Solun
önemli bir kısmı, doksanlarla birlikte liberalizme örgütlendi. Dolayısıyla,
uzun zamandır solun teorik, ideolojik ve politik ölçütü, birey. Bireyi mülkiyet ve rekabet ölçüsünde ele alma
konusunda sol, ikiye bölünüyor. Mülkü devletle; rekabeti sermayeyle
ilişkilendiren sol, bu ayrım üzerinden ayrışıyor.
Her şeye
birey ölçüsünde baktığı için, sol, hep muhayyel bir bireye sesleniyor, o
bireyden konuşuyor, o bireyin cisimleşmiş hâli olduğunu söylüyor. Kitleyi
örgütlemek değil, bireyleri ikna etmek istiyor. Tarihi, aydınlanma, modernizm
ve burjuva devrimlerine düğümlediği için, bireyin karar almasına ve tercihte
bulunmasına yüce anlamlar yüklüyor. Kendisini o tercih ve karar üzerinden
tanımlıyor. Tercih edilmek ve kararın kendisi olmak istiyor.
Bu
sebeple sol, ihtiyacı ve zorunluluğu değil, tercihleri önemsiyor. Kendi
bireysel varlığına halel getiren, burjuva özne olmasına mani olan şeylere güya
düşmanlık ediyor. Sol, hep o muhayyel bireye sesleniyor. O bireyi,
ihtiyaçlardan ve zorunluluklardan kurtaracağı vaadiyle kandıracağını düşünüyor.
Muhayyel bireye seslenen bir kesim sol diyor ki “senin birey olmana, bu devlet mani oluyor, seni ondan ben kurtaracağım.” Diğer bir kesim de “senin birey olmana, bu sermaye mani oluyor, seni ondan ben kurtaracağım.” İki kesim de yalan söylüyor: burjuva bir kurgu olan bireyden, onun burjuvaya layık yurttaşlığından, sınırlarından ve sınıf dışılığından bahsediyor. Kolektif olanı görmüyor. Sadece bireye bakan, devlette ve sermaye alanında da sadece bireyi görüyor. Ona karşı bireyleri bileyliyor.
Solun
önemli bir bölümü için işçilik, aşağılık bir hâl ve statü. Çünkü işçilik,
bireyin karar alma becerisini ve tercihte bulunma imkânını ortadan kaldıran bir
şey olarak görülüyor. Bugün işçi sınıfı
içerisinde çalışma yürüten isimlerin büyük bölümü, işçiliği aşağılık bir şey
olarak görüyor. O hâl ve statüden kurtulmak, yücelmek, küçük burjuvalaşmak
isteyen bireyleri kendi yanına çekiyor.
Bu
solcular, işçi sınıfı içerisinde küçük burjuvazinin ajanı olarak faaliyet
yürütüyorlar. Halkın beşte dördünün işçileştiğini, iğrenç, kötü ve aşağılık bir
gelişme olarak söylüyorlar. Bu anlamda, hem küçük burjuvanın, hem de işçi
içerisinde işçilik hâlinden kurtulmak isteyenlerin sırtı sıvazlanıyor.
Sol,
bireye sesleniyor, “seni o işçilikten bir tek ben kurtarırım” diyor. İşçiliği
ihtiyaç ve zorunluluk olarak görüp yaşayan kitlelerin içinde kendisine layık
olduğunu düşündüğü bireyleri kopartmaya çalışıyor. İhtiyaç ve zorunluluğun
bilinciyle işçiliğini yaşayan geri kara kitleleri, AKP şahsında sağ liberalizme
teslim ediyor. Sol liberalizmse kendine layık bireyleri düzen
adına o kitlenin içinden ayıklıyor.
Sol, bu
çabasıyla, tercihte bulunacak akla, karar verecek iradeye sahip olanları
kendisinde topluyor. Dolayısıyla, ihtiyaç ve zorunluluk üzerinden özne olmuş
veya olacak kütleyi daha baştan kapı dışarı ediyor. Tercih ve karar meselesini
kutsallaştırdığı için, ihtiyaçlara ve zorunluluklara körleşiyor. Oturup, tarihin ve toplumun o karara ve tercihe saygı duyacağı, onları seveceği günü
bekliyor.
