21 Nisan 2013

,

Neva


Bugün sağda solda devrimci, sosyalist ve komünist faaliyet yürüten her örgütün ve militanın emeği, kolektif manada değerlidir. Fukara ahvalimizle bizimki de dâhil, her türlü eleştiri, bu kolektif değer karşısında talidir. Kemalist, liberal, burjuva, küçük burjuva, reformist ya da apolitik olarak da eleştirilse, ortaya konulan emeğin önünde eğilmek zorunludur.

Birileri, şehirli orta sınıfın hassasiyetlerine oynuyor olabilir, kimileri, Kürd’ün harına sığınabilir, bazıları, parlamenter güzergâhta yürüyebilir, nadiren de olsa birkaç unsur da bedenini silâh edebilir… Bunların bir kısmına ya da hepsine “trafik polisliği” yapmanın anlamı yoktur.

Bugün örgütlerin ve militanların teori eksiklik çektiği ve sırf bu eksiklik yüzünden tıkandığı iddia edilemez. Temel mesele, sınıfsal, işbölümüne ait ve hiyerarşiye dair bir kolektif çıkışın gerçekleştirilememesidir. Böylesi bir çıkış, teorik, ideolojik ve politik marazları bir bir devrimcileştirecektir. Dolayısıyla, tahkimat bu alanda yapılmalıdır.

Bugün örgütler sınıfsızlaşıyor, işbölümüne inanmadığı bir yere savruluyor, sadece kendisinin üstte olduğu bir hiyerarşiye tahammül edebiliyor. Böyle olunca militanlar, o değerli kolektif emeklerinin berhava olması karşısında umutsuzluğa ve inançsızlığa saplanıyorlar. Devrimci örgütler kolektifi anlamında komünist bir çıkışın bu umutsuzluğu ve inançsızlığı gidereceği açıktır.

Komünist çıkış yerine burjuva bir geri çekilişin hüküm sürdüğü koşullarda örgütler, örgütlenme meselesinde, kendilerini bu örgütlenme pratiğinin dışına yerleştiriyorlar. 12 Eylül, Sovyetler’in dağılışı ve 2000 ölüm oruçları momentlerinde örgütlerin ana teorik, ideolojik ve politik hedefi, kendi örgütlerini korumak olmuştur. Dolayısıyla, buna göre militan üretilmiş, buna uygun örgüt formları inşa edilmiştir.

Oysa örgüt, örgütlenme gibi maddî ve diyalektik bir faaliyetin dışında kalamaz. Diyelim bir fabrikada ya da mahallede ya da okulda bir tek kişiyi örgütledi, örgüt, teorik ve pratik olarak o kişinin hayatına örgütlenmelidir. Kişi, basit anketör, pazarlamacı ya da reklâmcı olmanın dışına çıkartılabilmelidir. Bu, basit anlamda örgüt içi demokrasi meselesi değildir. Demokrasi meselesi faydacıdır ama devrimci tarz, kişinin hayatına örgütlenen ve onu örgütleyen bir tarzdır. Burjuva geri çekiliş, örgütleri ve militanları pratik, faydacı ve nicelci bir eğilime mecbur etmektedir.

Böylesi bir düzlemde, örneğin Zübeyir Aydar’ın sosyalistlere yönelik eleştirisi, iki açıdan karşılanmıştır. Birincisinde örgütler, kendini muhafaza etme derdiyle, bu eleştiriye korumacı bir yerden tepki geliştirmiş; ikincisinde ise “biz bildiğiniz sosyalistlerden değiliz, biz varız” şeklinde uyumlu bir cevap üretmişlerdir.

Sınıf, millet ve din başlıklarında ayrı ayrı ve bütün olarak örgütlerin doğal refleksi mevcut dönemde, etraflarına surlar inşa etmek olmuştur. Sur inşası, politika yapmak zannedilmektedir. Dolayısıyla, burjuvazi ve devletin kalelerini yıkacak, fethedecek her türlü imkân, örgütlerin politika anlayışının dışında kalmaktadır.

Aydar’a yönelik eleştirilerin biçimlendiği iki düzlemde de Aydar’ın “biz sosyalistlere iktidar yolunu, parlamento yolunu açıyoruz” tespitine belirli bir cevap üretilmemiştir. Kimse, “biz o yolun yolcusu değiliz” dememiştir. Bazıları, yüzeyde yumuşak laf edip, örneğin KESK içinde “akil adam” olan Lami Özgen’in kuyusunu kazma operasyonlarına girişmiş, bazıları da fırsattan istifade, kendi haklılığının propagandasını yapmıştır.

* * *

“Neva”, kelime olarak nağme, düzen gibi anlamlara sahiptir. Bir Urfa türküsünde kelime şu şekilde geçer: “Bülbülüm neva bilmem/Dertliyim deva bilmem.” Türkünün sözleri Hikmet Kıvılcımlı’nın “çığlıkta ahenk aranmaz” sözünü hatırlatır, onu şerh eder: Derdi olmayan, nevaya düşkündür, nevası olanın derdi yoktur.

Sol örgütler, biraz da korumacı, muhafazakâr eğilime bağlı olarak, dertten azade yuvalara yerleşiyorlar. Kapitalizm karşıtı devrimciliği, emperyalist karşıtı, sınıf mücadelesini görmeyecek bir yere kapanıyor. Kitlelerin kendiliğindenliğine dönük tapınma, örgüt ve örgütlenme meselesini geçersizleştiriyor, durum, dönem ve süreç dâhilinde her türlü imkân, politik devrimci bir ayraca tabi tutulamıyor.

Demokrasiyle birlikte sol öznelerin zihin dünyası matematiğe tabi hâle gelmiştir. Bu nedenle, kimsenin fizik, kimya ve biyoloji gibi temel bilimsel disiplinlere dair bir derdi de kalmamıştır. Verili matematiksel “neva”, onlar için yeterlidir.

Matematik sonuçtur; örgütler, kendi fiziklerini, kimyalarını ve biyolojilerini putlaştırdığı için mevcut matematiksel, geometrik kurguya dâhil olmayı anlamlı ve yeterli sayıyorlar. Tersten, kurguya tabi olmak, fiziği, kimyayı ve biyolojiyi bir biçimde hükümsüz kılıyor.

Başta belirttiğimiz üzere, örgütlerin ve militanların maddî pratikleri, fiziksel, kimyasal ve biyolojik nitelikleri ile değerlidir. Bu nitelikleri matematiksel niceliklere hapsedenler, her zaman devrimci eleştirinin konusudurlar.

Örgütler, kendi militanlarının ve çeperlerinin hayatlarına biraz da bu nedenle örgütlenemiyorlar. Belirli bir fiziksel, kimyasal ve biyolojik faaliyetin ürünü olan örgütler, kısmen kendilerini koşullayan belirli bir duruma, momente ve yere kazık çakıyor, dünyayı o kazığın etrafında döndürüyor, başka fiziksel, kimyasal ve biyolojik unsurlara ve dinamiklere mesafeli yaklaşıyorlar.

Aslında örgütler, bir kişiyi ya da mahalleyi örgütlediğinde ona fazla güvenmiyor, onun dalgasına karşı dalga kıranlar örüyorlar. Sırf bu nedenle, ülke genelinde ya da tekil bir mücadele alanında somut bir politik durum oluştuğunda, ona karşı doğal bir kolektif karşı koyuş gerçekleştiremiyor, başka dinamikleri ve özneleri görmeyecek bir yerde duruyorlar.

Çoğu zaman örgütler, kendisine zarar vereceğini düşündüğü unsurları sınıfsal olarak karşı tarafa atıyor, iyice küçük burjuvalaştırıyor, işbölümü bahsinde onları işsizleştiriyor veya onlara yüklenemeyeceği işler veriyor ya da hiyerarşi bahsinde, onları alt kademede süründürüyor veya üst bir kademeye alıp orada boğuyorlar. Onca matematiğe rağmen, muhtemelen bu tip yaklaşımlar yüzünden örgütlerden ayrılanlar, örgütlerin mevcut nüfuslarından sayıca daha fazladır. Mevcut nüfusun nüfuz üretmesi ise imkânsızdır.

Benzer bir matematikçi yaklaşım, teorik alanda da hüküm sürüyor. Teorik alanların diyelim feminizm ve ekoloji gibi alt alanlara bölünmesi suretiyle niceliğin artırılacağı düşünülüyor. Bu kadar nicelci yaklaşım, nitel bir sıçramayı asla koşullamıyor.

Mücadele başlıklarının düşünsel-teorik düzlemde sayıca artırılmasının örgüt nüfusunu artıracağını düşünmek yanılsamadan ibarettir. Zira döne dolaşa feminizm bahsinde erkekçi ve kadına lütufla yaklaşan bir dil; ekoloji bahsinde, insancı ve doğaya acıyan bir zihniyet hâkim oluyor. Dolayısıyla, ilgili alt alanlardaki devrimci olasılıklar da fiziksel, kimyasal ve biyolojik niteliklere körleşilmesi üzerinden, doğduğu gibi ölüyor.

Soldaki orta sınıf burjuvalara özgü laiklik ve ateizm, aslında mevcut matematikçiliğin bir tezahürüdür. Onun şahsında matematik, fiziğin, kimyanın ve biyolojinin ecdadı olduğunu haykırıp duruyor. “Burjuva laik ve ateist olamadı, biz onun olmuş hâliyiz” demek, tam da bu üç bilimin parçalı olarak işaret ettiği hakikate inanmamak ve onun hareketine güvenmemekle ilgili.

Döne dolaşa, başarılı olmuş bir devrim pratiğini ileri götürmekten bahsetmek ve yere düşmüş devrim bayrağını kaldırıp ileri doğru koşmak, devrim imkânlarını ve devrimi ıskalamakla sonuçlanacaktır. Çünkü oradaki devrim, olmuş bitmiş bir devrimdir ve o devrim, maddî olarak kendisinden ayrı ve başka bir devrime asla tahammül edememektedir. Ayrı ve başka devrimse, tüm tarihin derdini yüklenmeyi, tüm toplumsal dinamiklerin ahenksiz çığlığını örgütlemeyi şart koşar. Bu noktada mesele, deva veya neva üretmek değil, dertlileri ve egemenlerin ahengine, nevasına karşı çığlık atanları devrim yoluyla muktedir kılmaktır.

Eren Balkır
20 Nisan 2013

0 Yorum: