Şurası açık: Sarı Yeleklilerin gerçekleştirdikleri
protesto eylemleri, Fransa’daki politik sistemi şoke etti. Neoliberalizm
yanlısı cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un akaryakıt vergisinde yapmayı
planladığı artışa karşı gerçekleştirilen isyanın tetiklediği, öncülüğünü sarı
yelekli eylemcilerin çektiği gösteriler ve yol kesme eylemleri, toplumun
sıklıkla göz ardı edilen kesimlerinin kamusal alanda görünür olmasını sağladı.
Hayat pahalılığı üzerinden açığa çıkan bu kavganın
son otuz yıldır Fransız siyasetine hâkim olan konu başlıklarından uzak bir
içeriğe sahip olduğunu söylemek lazım. Bilindiği üzere uzun zamandır Fransız
siyaseti, esas olarak ifade özgürlüğü, milli kimlik ve “İslam” denilen tehdit
gibi başlıkların hâkimiyeti altında. Esasında asıl tuhaflık şu ki milyonların
dilsizleştirildiklerini, dertlerinin görülmediğini ve kendilerinin temsil
edilmediklerini düşünmelerine neden olan, “ifade özgürlüğü”nün savunulması
üzerinden yürütülen kampanyanın ta kendisi.
7 Ocak 2015’te mizah dergisi Charlie Hebdo dergisine
yapılan ve ölümlere yol açan saldırı, ifade özgürlüğü hakkının politik açıdan
savunulması konusunda yoğun bir itkiye sebep olmuştu. Ama bugün medya ve
siyaset sahnesinin sarı yeleklilerin o kaba saba bulunan eylemlerine yönelik
tepkilerine baktığımızda, bazı seslerin ve ifadelerin hoş karşılanmadığı
anlaşılıyor. Güçlü olana kafa tuttuğunu ve onunla her daim dalga geçtiğini
iddia etmesine karşın Charlie Hebdo dergisi, sürekli ülkedeki Müslüman
azınlığı, genel mânâda da işçi sınıfını alaya alan bir dergiydi. Bugün onun
dile getirdiği iftiralar ve hakaretler, Macron yönetimini eleştirenleri
susturmak için kullanılıyor.
Karşı
Kültürcü Züppe
Derginin o züppelere has dilinin onun dayandığı
solcu köklerle çeliştiğini görmek lazım. 1969’da işçi geçmişleri bulunan
François Cavanna ve Georges Bernier (müstear adı Profesör Choron) tarafından
kurulan Charlie Hebdo, altmışlı yılların Dögolcü Fransa’sında kendisini
antikapitalist, tüketimci ideoloji karşıtı, alternatif, avangart, gazeteciliğin
karşı kültürcü biçimi, parodiye ve sürrealist içeriğe yaslanan bir yayın olarak
lanse eden Hara Kiri isimli başka bir
derginin haftada bir verdiği bir ek olarak yola koyulmuştu. Her iki dergi de
reklâmcılık endüstrisi, ordu ve kilise gibi güçlü kurumlara saldırmayı âdet
edinmişti.
Ama proje, doksanlı yıllarda başka bir yola girdi.
François Mitterrand, 1981’de Fransa’nın ilk sosyalist cumhurbaşkanı olarak
seçimden zaferle çıktı. Bu gelişmeden birkaç ay sonra Charlie Hebdo yayın
hayatına son verdi, seksenlerin sonunda ise Hara
Kiri onu takip etti. Charlie Hebdo 1992’de Philippe Val’ın yayın
yönetmenliğinde tekrar çıkmaya başladı. O günden sonra dergi, artık işçi sınıfının
belirli bir kesimini oluşturan göçmenler, daha da özelde o göçmenlerin de
belirli bir kesimini oluşturan Müslümanları hedef aldı.
Yeniden sahneye çıktığı günden ve yaşadığı
dönüşümden itibaren dergi, ülke genelinde süren tartışmaların başka yöne kayması
konusunda katkıda bulundu. Burjuva medya ve bir tür “aydın sınıfı” ile birlikte
Charlie Hebdo, kamuoyunun dikkatini ifade özgürlüğü, laïcité [devlet sekülerizmi] ve Fransız milli kimliği gibi
hususlara kaydırdı. Fransa’da Müslümanların giderek daha fazla görünür olmaları
ve kişisel özgürlüklerle ilgili meselelerle bağlantılı sebepler üzerinden, her
daim sınıf temelli ele alınan ekonomik konular, bir kenara atıldılar.
2006’da derginin ilk olarak Danimarka’da yayın
yapan Jyllands-Posten isimli günlük
gazetenin yayınladığı ve dünya genelinde protestolara sebep olan Hz. Muhammed
karikatürlerini yeniden yayınlamasıyla, bu yönelim en uç noktasına ulaştı.
Irkçı nefreti körükleme derdiyle hareket eden dergi, savunusunu François
Hollande, merkezci lider François Bayrou ve o dönemde içişleri bakanı olan
Nicolas Sarkozy gibi isimlerin değerlendirmeleri üzerine kurdu. Tüm bu isimler,
cumhurbaşkanı adayı olmayı dert edinmiş kimselerdi. Bu yargılama sürecini
ilgili isimler, cumhuriyet değerlerine sadakatlerini dile getirme fırsatı
olarak görmekteydiler. Charlie Hebdo ise bu süreçte burjuva siyasasına göbekten
bağlı olduğunu gösterme imkânı buldu.
Güya müesses nizama karşı olan derginin bu türden
seçkin simalarla kurduğu samimi ilişkiye bir yandan da Fransız işçilere yönelik
kapsamlı bir küçümseme eşlik ediyordu. Örnek olarak 2015’teki saldırıda
öldürülen, karikatürist Cabu’nün karikatürlerine bakmak kâfi. Uzun süre politik
karikatürün temel dayanaklarından biri olarak kabul edilen Cabu, 2006’da
Muhammed karikatürlerinin yayınlandığı kapak yazısını kaleme alan kişiydi, aynı
zamanda ordu ve kilise karşıtı görüşleriyle bilinmekteydi.
Ama o, diğer yandan, işçilerin ve yoksulların
deneyimlerini, yaşam tarzlarını ve davranışlarını alaya alan karikatürlerin de
sahibiydi. 1974’te yarattığı Le Beauf
tiplemesinin amacı da buydu. “Beauf”
kelimesi enişte anlamına gelen “beau-frère”
kelimesinin kısaltılmış hâliydi ve Cabu, bu tiplemeyi Fransız kültürünün önemli
bir ürünü hâline getirmeyi bildi, öyle ki ünlü Fransızca sözlük Le Robert’te bu kelimenin anlamı,
sonraki süreçte “aklı fikri çükünde olan, kaba saba, muhafazakâr, dar görüşlü
Fransız” olarak verilmeye başlandı. Cabu’ye göre, Le Beauf “bildiğimiz her türden eziğin canlı sembolü”ydü.
Charlie Hebdo dergisinin kurucu babası Cavanna’nın
düşüncesine göreyse Le Beauf, “işçi
sınıfına mensup, Fransız rakısıyla, bovlingiyle ve o iç karartıcı aptallığıyla
tanımlı kişi”ydi. O, esasen beyaz işçi sınıfıyla ilgili belirli bir klişenin
somutlaşmış hâliydi. Sonuçta Beauf,
ırkçıydı, cinsiyetçiydi, şovendi, korkaktı, futbol manyağıydı ve avcıydı. Sıradan
ve yavan biriydi. Le Beauf’u
tanımlayan, sadece toplumsal becerilerindeki noksanlık değil, ayrıca gazete
bile okuyamayan biri olarak sahip olduğu kültürel kusurlarıydı. Cabu’nün kabul
edebileceği türden entelektüel biri değildi o.
Bugün sarı yeleklileri tarif ederken bu beauf kelimesi yeniden karşımıza çıktı. Liberation gazetesinin yayın yönetmeni
Laurent Joffrin, bir yazısında gösterilerin beauf’ların
isyanını mı yoksa milletin basit bir öfkesinin tezahürü mü olduğunu sordu
mesela. Bu etiketleme girişimi kısa sürede karşılık buldu ve basın, ilgili
tarifi benimseyenler ve kabul etmeyenler olarak ikiye bölündü. Misal bu süreçte
haftalık muhafazakâr dergi Valeurs
actuelles’in bir sayısı şu manşetle çıktı: “Beauf Ayaklandı, İşte Karşınızda Sarı Yelekliler”. Solcu Mediapart ise şu hususu merak ediyordu:
“Beauf’ların Konuşma Hakkı Var mı?”
Merkez solun gazetesi Le Monde kavramı
rötuşladı ve hareketin kökeninde temel ekonomi bilgileri konusunda sahip olunan
“cehalet”e işaret etti. Bu argümanını desteklemek için de ortalama bir
Fransız’ın yeni başlayanlar için ekonomi derslerinde 20 üzerinden 8,3 yani F
almasından, dolayısıyla GSMH veya milli borç gibi meseleleri anlayamayacağından
bahsetti.
Açıklamalara
Karşı
Elbette o kahkahalarla gülünen Le Beauf tiplemesi, derginin yayın
çizgisinin tamamını temsil etmiyor. Ama müesses nizam bağlamında “sıradan”
insanları alaya almanın yaygın görülen bir politik mesele olduğu biliniyor.
Philippe Val yönetiminde iken Charlie Hebdo gerici bir vizyon benimsedi,
2009’da Val dergiden ayrılmasına rağmen, derginin yayın çizgisi hiç değişmedi.
715. sayıda Val, dine küfretme hakkı ve
“Avrupa’nın İslamîleşmesi” tehdidi ile ilgili bir dilekçe yayınladı ve
dilekçenin altına Bernard-Henri Levy, Selman Rüşdi, Teslime Nesrin ve sekiz
isim daha imza attı. “On İkiler Manifestosu” olarak adlandırılan metin,
sonrasında Jyllands Posten ve Der Spiegel’de de yayınlandı. Val’ın 12
imzacıyı yeterli görmesinin sebebi, onun 15 Kasım 1940’ta Vichy hükümetinin
antisemitizmini protesto etmek için on iki sendikacının yayınladığı “12’ler
Manifestosu”na [manifeste des 12]
atıfta bulunmak istemesiydi.
Genel olarak güya müesses nizama karşı olan dergi,
süreç içerisinde eşcinsel hakları gibi nispeten ilericiymiş gibi çınlayan
toplumsal meselelere yer verirken, bir yandan da liberal ekonomiyi, serbest
piyasayı, sınırların açılmasını ve gayri milliliği savunmaya başladı.
Küreselleşme karşıtı hareketi yoğun biçimde eleştiren dergi, 1992’de Avrupa
Birliği’nin temelini atan Maastricht Antlaşması’na destek verdi, 1998’de
Kosova’ya yönelik askerî müdahaleye arka çıktı, ayrıca solun büyük bir kısmı
2005’te Avrupa Anayasası Referandumu’na “hayır” derken, o “evet” dedi.
Val yönetiminde çıkan derginin asıl keyif aldığı
konu, komplo teorilerini yaymakla, Amerikanizm karşıtlığıyla (ki bu, Cavanna
döneminde yetmişlerde Vietnam Savaşı karşıtlığının gündemde olduğu dönemde
dergiyi tanımlayan ana hususlardan biriydi) ve antisemitizmle suçlamaktı. Val,
antisemitizm meselesi karşısında fazla yumuşak kaldığı ve İslamcılarla fazla
samimi olduğu iddiaları üzerinden aşırı sola saldırıp durdu.
Hatta bu yolu takip ederek Val, bir seferinde ünlü
filozof Jean Jacques Rousseau’ya bile sardı. Politik doğruculuğa karşı olan
Val, esasta, kendi tabiriyle, “sosyolojizme” ve “sosyolojist açıklamalar”a,
yani sistemi suçlamak suretiyle bireylerin kişisel hatalarından arındırılmasına
itiraz ediyordu. İnsanın doğası gereği iyi olduğuna, toplumsal kurumların onu
yozlaştırdığına inanan Rousseau, Val’a göre, sosyolojizmin kurucu babasıydı.
Bir bireyin ya da bir azınlığın topluma uyum sağlayamamasındaki suç, toplumsal
yapılarda değil, kişinin kusur ve eksiklerinde bulunmalıydı. Cumhuriyetin
düzeni, içine düştüğü zor durumdan ancak bu şekilde kurtulabilirdi.
Bu tür bir söylem, bugün düşündüğümüzden çok daha
yaygın. Esasında Fransa’daki politik elitlerin bir süredir asıl derdi, dört yıl
önce Charlie Hebdo’ya yönelik saldırıların neden ve nasıl gerçekleştiğinin
anlaşılmamasını sağlamak. Anlama isteğini bu elitler, suçu işleyenler için
gerekçeler bulmak şeklinde yorumluyorlar. Saldırılarda ölenler için düzenlenen
anma töreninde o dönemin başbakanı Manuel Valls, ulusal meclisteki
konuşmasında, “saldırılar için herhangi bir toplumsal, sosyolojik veya kültürel
bir gerekçe asla aranmamalı” dedi. Bu cümle, bir yıl öncesinde senatoda yapılan
konuşmasında şu şekilde dile getirilmişti: “Yaşananlara dair açıklamalardan ve
sürekli kültürel, sosyolojik gerekçeler bulma gayretinden bıktım artık.”
Laiklik
mi Kardeşlik mi?
Ocak’taki saldırıdan sonra Fransız elitler,
cumhuriyetçi normlara ve değerlere odaklandılar, özel olarak da ifade özgürlüğü
ile (eşitlik, kardeşlikten ziyade) laiklik meselesi, ayrıca bu ilkelerin bekası
noktasında tehdit olarak görülen “İslam” üzerinde durdular. Saldırılar sonrası
eşitlik yönünde çağrıda bulunulmaması, hatıra Fransız felsefeci Étienne
Balibar’ın modern evrensel yurttaşlığın kökeninde yatan “eşitliközgürlük”
anlayışını getirdi. Balibar’a göre, yönetici sınıflar eşitliği geri plana
atıyor, özgürlük temelli dile öncelik veriyorlardı.
Medyada çıkan haberlerde görülen, dünyada yaşanan
olayları politik ve toplumsal elitlerin pencerelerinden görme eğilimi, bu
türden endişeleri besledi. Bugün sarı yeleklilerin eylemlerinde de karşımıza
çıktığı biçimiyle, burjuva medya ve Macron, göstericilerin çapulcu ve bozguncu
olduğu hususunda ortaklaşıyor. Yeni yıl konuşmasında Macron, “daha az çalışıp
daha çok kazanamazsınız” diyor ve Fransızların aylak, tembel olduklarına dair o
bayat klişeyi ısıtıp önümüze sürüyor.
Charlie Hebdo da 68 Mayısı’nda yaşanan toplumsal
eylemlere ilişkin karikatürlerinde aynı dile başvuruyordu. Macron göstericileri
Yahudilere, yabancılara ve eşcinsellere saldıran, içi nefret dolu ayaktakımı
olarak niteledi. Başka bir ifadeyle, onların her biri birer beauf’tu. Buna karşın hareketin
bünyesinde açığa çıkan dayanışma ruhu ve birlik, onu lekelemeye dönük tüm
çabaları boşa düşürdü. Bu türden saldırılara destek olan burjuva medyaya
güvenmediklerini açık biçimde ortaya koymuş olan sarı yelekliler, yüzlerini
bağımsız medya kanallarına çevirdiler ve güçlü bir kardeşlik duygusu
geliştirdiler.
Elitlerle
Birlikte
Geçim derdiyle ayağa kalmış olan bu insanlar, Charlie
Hebdo’nun temsil ettiği dünyanın çok uzağında. Dergiye göre, sınıf
mücadelesinin yerini kararlı bir laiklik savunusu, sosyal adaletin yerini ise
“cumhuriyetçi değerler” almalı. Etrafını Bernard Henri Levy, Michel
Houellebecq, ve Eric Zemmour gibi sağcı ideologların sardığı Val’ın, Olivier
Cyran, Mona Chollet ve Siné gibi derginin en becerikli isimlerini neden kovduğu
şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Bir zamanlar Cyran, Paris’in emekçi mahallelerine
röportaja giderdi, Chollet, toplumun en zayıf kesimlerini hedef alan
ayrımcılığı ve ırkçılığı karşıya atan, etkili yazılar yazardı, artık tüm bunlar
dergi için birer yük. Yayın yönetmenleri yeni bir gündem belirlemişler ve
Caroline Fourest ve Zineb el Rhazoui gibi “ifade özgürlüğü savaşçıları”nı işe
alıyorlar.
Val, bu elitist sapmadan gayet memnundu. Derginin
2015’te kaleme alınan tarihinde o, derginin başındayken en gurur duyduğu
anlardan birinin Muhammed karikatürleri yüzünden yargılandığı dönemin ardından
çekilen Sahne Arkası isimli
belgeselin 2008’de Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera Ödülü’ne aday
gösterildiği an olduğunu söylüyor. Başını Val ve Bernard Henri Lévy’nin çektiği
dergi ekibi, yayın yönetmeninin “unutulmaz bir kutlama anı” olarak nitelediği,
Fransa’nın görüp görebileceği en güzel gününde, kırmızı halıda yürüyor.
Derginin kurucu babası Cavanna ise bu durum karşısında kendisini suçlu
hissettiğini ve utandığını söylüyor. Bu sembolik an, ilk hedefinden epey uzağa
düşmüş olan derginin elitlerin bir parçası hâline geldiğini teyit ediyor.
Charlie Hebdo, son yirmi yıldır ülkede süren
politik tartışmaların sıradanlığının bir delili. Bu tartışmada esas niyet,
Fransız Cumhuriyeti’nin mutlak dayanak noktasının “özgürlük” olduğuna,
Fransa’yı Fransız yapanın bu olduğuna ilişkin liberal görüşü herkese dayatmak.
Örgütledikleri gösterilerde sarı yelekliler, kimseye cazip gelmeyen yüzlerini
gösterdiler, Fransa’nın perişan ve tehlikeli bir hâlde olduğunu ortaya
koydular. Ama ayrıca daha da özelde sarı yelekliler, işçilerin nasıl yok
sayıldıklarını ve nasıl alaya alındıklarını, Le Beauf olarak nitelenmek suretiyle “beyaz işçi sınıfı”nın yok
sayıldığını, göçmenlerin ve Müslümanların ise sürekli alaya alındıklarını dosta
düşmana gösterdiler.
Konuşmalarının
hiçbirisinde “sarı yelekliler” ifadesini ağzına alamayan Macron, panik
içerisinde, hareketin ne yöne doğru ilerlediği konusunda ise kafası karışık.
Bugün harekete halkın yüzde sekseni destek veriyor ki bu da genelde görmezden
gelinen kesimlerin nihayet konuşma imkânı bulabilmesini sağlıyor. Esasında göstericilerin
toplanma yeri olarak kavşakları tercih etmeleri, asla tesadüfî bir durum değil.
Bu kavganın başarıyla mı yoksa başarısızlıkla mı sonuçlanacağını esas olarak
ülkenin önündeki yirmi otuz yıllık dönemi tayin edecek.
Imen Neffati
7 Ocak 2019
7 Ocak 2019
0 Yorum:
Yorum Gönder