Öte
yandan, iki sol kesim de neyi engel, yük, fazlalık görüyorsa, onu savunuyor.
Yani aslında burjuva devrimlerine, birikimine, değerlerine, gücüne,
imkânlarına, devlette birikmiş olana sahip çıkıyor. Bunları
sınıfsal-politik analize tabi tutmuyor. Sadece
onu olduğu
hâliyle kamulaştıracağını söylüyor. Bu
sebeple, devlete ait maden ocağında yaşanan
patlama sonrası “patronlar da ölsün” diyor.
Bu
sloganı atan örgüt, birkaç yıl önce o patronların sahibi oldukları özel üniversiteler için reklâm filmleri çekiyor,
sınav sonrası tercih yapacak, karar verecek
öğrencilere “bizde Erasmus imkânı var,
dil eğitimi çok iyi” diyordu. Ama aynı tercih ve karar iradesini yücelten
örgüt, sonrasında çocuklara zorla Kovid “aşı”sı vurulmasını istedi. Kardeş örgütü Halkevleri, bu tercih ve karar anlayışı düzleminde, bugün üç yaşındaki çocukların kendi cinsiyetlerini seçmeleri gerektiğini söylüyor.
Bu tür
sol örgütler için ihtiyaçlar ve zorunluluklar değil, sınıf ötesi, sınıf dışı
tercihler ve kararlar önemli. Şimdi bu örgüt, ihtiyaç ve zorunluluk sonucu o
ocağa girmiş işçiye, “işçi ölsün, ama patron da ölsün” diyor. Çünkü ikisini bir
kabul ediyor. İşçiyi tercih yapamayan, karar alacak iradesi olmayan bir zavallı
olarak görüyor. Kendisini yerleştirdiği yücelikten konuşuyor. O yüzden “komünizmi
karar veren, tercih yapan öğrenciler kuracak” diyen yazılar yazıyor. Sadece patronun imkânlarını talep ettiği için, işçinin
adını istismar ediyor. İşçi iktidarı görse, hemen iltica başvurusu yapacak
isimler, bugün işçi içinde çalışma yürütüyorlar. İşçiyi, sermayeyle ve devletle
(CHP
üzerinden) yürüttükleri pazarlıkta bir araç
olarak kullanıyorlar. Onu, sermaye ve devletin dişine uygun hâle getiriyorlar.
* * *
Sol,
tercih yapan, karar veren, burjuva özne olarak bireyi ölçü kabul ediyor, o muhayyel varlığa sesleniyor ve ona “seni tercih
yapmaktan, karar almaktan alıkoyan devlet veya sermaye. Seni ondan ben
kurtaracağım” diyor. Bundan başka bir şey yapmıyor.
Devleti
mutlak kurtarıcı gören sol kesim, bireyi sermayeden kurtarma; sermayeyi mutlak
kurtarıcı gören sol kesimse bireyi devletten kurtarma sözü verip duruyor. Her
ikisi de liberal birey kurgusuna tapıyor. Bu arada, maddi gerçeklikte, devlet
ve sermaye iç içe, el ele ilerliyor. Solcular, bu gerçeği, onca bireycilikleri
üzerinden göremiyorlar.
Aslında
burjuvazinin ve devletin haşarı çocukları, ailelerine ait malikanenin bahçesini
büyük bir yüce gönüllülükle, yoksul çocuklarla (güya) paylaşmak istiyorlar.
Oysa bu istek, geçici ve yalan. Özünde o ailenin maddi imkânlarının arkasına
saklanılıyor. Bir anlamda o yoksul çocuklar, o bahçeye girerek, olası şiddetten
arındırılıyorlar. Küçük burjuvazi, her daim ve her yerde efendilerine hizmet
ediyor. Proleter öfke, onun eliyle toprağa gömülüyor.
Solun bir
kesimi, burjuvazinin birikimini, değerlerini, mirasını olduğu hâliyle
sahiplendiği için, onu devlet eliyle “kamulaştırmak” istiyor. Solun diğer bir
kesimi ise devletin birikimini, değerlerini, mirasını olduğu hâliyle sahiplendiği
için, onu sermaye eliyle “özelleştirmek” istiyor. Devletin solu ile sermayenin
solu arasındaki didişme, kayıkçı dövüşünden başka bir şey değil.
* * *
Pandemi
süreci yaşanıyor. Servet transferi gerçekleştiriliyor. Örneğin Amerika’da
emekçiler, emekli oldukları vakit harcayacakları tüm birikimleri tüketmek
zorunda kalıyorlar. Türkiye gibi birçok ülkede enflasyon operasyonu
çekiliyor. Efendiler, daha fazla zengin
oluyorlar. Küçük burjuvazi, alttan alta, “zaten o emekçiler, o servet ve
birikime layık değildi. O servet ve birikimin, onları anlamlı bir şekilde kullanacakların
eline geçmesi daha hayırlı” diyor. Çünkü bu transferden pay istiyor.
Pandemi sürecini sol şahsında bu akıl yönetti. Şimdi maden ocağında katledilen işçiler için timsah gözyaşları döküyorlar. Çalgılı türkülü anma etkinlikleri düzenliyorlar. Başka türlüsüne insan getiremeyeceklerini düşünüyorlar.
Bugün CHP aparatı olarak iş gören sol örgütlerin tek yapabildikleri, işçinin kanı üzerinden vekil pazarlığı yürütmek.
Aslolansa,
işçi içinde olmak, çalışmak, CHP için alan açmak değil, oradaki proleter
kavgayı örgütlemek, ona örgütlenmek.
* * *
Tarih-toplum
dışı mutlak bir öz olarak ha bireyi ölçü almışsınız, ha Kürd’ü, ha İşçi’yi, ha
Kadın’ı vs. Bunlar, o bireyin üzerine geçirilen kılıflardan başka bir şey
değil. Kimsenin Kürd’ün, işçinin, kadının kolektif tarihi, derdi ve mücadelesiyle
bir ilişkisi yok. O bireye seslenip “seni
devlet (veya sermaye) sınırlıyor, seni ondan ben kurtaracağım” diyenlerin yalan
söylediğini, sınırdan kurtaracağını söyleyenin aslında diğer taraf olduğunu
görmek gerekiyor.
Sınırları
silmek, sınırsızlaşmak isteyenlerin hangi sınıfa mensup oldukları görülmeli.
Tercihte bulunan, karar verebilen yüce bireyler, işçiyi küçük ve aşağılık
görüyorlar. “Patronlar da ölsün” diyerek, güya işçi ile patron ölümde
eşitleniyor. Aynı işi sendika masasında işçiyle patronu eşitleyen akıl da
yapıyor.
6 Ocak
1918’de Baltık Filosu’ndan bir grup bahriyeli, Bolşevikler adına gidip,
Petrograd’daki Marinski Hastanesi’nde tedavi gören, o sırada mahkûm olan Kadet
liderleri Andrey Şingarev ve Fedor Kokoşkin’i öldürüyor. İşlenen cinayetin
ardından sadece bir kişi yakalanıp mahkûm ediliyor. Stefan Basov ismindeki bu
şahıs, cinayetleri neden işlediğini şu şekilde izah ediyor: “Aç karnını
doyuracağımız iki burjuva boğaz eksildi!”[1]
İşçiler
ölmesin, iktidar olsun, patronlar, Ekim sonrasında olduğu gibi, sokaklarda dilenci
kılığına girip saklanacak delik arasın, proleter yumruk altında ezilsin,
işçiyle patronu yüce vicdanlarında ve kurdukları masalarda eşitleyen reformizm
de onların yanına gömülsün!
Eren Balkır
20 Ekim 2022
Dipnot:
[1]
Competing Voices from the Russian Revolution, Yayına Hazırlayan: Michael C. Hickey, Greenwood,
2011, s. 457.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder