22 Ocak 2021

,

İki Faşizm

Bugünlerde kökleri ve sebepleri konusunda yığınla söz söylenen faşizmin krizi, esasen faşist hareketin evrimine dair ciddi bir inceleme ile kolaylıkla izah edilebilecek bir meseledir.

Mussolini’nin kurduğu Faşist Mücadele Birlikleri İttifakı [Fasci di combattimento] savaş sonrasında sahneye çıktı. Bu yapı, o dönemde oluşturulmuş olan muhtelif savaş gazisi derneklerindeki küçük burjuva niteliğe sahipti.

Sosyalist hareketin güçlü muhalefetine bağlı olarak örgüt, kapitalistlerin ve devlet kurumlarının desteğini arkasına aldı. İttifak, bu vasfını kısmen savaş döneminde Sosyalist Parti ile “müdahaleci” dernekler arasındaki çatışmaya borçluydu.

Birlikler, toprak ağalarının, giderek büyüyen işçi örgütleri meselesiyle başa çıkmak için Beyaz Muhafız birliklerinin kurulması gerektiğini düşündüğü bir dönemde ortaya çıktılar. Büyük toprak sahiplerinin daha öncesinde örgütlediği ve silâhlandırdığı çeteler, kısa bir süre sonra Fasci [Faşist] ismini benimsediler. Müteakip süreçte gelişme kaydeden bu çeteler, kendi özel karakterini edindiler ve proletaryanın sınıf organlarına karşı kapitalizmin Beyaz Muhafızları hâline geldiler.

Faşizm, kendi köklerinden edindiği bu karakteri hâlen daha muhafaza etmektedir. Ama yandan faşizm, kısa bir zaman öncesine dek, ağırlıklı olarak küçük burjuva olan, meclise yoğunlaşan ve “işbirlikçi” bir karakter gösteren şehirli kadrolarla, büyük ve orta ölçekli toprak sahipleri ve onlara bağlı kiracı çiftçilerden oluşan kır kadroları arasındaki gerilimleri silâhlı saldırının verdiği coşku ile gizleyebilen bir güçtü.

Kırdaki gruplar, yoksul köylülere ve örgütlerine karşı mücadele yürütüyorlar. Köylülerin birliğine karşı olan gruplar, alabildiğine gerici. Devletin otoritesi ve meclisin faydasından çok, doğrudan silâhlı eyleme inanıyorlar.

Faşizm en çok da Emilia, Toskana, Veneto ve Umbria gibi tarımın hâkim olduğu bölgelerde gelişme kaydetti. Buralarda kapitalistlerin mali desteğini arkasına alan, sivil ve askerî bürokrasinin koltuğu altına sığınan faşizm, sınırsız bir güce kavuştu.

Proletaryanın sınıf organlarına karşı acımasız saldırılar düzenleyen birlikler, kapitalistlere gayet iyi hizmet ettiler. Bir yıl gibi bir kısa süre içerisinde sosyalist sendikalar ezildi ve takatsiz kılındı.

Gelgelelim bu saldırılar, başka bir etkiye daha yol açtılar. Çok açık bir biçimde görülüyor ki tırmanan şiddet olayları sayesinde orta sınıfta ve işçi sınıfı içerisinde faşizme yönelik düşmanlık arttı.

Sarzana, Treviso, Viterbo ve Roccastrada’da yaşanan olaylar, bu şehirlerdeki faşist kadroları epey sarstı. Öyle ki Mussolini, kırsal bölgelerde faşist birliklerin uyguladıkları taktiklerin olumsuz sonuçlar doğurduğu ve tehlikeye yol açtığı tespitinde bulundu.

Ama öte yandan bu taktiklerin çok önemli sonuçlar doğurduğunu da görmek lazım. Misal, bu taktikler sayesinde Sosyalist Parti, mecliste ve kırsal bölgelerde işbirliği yanlısı, uzlaşmacı bir çizgiye çekildi.

Bu noktadan sonra kırdaki ve kentteki faşist kadrolar arasında örtük olarak yaşanan gerilimler, kendilerini tüm yönlerine dışavurmaya başladılar.

Kentteki işbirlikçi kadrolar, hedeflerine ulaştıklarına inandılar. Sosyalist Parti’nin o “sınıfsal uzlaşmazlık” çizgisini terk ettiğini düşünen kentli kadrolar, alelacele barışı tesis amacını güden anlaşma ile zaferlerini resmileştirmek istediler.

Ama tarımsal bölgelerdeki kapitalistler, köylü sınıfının “özgürce” sömürülmesini güvence altına alan taktikten vazgeçemediler. Zira bu, işçi örgütlerinin ve grevlerin yol açtığı güçlüklerden kurtulma imkânı sunan bir taktikti.

Faşist kamp, barış anlaşmasından yana olanlarla ona karşı olanlar diye ikiye bölündü ve bu yarık iyice büyüdü. Söz konusu gelişmenin kökenlerini, faşist hareketin bizatihi kendisinde aramak gerekiyor.

İtalyalı sosyalistlerin uzlaşma üzerine kurulu ehil bir siyasetle faşistler arasında yarılmayı tetiklemek gerektiğine ilişkin iddialarının sadece sosyalistlerdeki demagojiyi onaylamaktan gayrı bir anlama sahip olmadığı görüldü.

Gerçekte faşizmin “kriz”i yeni bir şey değil. O, her zaman vardı. Bu proletarya karşıtı grupların bir arada olmasını sağlayan sebepler ortadan kalktığında, bu birliklerin perde gerisindeki anlaşmazlıkları hemen derinleşecektir. Dolayısıyla kriz, daha önceden varolan eğilimlerin günışığına çıkmasından başka bir şey değildir.

Bu kriz, faşistleri bölecek. Mussolini’nin başını çektiği ve orta sınıflara (beyaz yakalı işçilere, dükkân sahiplerine ve küçük imalatçılara) dayanan meclisçi hizip, ilgili toplumsal zemini politik düzlemde örgütlemeye çalışacak. Mecburen sosyalistlerle ve İtalyan Halk Partisi ile işbirliğine yanaşmak zorunda kalacak.

Uzlaşmaya yanaşmayan, tarımsal bölgelerdeki kapitalistlerin çıkarlarını doğrudan silâhla savunmak gerektiğini söyleyen kır hizbiyse kendisine has proleter karşıtı eylemlerine devam edecek. Zira işçi sınıfı açısından en fazla önemi haiz olan bu hizip için sosyalistlerin zafer olarak görüp göğe çıkarttığı bir “ateşkes”, beş para etmez bir şeydir.

“Kriz” yalnızca, boş yere genel politik parti programı ile faşizmi meşrulaştırmaya çabalayan küçük burjuva kesimin hareketinden kopulduğunun delilidir. Oysa beyaz terörün hüküm sürdüğü son iki yılın acı tecrübeleri üzerinden Emilia, Veneto ve Tuskani’deki işçi ve köylülerin bizzat tanıdığı faşizm, farklı bir isim altında da olsa, varlığını illaki sürdürecektir.

Bugün düşmanlıklara faşist kamp içindeki kavga sebebiyle ara verilmiştir. Devrimci işçilerin ve köylülerin görevi, bu aradan istifade edip, ezilenlere ve savunmasız kitlelere sınıflar mücadelesinin gerçek hâli konusunda net bir anlayış kazandırmak, çalım satıp duran kapitalist gericiliği yenilgiye uğratmak için gerekli araçları temin etmektir.

Antonio Gramsci
25 Ağustos 1921
Kaynak

0 Yorum: