Bugün benzer eleştiriler, başkanlık için yarışan Hillary Clinton bağlamında da dile getiriliyor. Ona dönük her türden eleştiri, Clinton’ın yalakalarınca “cinsiyetçilik” olarak değerlendiriliyor.

DemocracyNow! isimli programda Clinton’ın dalkavuğu, (eski ACORN CEO’su ve hâlihazırda New York’taki Siyah Enstitüsü ve Çalışan Aileler Partisi üyesi) Bertha Lewis, cahilce bir yaklaşım sergiledi. Elbette bunların hiçbirisi şaşırtıcı değil, sıradan, ama aynı zamanda moral bozucu ve can sıkıcı.

Röportajın en iyi kısmı, Bertha’nın şu sözlerinin geçtiği yer: “Bir devrime tanık olmak istiyorsanız, o vakit bir kadın başkan seçin!” Esasında belki de Bertha haklı: öyle ya, Thatcher döneminde İngiltere, her ne kadar devrimci solcuların görmek istediği tipte olmasa da, tam bir devrime tanıklık etti!

Gelgelelim, kimlik siyasetinin laneti salt seçim sath-ı mailine girmiş olmamızla ilgili değil. Aktivistlerin birçoğu, kadınlara kötü muamele edildiği için ABD’nin Afganistan’dan çıkamayacağını söylüyor. ABD’nin askerî mekanizmasına hizmet etmek, ilericilik olarak görülüyor. Siyahlar ve melezler Demokratları desteklediğinden bana sürekli “ehven-i şeri seç” deniliyor.

Savaş karşıtı bir örgütün yönetim kurulunda savaşlara ve militarizme son vermek kadar etnisite, ırk ve cinsiyet kotalarının karşılanmasından bahsedip durduk. Esasında Şikago’daki stratejik geri çekilme esnasında her gün hangi zamirleri kullanmayı tercih ettiğimizi tartıştık. Evet, bugün modern aktivizm bu hâle dönüşmüş durumda.

Bu esnada insanlar, bilhassa gençler, ilerici politika, onun hataları ve yetersizlikleri konusunda kıymetli dersler alıyorlar.

Bereket versin, Iowa’daki genç seçmenlerin (otuz yaş altındaki kadınların yüzde 84’ü) Clinton’ı değil Sanders’ı destekledi. Kanaatimce bu eğilim sürecek. Kimlik siyasetinin hâkim olduğu bu dönem artık sona erecek. Orta yaşlara gelmiş, orta sınıfa mensup beyaz kadınların öfkesi diniyor. Genç kadınlar, “ilk kadın başkan” lafını işitmekten bıktılar. Artık onlar, beyaz orta sınıfın küçülmesine odaklanan burjuva feminizmiyle değil, ülkedeki kadınların ekseriyetine katkı sunacak politikalarla ilgileniyorlar.

Asıl soru şu: Bu kimlikçilik oyununa daha ne kadar devam edeceğiz? 2020’de de merkeze çekilmiş bir Latin veya LGBT aday için mi dans edip şarkı söyleyeceğiz? Umarım böyle bir şey olmaz.

Sonuçta ailelerini ve dostlarını insansız hava araçlarıyla öldürenin bir kadın veya erkek olduğu Iraklı ve Afgan çocukların umurunda değil. Onlar için asıl mesele, kendilerini kimlerin öldürdüğü.

Bu, ülke içine dönük olarak da geçerli: tarihteki en berbat ticaret anlaşmasını (Trans Pasifik Ortaklığı’nı) beyaz bir kadının mı yoksa siyah bir erkeğin mi imzaladığı birçok Amerikalının umurunda değil. Onlar, bellerini bükenin güçlü seçkinler olduğunu gayet iyi biliyorlar.

Kanaatimce kimlikçiler, o kimlikçilik oyunlarını oynamaya devam ettikçe ilerici mahfillerde o ölçüde destek ve ilgiyi kaybedecekler. Bugün Siyahların Hayatı Önemlidir içindeki genç siyahî aktivistler ve muhtelif cemaat örgütlenmeleri, siyahların güçlü konumlarda olmasının onların koşullarını otomatikman düzelteceğine dair hâkim liberal söyleme itiraz ediyorlar.

Sonuçta siyahî aktivist dostlarım, beyaz bir polis müdürünün yerine siyahî bir polis müdürünün getirilmesiyle hiç ilgilenmiyorlar. Kadın dostlarımsa patriyarka yerine layt bir patriyarkayı geçirmek derdinde değiller. Bu nedenle, genç aktivistlerin, yaşları büyük olanlardan farklı olarak, aynı saçma ideolojik oyunlara figüran olmak gibi bir dertleri yok. Bizi asıl heyecanlandırması gereken şey işte bu.

Kimlikçiler, ideolojik savaşı birçok yönden kaybettiler. Her şeyin ötesinde çok sayıda Latin sınır dışı edildi, Afrikalı-Amerikalılar, bugün Obama öncesine kıyasla daha kötü durumdalar, kadınlar, dindar muhafazakârların saldırılarına maruz kalıyorlar. Tüm bunlar, kırk yıllık kimlik siyasetinin ardından gerçekleşti. Şurası açık ki Chris Hedges’ın “butik politik meseleler” dediği şeye odaklanmak, siyahların veya kadınların yaşam standartlarının artması ile sonuçlanmadı. Ama gene de söylemek gerekir ki kamuoyu, bu meseleler konusunda eskisine nazaran daha fazla bilgilendi.

Peki tüm bu süreç bize ne kazandırdı? Güçsüzlük ve örgütsüzlük. Solun hiç güçlü olmadığı, sorunun aşılması konusunda gerekli olan altyapı ve kurumlardan mahrum kaldığı açık. İktidarın baskıya dayalı gerçeği hakkında konuşmak yerine solcular, çoğunlukla “başka hikâyeler anlatmak”tan ve “hâkim söylemleri değiştirmek”ten söz ediyorlar.

Esasında sol, çağımızın ekoloji, militarizm ve ekonomi gibi meselelerini ileriye dönük yaklaşımlar dâhilinde daha çok ele aldıkça halk da sol örgütlere ve hareketlere o kadar çok yönelecektir.

Bugün kimlik siyaseti, hayli revaçta. Ama bu süreç de artık sona yaklaştı.

Deniz yükseldikçe ve zenginler yağmaya devam ettikçe, halk da radikal alternatifleri hakkıyla görecek, liberal palavralara rağbet etmeyecektir.

Vincent Emanuelle
8 Şubat 2016
Kaynak

0 Yorum: