Bugünlerde
kökleri ve sebepleri konusunda yığınla söz söylenen faşizmin krizi, esasen
faşist hareketin evrimine dair ciddi bir inceleme ile kolaylıkla izah
edilebilecek bir meseledir.
Mussolini’nin
kurduğu Faşist Mücadele Birlikleri İttifakı [Fasci di combattimento]
savaş sonrasında sahneye çıktı. Bu yapı, o dönemde oluşturulmuş olan muhtelif
savaş gazisi derneklerindeki küçük burjuva niteliğe sahipti.
Sosyalist
hareketin güçlü muhalefetine bağlı olarak örgüt, kapitalistlerin ve devlet
kurumlarının desteğini arkasına aldı. İttifak, bu vasfını kısmen savaş
döneminde Sosyalist Parti ile “müdahaleci” dernekler arasındaki çatışmaya
borçluydu.
Birlikler,
toprak ağalarının, giderek büyüyen işçi örgütleri meselesiyle başa çıkmak için
Beyaz Muhafız birliklerinin kurulması gerektiğini düşündüğü bir dönemde ortaya
çıktılar. Büyük toprak sahiplerinin daha öncesinde örgütlediği ve
silâhlandırdığı çeteler, kısa bir süre sonra Fasci [Faşist] ismini
benimsediler. Müteakip süreçte gelişme kaydeden bu çeteler, kendi özel
karakterini edindiler ve proletaryanın sınıf organlarına karşı kapitalizmin
Beyaz Muhafızları hâline geldiler.
Faşizm,
kendi köklerinden edindiği bu karakteri hâlen daha muhafaza etmektedir. Ama
yandan faşizm, kısa bir zaman öncesine dek, ağırlıklı olarak küçük burjuva
olan, meclise yoğunlaşan ve “işbirlikçi” bir karakter gösteren şehirli
kadrolarla, büyük ve orta ölçekli toprak sahipleri ve onlara bağlı kiracı
çiftçilerden oluşan kır kadroları arasındaki gerilimleri silâhlı saldırının
verdiği coşku ile gizleyebilen bir güçtü.
Kırdaki
gruplar, yoksul köylülere ve örgütlerine karşı mücadele yürütüyorlar.
Köylülerin birliğine karşı olan gruplar, alabildiğine gerici. Devletin
otoritesi ve meclisin faydasından çok, doğrudan silâhlı eyleme inanıyorlar.
Faşizm
en çok da Emilia, Toskana, Veneto ve Umbria gibi tarımın hâkim olduğu
bölgelerde gelişme kaydetti. Buralarda kapitalistlerin mali desteğini arkasına
alan, sivil ve askerî bürokrasinin koltuğu altına sığınan faşizm, sınırsız bir
güce kavuştu.
Proletaryanın
sınıf organlarına karşı acımasız saldırılar düzenleyen birlikler,
kapitalistlere gayet iyi hizmet ettiler. Bir yıl gibi bir kısa süre içerisinde
sosyalist sendikalar ezildi ve takatsiz kılındı.
Gelgelelim
bu saldırılar, başka bir etkiye daha yol açtılar. Çok açık bir biçimde
görülüyor ki tırmanan şiddet olayları sayesinde orta sınıfta ve işçi sınıfı
içerisinde faşizme yönelik düşmanlık arttı.
Sarzana,
Treviso, Viterbo ve Roccastrada’da yaşanan olaylar, bu şehirlerdeki faşist
kadroları epey sarstı. Öyle ki Mussolini, kırsal bölgelerde faşist birliklerin
uyguladıkları taktiklerin olumsuz sonuçlar doğurduğu ve tehlikeye yol açtığı
tespitinde bulundu.
Ama
öte yandan bu taktiklerin çok önemli sonuçlar doğurduğunu da görmek lazım.
Misal, bu taktikler sayesinde Sosyalist Parti, mecliste ve kırsal bölgelerde
işbirliği yanlısı, uzlaşmacı bir çizgiye çekildi.
Bu
noktadan sonra kırdaki ve kentteki faşist kadrolar arasında örtük olarak
yaşanan gerilimler, kendilerini tüm yönlerine dışavurmaya başladılar.
Kentteki
işbirlikçi kadrolar, hedeflerine ulaştıklarına inandılar. Sosyalist Parti’nin o
“sınıfsal uzlaşmazlık” çizgisini terk ettiğini düşünen kentli kadrolar,
alelacele barışı tesis amacını güden anlaşma ile zaferlerini resmileştirmek
istediler.
Ama
tarımsal bölgelerdeki kapitalistler, köylü sınıfının “özgürce” sömürülmesini
güvence altına alan taktikten vazgeçemediler. Zira bu, işçi örgütlerinin ve
grevlerin yol açtığı güçlüklerden kurtulma imkânı sunan bir taktikti.
Faşist
kamp, barış anlaşmasından yana olanlarla ona karşı olanlar diye ikiye bölündü
ve bu yarık iyice büyüdü. Söz konusu gelişmenin kökenlerini, faşist hareketin
bizatihi kendisinde aramak gerekiyor.
İtalyalı
sosyalistlerin uzlaşma üzerine kurulu ehil bir siyasetle faşistler arasında
yarılmayı tetiklemek gerektiğine ilişkin iddialarının sadece sosyalistlerdeki
demagojiyi onaylamaktan gayrı bir anlama sahip olmadığı görüldü.
Gerçekte
faşizmin “kriz”i yeni bir şey değil. O, her zaman vardı. Bu proletarya karşıtı
grupların bir arada olmasını sağlayan sebepler ortadan kalktığında, bu
birliklerin perde gerisindeki anlaşmazlıkları hemen derinleşecektir.
Dolayısıyla kriz, daha önceden varolan eğilimlerin günışığına çıkmasından başka
bir şey değildir.
Bu
kriz, faşistleri bölecek. Mussolini’nin başını çektiği ve orta sınıflara (beyaz
yakalı işçilere, dükkân sahiplerine ve küçük imalatçılara) dayanan meclisçi
hizip, ilgili toplumsal zemini politik düzlemde örgütlemeye çalışacak. Mecburen
sosyalistlerle ve İtalyan Halk Partisi ile işbirliğine yanaşmak zorunda
kalacak.
Uzlaşmaya
yanaşmayan, tarımsal bölgelerdeki kapitalistlerin çıkarlarını doğrudan silâhla
savunmak gerektiğini söyleyen kır hizbiyse kendisine has proleter karşıtı
eylemlerine devam edecek. Zira işçi sınıfı açısından en fazla önemi haiz olan
bu hizip için sosyalistlerin zafer olarak görüp göğe çıkarttığı bir “ateşkes”,
beş para etmez bir şeydir.
“Kriz”
yalnızca, boş yere genel politik parti programı ile faşizmi meşrulaştırmaya
çabalayan küçük burjuva kesimin hareketinden kopulduğunun delilidir. Oysa beyaz
terörün hüküm sürdüğü son iki yılın acı tecrübeleri üzerinden Emilia, Veneto ve
Tuskani’deki işçi ve köylülerin bizzat tanıdığı faşizm, farklı bir isim altında
da olsa, varlığını illaki sürdürecektir.
Bugün
düşmanlıklara faşist kamp içindeki kavga sebebiyle ara verilmiştir. Devrimci
işçilerin ve köylülerin görevi, bu aradan istifade edip, ezilenlere ve
savunmasız kitlelere sınıflar mücadelesinin gerçek hâli konusunda net bir
anlayış kazandırmak, çalım satıp duran kapitalist gericiliği yenilgiye uğratmak
için gerekli araçları temin etmektir.
Antonio Gramsci
25 Ağustos 1921
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder