23 Ekim 2022

,

Muhayyel


Solun önemli bir kısmı, doksanlarla birlikte liberalizme örgütlendi. Dolayısıyla, uzun zamandır solun teorik, ideolojik ve politik ölçütü, birey. Bireyi mülkiyet ve rekabet ölçüsünde ele alma konusunda sol, ikiye bölünüyor. Mülkü devletle; rekabeti sermayeyle ilişkilendiren sol, bu ayrım üzerinden ayrışıyor.

Her şeye birey ölçüsünde baktığı için, sol, hep muhayyel bir bireye sesleniyor, o bireyden konuşuyor, o bireyin cisimleşmiş hâli olduğunu söylüyor. Kitleyi örgütlemek değil, bireyleri ikna etmek istiyor. Tarihi, aydınlanma, modernizm ve burjuva devrimlerine düğümlediği için, bireyin karar almasına ve tercihte bulunmasına yüce anlamlar yüklüyor. Kendisini o tercih ve karar üzerinden tanımlıyor. Tercih edilmek ve kararın kendisi olmak istiyor.

Bu sebeple sol, ihtiyacı ve zorunluluğu değil, tercihleri önemsiyor. Kendi bireysel varlığına halel getiren, burjuva özne olmasına mani olan şeylere güya düşmanlık ediyor. Sol, hep o muhayyel bireye sesleniyor. O bireyi, ihtiyaçlardan ve zorunluluklardan kurtaracağı vaadiyle kandıracağını düşünüyor.

Muhayyel bireye seslenen bir kesim sol diyor ki “senin birey olmana, bu devlet mani oluyor, seni ondan ben kurtaracağım.” Diğer bir kesim de “senin birey olmana, bu sermaye mani oluyor, seni ondan ben kurtaracağım.” İki kesim de yalan söylüyor: burjuva bir kurgu olan bireyden, onun burjuvaya layık yurttaşlığından, sınırlarından ve sınıf dışılığından bahsediyor. Kolektif olanı görmüyor. Sadece bireye bakan, devlette ve sermaye alanında da sadece bireyi görüyor. Ona karşı bireyleri bileyliyor.

Solun önemli bir bölümü için işçilik, aşağılık bir hâl ve statü. Çünkü işçilik, bireyin karar alma becerisini ve tercihte bulunma imkânını ortadan kaldıran bir şey olarak görülüyor. Bugün işçi sınıfı içerisinde çalışma yürüten isimlerin büyük bölümü, işçiliği aşağılık bir şey olarak görüyor. O hâl ve statüden kurtulmak, yücelmek, küçük burjuvalaşmak isteyen bireyleri kendi yanına çekiyor.

Bu solcular, işçi sınıfı içerisinde küçük burjuvazinin ajanı olarak faaliyet yürütüyorlar. Halkın beşte dördünün işçileştiğini, iğrenç, kötü ve aşağılık bir gelişme olarak söylüyorlar. Bu anlamda, hem küçük burjuvanın, hem de işçi içerisinde işçilik hâlinden kurtulmak isteyenlerin sırtı sıvazlanıyor.

Sol, bireye sesleniyor, “seni o işçilikten bir tek ben kurtarırım” diyor. İşçiliği ihtiyaç ve zorunluluk olarak görüp yaşayan kitlelerin içinde kendisine layık olduğunu düşündüğü bireyleri kopartmaya çalışıyor. İhtiyaç ve zorunluluğun bilinciyle işçiliğini yaşayan geri kara kitleleri, AKP şahsında sağ liberalizme teslim ediyor. Sol liberalizmse kendine layık bireyleri düzen adına o kitlenin içinden ayıklıyor.

Sol, bu çabasıyla, tercihte bulunacak akla, karar verecek iradeye sahip olanları kendisinde topluyor. Dolayısıyla, ihtiyaç ve zorunluluk üzerinden özne olmuş veya olacak kütleyi daha baştan kapı dışarı ediyor. Tercih ve karar meselesini kutsallaştırdığı için, ihtiyaçlara ve zorunluluklara körleşiyor. Oturup, tarihin ve toplumun o karara ve tercihe saygı duyacağı, onları seveceği günü bekliyor.

Öte yandan, iki sol kesim de neyi engel, yük, fazlalık görüyorsa, onu savunuyor. Yani aslında burjuva devrimlerine, birikimine, değerlerine, gücüne, imkânlarına, devlette birikmiş olana sahip çıkıyor. Bunları sınıfsal-politik analize tabi tutmuyor. Sadece onu olduğu hâliyle kamulaştıracağını söylüyor. Bu sebeple, devlete ait maden ocağında yaşanan patlama sonrası “patronlar da ölsün” diyor.

Bu sloganı atan örgüt, birkaç yıl önce o patronların sahibi oldukları özel üniversiteler için reklâm filmleri çekiyor, sınav sonrası tercih yapacak, karar verecek öğrencilere “bizde Erasmus imkânı var, dil eğitimi çok iyi” diyordu. Ama aynı tercih ve karar iradesini yücelten örgüt, sonrasında çocuklara zorla Kovid “aşı”sı vurulmasını istedi. Kardeş örgütü Halkevleri, bu tercih ve karar anlayışı düzleminde, bugün üç yaşındaki çocukların kendi cinsiyetlerini seçmeleri gerektiğini söylüyor.

Bu tür sol örgütler için ihtiyaçlar ve zorunluluklar değil, sınıf ötesi, sınıf dışı tercihler ve kararlar önemli. Şimdi bu örgüt, ihtiyaç ve zorunluluk sonucu o ocağa girmiş işçiye, “işçi ölsün, ama patron da ölsün” diyor. Çünkü ikisini bir kabul ediyor. İşçiyi tercih yapamayan, karar alacak iradesi olmayan bir zavallı olarak görüyor. Kendisini yerleştirdiği yücelikten konuşuyor. O yüzden “komünizmi karar veren, tercih yapan öğrenciler kuracak” diyen yazılar yazıyor. Sadece patronun imkânlarını talep ettiği için, işçinin adını istismar ediyor. İşçi iktidarı görse, hemen iltica başvurusu yapacak isimler, bugün işçi içinde çalışma yürütüyorlar. İşçiyi, sermayeyle ve devletle (CHP üzerinden) yürüttükleri pazarlıkta bir araç olarak kullanıyorlar. Onu, sermaye ve devletin dişine uygun hâle getiriyorlar.

* * *

Sol, tercih yapan, karar veren, burjuva özne olarak bireyi ölçü kabul ediyor, o muhayyel varlığa sesleniyor ve ona “seni tercih yapmaktan, karar almaktan alıkoyan devlet veya sermaye. Seni ondan ben kurtaracağım” diyor. Bundan başka bir şey yapmıyor.

Devleti mutlak kurtarıcı gören sol kesim, bireyi sermayeden kurtarma; sermayeyi mutlak kurtarıcı gören sol kesimse bireyi devletten kurtarma sözü verip duruyor. Her ikisi de liberal birey kurgusuna tapıyor. Bu arada, maddi gerçeklikte, devlet ve sermaye iç içe, el ele ilerliyor. Solcular, bu gerçeği, onca bireycilikleri üzerinden göremiyorlar.

Aslında burjuvazinin ve devletin haşarı çocukları, ailelerine ait malikanenin bahçesini büyük bir yüce gönüllülükle, yoksul çocuklarla (güya) paylaşmak istiyorlar. Oysa bu istek, geçici ve yalan. Özünde o ailenin maddi imkânlarının arkasına saklanılıyor. Bir anlamda o yoksul çocuklar, o bahçeye girerek, olası şiddetten arındırılıyorlar. Küçük burjuvazi, her daim ve her yerde efendilerine hizmet ediyor. Proleter öfke, onun eliyle toprağa gömülüyor.

Solun bir kesimi, burjuvazinin birikimini, değerlerini, mirasını olduğu hâliyle sahiplendiği için, onu devlet eliyle “kamulaştırmak” istiyor. Solun diğer bir kesimi ise devletin birikimini, değerlerini, mirasını olduğu hâliyle sahiplendiği için, onu sermaye eliyle “özelleştirmek” istiyor. Devletin solu ile sermayenin solu arasındaki didişme, kayıkçı dövüşünden başka bir şey değil.

* * *

Pandemi süreci yaşanıyor. Servet transferi gerçekleştiriliyor. Örneğin Amerika’da emekçiler, emekli oldukları vakit harcayacakları tüm birikimleri tüketmek zorunda kalıyorlar. Türkiye gibi birçok ülkede enflasyon operasyonu çekiliyor. Efendiler, daha fazla zengin oluyorlar. Küçük burjuvazi, alttan alta, “zaten o emekçiler, o servet ve birikime layık değildi. O servet ve birikimin, onları anlamlı bir şekilde kullanacakların eline geçmesi daha hayırlı” diyor. Çünkü bu transferden pay istiyor.

Pandemi sürecini sol şahsında bu akıl yönetti. Şimdi maden ocağında katledilen işçiler için timsah gözyaşları döküyorlar. Çalgılı türkülü anma etkinlikleri düzenliyorlar. Başka türlüsüne insan getiremeyeceklerini düşünüyorlar. 

Bugün CHP aparatı olarak iş gören sol örgütlerin tek yapabildikleri, işçinin kanı üzerinden vekil pazarlığı yürütmek. 

Aslolansa, işçi içinde olmak, çalışmak, CHP için alan açmak değil, oradaki proleter kavgayı örgütlemek, ona örgütlenmek.

* * *

Tarih-toplum dışı mutlak bir öz olarak ha bireyi ölçü almışsınız, ha Kürd’ü, ha İşçi’yi, ha Kadın’ı vs. Bunlar, o bireyin üzerine geçirilen kılıflardan başka bir şey değil. Kimsenin Kürd’ün, işçinin, kadının kolektif tarihi, derdi ve mücadelesiyle bir ilişkisi yok. O bireye seslenip “seni devlet (veya sermaye) sınırlıyor, seni ondan ben kurtaracağım” diyenlerin yalan söylediğini, sınırdan kurtaracağını söyleyenin aslında diğer taraf olduğunu görmek gerekiyor.

Sınırları silmek, sınırsızlaşmak isteyenlerin hangi sınıfa mensup oldukları görülmeli. Tercihte bulunan, karar verebilen yüce bireyler, işçiyi küçük ve aşağılık görüyorlar. “Patronlar da ölsün” diyerek, güya işçi ile patron ölümde eşitleniyor. Aynı işi sendika masasında işçiyle patronu eşitleyen akıl da yapıyor.

6 Ocak 1918’de Baltık Filosu’ndan bir grup bahriyeli, Bolşevikler adına gidip, Petrograd’daki Marinski Hastanesi’nde tedavi gören, o sırada mahkûm olan Kadet liderleri Andrey Şingarev ve Fedor Kokoşkin’i öldürüyor. İşlenen cinayetin ardından sadece bir kişi yakalanıp mahkûm ediliyor. Stefan Basov ismindeki bu şahıs, cinayetleri neden işlediğini şu şekilde izah ediyor: “Aç karnını doyuracağımız iki burjuva boğaz eksildi!”[1]

İşçiler ölmesin, iktidar olsun, patronlar, Ekim sonrasında olduğu gibi, sokaklarda dilenci kılığına girip saklanacak delik arasın, proleter yumruk altında ezilsin, işçiyle patronu yüce vicdanlarında ve kurdukları masalarda eşitleyen reformizm de onların yanına gömülsün!

Eren Balkır
20 Ekim 2022

Dipnot:
[1]
Competing Voices from the Russian Revolution, Yayına Hazırlayan: Michael C. Hickey, Greenwood, 2011, s. 457.

0 Yorum: