12 Haziran 2013

,

Duvarlar ve Böcekler


Tağutun en büyük özelliği, senin yerine karar vermesidir.
[Ali Şeriati]

 

11 Haziran saldırısı ile AKP, Kemalist cumhuriyetin patronu olduğunu gösterdi. Anıt ve AKM, “marjinaller”den kurtarıldı. Vali, “birliğimize ve geleceğimize düşman olan unsurları ezeceğiz” dedi. Polis, Filistin’deki İsrail, Irak ve daha birçok yerdeki Amerikan askerlerini model alıp bu emri yerine getirdi.

Devletin de şu sosyal medya denilen âlemi takip ettiği açık. Argümanlarını oradan üretiyor. Birkaç gündür bu âlemde “flama, bayrak getirmeyin” diyenler, ya polis ya da bugün itibarıyla polise hizmet etmiş oluyorlar. Gezi’deki temiz çocukları koruduğu yalanına sarılanlar, gece vakti Gezi’yi gaza boğuyorlar. Yalan muktedir. İktidar, yalan üzerinde yükseliyor.

Bireyle devleti karşı karşıya konumlandırdığını zannedenler, yanıldılar.

BBC’ye konuşan Elif Shafak (Elif Şafak), ülkenin bugün fazla politize ve kutuplaşmış hâlde olduğunu söyledi. Bireyin bireyliğini ifade edemediğinden yakındı. Demek ki Shafak’ın derdi şu: “Türkiye politize olmasın, kutuplaşmasın. Birey denilen ne idüğü belirsiz şey, özgür olsun.” Politikasız, kutupsuz. Halk, sınıf gibi kolektif bir güçten dem vurmak suç olsun. Talimat liberalizmden, tatbikat faşizmden.

Politikanın imkânsızlaşmasına faşizm deniliyor özetle. Liberalizmle faşizm, kol kola ilerliyor.

Menderes ve Özal hattı, CHP’nin bir kolu. Birbirlerine muhtaçlar. Bu kayıkçı dövüşüne aldanmamalı. Her iki kol da sömürülenlerin-mazlumların politika yapma imkânlarını ezmekle yükümlü. Artık ülkenin temellerinde ezilen böceklere, çekilen duvarlara bakmalı.

Eylemlerin kalbi, Gezi. Ama eylem süreci, devletin saldırısı sonucu ölüyor ve kan, tekrar bu kalbe toplanıyor. Gezi’dekiler, kendilerini savunacak birilerini bulamayacaklar. Dışa attıkları, duvar ördükleri, marjinalleştirdikleri unsurların direnci bugün kırılırsa, sıra kendilerine gelecek, geliyor. Faşizmin kepçeleriyle sökülen ağaçlar halk içine, direnişe kök salmışken, meselenin tekrar ekolojist bir hatta çekilmesi, kepçeleri tekrar harekete geçirecek. Kepçe ve toma, ancak Beşiktaş Çarşı’da karşı karşıya gelebilir, ideolojik planda yan yanalar. Bu koşullarda demokratizm edebiyatı, sadece yazarlarını mutlu ediyor. Gerçekteyse sadece vali mutlu!

Bireyle devlet arasındaki muhabbet, Etyen Mahcupyan’da dil buluyor örneğin. Apolitik ve cahilane bir devlet eleştirisi ile AKP kurgusuna bel bağlıyor, onu aklamaya çalışıyor. Tüm TV kanalları günlerdir bunu yapıyorlar. Hepsi, “biz ana yolda yürüyoruz, bu yol bizim, bu saldıranlar kenardakiler, marjinaller” diyor. O marjinallerin hayatın tam da şahdamarından konuştuklarını gizlemeye çalışıyor. Erdoğan, “çalışmadan hırsızlık yapanlar bunlar” diyerek direnenleri milletin önüne atıyor. Bu, on yıl içinde edinilen servetleri gizlemenin bir yolu. Din çürüyor, “din elden gidiyor” diyor, faiz düzenini koruyor, “beni yıkmak isteyenler faiz lobisi” yaygarası kopartıyor, ülkenin Ortadoğu’ya sokulmuş bir emperyalist kama olduğunu unutturmaya çalışıp, “biz büyüyoruz ya, ondan bu düşmanlık” diye bağırıyor. Eylemlerde kendi basını hep birkaç İranlı yakalıyor. Mahcupyan ise Ermeni Tehciri’ni yapanların soyundan gelenlere akıl hocalığı yapıyor. Birey, onların bireyi olmak için Ermeniliğine küfrediyor.

Bu bireyci ideolojik yükler oldukça, kazanan AKP olacak. Söz konusu ideolojik yüklerin sol ya da sağ olması fark etmez. Çünkü AKP, bu devletin solu ve sağının bir birleşimi. Valinin, “birliğimize ve geleceğimize saldıranlar” dediği ise devletin temellerini içten içe çürüten böcekler. Elbette ezilmeliler!

Etyen Mahcupyan, “bu hareket politik değil, kültürel” derken istemini dile getirmiş oluyor. “Kültürel bir tepkisellik” olarak kalmasını arzuluyor. “Başkan Erdoğan” da bu niyetle hareket ediyor. Mehmet Metiner yoldaşı ise, “demokrasi diye çok ileri gitmişiz, çıkardığımız yasalarla bir emniyet sorununa yol açmışız” diye halkı tehdit ediyor. “Biz, başörtülü bacılarımızın özgürlüğünü bile sağlayamadık” diye neye hizmet ettiğini söylüyor. Çünkü o yasağı kendileri getirdi, var olanı pekiştirdi, süreklileştirdi. Şimdi de “başörtülü kadınlara saldırıyorlar” deyip edebiyat parçalıyorlar. Aslında başörtüsünü bireysel, kültürel bir öğeye indirgeyemedikleri için o hâlâ yasaklı. Liberalizm, tuz buz edemediğini faşizme havale ediyor.

Soros ya da OTPOR türü komplo teorilerine hem AKP’liler hem CHP’liler ve Banu Avar gibi ulusalcılar sarıldı, üstelik daha ilk günlerde. Birbirlerine malzeme veriyorlar sadece. Bu komplo saldırılarının da yaslandığı yer, birey. Ona sesleniyorlar. “Kendini kullandırtma, aman ha!” diyorlar. “Özgür ol!” diye emrediyorlar, arkasından da “özgür olmak için bize teslim ol” diye fısıldıyorlar. Özgür olmanın kendilerine biat etmek demek olduğunu iyi biliyorlar.

İsrail’den ve başka yerlerden öğrenilen yöntemle, bugün Taksim’de duvarlar örülüyor. Filistinlileri tecrit etmek ve marjinal kılmak için örülen duvarlar, meydana uzanıyor. AKP medyası, “Taksim’i Kızıl Meydan yapmak istiyorlardı” diye yaygara kopartıyor. Devlete hizmet yarışında öne çıkan eski “İslamcılar”, antikomünizmle yüklü eğitimlerini bir kez daha hatırlıyorlar. Kontrgerilla talimnamelerini güncelliyorlar. Fethullah da bu mizansende “iyi polis”i oynuyor. Müritleri ise kötülüğün tanımını değiştiriyorlar her gün. “Çapulcu” sözcüğünün tanımının değiştirilmesi gibi.

Devlet, politizasyonun ve kutuplaşmanın tek mutlak çaresi olarak bireyin karşısına çıkartılıyor. Birey, teslimiyetle, uzanan eli tutuyor. Örgütlü gücün karşısında diz çöküyor. Gezi’de komün şarkıları söyleyip dans edenler, etraflarına örülen duvarı boyamakla meşguller. Duvarın öbür yanında yüzlerce insanın kanıyla “faşizme geçit yok!” yazıyor. Devlet, bugün Gezi’yi tecrit ve yok etmek için saldırıyor. Devrimcileri de bahane hâline getiriyor.

