“Ben, içkiden uzak duramayan kardeşim için
ona elimi
sürmüyorum.”
[Joseph Livesey]
Son yıllarda, kapitalizmin hüküm sürdüğü batı ülkelerinde, solun arkasında durduğu uyuşturucu politikalarında ve kullanılan dilde bağımlılıkla mücadele ile ilgili olarak hep “zararları azaltmak”tan söz ediliyor.
Kokain ve eroin dâhil tüm
uyuşturucuları yasal hâle getirmeye yönelik olarak yürütülen politik
ve hukukî çalışmalar, hep halk sağlığı çerçevesi içerisinde takdim edilen “zararları
azaltmak” üzerinde duran bu dili benimsiyorlar. Bu türden çabalar, uyuşturucu
ve alkol tüketimini zararsız, hatta esrar örneğinde görüldüğü üzere, olumlu
gören sol örgütlerde de karşılık buluyor.
Bugün
solun aldığı birçok konumda olduğu gibi, son yirmi otuz yıl içerisinde
yürütülen uyuşturucuyla mücadele konusunda verilen, ilericiymiş gibi görünen bu
tepki de özünde gerici ve işçi sınıfı karşıtı bir konumdur. Söz konusu
yaklaşım, artık iliklere işlemiş olan kötümserliğin bir ürünüdür.
Sol,
toplumun tümden uyuşturulması fikrine destek çıktı, çünkü işçi sınıfının
yönetici sınıf hâline geleceğini, gelmesi gerektiğini söyleyen her türden fikre
sırtını döndü.
Bu,
yeni bir gelişme değil. Avrokomünistlerin eklektik, yamalı bohçaya dönmüş
ideolojik dünyalarının ve yaşanan yenilgilerin etkisiyle, kırk yıl önce birçok
Marksist örgüt, proletarya diktatörlüğü fikrini terk etmişti. Sefahate, işret
âlemlerine düşkün bir sol eğilim, hep varolmuştu ve bu eğilim, seksenlerde ve
doksanlarda işçi sınıfının yaşadığı yenilgilerden sağ çıkmayı bilmişti.
Bugün
sol, proletaryanın yönetici sınıf hâline gelebileceğine inanmıyor, dolayısıyla,
işçi sınıfının politik, kültürel ve entelektüel düzeyini yukarı çekmeye dönük
her türden çabayı anlamsız buluyor. O, Che Guevara gibi isimlerin ciddiyet arz
eden devrimci bir değişim projesinin uygulamaya konulabilmesi için hayatî
önemde olduğunu düşündükleri kolektif bilincini ve özdisiplini geliştirecek çabaların
gerekliliğine asla inanmıyor.
Örgütlü
işçi sınıfının Britanya’da yaşadığı yenilgiye tanıklık eden sol, toplumun
aptallaştırılması konusunda burjuvaziyle el ele verdi. Bu anlamda, uyuşturucu
ve alkol, giderek yoğunlaşan yabancılaşma ve atomizasyon karşısında kişilere
verilen teselli ödülü olarak görülmeli.
Britanya’da
yönetici sınıf, örgütlü işçi sınıfı karşısında elde ettiği zaferi pekiştirdikçe,
belirli adımlar atma gereği duydu. Bu anlamda hem 1988’de
hem de 2003’te ilgili kanunda alkol ruhsatının daha
rahat verilmesini sağlayan değişiklikler yaptı.
Bugün
sol, esrarın yasallaşması fikrini savunuyor, üstelik bunu, zararları azaltma
veya kişinin özgürlüğü adına yapıyor. Bu savunuyu yaptığı koşullarda, masada
diğer daha sert uyuşturucular duruyor. Solun yegâne davası, bireyin ve ait
olduğu topluluğun yalnız bırakılması, hatta huzur bulsun, bunun için gidip kendisini
uyuştursun diye bu bireye destek olunmasının sağlanması.
Alkol
Karşıtı Hareket: İşçi Sınıfının Uyuşturuculara Verdiği İlk Cevap
İşçi
sınıfı, önemli bir tarihsel mirasa sahip. Bu miras, sefahat düşkünlüğünün yol
açtığı çığın altında kalmış durumda. Alkol karşıtı hareket, bu mirasın bir
parçası.
1820’lerin
sonunda açığa çıkan bu hareket, 1830 tarihinde çıkan Bira Kanunu’nun getirdiği
serbestiyetle birlikte güç kazandı. Kırk yıl yürürlükte kalan kanun, iki altın
(kırk şilin) ödeyen herkese bira satma ruhsatı veriyor, bunun yanında, alkole
erişim imkânını artırıyordu. O dönemde, ister kadın olsun ister erkek, her
yaştan insanın çok içki içmesine göz yumuluyor, hatta bu teşvik ediliyordu.
Kanun, alkolle mücadele hareketi içerisinde yer alan eski dokumacı Joseph Livesey
ve yedi arkadaşının bir araya gelip, her türlü içkiden uzak duracaklarına dair
söz vermelerine neden oldu. Bu nedenle Livesey ile alkolün kısıtlanmasını vaaz
eden, küçük burjuva alkol karşıtlarının arası açıldı.
İşçi
sınıfı içerisinde gelişen alkol karşıtı hareket, yönetici sınıf pratikte
teşvik etmese bile, aşırı alkol tüketiminin burjuvazi tarafından müsamaha ile karşılandığını
düşünüyordu. Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu isimli
çalışmasında tespit ettiği biçimiyle, burjuvazi, sarhoş insanlardan sıklıkla
şikâyet ediyor, ama bir yandan da kafasının dikine gidip, mevcut sorunu daha da
ağırlaştıran Bira Kanunu’nu çıkartıyordu. Her ne kadar Engels yeşilaycıları,
eline içki sürmeyenleri Komünist Manifesto’da “burjuva sosyalizmi”
temelinde, İşçi Sınıfının Durumu kitabında da etkisiz oldukları
üzerinden eleştirse de Engels de Marx da alkol tüketiminin İngiliz işçilerine
verdiği korkunç zararlar üzerinde durdu. Bu hususta Livesey gibi isimlerin
başını çektikleri, işçi sınıfı içerisinde gelişmiş alkol karşıtı hareketin
yanında duruyorlardı. Sonraki süreçte Kuzey Amerika’da ortaya çıkan Emek Şövalyeleri
gibi, işçi sınıfı içinden çıkmış alkol karşıtı hareketler, alkolün disiplinli bir
emek hareketine mani olduğu üzerinde durdular.
Bugünkü
alkol karşıtı hareketin edindiği itibarın arkasında, dinî saiklerle mücadele
eden kişilerin ortaya koyduğu çabalar var. Bu alkol karşıtı hareket içerisinde
önemli bir dinî unsur bulunuyor olsa da bu hareketin en ayrıksı ve en etkili
özelliği, radikal Hristiyan tarikatlarıyla kurduğu ilişki değil, işçi sınıfı
siyasetini inşa etmeye yönelik, Çartizm türünden ilk girişimlerle kurduğu
bağlardır.
Bugün
alkolden tümüyle uzak durmayı öngören tutumla işçi sınıfının politik hakları için
yürütülen kampanyalar arasında güçlü bir bağ mevcut. Livesey gibi isimlerin
tespitlerinin Çartist hareket tarafından benimsendiklerini, İngiliz işçi sınıfı
hareketi üzerinde kalıcı bir etki bıraktıklarını biliyoruz. Tarihçi F. M. L. Thompson’ın The Rise of the Respectable Society [“Saygın Toplumun Doğuşu”]
isimli kitabında dile getirdiği yorum da bu hususu kanıtlıyor:
“İşçi sınıfı, Henry Vincent
ve William Lovett gibi içkiye el sürmeyen Çartistlerden başlayıp, 1850’lerde ve
1860’larda Robert Applegarth gibi yeni tarzda sendikacılık yapan sendika
liderleriyle devam eden, oradan Tom Mann, Will Thorne, John Burns, Keir Hardie
ve George Lansbury gibi Viktorya döneminin son yıllarında ortaya çıkan ‘yeni
sendikacılar’a ve ilk işçi liderlerine uzanan bir lider listesine sahip.”
Bugünse
Timothy Leary’nin The Psychedelic Experience [“Halüsinatif Deneyim”]
isimli kitabının izinden giderek, uyuşturucu tüketimini yasallaştırmaya
çalışanlar, bu tüketimin “bilincin artması”nı sağlamak gibi olumlu bir etkiye
yol açabileceğini söylüyorlar. Bu yaklaşımla çelişen bir
tutum dâhilinde alkol karşıtı hareket ve Çartistlerse, bilincin en iyi, daha
fazla bilgi edinilmesi ve politik haklar için mücadele edilmesiyle
artırılabileceğine inanıyorlar. Alkol karşıtı hareket de Çartistler de eğitime
büyük bir ağırlık veriyorlar.
Örneğin
alkol karşıtı hareket, alkolün yol açtığı riskler ve tehlikeler konusunda
sıradan insanlara dersler veriyor. Bilhassa, siyaset sahnesinde kendi
hedeflerinin belirli bir kısmının dile getirildiğine tanık olmazdan önce bu iki
hareket, henüz daha ilk aşamasındayken, sırtlarını ağırlıklı olarak, o sıradan
insanların gönüllü desteklerine yaslıyor. İlk açığa çıkan alkol karşıtı
hareket, doğru bilgileri kuşanıp, gerekli alternatiflere sahip olduğu vakit, insanların
makul ve iyi tercihler yapabilecekleri fikrini temel alıyor. Bu amaç
doğrultusunda alkol karşıtı hareket, ülke genelinde alkol karşıtları için birçok
mekân açıyor ve buralarda alkol
tüketilmeden sosyalleşme imkânları yaratılıyor.
Livesey
gibi isimler ve Çartistler, ortak bir görüşe sahipler. Bu insanlar, işçilerin
yönetici sınıfın kendilerine vermediği politik hakları alıp, İngiliz toplumunda
kendilerine yer bulmaya başladıkça, alkol üzerinden ayaklarına takılan
prangalardan kurtulabileceklerini düşünüyorlar.
Çartizm
ve alkol karşıtı hareket, bir açıdan başarılı bir açıdan da başarısız oluyor.
Çartist hareketin güç ve halk desteği elde etmesiyle burjuvazi, oluşan tehdidi
görüyor ve onun karşısına hem baskıyla hem de İngiliz yönetici sınıfının bu
dönemde sergilediği yaklaşıma damgasını vuran (oy kullanma haklarının artırılması türünden) tavizlerle çıkıyor.
Bu
dönemde alkol karşıtı hareket, alkol tüketiminin işçi sınıfı içerisindeki
ağırlığını ortadan kaldırma konusunda herhangi bir başarı elde edemese de hareket,
alkolle ilgili ahlakî ve hukukî standartların değişmesini sağlıyor, hatta
İngiliz hükümetini alkol satılacak süreyi kısaltmaya, ayrıca genel manada alkol
tüketimine kimi cezalar vermeye mecbur ediyor. Alkol karşıtı
hareket, aynı zamanda alkolle ilgili kültürel yaklaşımı da değiştiriyor. Okullarda
çocuklara bira verilmesi uygulamasının yaygınlaştığı, biranın sağlıklı kabul
edildiği koşullarda hareket, 1872 tarihli Ruhsat Kanunu sayesinde on altı
yaşından küçük çocuklara bira satışının yasaklanmasına ön ayak oluyor.
Alkol
karşıtı hareket, İngiliz işçi sınıfı içerisindeki nüfuzunu uzun süre muhafaza
ediyor. Philip Snowden gibi ilk dönem İşçi Partisi içerisinde önemli görevlerde
bulunmuş çok sayıda ismin yanında, sendika hareketi içerisinden gelen birçok
İşçi Partisi vekili de alkolden uzak durmayı savunuyor. Bu nüfuz, ancak işçi
sınıfı kökenli vekillerin sayısının sıfırlanıp, İşçi Partisi’nin üst
kademelerinin küçük burjuvazinin eline geçtiği altmışlı yıllarda ortadan
kalkıyor.
The
War We Never Fought [“Hiç Vermediğimiz Savaş”] isimli kitabında Peter
Hitchens’ın da tespit ettiği biçimiyle, yetmişli yıllarda Harold Wilson
başkanlığında oluşturulan bakanlar kurulu içerisinde sınıfsal bir ayrışma söz
konusu. Bir tarafta esrar bulundurmanın cezalandırılmasını savunan, işçi
kökenli bakanlar, bir tarafta da esrara müsamaha gösteren Tony Benn türünden
küçük burjuva bakanlar duruyor. Uyuşturucuların suç olmaktan çıkartılıp yasallaşmasını
savunan, bu noktada uyuşturucuyla mücadelenin pratikte işçilere yönelik bir
saldırı olduğunu söyleyen kesim, esasında bu geleneğin devamcısı.
İçki
ve Uyuşturucunun Dönüşü
Bugün
işçi sınıfından tümüyle kopmuş olan, güle oynaya dini de alıp çöpe atan sol, dinin
yerine afyondan daha sert maddeleri koydu. Aslında toplum karşıtı bireyciliğin
bir tezahürü olan uyuşturucu kullanımı, aynı zamanda modern burjuva toplumunun
tüm kötü yanlarının kabulünü ifade ediyor. Alkol karşıtı hareketten ve
yeşilaycılıktan alınacak ders, alkol tüketimini ortadan kaldırmaya dönük her çabanın
başarısız olduğu olmamalı. Bu hareketler, davranışlar konusunda belirlenen yüce
bir ölçütün ve özdisiplinin ücretler ve politik haklar için mücadele veren işçi
sınıfı hareketinin gücüne güç kattığını, sınıfın sağlığı ve kültürü konusunda
statükonun verili hâline karşın ilerlemeler sağlayabildiğini öğretiyor.
Bugün
madde bağımlılığına hangi politik çerçevenin ve yaklaşımın daha uygun düştüğü, meşru
bir tartışmadır. Uyuşturucuyla mücadelenin kusurlu olduğu, yanlış yürütüldüğü
açıktır. Ama böyle diye, tehlikeli olduğu açık olan maddelerin tüketimini kimse
savunamaz.
Bugün
sosyalistler, bu türden maddelerin kullanımını savunmak yerine, pratikte
insanları uyuşturucuların yol açtığı tehlikeler, onların tüketiminin sebep
olduğu fiziksel, entelektüel ve toplumsal zararlar konusunda eğitmeli.
Sosyalistler, hem ilk dönem alkol karşıtı kampanya yürüten isimlerin sergiledikleri
tavrı yeniden keşfetmeli, hem de bu yüce ölçütü belirlemek adına, o alkol
karşıtlarından ilham alıp, uyuşturucudan ve alkolden uzak duran ilk
sosyalistleri anımsamalıdır.
Bugün
kendini disipline etmek ve kötü alışkanlıklardan uzak durmak, sağcılıkla
ilişkilendirilen değerler olsa da biz, işçi sınıfının onlarca yol hep birlikte
ortaya koyduğu çabalarla, birçok toplumda henüz ortaya çıkmadığı dönemde bu
türden fikirleri yayma konusunda gösterdiği başarıyı asla unutmamalıyız.
Sosyalizmi
yeniden işçi sınıfının ciddiye aldığı bir politika hâline getirmek istiyorsak, evvela, efendilerin savundukları üretim tarzının dayattığı aşırı yabancılaşmayı ve atomizasyonu bir
anlamda tedavi etmek için sattığı uyuşturucuları reddetmekle işe başlamalıyız. Hareketi
yeniden inşa etmek için, sermayenin sunduğu “deva”ya sırtını dönmeye hazır olan,
gerçek çözümlere odaklanan, bu anlamda tek çözümü sınıf mücadelesinde gören
yeni bir sosyalist tipi inşa edilmelidir.
Alexander McKay
17
Haziran 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder