22 Mart 2022

,

Kapitalizmin Krizi ve Distopik Sıfırlama


Bugün, etkili bir isim olan yönetim kurulu başkanı Klaus Schwab'ın vizyonuna uygun hareket eden Dünya Ekonomi Forumu, yaşama, çalışma ve ilişki kurma tarzımızı kökten değiştirecek yapısal bir değişim süreci olarak gündeme gelen distopik “büyük sıfırlama” fikrinin odağında duruyor.

Büyük sıfırlama, geçim kaynaklarının ve tüm sektörlerin, ilâç şirketlerinin, Amazon ve Google gibi yüksek teknoloji/büyük veri devlerinin, önemli küresel zincirlerin, dijital ödeme sektörünün, biyoteknoloji şirketlerinin vs. tekelini güçlendirip hegemonyasını artırmak adına feda edildiği koşullarda, temel özgürlüklerin kalıcı olarak kısıtlanacağı, kitlesel gözetleme pratiklerinin yerleşik hâle geleceği bir kapitalist dönüşümü öngörüyor.

Kovid salgını ile mücadele kapsamında alınan kapanma ve kısıtlama tedbirlerinin bahane ve perde olarak kullanıldığı büyük sıfırlama süreci, “Dördüncü Sanayi Devrimi” kılıfı altında, hızla ilerledi. Bu süreçte küçük işletmeler iflasa sürüklendiler, tekeller tarafından satın alındılar. Ekonomiler, birçok işin ve görevin yapay zekâ destekli teknolojiye devredildiği koşullarda, “yeniden yapılandırılıyor.”

Ayrıca bir yandan da, “sürdürülebilir tüketim” ve “iklim acil durumu” retoriğiyle desteklenen “yeşil ekonomi”ye doğru gidişe tanık oluyoruz.

Kapitalizmin kâr için ihtiyaç duyduğu yeni alanlar, “finansallaştırma” ve doğanın tüm yönlerinin mülk edinilmesi yoluyla yaratılacakmış gibi görünüyor; doğa, tam da sahte “çevreyi koruma” anlayışı ile sömürgeleştirilecek, metalaştırılacak ve ticaretin konusu hâline getirilecek. Bu, esasen, “sıfır emisyon” bahanesi altında, kirleticilerin çevreyi kirletmeye devam edebilecekleri, ancak yerli halkların ve çiftçilerin topraklarını ve kaynaklarını karbon yutağı olarak kullanmak ve alıp satmak (dolayısıyla bu topraklardan ve kaynaklardan kâr elde etmek) suretiyle “dengeleyebilecekleri” anlamına geliyor. Bu, aslında “yeşil emperyalizm”e dayanan başka bir finansal Ponzi planı.

Dünyanın dört bir yanında politikacılar, “yeni normal”e geçiş için gerekli zemini “daha iyi” inşa etme gerekliliğinden bahsederlerken, bu büyük sıfırlama söylemine başvuruyorlar. Hepsinin ağzından aynı lafın dökülmesi, hiç de tesadüf değil.

Peki ama bu sıfırlama neden gerekli?

Kapitalizm, kâr oranlarını korumak zorunda. Hâkim ekonomik sistem, sürekli artan seviyelerde kaynak temini, üretim ve tüketim talep ediyor, ayrıca büyük firmaların yeterince kâr elde etmesi için her yıl belirli düzeyde GSYİH artışına ihtiyaç duyuyor.

Gelgelelim piyasalar doydu, talep oranları düştü, aşırı üretim ve aşırı sermaye birikimi, bir sorun hâline geldi. Buna karşılık, işçi ücretlerinin düşürüldüğü, finans ve emlak spekülasyonlarının arttığı (yeni yatırım piyasalarının oluştuğu) koşullarda, hisselerin alındığına, büyük çaplı kurtarma operasyonlarının yapıldığına, (özel sermayenin hayatta kalma kapasitesini muhafaza etmek için kullanılan kamuya ait para anlamında) sübvansiyonlara, ayrıca (ekonominin birçok sektörü için büyük bir itici güç olarak) militarizmdeki artışa tanıklık ediyoruz.

Ayrıca, küresel şirketlerin yabancı ülkelerdeki pazarları ele geçirmesi ve genişletmesi için üretim sistemleri ortadan kaldırılıyor.

Ne var ki bu çözümler, yüzeysel ve geçiciydi. Dünya ekonomisi, sürdürülemez bir borç dağının altında boğuluyordu. Pek çok şirket, kendi borçlarının faizlerini karşılayacak kadar kâr elde edemeyecek durumdaydı ve sadece yeni krediler alarak ayakta kalabiliyordu. Düşen cirolara, azalan kâr oranlarına ve sınırlı nakit akışlarına, ancak borçla dengelenen bilançolar eşlik ediyordu.

Ekim 2019'da bir Uluslararası Para Fonu konferansında yaptığı konuşmada, eski İngiltere Merkez Bankası başkanı Mervyn King, dünyanın “demokratik piyasa sistemi” olarak adlandırdığı sistem için yıkıcı sonuçları olacak yeni bir ekonomik ve finansal krize doğru yürüdüğü konusunda uyarıda bulundu.

King'e göre, küresel ekonomi, düşük büyüme tuzağına saplanmıştı, üstelik 2008 krizinden çıkış süreci, Büyük Buhran'ı takip eden süreçten daha yavaş ilerliyordu. King, o konuşmada, Amerikan Merkez Bankası’nın ve diğer merkez bankalarının politikacılarla kapalı kapılar ardında görüşmelere başlama zamanının geldiği sonucuna varıyordu. 16 Eylül günü repo piyasasında faiz oranları yükseldi. Amerikan Merkez Bankası, dört gün boyunca, günlük 75 milyar dolarlık bir müdahaleyle sürece dâhil oldu. Bu, 2008 krizinden bu yana görülmeyen bir tutardı.

Cardiff Üniversitesi'nde eleştirel teori profesörü olarak çalışan Fabio Vighi'ye göre, o sırada Amerikan Merkez Bankası, Wall Street'e haftada yüz milyarlarca doların pompalanmasını sağlayan bir acil para programını devreye soktu.

Son iki yıldır, “pandemi” kisvesi altında, ekonomilerin kapatıldığını, küçük işletmelerin ezildiğini, işçilerin işsiz bırakıldığını ve insan haklarının yok edildiğini gördük. Kapanmalar ve kısıtlamalar bu süreci hızlandırdı. Bu sözde “halk sağlığı önlemleri”, kapitalizmin krizini yönetmeye çalışanlara hizmet etmekten başka bir işe yaramadılar.

Neoliberalizm, işçilerin gelirlerini ve aldıkları sosyal yardımları kıstı, ekonomiler dâhilinde kilit rol oynayan sektörleri ülke dışına savurdu, talebi sürdürmek ve zenginlerin hâlâ yatırım yapıp bundan kâr elde edebilecekleri finansal Ponzi planları oluşturmak için elindeki her tür aracı kullandı.

2008 çöküşünün ardından bankacılık sektörüne yapılan kurtarma operasyonları, yalnızca geçici bir soluklanma sağladı. Çöküş etkisini, milyarlarca dolarlık kurtarma paketleriyle birlikte, Kovid öncesinde yaşanan çok daha büyük bir patlamayla ortaya koydu.

Fabio Vighi, tüm bunlarda “pandemi'nin rolü olduğunu söylüyor:

“[…] Sanırım bazı insanlar, genellikle vicdansız olan muktedir elitlerin, neredeyse yalnızca üretim dışı olan (seksen yaşın üzerindeki) kişileri öldüren bir virüs karşısında, dünya üzerinde işleyen kâr mekanizmasını durdurmaya neden karar verdiklerini artık merak etmeye başlamıştır.”

Vighi, Kovid öncesi dönemde dünya ekonomisinin başka bir büyük çöküşün eşiğine geldiğinden, İsviçre Ödemeler Bankası’nın, dünyanın en güçlü yatırım fonu olan BlackRock’ın, G7 ülkelerindeki merkez bankalarının ve diğer güçlerin finansal iflası önlemek için nasıl uğraştıklarından bahsediyor.

Kapanma tedbirinin uygulanmasında ve ekonomik işlemlerin dünya genelinde askıya alınmasında asıl amaç, Amerikan Merkez Bankası’nın (Kovid bahanesiyle) zor durumdaki finans piyasalarını yeni basılmış parayla doldurmasına ve hiperenflasyonu önlemek için reel ekonominin kapısına kilit vurmasına imkân sağlamaktı.

Vighi’nin tespitiyle:

“Mart 2020’de borsa, kapanma tedbirinin uygulamaya konulmasının zorunlu hâle gelmesi sebebiyle çökmedi, bilâkis, finans piyasaları çöktüğü için kapanma tedbirleri alınmak durumunda kalındı. Kapanmalarla birlikte ticari işlemler askıya alındı, bu da kredi talebini azalttı, neticede salgın durdu. Başka bir ifadeyle, sıra dışı para politikası ile finansal yapı yeniden inşa edilmeliydi, bu ise ekonominin motorunun durdurulmasına bağlıydı.”

Tüm bu adımların amacı, Kovid “yardımları” kılıfı ardında, Wall Street’i kurtaracak trilyonlarca doların akıtılmasını sağlamaktı. Sonrasında bu yardımları, kapitalizmi yeniden yapılandıracak plan takip etti. İlgili plan dâhilinde küçük işletmeler ya iflasa sürüklendiler ya da tekeller ve küresel zincirler tarafından satın alındılar. Böylelikle, bu yağma ile büyüyen şirketlerin kesintisiz kâr etmeleri güvence altına alınmış oldu. Bunun bedeli, kapanmalar ve hızlanan otomasyon ile milyonlarca insanın işsiz kalmasıydı.

Kovid’le mücadele kapsamında hazırlanan yardım paketlerinin faturasını sıradan insanlar ödeyecek. Eğer finansal kurtarma paketleri plana uygun sonuçlar doğurmazsa, muhtemelen başka bir “virüs” bahanesiyle veya “iklim acil durumu” bahanesiyle tekrar kapanmalar gündeme gelecek.

Burada sadece büyük finans şirketleri kurtarılmıyor. Zaten zor durumda olan ilâç endüstrisi de para kazandıran Kovid aşıları ile önemli bir can simidine kavuşuyor. Zira ilâç şirketleri, geliştirilmesi ve satın alınması için ayrılan kamu fonları ile üretilen bu aşılar sayesinde kurtarılıyorlar.

Öyle ya da böyle, bugün dünya genelinde milyonlarca insanın geçim kaynaklarından mahrum kalışına tanıklık ediyoruz. Ufukta görünen, yapay zekâ ve gelişmiş otomasyon üzerine kurulu üretim, dağıtım ve hizmet temini dâhilinde artık kitlesel bir işgücüne gerek kalmayacak.

Bu süreç, beraberinde kapitalist ekonomik faaliyetin ihtiyaç duyduğu emeği yeniden üretmeye ve sürdürmeye hizmet eden kitlesel eğitim, sosyal yardımlar ve sağlık hizmeti verilmesinin gerekli olup olmadığına, bu alanların geleceğine dair önemli soruları gündeme getiriyor. Ekonomi yeniden yapılandırıldıkça, emeğin sermayeyle ilişkisi de dönüşüyor. Bu da “işin kendisi kapitalistler nezdinde emekçi sınıfların varlığının bir koşulu ise, bugün kapitalistler, artık ihtiyaç duymadıkları bir fazla emek havuzunu neden muhafaza etsinler?” sorusunu sordurtuyor.

Bugün nüfusun büyük bir bölümünün sürekli işsizlik tuzağına düştüğü koşullarda, yöneticiler, kitlesel muhalefetle ve direnişlerle uğraşmak istemiyorlar. Bu sebeple, günümüz dünyası, hareket ve toplanma özgürlüğünden siyasi protesto ve ifade özgürlüğüne kadar birçok farklı özgürlük alanının kısıtlanması için tasarlanmış bir biyogüvenlikçi gözetim devletine tanık oluyor.

Nüfusun giderek büyüyen bir kısmının “üretken olmayan” ve “işe yaramaz yiyiciler” olarak görüldüğü, yukarıdan aşağıya doğru örgütlenmiş bir gözetim kapitalizmi sisteminde elitler, bireyciliği, liberal demokrasiyi, özgür seçim ideolojisini ve tüketimciliği, siyasi haklar, yurttaşlık hakları ve özgürlükler gibi “gereksiz lüksler” olarak görüyorlar.

Bir ülkenin “liberal demokrasiden” ne kadar hızlı bir şekilde toplanma ve protestolara müsamaha gösterilmeyen, sonu gelmeyen karantinaların olduğu, acımasız ve totaliter bir polis devletine dönüştüğünü görmek için Avustralya'da süregiden zorbalığa bakmamız yeterli.

Sağlığı korumak adına insanların dövülmesi, yerlerde sürüklenmesi ve plastik mermilerle vurulması ne kadar mantıklı ve anlamlıysa, “hayat kurtarmak” için sosyal ve ekonomik açıdan insanları yıkıma sürükleyen, tüm toplumları mahveden karantinalar da o kadar mantıklı ve anlamlı.

Esasen burada mantık aranmamalı. Ama tabii, olan bitene kapitalizmin krizi açısından bakarsak, her şey çok daha mantıklı gelmeye başlayacaktır.

İlk kapanma kararı alındığında insanlar, zaten 2008 çöküşünü izleyen kemer sıkma önlemlerinin yol açtığı etkilerin çilesini çekiyorlardı.

Devletler, ileride daha köklü ve daha sert sonuçların doğacağını, daha kapsamlı değişimlerin yaşanacağını biliyorlar. Bu nedenle, kitleleri kölelik kıvamına getirme ve daha sıkı bir biçimde kontrol altına alma konusunda oldukça kararlı görünüyorlar.

Colin Todhunter
14 Şubat 2022
Kaynak

0 Yorum: