Bill & Melinda Gates Vakfı (BMGV)
1999’da kurulan ve ilk bağışını Microsoft’tan alan
Bill & Melinda Gates Vakfı (BMGV), bugün dünyanın en büyük özel vakfı,
hatta öyle büyük ki Ford Vakfı, Rockefeller Vakfı ve Carnegie Derneği gibi bir
zamanların en önemli oyuncularını gölgede bırakıyor.
BMGV, dünyanın en zengin ve en acımasız
kapitalistlerinin at koşturduğu bir sahada tüm o istisnai zorbalığıyla epey bir
itibar elde etti. Gates ailesinin çıkarlarının ve tutkularının yönlendirdiği
vakıf, kurucusu dışında kimseye tek kuruşun hesabını vermiyor. Vakfın
stratejilerini, bizzat Bill Gates oluşturup onaylıyor. Vakfın ele aldığı
argümanları bizzat o çıkıp savunuyor, örgütün yönünü o belirliyor.
Gates’in hayır işlerine yaklaşımı, muhtemelen onun
demokrasiye yönelik tutumundan kaynaklanıyor:
“Devlete
yaklaştıkça, işlerin nasıl döndüğünü gördükçe, ondan giderek uzaklaşıyorsunuz.
Bu adamların bütçe konusunda bir bilgileri bile yok. […] Tüm bu insanların oy
kullanacaklarını, giderek karmaşıklaşan konulara dair görüş geliştireceklerini
aklınıza getirince şunu düşünüyorsunuz: bulunan en kolay cevap, gerçek cevap
değildir. Bu, oldukça tuhaf bir sorun aslında. Bu türden sorunlarla yüzleşen
demokrasiler, bu şeyleri daha iyi mi hallediyor acaba?”
Gates’in hayırseverlik üzerine kurulu
imparatorluğunun üzerinde güneş batmıyor, üstelik bu imparatorluk giderek
büyüyor. ABD’de BMGV, esas olarak “eğitim reformu” meselesine odaklanıyor,
devlet okullarının özelleştirilmesine dönük çabalara destek sunuyor, öğretmen
sendikalarının kendisine bağlı hâle gelmesi için uğraşıyor. ABD’deki vakıf
faaliyetlerinden daha kapsamlı çalışmalar yürüten dış şubelerse gelişmekte olan
ülkeleri hedef alıyor ve bulaşıcı hastalıklar, tarım politikası, üreme sağlığı
ve nüfus kontrolü gibi meselelere yoğunlaşıyor. Sadece 2009 yılında BMGV, dünya
genelinde yürüttüğü projelere 1,8 milyar dolardan fazla para harcadı.
BMGV, bir yandan da yardımseverlik denilen sahaya
şirketler arasında cereyan eden rekabeti taşımakla ve iş planlamasına dair
normları uygulamakla övünüyor. Vakfı inceleyen bir isme göre “Bill Gates,
sıtmanın kökünü nasıl kuruttuğunu, tıpkı Netscape denilen bağımsız bilgisayar
şirketinin kapısına nasıl kilit vurduğunu anlatır gibi anlatıyor.” Fortune dergisinin en büyük beş yüz şirket
listesinde yer alan şirketler gibi BMGV de stratejik ortaklıklarla
yatırımlarını artırmaya çalışıyor ve vakfın girişimlerinin elde ettikleri
başarıları sayısal ifadelerle değerlendirmeye tabi tutuyor:
“Vakıf,
sağlık veya eğitim hizmeti sağlama alanına yatırım yapmıyor. Bunun yerine biz, sistemlerin
başarısını yukarı çekecek ve bu hizmetler insanlar için daha iyi sonuçlar
ortaya koysun diye yenilik yapacak yollar belirliyoruz. Tüm stratejiler,
ortaklarımızın etkisini artıracak düzeye ulaşmalarını sağlıyor. Stratejiler, bütünüyle
teknolojinin rolü üzerinde duruyor.”
Vakıf, esasen sadece yaptığı harcamalarla değil,
ayrıca STK’lar, devlet kurumları ve özel şirketler gibi “ortak şirketler”den
oluşan gelişkin ağ üzerinden güç elde ediyor. Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık
Örgütü’nün en büyük üçüncü bağışçısı olan vakıf, dünya sağlık politikasının
oluşum sürecini yöneten ana güçlerden biri.[1]
Vakfın kendi boyunu aşmış olan nüfuzu, Cenevre’de
her daim hoş karşılanan bir olgu değil. 2008’de basına sızan bilgi notunda DSÖ’deki
sıtma programına başkanlık eden Arata Kochi, vakfın yürüttüğü sıtma
araştırmalarıyla sürece hâkim olmaya başladığını, bu durumun bilim insanlarının
farklı görüşler dile getirmesine mani olduğunu ve DSÖ’nün politika yapma
işlevini ortadan kaldırdığını söylüyordu.
Vakıf, bugün kapsamı epey geniş olan, çok farklı
alanlara nüfuz eden kamu-özel işbirliklerini yönetiyor. Yardımlar dağıtan bu
kuruluşlar, devletlerarasındaki ayrımları silikleştiriyor. Yurttaşlarına zerre
hesap vermiyor, sadece hissedarlarına hesap veren kâr amaçlı işletmeler olarak
çalışıyor.
Örneğin 2012’de bir çalışma başlatılıyor. Burada amaç,
o güne dek göz ardı edilmiş tropikal hastalıklarla mücadele etmek. Sürece ABD
Uluslararası Kalkınma Ajansı, Dünya Bankası, Brezilya, Bangladeş ve BAE gibi
devletler, ayrıca 13 ilâç şirketinden oluşan bir konsorsiyum dâhil oluyor. Bu
konsorsiyumda adı kötüye çıkmış, Merck, GlaxoSmithKline ve Pfizer gibi büyük
ilâç tekelleri yer alıyor.
“AIDS, Verem ve Sıtmayla Küresel Mücadele Fonu” ve
(Dünya Sağlık Örgütü ile aşı endüstrisini birbirine bağlayan, Gates’in
fonladığı kamu-özel işbirliği olarak) “GAVI Aşı İttifakı” türünden “çok
paydaşlı girişimler”in ardında hep BMGV’yi görüyoruz.
Bu türden adımlar sayesinde vakıf, farklı
şirketlerin yer aldığı girişimlerdeki payını artırma imkânı buluyor. Aynı şekilde,
bu girişimlerde özel şirketler, stratejik yatırım programları üzerinden güçlerini
artırıyorlar ve kâr elde ediyorlar. ABD hükümeti, bu sürecin önemli ve
stratejik bir ortağı.
Aynı zamanda BMGV, ABD Uluslararası Kalkınma
Ajansı ve Hastalık Kontrolü ve Korunma Merkezi ile sıkı ilişki içerisinde.
Kurucusu sayesinde Gates Vakfı, Beyaz Saray’a hiçbir kısıtlamayla karşılaşmadan
girebiliyor. Ayrıca vakıf, vergi kanunları konusunda bir sıkıntıyla da
karşılaşmıyor. Bu kanunlar sayesinde özel yardım kuruluşları belirli bir zırha
sahip oluyorlar. Hatta devlet, ilgili kuruluşları etkin bir biçimde finanse
ediyor.
Gates Vakfı, ulusal hükümetlerin ajandalarına ve
faaliyetlerine doğrudan müdahale ediyor. Örneğin Uganda’daki belediye
altyapısının geliştirilmesi ile ilgili projeye finansman sağlıyor veya “Tuvaletin
Yeniden İcadı” başlıklı çalışmada Hindistan Bilim Bakanlığı ile birlikte
çalışıyor.
Aynı zamanda vakıf, kendisinin destek verdiği
girişimlere hükümetler para akıtsın diye lobi faaliyeti yürüten STK’lara destek
sunuyor.[2] Hatta BMGV, Pakistan hükümetinden, faaliyetlerine destek verecek
güvenlik tedbirlerini talep edebiliyor.
Yoksul ülkelerin başındaki hükümetlere nüfuz
etmek, vakfın asıl görevlerinden biri: Vakıf, büyük ilâç tekelleri türünden,
sağlıkla bağlantılı ulusötesi şirketlerin ürettikleri ürünler konusunda bu tür
ülkelerde talep yaratmak için uğraşıyor. Yıllık gelirleri bir trilyon dolara
yaklaşmasına rağmen küresel ilâç endüstrisi, kalıcı kriz koşullarından bir
türlü kurtulamıyor, üstelik bir de çıkıp kendisine pahalıya patladığını
söylediği mevzuatları ve yönetmelikleri suçluyor.
Bir ilâcı piyasaya sürmek için
araştırma-geliştirme, testler ve reklâm konusunda epey para harcamak gerekiyor.
Bu ilâçları satın alan hükümetlerden gelen yardımı almak için en başarılı
ilâçları bile kârlı bir hâle sokmak gerekiyor. Bu noktada BMGV, arabulucu
olarak iş görüyor. Tüm gücünü, ülkelerin sağlık bakanlıklarını ilâç alımı
için tahsis edilmiş, zaten kıt olan parayı aşı ve gebelik önleyiciler gibi
ilâçlara yatırmaya teşvik etmek için kullanıyor. Bu satın alınan ilâçların
yükünü ise gelişmekte olan ülkelerde, verecek parası az olan yerlerde, vergi
ödeyen halk omuzluyor. Sonuçta da kâr, çevreden merkeze akıyor.
Aynı zamanda BMGV gücünü, güvenlik testlerinin
yapılması için de kullanıyor. Vakfın tanıtım bülteni, kendisinin gelişmekte
olan ülkelerin gerçeklerine uygun biçimde geliştirilmiş AR&GE
stratejilerine sunduğu desteği “bilimsel keşiflerin uygulanabilir çözümlere
tercüme edilmesi” olarak tarif ediyor ve aşı türünden müdahalelerin
değerlendirilip geliştirilmesi için yollar bulduklarını söylüyor. Bültene göre
aşı benzeri müdahaleler, pahalı ve zaman harcanmasına sebep olan klinik
denemeler öncesi incelemeye tabi tutuluyor.
Esasen BMGV, büyük ilâç tekellerine gelişmekte
olan ülkelerdeki ucuz ilâç denemelerine destek vermek suretiyle, onların
mevzuatları aşmasına yardım etme vaadinde bulunuyor.
2014-2015’te Afrika’da görülen Ebola salgınının
kontrol altına alınmasından kısa bir süre sonra vakıf, Sahraaltı Afrikası’nda
üç yıl içerisinde ilâç kayıt sürelerini yarı yarıya azaltmak için lobi
faaliyeti yürüteceğini açıkladı. Vakfın iddiasına göre bu tenzilat, kaliteden
ve güvenlikten ödün vermeden yapılacak. İlgili çalışmada vakıf, söz konusu
girişimi, birçok insanın hayatını kurtaracak, acil durumlarda alınması gereken
bir tedbir olarak takdim etti, böylece gerekli kılıfı ördü.
Oysa geçmişte vakfın güvenlik mevzuatını delmeye
dönük çabaları, bazen insanların çile çekmesi ve ölümlerle sonuçlanmıştı. Örneğin
Gates’in destek verdiği, yasaya aykırı olan HIV aşısına dönük klinik denemeler,
Hindistan’da yedi genç kızın ölmesine, yüzlerce insanın yaralanmasına sebep
olmuştu.
Muhtemelen vakfın icra kurulundaki isimler, bu
ölümleri maliyet-fayda analizi tablosuna eklediler ve iş dünyasının pratikleri
dâhilinde taahhütlerini yerine getirmeyi sürdürdüler.
Esasında vakfın faaliyetleri, hacimli, dikey
örgütlenmiş, çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinden farksız. Vakıf da Seattle’daki
vakıf merkezinden başlayıp tedarik, üretim ve dağıtım aşamalarından geçen,
oradan da Afrika’nın ve Güney Asya’nın köylerindeki milyonlarca isimsiz ve
yoksul “son kullanıcı”ya ulaşan tedarik zincirindeki her bir aşamayı kontrol
ediyor.
Yazılım piyasasını ele geçirmek için geliştirdiği
stratejileri vakıf sahasında kullanan Gates, halk sağlığı sahasında tekel
hâline gelmiş durumda. Vakfın dünya genelinde sahip olduğu nüfuz, bugün eski
icra kurulu başkanı Jeff Raikes’in dile getirmek zorunda kaldığı düzeyin çok
üstünde: “Biz, Birleşmiş Milletler’in yerini alıyor değiliz. Ama bazı insanlar, gene de bizim çok yönlü ve yeni bir örgüt formu olduğumuzu söylüyorlar.” 2014-2015’teki
Ebola salgını, Raikes’in bu övüngen ifadesini teyit eden bir yığın veri sundu.
Jacob Levich
[Kaynak:
American Journal of Economics and
Sociology, Cilt 74, Sayı 4 (Eylül 2015), s. 716-720.]
Dipnotlar
[1] Global Health Watch. (2008). Global Health Watch 2: An Alternative World
Health Report, s. 250.
[2] Global Health Watch, s. 251.
0 Yorum:
Yorum Gönder