Shafak’ın söyledikleriyle Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri, kucak kucağa. Kelimeler farklıymış gibi görünüyor: biri “birey” diyor diğeri “devlet”. Aynı şey. Politizasyonun ve kutuplaşmanın yeryüzünden silinmesi için biri birey, diğeri devlet silâhını kullanıyor. Sömürülenlerin ve mazlumların sömürü ve zulümden kaynaklı doğal tepkilerini birey cennetine bağlıyor. Birey cenneti, devlet denilen cehennemin komşusu. Bu ideolojik saldırılarla insanlar, doğal tepkilerin aykırı, fazlalık ve dışsal olduğuna inandırılıyor.

Polis, böcek ilâcı sıkar gibi kitlelerin üzerine gaz sıkıyor. Böcekleşmemiz isteniyor, Kafkaesk manada. Vali, bu kurgunun en önemli repliğini yineliyor: “Ezeceğiz!”

İsrail’deki duvarın bir geçit noktasında İsrail askeri, gizli kameraya kaydedilmiş görüntüsünde: “bu Filistinlilerin hepsi böcek” diyor ve “Made in Turkey” postalını gösterip, “bunların hepsini ezmek” gerektiğini söylüyor.

Solun bir bölümü, mevcut kurguya uyum sağlayarak ilerleyeceğini düşünüyor. Kısa süre önce CHP’nin “sol kesim”i ile ittifak yaptığı iddia edilen sol partiler, bu süreçte kitleleri bölen, geri çeken, dar sokaklarda boğan bir pratik sergiliyorlar. “Mahallelere gidiyoruz, oralarda ağaçlardan dökülen armutları toplayacağız” diyorlar. Kimse, mahalleleri örgütleyip zulme bir mızrak gibi doğrultmayı düşünmüyor. Bugün Taksim’de direnenler by-pass edilip, Gezi’deki liberal ruh, mahalleye taşınmak isteniyor. O ruhun mahalleleri dönüştüreceği üzerinde duruluyor. Çünkü bu partilerin şefleri de Tayyip Erdoğan ya da en iyisinden “millet biraz deşarj olsun” diyen Kılıçdaroğlu gibi düşünüyorlar. Gezi, ağaç meselesini aşan kabarışı dindiren bir dalgakırana dönüşüyor.

Taksim Platformu, Abdullah Cömert’in ailesinden gelen ağacı dikiyor, ama Armutlu’yu dışarıda tutuyor. Ethem’e ah vah ediyor, ama ona yoldaş olmuyor. Düne kadar AKP’yi desteklemiş solcuların belirledikleri sivil itaatsizlik politikası, yükselen eylemliliğe de itaat etmeyerek, kendini yok ediyor.

Devletse karşısına çıkan kardeşi “birey”i görünce bıyık altından gülümsüyor. “Çapulcu” deyip kendi çapulculuğunu örtbas ediyor. “AKM’yi yıkacağız” diyenler, onu kurtarmakla övünüyorlar. Halk, AKP’ye “diktatör”, o da halka “sen bana bir şey dikte edemezsin” diyor. Aptalca bir mantıksal safsata işletiliyor. Safsata, iktidarın mantığı oluyor.

Hafta sonu toplantıları, istihbaratlar, analizler üzerinden gene sol-sosyalist kesim, karşı tarafa atılıp marjinalize edilmeye çalışılıyor. Kimi bireyler de bunlarla aralarına duvar çekilmesine seviniyorlar. Kürtlerle barış, batının devrimcilerine savaş anlamına geliyor. Bu savaşın bireyle yumuşatılması mümkün değil.

Düşersek, hep birlikte düşeceğiz. Gezi, Gazi ve Gazze sadece ses değil, öz açısından da kardeş. Diz çökersek, hepimiz ezileceğiz. Taksim, Syntagma ya da Tahrir, sadece şekil değil, söz olarak da yoldaş. Göğsümüz delinirse, hepimizden kan akacak. Roboski, Felluce ya da Reyhanlı, sadece kanlı haritamızda birer im değil, imge olarak da omuzdaş. Ayağa kalkacaksak hep beraber kalkacağız. Ak libaslarımıza kanlı kılıçlarını silmeye çalışanların yüzüne tükürerek, yeniden doğrulacağız.

Eren Balkır
11 Haziran 2013

0 Yorum: