04 Haziran 2012

Beşikten Mezara Sömürü


Son dönem alevlenen kürtaj ve sezaryen tartışmalarının eğitim ve sağlıkla doğrudan ilişkileri mevcuttur. Kürtaj tartışması, en nihayetinde “eksi bir yaş” noktasına gelmiş, bu da “beş yaşında okula çocuk gönderilir mi?” tartışmalarına bir biçimde eklemlenmiştir.

“4+4+4” esas olarak imam-hatip değil, ucuz işgücü ve çocuk işçiliği ile ilgili ise kürtaj tartışmasının da sömürünün alanını anne karnına kadar genişletmek gibi aslî bir boyutu vardır. Ama bu süreçte, doğal bir paslaşma sonucu, “bu beden benim” ya da “siz önce kreş hizmeti verin” diyen liberalizm palazlanacaktır. AKP’nin de hesabı bu yöndedir. O, liberalizmin “gulyabani”sidir.

Sezaryen ise temelde öğretmenlerin ve tiyatrocuların da eklendiği itibarsızlaştırma kampanyasının bir parçasıdır. Sağlık sistemi dâhilinde doktorlar daha fazla “işçileşecek”, işçileşmek istemeyen doktor, yan gelir kapıları aramaya zorlanacak, bu amaçla hiç de gerekli olmadığı hâlde, sezaryeni annelere dayatacak ve bu sayede para kazanacaktır.

“Para muslukları bende” diyen AKP için bu kesimler, birer avdan ibarettirler. Aynı şekilde, batıdaki ilâç tekellerine ortak olan Tayyib ailesi, ilâç mümessilliğini de yakında gündeme getirecektir.

Aynı aile, dağlara, ormanlara uyguladığı sezaryenden ve kürtajdan bahsetmemekte, Kaz Dağları’ndan Toroslar’a kadar uzanan bölgede açtığı yağma kapılarına hiç değinmemektedir. Zira bu aile de, devlet dolayımıyla, maden sahibidir ve son dönem yarattığı zenginlerin önemli bölümü enerji sektörüne mensup şirketlerdir.

Temelde eğitim ve sağlık alanına dönük edilen laflar, bir yanıyla, AKP diktatörlüğünün attığı neoliberal siyasî ve ekonomik adımlar sonucu orta sınıfları kendisine kul etme teşebbüsü ile ilgilidir.

CHP, Halkevleri, ÖDP ve TKP hattında bu orta sınıfların direnci ses veriyor ise eğer, söz konusu kul etme operasyonunun sol ideoloji düşmanlığı, doğal olarak din ve millet zemininde geliştirilen ideolojik saldırıları tetiklemesi zorunludur. Bu dört siyasî yapıya meselenin kabuğunu yemek düşmüş, “din düşmanlığı” ile kentli orta sınıf içinde kendilerine alan açmalarına izin verilmiştir. Oysa ne AKP dinî bir partidir ne de yaşananların dinle ilişkisi vardır.

İtibarsızlaştırma, velilerinden dayak yiyen öğretmenlerde ve hasta yakınları tarafından bıçaklanan doktorlarda karşılığını bulmaktadır. Esas olarak itibarsızlaştırma, kan-ter içinde boğulan emekçilerin sofrasına bu kesimlerin kuzu misali fırlatılıp atılmasıdır. Emekçilere, “siz köpek gibi çalışırken bunlar yan gelip yatıyorlar” denilmekte, böylelikle işten atılma tehlikesi ile yaşamaya mecbur emekçi, ölümü ensesinde hisseden işçi, bu kuzuyu parçalamak için sabırsızlanmakta, kendisinin maruz kaldığı sömürü ve zulmü ise unutmaktadır. AKP, bu kesimleri, genel anlamda birer SA olarak örgütlemek ve seferber etmek derdindedir.

Daha doğrusu AKP, en alttakinin, mazlumun en sıradan ve en ortalama aklına seslenerek her şeyi düzleyeceğini bildiğinden, emekçi halk katmanlarının öfkesini kendi mühimmatına dâhil etmek istemektedir. Doğa, toplum ve tarih üzerindeki hâkimiyet, sağlık, eğitim ve sanatın elinden alınmakta, diktatörlüğün eline teslim edilmektedir. Bu kesimler, esas olarak özelleştirmelere ve burjuvaziye “hayır” demeyecek bir konuma itilmektedirler. Böylelikle faşizm, halkı halka kırdırarak kendi yolunu bulmaktadır. Eğitim ve sağlık alanı özelleştirilmekte, eğitimci ve sağlıkçı, emekçideki ve yoksuldaki orta sınıf düşmanlığı ile karşı karşı bırakılmakta, o burjuva siyasetin ceremesini ne sermaye ne de devlet çekmektedir.

2002’deki tespitimizle, o dönemki ve hâlâ yayınlanmakta ısrar edilen “Çocuklar Duymasın” dizisine atfen, “light faşizm”, aslî faşist geleneğin tüm ekonomik, coğrafî ve biyolojik birikimini içselleştirmiş görünmektedir. Bu birikim, “Amerikanize” edildikten sonra Ortadoğu’ya pazarlanmıştır. Bu amerikanizasyon dâhilinde kabileler, çeteler, birlikler ve cemaatler, para babası Körfez şeyhlerinin ve Mossad-CIA ajanlarının paralı askerlerine dönüştürülecektir.

Bölgedeki güç yoğunlaşması üzerinden, tekellerin kuklası Mussolini gibi “üç çocuk yapın” diyen bir başbakan, çıkıp yatak odasına da ana rahmine de karışmayı kendisine hak görecektir. Ama öte yandan da “light”lığın gereği, yani neoliberalizmin dayatması sonucu, bu başbakan, İstanbul’u Dubai’leştirmeyi de öngörecektir.

Son günlerde gündeme gelen Yenişehir’in planları ABD menşelidir ve esas olarak Fatih’in İstanbul’unun Bizans’a teslim edilmesidir. Sezaryen “makas” sözcüğünden geliyor ise İstanbul’a vurulan bu makas darbesi, başkalarının icraatı olmalıdır.

Demek ki AKP nereye vuruyorsa, ideolojik manada örttüğü yeri açığa çıkarmak gerekecektir. Üretim ideolojisi üzerinden, “çocuk yapın, bina dikin, yol yapın, niceliği artırın” diyorsa, bu, Tayyib’in tüm ülkeyi kendi bedeni gibi gördüğünün delilidir. Faşist bir bireyin hayatta kalma dürtüsü ile kendi bedenine odaklanması türünden, Tayyib de ülke denilen bedeni güçlü göstermek niyetindedir. Ama bu güç gösterisinin ardında üretim değil, tüketim durmaktadır. Yani AKP, üretimle ilgili onca laf salatası üretirken, üretim dışı her şeyi “meşum” ilân ederken, bir yandan da üretimi gereksiz ve geçersiz hâle getiren, uluslararası sermayenin uşağı hâline gelmekle sonuçlanacak olan bir Dubai modeli öngörebilmektedir. Özetle, Tayyib, bir şeyleri gizlemek için ekranlarda ter dökmektedir.

Bu türden ekonomik gelişmelerin sonucunda sömürü ve zulüm, halkı daha fazla kontrol altına almak zorundadır. Belirsizlik, onlar için ölüm işareti gibidir. Dolayısıyla, kürtaj tartışmalarının bir ucu emeklilik yaşına bir biçimde uzanacaktır. Beşiğe ve mezara düşmeden tüm insanlar sömürünün konusu olmak durumundadırlar. Egemenlerin elinde ekonomi, sayısal değerlere, coğrafya birkaç metrelik Amerikan bezine, biyoloji ise sömürülecek bir kas yığınına dönüşmektedir.

Öz itibarıyla bu süreçte ekonomi, coğrafya ve biyoloji iç içe geçmektedir. Faşizmde bunlar, tek bir bedende toplaşmaya mecburdurlar. Beden, bunların üçünün ortak imgesi olarak iş görmektedir.

Bu açıdan Tayyib’in “her kürtaj bir Uludere’dir” sözü yerindedir, zira gerçek bedenin içinde kalıp, doğal seyri itibarıyla büyümesi gerektiği düşünülen bebekle, ülke içinde kalması gereken ekonomik bir faaliyet yan yana düşmektedir. Yani bu yönüyle “her sezaryen Kürd hareketi” olmakta, “ikili devlet oluşumuna izin vermeyiz” denmektedir.

“Kürtaj Uludere” ise jinekolog Tayyib’dir. Bu zamana dek “izin” verilen kaçakçılık faaliyeti üzerinden Kürd halkına devlet sopa sallamış, “siz benim kulumsunuz” mesajı verilmiştir. Bunda son seçim sürecinde bazı korucu ailelerinin saf değiştirmesinin de katkısı vardır.

AKP, CHP ve ordu üzerinden kendisine verilen görevi lâyıkıyla yerine getirmektedir. Hitler’in 1933’te iktidara geldiğinde parti kongresinde sarf ettiği, “bu parti, kanın, toprağın ve terin partisidir” sözünü 2003’te birebir yineleyen Tayyib, artık kemalizmin döktüğü kanın, işgal ettiği toprağın ve sömürdüğü terin muhafızıdır. Bu muhafızlık görevi, doğal olarak ancak kansız, tersiz ve topraksız olana bahşedilebilmektedir.

Kürtaj meselesi, esasında neslin üremesi ve resmî evlilikle ilgilidir. Eşcinsellerden nefret edilmesinin de nedeni budur. Bir biçimde insanlar, ciddi ve derin bir yarın korkusuna boğulmakta ve bu yarın korkusu, evlenme ve çocuk sahibi olma derdine düşme ile yankısını bulmaktadır. Dolayısıyla, böylesi bir yarın korkusuna boğulan kişinin o yarını endekslediği olguları bir biçimde tehdit eden unsurları düşman bellemesi kaçınılmazdır. AKP, esas olarak bu ilkel ve temel korkular üzerinden siyaset yürütmekte olduğuna göre, korkuya kul etmenin onun ana programatik hattını teşkil ettiğini söylemek mümkündür.

Bu korkuyla asgari ücretle çalışan işçi, işini kaybetmek istemeyecek, üç kuruşa talim etmeyi ilahi bir pratik olarak görmeye başlayacaktır. Bu korkuyla kocasından dayak yiyen kadın, çektiği çileyi tevekkülle karşılamayı öğrenecek ve onu namazının yanına koyacaktır. Bu korkuyla işsiz, takla atacak, kralın soytarısı olma onursuzluğuna mecbur kalacak ve bu onursuzlukta manevi bir derinlik bulacaktır.

Bu korkuyla hak aramak, “olmayan” bir Allah’a havale edilecek ve yeryüzünden silinecektir. Zira Allah, ancak hak arama mücadelesinde vardır ve olmak, O’nun yüzü suyu hürmetine olmaktır.

Eren Balkır
4 Haziran 2012

0 Yorum: