13 Haziran 2012

Slavoj Žižek ve SYRIZA


Burada olmaktan onur duyuyorum ama sizin dilinizi konuşamadığım için de utanıyorum. Gene de başlayalım söze: hayatının son döneminde psikoanalizin babası Sigmund Freud şu ünlü soruyu sorar: “Bir kadın ne ister?” Freud, kadın cinselliğine ilişkin muamma ile yüzleştiği noktada bu konuyla ilgili kafa karışıklığını da kabul eder. Bugün de benzer bir kafa karışıklığı ortaya çıkmaktadır: “Avrupa ne ister?”

Siz Yunan halkının Avrupa’ya yönelttiğiniz soru işte budur. Zira siz ne istediğinizi biliyorsunuz, siz (yanında oturan SYRIZA lideri Aleksis Çipras’ı göstererek) bu adamın başbakanınız olmasını istiyorsunuz.

Avrupa ise ne istediğini bilmiyor. Bence Avrupa devletlerinin ve medyanın bugün Yunanistan’da olup bitenlerle kurduğu ilişki biçimi, onların ne tür bir Avrupa istediklerine ait en önemli göstergedir. Avrupa neoliberal mi olacak yoksa tecritçi devletlerden mi oluşacak ya da başka bir şey mi olacak?

Eleştiriler, SYRIZA’nın avro için bir tehdit olduğu yönünde, oysa aksine, SYRIZA Avrupa için yegâne şans. Tehdit olmanın çok ötesinde bir şey. Siz, Avrupa’nın yeni bir yol bulabilmesi için sahip olduğu ataleti kırması yönünde ona bir şans veriyorsunuz.

Kendi kültür tanımına ilişkin yazdığı notlarında büyük muhafazakâr şair T. S. Eliot, yegâne tercihin zındıklık ve kâfirlik arasında olduğu momentlere dikkat çeker. Yani inancı ve dini canlı tutmanın yegâne yolunun ana güzergâhtan mezhepsel bir ayrışmayı gerçekleştirmek olduğunu söyler.

Bugün Avrupa’da olan da budur; ancak şu ân itibarıyla SYRIZA tarafından temsil olunan yeni zındıklık, Avrupa mirasında kurtarılmaya değer olanı, demokrasi, halka güvenmeyi ve eşitlikçi dayanışmayı kurtaracak olandır. SYRIZA üstün gelirse kazanacak olan Avrupa’dır ve bu Avrupa, Asyalı değerlere sahip bir Avrupa olacaktır, elbette bu Asyalı değerlerin Asya’yla değil, demokrasiyi askıya alacak olan günümüz kapitalizminin mevcut eğilimi ile bir ilişkisi olacaktır.

SYRIZA’nın yönetmek için yeterince deneyime sahip olmadığı söyleniyor. Evet, ben de katılıyorum bu fikre, parti, dalavere ve hırsızlık yoluyla bir ülkeyi iflasa sürükleme konusunda yeterince deneyime sahip değil. Sizde bu deneyim yok. Bu ise bizim yüzümüze Avrupa’daki müesses nizamın politikasına ait saçmalığı vuruyor. Onlar, vergileri ödeme konusunda vaazlar veriyorlar, Yunanistan’daki kayırmacılığa karşı çıkıyorlar ve tüm umutlarını ülkeyi söz konusu kayırmacılığa teslim eden iki partinin oluşturacağı bir koalisyona bağlıyorlar.

Christine Lagarde (IMF Başkanı) kısa süre önce Nijerli fakir halka Yunanlılardan daha çok sempati beslediğini söylemişti ve hatta Yunanlılara vergilerini ödeyerek kendilerine yardım etmelerini öğütlemişti ama birkaç gün önce öğrendiğim kadarıyla o, bu işi yapmaya ihtiyaç bile duymuyormuş. Tüm liberal yardımseverler gibi Lagarde da bizi yardım etmeye zorlayan ve bizde sempati uyandıran birer kurban olarak güçsüz fakirleri seviyor.

Ama siz Yunanlıların sorunu, evet acı çekmeniz ama aynı zamanda pasif bir kurban olmamanız, direnmeniz, dövüşmeniz, sempati ya da yardım dilememeniz ve aktif bir dayanışma talep etmeniz. Siz, kendi kavganız için bir seferberlik ve destek talep ediyorsunuz.

SYRIZA, solcu bir dizi kurguyu desteklemekle suçlanıyor, oysa Brüksel’in dayattığı tasarruf planının kendisi tam anlamıyla bir kurgu çalışması. Herkes biliyor ki bu plan bir kurmacadır ve Yunan devleti bu yolla borçlarını yeniden ödeyemez. Bugün herkes, kolektif bir hayalin tuhaf bir ifadesi dâhilinde Avrupa menşeli planların dayandığı mali projeksiyonun açık saçmalığını inkâr ediyor.

Öyleyse Brüksel bu tedbirleri size neden dayattı? Söz konusu tedbirlerin gerçek amacı elbette ki Yunanistan’ı değil, Avrupa bankalarını kurtarmaktı.

Bu tedbirler, politik tercihler üzerinde temellenen birer karar değil, tarafsız iktisadî mantığın dayattığı birer gereklilik olarak takdim ediliyorlar. Aynı şekilde, eğer ekonomimizi istikrarlı kılmak istersek bizim basit anlamda acı ilâcı da yutmamız gerekir. Ya da meşhur totolojik laflar türünden, ürettiğinizden daha fazlasını harcayamazsınız. Evet ama Amerikan bankaları ve Birleşik Devletler onlarca yıldır üretilenden daha fazlasının harcanabildiğinin birer kanıtı olarak karşımızda duruyorlar.

Tasarruf tedbirlerine ait hatayı göstermek amacıyla Paul Krugman sıklıkla bu tedbirleri ortaçağa özgü kan alma pratiği ile kıyaslar. Kanaatimce daha da radikalleştirilmesi gereken bir mecazdır bu. Avrupalı finans doktorları, bu tıbbın nasıl işlediğini bilmemekle birlikte, sizi deney tavşanı olarak kullanıyor ve kendi ülkelerinin değil sizin kanınızı akıtıyor. Alman ve Fransız bankaları tek damla kan dökmüyor. Aksine onlara bol miktarda kan nakli yapılıyor.

O hâlde SYRIZA, gerçekte bir grup tehlikeli müfridin işidir denilebilir mi? Hayır, SYRIZA bugün pragmatik bir sağduyu üretmek için var. Onun amacı, başkalarının ürettiği kiri pası temizlemek. Partinin tehlikeli bir hayalperest olduğunu söyleyenler, işte o tasarruf tedbirlerini dayatanlar. Gerçek hayalperestler, birkaç yüzeysel değişiklikle yola devam edebileceklerini düşünenler esasında. Siz hayalperest değil, giderek kâbusa dönüşen bir düşten uyananlarsınız.

Siz, hiçbir şeyi yok etmiyorsunuz; siz, sistemin kendisini tedricen yok etme yoluna karşı tepki koyuyorsunuz. Tom ve Jerry türünden çizgi filmlerdeki o klasik sahneyi hepimiz biliriz: kedi uçurumun kenarına gelir, ayaklarının altında toprağın olmadığı gerçeğini görmezden gelerek yürümeye devam eder, ancak sonra aşağı bakıp hiçbir şeyin olmadığını fark ettiğinde düşmeye başlar. Sizin de tek yaptığınız şey bu. İktidardakilere “hey aşağıya bakın!” diyorsunuz ve onlar da aşağı düşüyorlar.

Yunanistan’ın politik haritası açık ve bir emsal niteliğinde; umarım siz de farkındasınızdır, merkezinde iki hizipli tek bir parti duruyor: sol hizbi PASOK, sağ hizbi Yeni Demokrasi olan tek bir parti. Bildiğiniz gibi bu durum, birbirinden farksız iki tercih olarak Coca Cola ile Pepsi’ye benziyor. Bu partinin gerçek ismi, Demokrasiye Karşı Yeni Elen Hareketi esasında.

Tabiî bu büyük parti demokrasi yanlısı olduğunu iddia edecektir ama benim iddiama göre bu iki parti kafeinsiz bir demokrasiden yanadır. Bildiğiniz üzere, kafeinsiz kahve, alkolsüz bira, şekersiz dondurma gibi bir şey. Onlar demokrasi istiyorlar ama bu demokrasi tercihte bulunulabilen bir demokrasi değil, akil uzmanların yap dediğini yapan insanlar talep eden bir demokrasi. Demokratik bir diyalog mu talep ediyorlar? Evet ama bu sizin de bildiğiniz Platon diyalogları gibi bir şey: bu diyaloglarda her zaman bir adam konuşur ve diğeri de sadece on dakikada bir “Zeus sayesinde böyle oldu!” der.

Ama bu sürecin bir istisnası var. SYRIZA olarak siz gerçek bir mucize yarattınız, radikal sol bir hareket olarak marjinal direnişin rahat konumunu terk ettiniz ve cesaretle iktidarı almaya hazır olduğunuzun işaretini verdiniz. İşte tam da bu nedenle cezalandırılmanız gerek.

Kısa süre önce Forbes dergisinde Bill Freyja imzası ile “Yunanistan’a hak ettiği şeyi, komünizmi verin” başlıklı bir makalenin çıkmasının nedeni de bu. Bu yazıdan kısa bir alıntı yapalım şimdi:

“Unutmayalım ki dünyanın temel ihtiyacı, günümüzde komünizmin aktif olarak örneklenmesidir. Yunanistan için en iyi talep başka ne olabilir ki? Ülkeyi Avrupa Birliği’nden atın, karşılıksız avro akışını kesin ve ellerine o eski drahmilerini geri verin. Sonra bir nesil bekleyip izleyin.” Başka bir deyişle, Yunanistan krize dönük radikal ve solcu bir çözümle ilgili cazibenin ilk ve son kez cezalandırılacağı bir emsal teşkil etmeli.

SYRIZA’nın önüne koyduğu görevin neredeyse imkânsız olduğunu biliyorum. SYRIZA aşırı sol bir delilik değil, o, piyasa ideolojisinin deliliğine karşı çıkan pragmatik aklın sesi. SYRIZA ilkelere dayalı politika, demokrasi vaadine ilişkin köksüz pragmatizm ve gerektiği noktada hızlı ve gaddarca adımlar atmaya hazır oluş arasındaki güç bir bileşime ihtiyaç duyacak. Eğer SYRIZA’ya şans verilirse ki başarma şansı çok az, Avrupa genelinde bir dayanışmaya da muhtaç olacak.

Ben bu nedenle burada, Yunanistan’da sizin ucuz milliyetçilikten, Almanya’nın sizi yeniden işgal etmek istediği, yok edeceği vb. gibi laflardan kaçınmanız gerektiğini düşünüyorum. Sizin birinci göreviniz, bu ülkede olan biteni değiştirmek. SYRIZA, başka adamların beceremediği işleri yapmak zorunda. Bu iş daha iyi, modern ve etkin bir devlet inşa etmek, devlet aygıtını kayırmacılıktan temizlemektir. Bu, zor bir iştir, heyecanlı bir tarafı yoktur, gayet yavaş, güç ve can sıkıcı bir iştir bu.

Size yöneltilen sahte radikal eleştiriler, gerçek bir toplumsal değişim için henüz durumun uygun olmadığını söylüyor. İktidarı alınca sistemin daha etkin olması noktasında ona katkı yapmak dışında bir şey yapamayacağınızı iddia ediyor. Eğer doğru anladıysam, YKP’nin, esas olarak ölmeyi unuttuğu için hâlâ hayatta olan halk partisinin, size yönelik söylediği şey, tam da bu sanırım.

Politik seçkinlerinizin yönetme beceriksizliği sergiledikleri doğru ama durumun değişim için tam anlamıyla uygun olacağı bir momentin hiç yaşanmayacak olması da aynı ölçüde doğru. Eğer doğru ânı beklerseniz, o doğru ân hiçbir zaman gelmeyecektir. Müdahale ettiğiniz ân her daim hamdır. O vakit tercih yapmak zorunda kalırsınız: ya diğer sol partilerin yaptığı gibi huzur içinde bekleyip toplumunuzun nasıl parçalandığını seyredeceksiniz ya da kahramanca bir eda ile müdahale edip durumun ne denli zor olduğunu tam olarak idrak edeceksiniz. Bence bu noktada SYRIZA, tercihini doğru yönde yapmıştır.

Kanaatime göre sizi eleştirenler sizden nefret ediyorlar, çünkü gizliden gizliye biliyorlar ki siz özgür olma ve özgür insanlar olarak eyleme geçme cesaretine sahipsiniz. Sizi gözleyip duranların en azından bir ânlığına görüş alanına girdiğinizde, onlar sizin özgürlükten başka bir şey önermediğinizi anlayacaklar. Siz, ayrıca onların hep düşlediği bir şeyi yapmaya cüret ediyorsunuz. Bir ânlığına onları özgür kabul ediyor, sizinle tek bütün olarak sizinle birlikte olduğunuzu düşünüyorsunuz. Onlar bir bütün olarak sizlerle. Ama bu, sadece belirli bir moment dâhilinde geçerli. Korku geri gelecek ve onlar sizden gene nefret edecekler, çünkü onlar, kendi özgürlüklerinden korkacaklar.

O vakit 17 Haziran günü siz Yunan halkının yüzleşeceği tercih ne olacak? Demokratik toplumlarda özgür oy kullanma pratiğini var kılan mevcut paradoksu aklınızdan çıkarmamanız gerek: siz, doğru tercihi yapma şartıyla seçme özgürlüğüne sahipsiniz. Avrupa anayasası aleyhine oy kullanan İrlanda örneğinde olduğu gibi yanlış tercih bir hata olarak kabul edilir ve bildiğiniz üzere, onlar insanları doğru seçimi yapma konusunda aydınlatmak amacıyla seçimi yenilemek bile isterler. Avrupa’daki müesses nizamın paniklemesinin nedeni budur. Muhtemelen siz, yanlış tercih yapmak gibi bir tehlike söz konusu olduğundan, özgürlüğü hak etmiyorsunuz.

Ernst Lubitsch’in çektiği klasik komedi filmi “Ninotchka”da harika bir espriye yer verilir: filmin kahramanı bir kafeye gider ve garsondan kremasız kahve ister. Garson cevaben “affedersiniz ama kremamız kalmadı, sadece süt var, ben size sütsüz kahve getireyim mi?” diye sorar. Her iki durumda da sade kahve alırsınız ama bence buradaki espride kastedilen şey doğrudur. Kremasız kahve ile sütsüz kahve aynı şey değildir. Bugün de aynı açmaz geçerlidir; durum gerçekten güçtür. Bir miktar tasarruf tedbiri uygulamak zorunda kalacaksınız ama esas soru şudur: bu tasarruf denilen kahveyi kremasız mı sütsüz mü içeceksiniz? Avrupa’daki müesses nizamın sizi aldattığı nokta burasıdır. Bu nizam, siz bu kahveyi kremasız içecekmişsiniz gibi davranıyor. Yani çekilecek cefa, sadece Avrupa bankalarına kâr getirmekle kalmayacak, bu bankalar, size sütsüz kahve teklif edecek ama bu fedakârlıktan ve cefadan bir tek siz istifade etmeyeceksiniz.

Güney Peloponez’de, Mani civarında cenazelerde ağlamaları için tutulan kadınlar vardır, bilirsiniz. Bu kadınlar, ölenin akrabaları için gerekli manzarayı teşkil ederler. Bugün böylesi bir eylemin ilkel bir tarafı kalmamıştır. Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar olarak biz de bugün tam olarak aynı şeyi yapıyoruz. Kanaatimce Amerika’nın dünya kültürüne yaptığı en büyük katkı olan gülme efektini bir düşünelim. Bildiğiniz gibi, gülmek TV’deki sesin bir parçasıdır. Eve yorgun argın gelirsiniz, TV’deki Cheers ya da Friends gibi aptal dizilerin karşısına geçersiniz ve TV sizin yerinize güler. Maalesef bu, gayet işe yarayan bir şeydir.

İşte Avrupa’daki müesses nizamın sadece siz Yunan halkı değil, hepimizle ilgili olarak görmek istedikleri hâl budur: sadece ekrana bakın ve başkalarının nasıl düş kurduklarını, nasıl ağladıklarını ve nasıl güldüklerini izlemekle yetinin. Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında Alman ve Avusturyalı ordu karargâhlarının kendi aralarında nasıl telgraf çektiklerine ilişkin, doğruluğu şüpheli ama mükemmel bir anekdot vardır: Almanlar Avusturyalılara, “burada, cephenin bize ait olan kısmında durum ciddi ama feci değil” yazılı bir mesaj gönderirler. Avusturyalılar da şu cevabı verirler: “Burada durum feci ama ciddi değil.”

İşte SYRIZA ile diğer partiler arasındaki fark da budur: diğerleri için durum fecidir ama ciddi değildir ve her şey olağan biçimiyle devam edebilirken, SYRIZA için durum ciddidir ama feci değildir, zira korkunun yerini cesaret ve umut almıştır. Dolayısıyla, önündeki süreci en iyi anlatan ifade Beatles’ın eski bir şarkısında bulunabilir: “Uzun ve dolambaçlı bir yol”. Eğer yaşınız müsaitse hatırlayacaksınız, onlarca yıl önce Soğuk Savaş’ın sıcak bir savaşa dönüşme riski taşıdığı günlerde, John Lennon “Hepimiz diyoruz ki barışa bir şans verin” diye bir şarkı yazmıştı. Bugün tüm Avrupa’da yeni bir şarkının söylendiğini duymak istiyorum ben: “Hepimiz diyoruz ki Yunanistan’a bir şans verin.”

Konuşmamı, belki de klasik trajedilerin en büyüğü olan Antigone’den bir alıntı yaparak bitirmeme izin verin: sizin olmayan savaşlar yapmayın. Benim Antigone oyunu ile kanaatime göre elimizde bir Antigone ve bir de Kreon vardır. Bunlar, hâkim sınıfın iki hizbidir. Hizbin biri PASOK diğeri Yeni Demokrasi’dir. Benim Antigone versiyonumda kraliyet ailelerinin iki mensubu birbirleriyle dövüşüp devleti mahvetmek üzereyken ben o koroyu, bu akıllı yorumlarda bulunmaya ilişkin aptalca rolden çıkıp iktidarı alan, halkın iktidarı için bir halk komitesi teşkil eden, Kreon ve Antigone’yi tutuklayan ve bir halk iktidarı kuran o halkın sesini duymak istiyorum.

Kişisel bir tespitle konuşmamı bitireyim. Ben, çok uzak bir yerlerde gerçekleşen devrim gibi devrimden hoşlanan geleneksel, entelektüel soldan nefret ediyorum. Ben gençken böyle düşünmek iyiydi; Vietnam, Küba hatta bugün Venezuela’da devrimi düşlemek güzeldi. Ama siz buradasınız ve bende hayranlık uyandıran da işte bu. Siz, böylesi umutsuz koşullarla uğraşmaktan korkmuyorsunuz ve üstelik olasılıkların sizin aleyhinize olduğunu da biliyorsunuz. Bu hâlinize hayranım. Sizin de bildiğiniz gibi, bir de ilkelere dayanmakla ilgili bir oportünizm var, yani ilkeler oportünizmi. Durumun yitik olduğunu ve ilkelere ihanet edemeyeceğinizden verili hâlde hiçbir şey yapamayacağınızı söylediğinizde, bu ilkeli bir konum almakmış gibi görünebilir ama gerçekte oportünizmin daniskasıdır. SYRIZA, olağan hâliyle, suçluların insan haklarını ihlâl etmelerinden çok cüretleriyle bir şeyler yapmak için tüm cesaretleriyle alanlarda toplaşan binleri daha fazla önemseyen özgül bir olaydır. Dolayısıyla, şimdi konuşmamı bitiriyorum ve sözü büyük bir onurla sizin gelecekteki başbakanınıza veriyorum.

Slavoj Žižek

0 Yorum: