Bugün sağda solda devrimci, sosyalist ve komünist
faaliyet yürüten her örgütün ve militanın emeği, kolektif manada değerlidir.
Fukara ahvalimizle bizimki de dâhil, her türlü eleştiri, bu kolektif değer
karşısında talidir. Kemalist, liberal, burjuva, küçük burjuva, reformist ya da
apolitik olarak da eleştirilse, ortaya konulan emeğin önünde eğilmek
zorunludur.
Birileri, şehirli orta sınıfın hassasiyetlerine
oynuyor olabilir, kimileri, Kürd’ün harına sığınabilir, bazıları, parlamenter
güzergâhta yürüyebilir, nadiren de olsa birkaç unsur da bedenini silâh
edebilir… Bunların bir kısmına ya da hepsine “trafik polisliği” yapmanın anlamı
yoktur.
Bugün örgütlerin ve militanların teori eksiklik
çektiği ve sırf bu eksiklik yüzünden tıkandığı iddia edilemez. Temel mesele,
sınıfsal, işbölümüne ait ve hiyerarşiye dair bir kolektif çıkışın
gerçekleştirilememesidir. Böylesi bir çıkış, teorik, ideolojik ve politik
marazları bir bir devrimcileştirecektir. Dolayısıyla, tahkimat bu alanda
yapılmalıdır.
Bugün örgütler sınıfsızlaşıyor, işbölümüne inanmadığı
bir yere savruluyor, sadece kendisinin üstte olduğu bir hiyerarşiye tahammül
edebiliyor. Böyle olunca militanlar, o değerli kolektif emeklerinin berhava
olması karşısında umutsuzluğa ve inançsızlığa saplanıyorlar. Devrimci
örgütler kolektifi anlamında komünist bir çıkışın bu umutsuzluğu ve
inançsızlığı gidereceği açıktır.
Komünist çıkış yerine burjuva bir geri çekilişin hüküm
sürdüğü koşullarda örgütler, örgütlenme meselesinde, kendilerini bu örgütlenme
pratiğinin dışına yerleştiriyorlar. 12 Eylül, Sovyetler’in dağılışı ve 2000
ölüm oruçları momentlerinde örgütlerin ana teorik, ideolojik ve politik hedefi,
kendi örgütlerini korumak olmuştur. Dolayısıyla, buna göre militan üretilmiş,
buna uygun örgüt formları inşa edilmiştir.
Oysa örgüt, örgütlenme gibi maddî ve diyalektik bir
faaliyetin dışında kalamaz. Diyelim bir fabrikada ya da mahallede ya da okulda
bir tek kişiyi örgütledi, örgüt, teorik ve pratik olarak o kişinin hayatına
örgütlenmelidir. Kişi, basit anketör, pazarlamacı ya da reklâmcı olmanın dışına
çıkartılabilmelidir. Bu, basit anlamda örgüt içi demokrasi meselesi değildir.
Demokrasi meselesi faydacıdır ama devrimci tarz, kişinin hayatına örgütlenen ve
onu örgütleyen bir tarzdır. Burjuva geri çekiliş, örgütleri ve militanları
pratik, faydacı ve nicelci bir eğilime mecbur etmektedir.
Böylesi bir düzlemde, örneğin Zübeyir Aydar’ın
sosyalistlere yönelik eleştirisi, iki açıdan karşılanmıştır. Birincisinde
örgütler, kendini muhafaza etme derdiyle, bu eleştiriye korumacı bir yerden
tepki geliştirmiş; ikincisinde ise “biz bildiğiniz sosyalistlerden değiliz, biz
varız” şeklinde uyumlu bir cevap üretmişlerdir.
Sınıf, millet ve din başlıklarında ayrı ayrı ve bütün
olarak örgütlerin doğal refleksi mevcut dönemde, etraflarına surlar inşa etmek
olmuştur. Sur inşası, politika yapmak zannedilmektedir. Dolayısıyla, burjuvazi
ve devletin kalelerini yıkacak, fethedecek her türlü imkân, örgütlerin politika
anlayışının dışında kalmaktadır.
Aydar’a yönelik eleştirilerin biçimlendiği iki
düzlemde de Aydar’ın “biz sosyalistlere iktidar yolunu, parlamento yolunu
açıyoruz” tespitine belirli bir cevap üretilmemiştir. Kimse, “biz o yolun
yolcusu değiliz” dememiştir. Bazıları, yüzeyde yumuşak laf edip, örneğin KESK
içinde “akil adam” olan Lami Özgen’in kuyusunu kazma operasyonlarına girişmiş,
bazıları da fırsattan istifade, kendi haklılığının propagandasını yapmıştır.
* * *
“Neva”, kelime olarak nağme, düzen gibi anlamlara
sahiptir. Bir Urfa türküsünde kelime şu şekilde geçer: “Bülbülüm neva
bilmem/Dertliyim deva bilmem.” Türkünün sözleri Hikmet Kıvılcımlı’nın “çığlıkta
ahenk aranmaz” sözünü hatırlatır, onu şerh eder: Derdi olmayan, nevaya
düşkündür, nevası olanın derdi yoktur.
Sol örgütler, biraz da korumacı, muhafazakâr eğilime
bağlı olarak, dertten azade yuvalara yerleşiyorlar. Kapitalizm karşıtı
devrimciliği, emperyalist karşıtı, sınıf mücadelesini görmeyecek bir yere kapanıyor.
Kitlelerin kendiliğindenliğine dönük tapınma, örgüt ve örgütlenme meselesini
geçersizleştiriyor, durum, dönem ve süreç dâhilinde her türlü imkân, politik
devrimci bir ayraca tabi tutulamıyor.
Demokrasiyle birlikte sol öznelerin zihin dünyası
matematiğe tabi hâle gelmiştir. Bu nedenle, kimsenin fizik, kimya ve biyoloji
gibi temel bilimsel disiplinlere dair bir derdi de kalmamıştır. Verili
matematiksel “neva”, onlar için yeterlidir.
Matematik sonuçtur; örgütler, kendi fiziklerini,
kimyalarını ve biyolojilerini putlaştırdığı için mevcut matematiksel, geometrik
kurguya dâhil olmayı anlamlı ve yeterli sayıyorlar. Tersten, kurguya tabi
olmak, fiziği, kimyayı ve biyolojiyi bir biçimde hükümsüz kılıyor.
Başta belirttiğimiz üzere, örgütlerin ve militanların
maddî pratikleri, fiziksel, kimyasal ve biyolojik nitelikleri ile değerlidir.
Bu nitelikleri matematiksel niceliklere hapsedenler, her zaman devrimci
eleştirinin konusudurlar.
Örgütler, kendi militanlarının ve çeperlerinin
hayatlarına biraz da bu nedenle örgütlenemiyorlar. Belirli bir fiziksel,
kimyasal ve biyolojik faaliyetin ürünü olan örgütler, kısmen kendilerini
koşullayan belirli bir duruma, momente ve yere kazık çakıyor, dünyayı o kazığın
etrafında döndürüyor, başka fiziksel, kimyasal ve biyolojik unsurlara ve
dinamiklere mesafeli yaklaşıyorlar.
Aslında örgütler, bir kişiyi ya da mahalleyi
örgütlediğinde ona fazla güvenmiyor, onun dalgasına karşı dalga kıranlar örüyorlar.
Sırf bu nedenle, ülke genelinde ya da tekil bir mücadele alanında somut bir
politik durum oluştuğunda, ona karşı doğal bir kolektif karşı koyuş
gerçekleştiremiyor, başka dinamikleri ve özneleri görmeyecek bir yerde duruyorlar.
Çoğu zaman örgütler, kendisine zarar vereceğini
düşündüğü unsurları sınıfsal olarak karşı tarafa atıyor, iyice küçük
burjuvalaştırıyor, işbölümü bahsinde onları işsizleştiriyor veya onlara
yüklenemeyeceği işler veriyor ya da hiyerarşi bahsinde, onları alt kademede
süründürüyor veya üst bir kademeye alıp orada boğuyorlar. Onca matematiğe
rağmen, muhtemelen bu tip yaklaşımlar yüzünden örgütlerden ayrılanlar,
örgütlerin mevcut nüfuslarından sayıca daha fazladır. Mevcut nüfusun nüfuz
üretmesi ise imkânsızdır.
Benzer bir matematikçi yaklaşım, teorik alanda da
hüküm sürüyor. Teorik alanların diyelim feminizm ve ekoloji gibi alt alanlara
bölünmesi suretiyle niceliğin artırılacağı düşünülüyor. Bu kadar nicelci
yaklaşım, nitel bir sıçramayı asla koşullamıyor.
Mücadele başlıklarının düşünsel-teorik düzlemde sayıca
artırılmasının örgüt nüfusunu artıracağını düşünmek yanılsamadan ibarettir.
Zira döne dolaşa feminizm bahsinde erkekçi ve kadına lütufla yaklaşan bir dil;
ekoloji bahsinde, insancı ve doğaya acıyan bir zihniyet hâkim oluyor.
Dolayısıyla, ilgili alt alanlardaki devrimci olasılıklar da fiziksel, kimyasal
ve biyolojik niteliklere körleşilmesi üzerinden, doğduğu gibi ölüyor.
Soldaki orta sınıf burjuvalara özgü laiklik ve ateizm,
aslında mevcut matematikçiliğin bir tezahürüdür. Onun şahsında matematik,
fiziğin, kimyanın ve biyolojinin ecdadı olduğunu haykırıp duruyor. “Burjuva
laik ve ateist olamadı, biz onun olmuş hâliyiz” demek, tam da bu üç bilimin
parçalı olarak işaret ettiği hakikate inanmamak ve onun hareketine güvenmemekle
ilgili.
Döne dolaşa, başarılı olmuş bir devrim pratiğini ileri
götürmekten bahsetmek ve yere düşmüş devrim bayrağını kaldırıp ileri doğru
koşmak, devrim imkânlarını ve devrimi ıskalamakla sonuçlanacaktır. Çünkü
oradaki devrim, olmuş bitmiş bir devrimdir ve o devrim, maddî olarak
kendisinden ayrı ve başka bir devrime asla tahammül edememektedir. Ayrı ve
başka devrimse, tüm tarihin derdini yüklenmeyi, tüm toplumsal dinamiklerin
ahenksiz çığlığını örgütlemeyi şart koşar. Bu noktada mesele, deva veya neva
üretmek değil, dertlileri ve egemenlerin ahengine, nevasına karşı çığlık atanları
devrim yoluyla muktedir kılmaktır.
Eren Balkır
20 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder