Pages

08 Ocak 2019

Charlie Hebdo ve Sarı Yelekliler

Şurası açık: Sarı Yeleklilerin gerçekleştirdikleri protesto eylemleri, Fransa’daki politik sistemi şoke etti. Neoliberalizm yanlısı cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un akaryakıt vergisinde yapmayı planladığı artışa karşı gerçekleştirilen isyanın tetiklediği, öncülüğünü sarı yelekli eylemcilerin çektiği gösteriler ve yol kesme eylemleri, toplumun sıklıkla göz ardı edilen kesimlerinin kamusal alanda görünür olmasını sağladı.

Hayat pahalılığı üzerinden açığa çıkan bu kavganın son otuz yıldır Fransız siyasetine hâkim olan konu başlıklarından uzak bir içeriğe sahip olduğunu söylemek lazım. Bilindiği üzere uzun zamandır Fransız siyaseti, esas olarak ifade özgürlüğü, milli kimlik ve “İslam” denilen tehdit gibi başlıkların hâkimiyeti altında. Esasında asıl tuhaflık şu ki milyonların dilsizleştirildiklerini, dertlerinin görülmediğini ve kendilerinin temsil edilmediklerini düşünmelerine neden olan, “ifade özgürlüğü”nün savunulması üzerinden yürütülen kampanyanın ta kendisi.

7 Ocak 2015’te mizah dergisi Charlie Hebdo dergisine yapılan ve ölümlere yol açan saldırı, ifade özgürlüğü hakkının politik açıdan savunulması konusunda yoğun bir itkiye sebep olmuştu. Ama bugün medya ve siyaset sahnesinin sarı yeleklilerin o kaba saba bulunan eylemlerine yönelik tepkilerine baktığımızda, bazı seslerin ve ifadelerin hoş karşılanmadığı anlaşılıyor. Güçlü olana kafa tuttuğunu ve onunla her daim dalga geçtiğini iddia etmesine karşın Charlie Hebdo dergisi, sürekli ülkedeki Müslüman azınlığı, genel mânâda da işçi sınıfını alaya alan bir dergiydi. Bugün onun dile getirdiği iftiralar ve hakaretler, Macron yönetimini eleştirenleri susturmak için kullanılıyor.

Karşı Kültürcü Züppe

Derginin o züppelere has dilinin onun dayandığı solcu köklerle çeliştiğini görmek lazım. 1969’da işçi geçmişleri bulunan François Cavanna ve Georges Bernier (müstear adı Profesör Choron) tarafından kurulan Charlie Hebdo, altmışlı yılların Dögolcü Fransa’sında kendisini antikapitalist, tüketimci ideoloji karşıtı, alternatif, avangart, gazeteciliğin karşı kültürcü biçimi, parodiye ve sürrealist içeriğe yaslanan bir yayın olarak lanse eden Hara Kiri isimli başka bir derginin haftada bir verdiği bir ek olarak yola koyulmuştu. Her iki dergi de reklâmcılık endüstrisi, ordu ve kilise gibi güçlü kurumlara saldırmayı âdet edinmişti.

Ama proje, doksanlı yıllarda başka bir yola girdi. François Mitterrand, 1981’de Fransa’nın ilk sosyalist cumhurbaşkanı olarak seçimden zaferle çıktı. Bu gelişmeden birkaç ay sonra Charlie Hebdo yayın hayatına son verdi, seksenlerin sonunda ise Hara Kiri onu takip etti. Charlie Hebdo 1992’de Philippe Val’ın yayın yönetmenliğinde tekrar çıkmaya başladı. O günden sonra dergi, artık işçi sınıfının belirli bir kesimini oluşturan göçmenler, daha da özelde o göçmenlerin de belirli bir kesimini oluşturan Müslümanları hedef aldı.

Yeniden sahneye çıktığı günden ve yaşadığı dönüşümden itibaren dergi, ülke genelinde süren tartışmaların başka yöne kayması konusunda katkıda bulundu. Burjuva medya ve bir tür “aydın sınıfı” ile birlikte Charlie Hebdo, kamuoyunun dikkatini ifade özgürlüğü, laïcité [devlet sekülerizmi] ve Fransız milli kimliği gibi hususlara kaydırdı. Fransa’da Müslümanların giderek daha fazla görünür olmaları ve kişisel özgürlüklerle ilgili meselelerle bağlantılı sebepler üzerinden, her daim sınıf temelli ele alınan ekonomik konular, bir kenara atıldılar.

2006’da derginin ilk olarak Danimarka’da yayın yapan Jyllands-Posten isimli günlük gazetenin yayınladığı ve dünya genelinde protestolara sebep olan Hz. Muhammed karikatürlerini yeniden yayınlamasıyla, bu yönelim en uç noktasına ulaştı. Irkçı nefreti körükleme derdiyle hareket eden dergi, savunusunu François Hollande, merkezci lider François Bayrou ve o dönemde içişleri bakanı olan Nicolas Sarkozy gibi isimlerin değerlendirmeleri üzerine kurdu. Tüm bu isimler, cumhurbaşkanı adayı olmayı dert edinmiş kimselerdi. Bu yargılama sürecini ilgili isimler, cumhuriyet değerlerine sadakatlerini dile getirme fırsatı olarak görmekteydiler. Charlie Hebdo ise bu süreçte burjuva siyasasına göbekten bağlı olduğunu gösterme imkânı buldu.

Güya müesses nizama karşı olan derginin bu türden seçkin simalarla kurduğu samimi ilişkiye bir yandan da Fransız işçilere yönelik kapsamlı bir küçümseme eşlik ediyordu. Örnek olarak 2015’teki saldırıda öldürülen, karikatürist Cabu’nün karikatürlerine bakmak kâfi. Uzun süre politik karikatürün temel dayanaklarından biri olarak kabul edilen Cabu, 2006’da Muhammed karikatürlerinin yayınlandığı kapak yazısını kaleme alan kişiydi, aynı zamanda ordu ve kilise karşıtı görüşleriyle bilinmekteydi.

Ama o, diğer yandan, işçilerin ve yoksulların deneyimlerini, yaşam tarzlarını ve davranışlarını alaya alan karikatürlerin de sahibiydi. 1974’te yarattığı Le Beauf tiplemesinin amacı da buydu. “Beauf” kelimesi enişte anlamına gelen “beau-frère” kelimesinin kısaltılmış hâliydi ve Cabu, bu tiplemeyi Fransız kültürünün önemli bir ürünü hâline getirmeyi bildi, öyle ki ünlü Fransızca sözlük Le Robert’te bu kelimenin anlamı, sonraki süreçte “aklı fikri çükünde olan, kaba saba, muhafazakâr, dar görüşlü Fransız” olarak verilmeye başlandı. Cabu’ye göre, Le Beauf “bildiğimiz her türden eziğin canlı sembolü”ydü.

Charlie Hebdo dergisinin kurucu babası Cavanna’nın düşüncesine göreyse Le Beauf, “işçi sınıfına mensup, Fransız rakısıyla, bovlingiyle ve o iç karartıcı aptallığıyla tanımlı kişi”ydi. O, esasen beyaz işçi sınıfıyla ilgili belirli bir klişenin somutlaşmış hâliydi. Sonuçta Beauf, ırkçıydı, cinsiyetçiydi, şovendi, korkaktı, futbol manyağıydı ve avcıydı. Sıradan ve yavan biriydi. Beauf’u tanımlayan, sadece toplumsal becerilerindeki noksanlık değil, ayrıca gazete bile okuyamayan biri olarak sahip olduğu kültürel kusurlarıydı. Cabu’nün kabul edebileceği türden entelektüel biri değildi o.

Bugün sarı yeleklileri tarif ederken bu beauf kelimesi yeniden karşımıza çıktı. Liberation gazetesinin yayın yönetmeni Laurent Joffrin, bir yazısında gösterilerin beauf’ların isyanını mı yoksa milletin basit bir öfkesinin tezahürü mü olduğunu sordu mesela. Bu etiketleme girişimi kısa sürede karşılık buldu ve basın, ilgili tarifi benimseyenler ve kabul etmeyenler olarak ikiye bölündü. Misal bu süreçte haftalık muhafazakâr dergi Valeurs actuelles’in bir sayısı şu manşetle çıktı: “Beauf Ayaklandı, İşte Karşınızda Sarı Yelekliler”. Solcu Mediapart ise şu hususu merak ediyordu: “Beauf’ların Konuşma Hakkı Var mı?” Merkez solun gazetesi Le Monde kavramı rötuşladı ve hareketin kökeninde temel ekonomi bilgileri konusunda sahip olunan “cehalet”e işaret etti. Bu argümanını desteklemek için de ortalama bir Fransız’ın yeni başlayanlar için ekonomi derslerinde 20 üzerinden 8,3 yani F almasından, dolayısıyla GSMH veya milli borç gibi meseleleri anlayamayacağından bahsetti.

Açıklamalara Karşı

Elbette o kahkahalarla gülünen Beauf tiplemesi, derginin yayın çizgisinin tamamını temsil etmiyor. Ama müesses nizam bağlamında “sıradan” insanları alaya almanın yaygın görülen bir politik mesele olduğu biliniyor. Philippe Val yönetiminde iken Charlie Hebdo gerici bir vizyon benimsedi, 2009’da Val dergiden ayrılmasına rağmen, derginin yayın çizgisi hiç değişmedi.

715. sayıda Val, dine küfretme hakkı ve “Avrupa’nın İslamîleşmesi” tehdidi ile ilgili bir dilekçe yayınladı ve dilekçenin altına Bernard-Henri Levy, Selman Rüşdi, Teslime Nesrin ve sekiz isim daha imza attı. “On İkiler Manifestosu” olarak adlandırılan metin, sonrasında Jyllands Posten ve Der Spiegel’de de yayınlandı. Val’ın 12 imzacıyı yeterli görmesinin sebebi, onun 15 Kasım 1940’ta Vichy hükümetinin antisemitizmini protesto etmek için on iki sendikacının yayınladığı “12’ler Manifestosu”na [manifeste des 12] atıfta bulunmak istemesiydi.

Genel olarak güya müesses nizama karşı olan dergi, süreç içerisinde eşcinsel hakları gibi nispeten ilericiymiş gibi çınlayan toplumsal meselelere yer verirken, bir yandan da liberal ekonomiyi, serbest piyasayı, sınırların açılmasını ve gayri milliliği savunmaya başladı. Küreselleşme karşıtı hareketi yoğun biçimde eleştiren dergi, 1992’de Avrupa Birliği’nin temelini atan Maastricht Antlaşması’na destek verdi, 1998’de Kosova’ya yönelik askerî müdahaleye arka çıktı, ayrıca solun büyük bir kısmı 2005’te Avrupa Anayasası Referandumu’na “hayır” derken, o “evet” dedi.

Val yönetiminde çıkan derginin asıl keyif aldığı konu, komplo teorilerini yaymakla, Amerikanizm karşıtlığıyla (ki bu, Cavanna döneminde yetmişlerde Vietnam Savaşı karşıtlığının gündemde olduğu dönemde dergiyi tanımlayan ana hususlardan biriydi) ve antisemitizmle suçlamaktı. Val, antisemitizm meselesi karşısında fazla yumuşak kaldığı ve İslamcılarla fazla samimi olduğu iddiaları üzerinden aşırı sola saldırıp durdu.

Hatta bu yolu takip ederek Val, bir seferinde ünlü filozof Jean Jacques Rousseau’ya bile sardı. Politik doğruculuğa karşı olan Val, esasta, kendi tabiriyle, “sosyolojizme” ve “sosyolojist açıklamalar”a, yani sistemi suçlamak suretiyle bireylerin kişisel hatalarından arındırılmasına itiraz ediyordu. İnsanın doğası gereği iyi olduğuna, toplumsal kurumların onu yozlaştırdığına inanan Rousseau, Val’a göre, sosyolojizmin kurucu babasıydı. Bir bireyin ya da bir azınlığın topluma uyum sağlayamamasındaki suç, toplumsal yapılarda değil, kişinin kusur ve eksiklerinde bulunmalıydı. Cumhuriyetin düzeni, içine düştüğü zor durumdan ancak bu şekilde kurtulabilirdi.

Bu tür bir söylem, bugün düşündüğümüzden çok daha yaygın. Esasında Fransa’daki politik elitlerin bir süredir asıl derdi, dört yıl önce Charlie Hebdo’ya yönelik saldırıların neden ve nasıl gerçekleştiğinin anlaşılmamasını sağlamak. Anlama isteğini bu elitler, suçu işleyenler için gerekçeler bulmak şeklinde yorumluyorlar. Saldırılarda ölenler için düzenlenen anma töreninde o dönemin başbakanı Manuel Valls, ulusal meclisteki konuşmasında, “saldırılar için herhangi bir toplumsal, sosyolojik veya kültürel bir gerekçe asla aranmamalı” dedi. Bu cümle, bir yıl öncesinde senatoda yapılan konuşmasında şu şekilde dile getirilmişti: “Yaşananlara dair açıklamalardan ve sürekli kültürel, sosyolojik gerekçeler bulma gayretinden bıktım artık.”

Laiklik mi Kardeşlik mi?

Ocak’taki saldırıdan sonra Fransız elitler, cumhuriyetçi normlara ve değerlere odaklandılar, özel olarak da ifade özgürlüğü ile (eşitlik, kardeşlikten ziyade) laiklik meselesi, ayrıca bu ilkelerin bekası noktasında tehdit olarak görülen “İslam” üzerinde durdular. Saldırılar sonrası eşitlik yönünde çağrıda bulunulmaması, hatıra Fransız felsefeci Étienne Balibar’ın modern evrensel yurttaşlığın kökeninde yatan “eşitliközgürlük” anlayışını getirdi. Balibar’a göre, yönetici sınıflar eşitliği geri plana atıyor, özgürlük temelli dile öncelik veriyorlardı.

Medyada çıkan haberlerde görülen, dünyada yaşanan olayları politik ve toplumsal elitlerin pencerelerinden görme eğilimi, bu türden endişeleri besledi. Bugün sarı yeleklilerin eylemlerinde de karşımıza çıktığı biçimiyle, burjuva medya ve Macron, göstericilerin çapulcu ve bozguncu olduğu hususunda ortaklaşıyor. Yeni yıl konuşmasında Macron, “daha az çalışıp daha çok kazanamazsınız” diyor ve Fransızların aylak, tembel olduklarına dair o bayat klişeyi ısıtıp önümüze sürüyor.

Charlie Hebdo da 68 Mayısı’nda yaşanan toplumsal eylemlere ilişkin karikatürlerinde aynı dile başvuruyordu. Macron göstericileri Yahudilere, yabancılara ve eşcinsellere saldıran, içi nefret dolu ayaktakımı olarak niteledi. Başka bir ifadeyle, onların her biri birer beauf’tu. Buna karşın hareketin bünyesinde açığa çıkan dayanışma ruhu ve birlik, onu lekelemeye dönük tüm çabaları boşa düşürdü. Bu türden saldırılara destek olan burjuva medyaya güvenmediklerini açık biçimde ortaya koymuş olan sarı yelekliler, yüzlerini bağımsız medya kanallarına çevirdiler ve güçlü bir kardeşlik duygusu geliştirdiler.

Elitlerle Birlikte

Geçim derdiyle ayağa kalmış olan bu insanlar, Charlie Hebdo’nun temsil ettiği dünyanın çok uzağında. Dergiye göre, sınıf mücadelesinin yerini kararlı bir laiklik savunusu, sosyal adaletin yerini ise “cumhuriyetçi değerler” almalı. Etrafını Bernard Henri Levy, Michel Houellebecq, ve Eric Zemmour gibi sağcı ideologların sardığı Val’ın, Olivier Cyran, Mona Chollet ve Siné gibi derginin en becerikli isimlerini neden kovduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Bir zamanlar Cyran, Paris’in emekçi mahallelerine röportaja giderdi, Chollet, toplumun en zayıf kesimlerini hedef alan ayrımcılığı ve ırkçılığı karşıya atan, etkili yazılar yazardı, artık tüm bunlar dergi için birer yük. Yayın yönetmenleri yeni bir gündem belirlemişler ve Caroline Fourest ve Zineb el Rhazoui gibi “ifade özgürlüğü savaşçıları”nı işe alıyorlar.

Val, bu elitist sapmadan gayet memnundu. Derginin 2015’te kaleme alınan tarihinde o, derginin başındayken en gurur duyduğu anlardan birinin Muhammed karikatürleri yüzünden yargılandığı dönemin ardından çekilen Sahne Arkası isimli belgeselin 2008’de Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera Ödülü’ne aday gösterildiği an olduğunu söylüyor. Başını Val ve Bernard Henri Lévy’nin çektiği dergi ekibi, yayın yönetmeninin “unutulmaz bir kutlama anı” olarak nitelediği, Fransa’nın görüp görebileceği en güzel gününde, kırmızı halıda yürüyor. Derginin kurucu babası Cavanna ise bu durum karşısında kendisini suçlu hissettiğini ve utandığını söylüyor. Bu sembolik an, ilk hedefinden epey uzağa düşmüş olan derginin elitlerin bir parçası hâline geldiğini teyit ediyor.

Charlie Hebdo, son yirmi yıldır ülkede süren politik tartışmaların sıradanlığının bir delili. Bu tartışmada esas niyet, Fransız Cumhuriyeti’nin mutlak dayanak noktasının “özgürlük” olduğuna, Fransa’yı Fransız yapanın bu olduğuna ilişkin liberal görüşü herkese dayatmak. Örgütledikleri gösterilerde sarı yelekliler, kimseye cazip gelmeyen yüzlerini gösterdiler, Fransa’nın perişan ve tehlikeli bir hâlde olduğunu ortaya koydular. Ama ayrıca daha da özelde sarı yelekliler, işçilerin nasıl yok sayıldıklarını ve nasıl alaya alındıklarını, Beauf olarak nitelenmek suretiyle “beyaz işçi sınıfı”nın yok sayıldığını, göçmenlerin ve Müslümanların ise sürekli alaya alındıklarını dosta düşmana gösterdiler.

Konuşmalarının hiçbirisinde “sarı yelekliler” ifadesini ağzına alamayan Macron, panik içerisinde, hareketin ne yöne doğru ilerlediği konusunda ise kafası karışık. Bugün harekete halkın yüzde sekseni destek veriyor ki bu da genelde görmezden gelinen kesimlerin nihayet konuşma imkânı bulabilmesini sağlıyor. Esasında göstericilerin toplanma yeri olarak kavşakları tercih etmeleri, asla tesadüfî bir durum değil. Bu kavganın başarıyla mı yoksa başarısızlıkla mı sonuçlanacağını esas olarak ülkenin önündeki yirmi otuz yıllık dönemi tayin edecek.

Imen Neffati
7 Ocak 2019
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder