“Tağutun en büyük özelliği, senin
yerine karar vermesidir.”
[Ali Şeriati]
11 Haziran saldırısı ile AKP, Kemalist cumhuriyetin
patronu olduğunu gösterdi. Anıt ve AKM, “marjinaller”den kurtarıldı. Vali,
“birliğimize ve geleceğimize düşman olan unsurları ezeceğiz” dedi. Polis,
Filistin’deki İsrail, Irak ve daha birçok yerdeki Amerikan askerlerini model
alıp bu emri yerine getirdi.
Devletin de şu sosyal medya denilen âlemi takip ettiği
açık. Argümanlarını oradan üretiyor. Birkaç gündür bu âlemde “flama, bayrak
getirmeyin” diyenler, ya polis ya da bugün itibarıyla polise hizmet etmiş
oluyorlar. Gezi’deki temiz çocukları koruduğu yalanına sarılanlar, gece vakti
Gezi’yi gaza boğuyorlar. Yalan muktedir. İktidar, yalan üzerinde yükseliyor.
Bireyle devleti karşı karşıya konumlandırdığını
zannedenler, yanıldılar.
BBC’ye konuşan Elif Shafak (Elif Şafak), ülkenin bugün
fazla politize ve kutuplaşmış hâlde olduğunu söyledi. Bireyin bireyliğini ifade
edemediğinden yakındı. Demek ki Shafak’ın derdi şu: “Türkiye politize olmasın,
kutuplaşmasın. Birey denilen ne idüğü belirsiz şey, özgür olsun.” Politikasız,
kutupsuz. Halk, sınıf gibi kolektif bir güçten dem vurmak suç olsun. Talimat
liberalizmden, tatbikat faşizmden.
Politikanın imkânsızlaşmasına faşizm deniliyor özetle.
Liberalizmle faşizm, kol kola ilerliyor.
Menderes ve Özal hattı, CHP’nin bir kolu. Birbirlerine
muhtaçlar. Bu kayıkçı dövüşüne aldanmamalı. Her iki kol da
sömürülenlerin-mazlumların politika yapma imkânlarını ezmekle yükümlü. Artık ülkenin
temellerinde ezilen böceklere, çekilen duvarlara bakmalı.
Eylemlerin kalbi, Gezi. Ama eylem süreci, devletin
saldırısı sonucu ölüyor ve kan, tekrar bu kalbe toplanıyor. Gezi’dekiler,
kendilerini savunacak birilerini bulamayacaklar. Dışa attıkları, duvar
ördükleri, marjinalleştirdikleri unsurların direnci bugün kırılırsa, sıra
kendilerine gelecek, geliyor. Faşizmin kepçeleriyle sökülen ağaçlar halk içine,
direnişe kök salmışken, meselenin tekrar ekolojist bir hatta çekilmesi,
kepçeleri tekrar harekete geçirecek. Kepçe ve toma, ancak Beşiktaş Çarşı’da
karşı karşıya gelebilir, ideolojik planda yan yanalar. Bu koşullarda
demokratizm edebiyatı, sadece yazarlarını mutlu ediyor. Gerçekteyse sadece vali
mutlu!
Bireyle devlet arasındaki muhabbet, Etyen Mahcupyan’da
dil buluyor örneğin. Apolitik ve cahilane bir devlet eleştirisi ile AKP
kurgusuna bel bağlıyor, onu aklamaya çalışıyor. Tüm TV kanalları günlerdir bunu
yapıyorlar. Hepsi, “biz ana yolda yürüyoruz, bu yol bizim, bu saldıranlar
kenardakiler, marjinaller” diyor. O marjinallerin hayatın tam da şahdamarından
konuştuklarını gizlemeye çalışıyor. Erdoğan, “çalışmadan hırsızlık yapanlar
bunlar” diyerek direnenleri milletin önüne atıyor. Bu, on yıl içinde edinilen
servetleri gizlemenin bir yolu. Din çürüyor, “din elden gidiyor” diyor, faiz
düzenini koruyor, “beni yıkmak isteyenler faiz lobisi” yaygarası kopartıyor,
ülkenin Ortadoğu’ya sokulmuş bir emperyalist kama olduğunu unutturmaya çalışıp,
“biz büyüyoruz ya, ondan bu düşmanlık” diye bağırıyor. Eylemlerde kendi basını
hep birkaç İranlı yakalıyor. Mahcupyan ise Ermeni Tehciri’ni yapanların
soyundan gelenlere akıl hocalığı yapıyor. Birey, onların bireyi olmak için Ermeniliğine
küfrediyor.
Bu bireyci ideolojik yükler oldukça, kazanan AKP
olacak. Söz konusu ideolojik yüklerin sol ya da sağ olması fark etmez. Çünkü
AKP, bu devletin solu ve sağının bir birleşimi. Valinin, “birliğimize ve
geleceğimize saldıranlar” dediği ise devletin temellerini içten içe çürüten
böcekler. Elbette ezilmeliler!
Etyen Mahcupyan, “bu hareket politik değil, kültürel”
derken istemini dile getirmiş oluyor. “Kültürel bir tepkisellik” olarak
kalmasını arzuluyor. “Başkan Erdoğan” da bu niyetle hareket ediyor. Mehmet
Metiner yoldaşı ise, “demokrasi diye çok ileri gitmişiz, çıkardığımız yasalarla
bir emniyet sorununa yol açmışız” diye halkı tehdit ediyor. “Biz, başörtülü
bacılarımızın özgürlüğünü bile sağlayamadık” diye neye hizmet ettiğini
söylüyor. Çünkü o yasağı kendileri getirdi, var olanı pekiştirdi,
süreklileştirdi. Şimdi de “başörtülü kadınlara saldırıyorlar” deyip edebiyat
parçalıyorlar. Aslında başörtüsünü bireysel, kültürel bir öğeye
indirgeyemedikleri için o hâlâ yasaklı. Liberalizm, tuz buz edemediğini faşizme
havale ediyor.
Soros ya da OTPOR türü komplo teorilerine hem AKP’liler hem CHP’liler ve Banu Avar gibi ulusalcılar sarıldı, üstelik daha ilk günlerde. Birbirlerine malzeme veriyorlar sadece. Bu komplo saldırılarının da yaslandığı yer, birey. Ona sesleniyorlar. “Kendini kullandırtma, aman ha!” diyorlar. “Özgür ol!” diye emrediyorlar, arkasından da “özgür olmak için bize teslim ol” diye fısıldıyorlar. Özgür olmanın kendilerine biat etmek demek olduğunu iyi biliyorlar.
İsrail’den ve başka yerlerden öğrenilen yöntemle,
bugün Taksim’de duvarlar örülüyor. Filistinlileri tecrit etmek ve marjinal
kılmak için örülen duvarlar, meydana uzanıyor. AKP medyası, “Taksim’i Kızıl
Meydan yapmak istiyorlardı” diye yaygara kopartıyor. Devlete hizmet yarışında
öne çıkan eski “İslamcılar”, antikomünizmle yüklü eğitimlerini bir kez daha
hatırlıyorlar. Kontrgerilla talimnamelerini güncelliyorlar. Fethullah da bu
mizansende “iyi polis”i oynuyor. Müritleri ise kötülüğün tanımını değiştiriyorlar
her gün. “Çapulcu” sözcüğünün tanımının değiştirilmesi gibi.
Devlet, politizasyonun ve kutuplaşmanın tek mutlak
çaresi olarak bireyin karşısına çıkartılıyor. Birey, teslimiyetle, uzanan eli
tutuyor. Örgütlü gücün karşısında diz çöküyor. Gezi’de komün şarkıları söyleyip
dans edenler, etraflarına örülen duvarı boyamakla meşguller. Duvarın öbür
yanında yüzlerce insanın kanıyla “faşizme geçit yok!” yazıyor. Devlet, bugün
Gezi’yi tecrit ve yok etmek için saldırıyor. Devrimcileri de bahane hâline
getiriyor.
Shafak’ın söyledikleriyle Tayyip Erdoğan’ın
söyledikleri, kucak kucağa. Kelimeler farklıymış gibi görünüyor: biri “birey”
diyor diğeri “devlet”. Aynı şey. Politizasyonun ve kutuplaşmanın yeryüzünden
silinmesi için biri birey, diğeri devlet silâhını kullanıyor. Sömürülenlerin ve
mazlumların sömürü ve zulümden kaynaklı doğal tepkilerini birey cennetine
bağlıyor. Birey cenneti, devlet denilen cehennemin komşusu. Bu ideolojik
saldırılarla insanlar, doğal tepkilerin aykırı, fazlalık ve dışsal olduğuna
inandırılıyor.
Polis, böcek ilâcı sıkar gibi kitlelerin üzerine gaz
sıkıyor. Böcekleşmemiz isteniyor, Kafkaesk manada. Vali, bu kurgunun en önemli
repliğini yineliyor: “Ezeceğiz!”
İsrail’deki duvarın bir geçit noktasında İsrail askeri, gizli kameraya kaydedilmiş görüntüsünde: “bu Filistinlilerin hepsi böcek” diyor
ve “Made in Turkey” postalını gösterip, “bunların hepsini ezmek” gerektiğini
söylüyor.
Solun bir bölümü, mevcut kurguya uyum sağlayarak
ilerleyeceğini düşünüyor. Kısa süre önce CHP’nin “sol kesim”i ile ittifak
yaptığı iddia edilen sol partiler, bu süreçte kitleleri bölen, geri çeken, dar
sokaklarda boğan bir pratik sergiliyorlar. “Mahallelere gidiyoruz, oralarda
ağaçlardan dökülen armutları toplayacağız” diyorlar. Kimse, mahalleleri
örgütleyip zulme bir mızrak gibi doğrultmayı düşünmüyor. Bugün Taksim’de direnenler by-pass
edilip, Gezi’deki liberal ruh, mahalleye taşınmak isteniyor. O ruhun mahalleleri dönüştüreceği üzerinde duruluyor. Çünkü bu partilerin
şefleri de Tayyip Erdoğan ya da en iyisinden “millet biraz deşarj olsun” diyen
Kılıçdaroğlu gibi düşünüyorlar. Gezi, ağaç meselesini aşan kabarışı dindiren
bir dalgakırana dönüşüyor.
Taksim Platformu, Abdullah Cömert’in ailesinden gelen
ağacı dikiyor, ama Armutlu’yu dışarıda tutuyor. Ethem’e ah vah ediyor, ama ona
yoldaş olmuyor. Düne kadar AKP’yi desteklemiş solcuların belirledikleri sivil
itaatsizlik politikası, yükselen eylemliliğe de itaat etmeyerek, kendini yok
ediyor.
Devletse karşısına çıkan kardeşi “birey”i görünce
bıyık altından gülümsüyor. “Çapulcu” deyip kendi çapulculuğunu örtbas ediyor.
“AKM’yi yıkacağız” diyenler, onu kurtarmakla övünüyorlar. Halk, AKP’ye
“diktatör”, o da halka “sen bana bir şey dikte edemezsin” diyor. Aptalca bir
mantıksal safsata işletiliyor. Safsata, iktidarın mantığı oluyor.
Hafta sonu toplantıları, istihbaratlar, analizler
üzerinden gene sol-sosyalist kesim, karşı tarafa atılıp marjinalize edilmeye
çalışılıyor. Kimi bireyler de bunlarla aralarına duvar çekilmesine
seviniyorlar. Kürtlerle barış, batının devrimcilerine savaş anlamına geliyor.
Bu savaşın bireyle yumuşatılması mümkün değil.
Düşersek, hep birlikte düşeceğiz. Gezi, Gazi ve Gazze
sadece ses değil, öz açısından da kardeş. Diz çökersek, hepimiz ezileceğiz.
Taksim, Syntagma ya da Tahrir, sadece şekil değil, söz olarak da yoldaş.
Göğsümüz delinirse, hepimizden kan akacak. Roboski, Felluce ya da Reyhanlı,
sadece kanlı haritamızda birer im değil, imge olarak da omuzdaş. Ayağa
kalkacaksak hep beraber kalkacağız. Ak libaslarımıza kanlı kılıçlarını silmeye
çalışanların yüzüne tükürerek, yeniden doğrulacağız.
Eren Balkır
11 Haziran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder