Bugün,
etkili bir isim olan yönetim kurulu başkanı Klaus Schwab'ın vizyonuna uygun
hareket eden Dünya Ekonomi Forumu, yaşama, çalışma ve ilişki kurma tarzımızı
kökten değiştirecek yapısal bir değişim süreci olarak gündeme gelen distopik “büyük sıfırlama” fikrinin odağında duruyor.
Büyük
sıfırlama, geçim kaynaklarının ve tüm sektörlerin, ilâç şirketlerinin, Amazon
ve Google gibi yüksek teknoloji/büyük veri devlerinin, önemli küresel
zincirlerin, dijital ödeme sektörünün, biyoteknoloji şirketlerinin vs. tekelini
güçlendirip hegemonyasını artırmak adına feda edildiği koşullarda, temel
özgürlüklerin kalıcı olarak kısıtlanacağı, kitlesel gözetleme pratiklerinin
yerleşik hâle geleceği bir kapitalist dönüşümü öngörüyor.
Kovid
salgını ile mücadele kapsamında alınan kapanma ve kısıtlama tedbirlerinin
bahane ve perde olarak kullanıldığı büyük sıfırlama süreci, “Dördüncü Sanayi
Devrimi” kılıfı altında, hızla ilerledi. Bu süreçte küçük işletmeler iflasa
sürüklendiler, tekeller tarafından satın alındılar. Ekonomiler, birçok işin ve
görevin yapay zekâ destekli teknolojiye devredildiği koşullarda, “yeniden
yapılandırılıyor.”
Ayrıca
bir yandan da, “sürdürülebilir tüketim” ve “iklim acil durumu” retoriğiyle
desteklenen “yeşil ekonomi”ye doğru gidişe tanık oluyoruz.
Kapitalizmin
kâr için ihtiyaç duyduğu yeni alanlar, “finansallaştırma” ve doğanın tüm
yönlerinin mülk edinilmesi yoluyla yaratılacakmış gibi görünüyor; doğa, tam da sahte “çevreyi
koruma” anlayışı ile sömürgeleştirilecek, metalaştırılacak ve ticaretin konusu
hâline getirilecek. Bu, esasen, “sıfır emisyon” bahanesi altında,
kirleticilerin çevreyi kirletmeye devam edebilecekleri, ancak yerli halkların ve
çiftçilerin topraklarını ve kaynaklarını karbon yutağı olarak kullanmak ve alıp
satmak (dolayısıyla bu topraklardan ve kaynaklardan kâr elde etmek) suretiyle
“dengeleyebilecekleri” anlamına geliyor. Bu, aslında “yeşil emperyalizm”e
dayanan başka bir finansal Ponzi planı.
Dünyanın
dört bir yanında politikacılar, “yeni normal”e geçiş için gerekli zemini “daha
iyi” inşa etme gerekliliğinden bahsederlerken, bu büyük sıfırlama söylemine
başvuruyorlar. Hepsinin ağzından aynı lafın dökülmesi, hiç de tesadüf değil.
Peki
ama bu sıfırlama neden gerekli?
Kapitalizm,
kâr oranlarını korumak zorunda. Hâkim ekonomik sistem, sürekli artan
seviyelerde kaynak temini, üretim ve tüketim talep ediyor, ayrıca büyük
firmaların yeterince kâr elde etmesi için her yıl belirli düzeyde GSYİH
artışına ihtiyaç duyuyor.
Gelgelelim
piyasalar doydu, talep oranları düştü, aşırı üretim ve aşırı sermaye birikimi,
bir sorun hâline geldi. Buna karşılık, işçi ücretlerinin düşürüldüğü, finans ve
emlak spekülasyonlarının arttığı (yeni yatırım piyasalarının oluştuğu)
koşullarda, hisselerin alındığına, büyük çaplı kurtarma operasyonlarının
yapıldığına, (özel sermayenin hayatta kalma kapasitesini muhafaza etmek için
kullanılan kamuya ait para anlamında) sübvansiyonlara, ayrıca (ekonominin
birçok sektörü için büyük bir itici güç olarak) militarizmdeki artışa tanıklık
ediyoruz.
Ayrıca,
küresel şirketlerin yabancı ülkelerdeki pazarları ele geçirmesi ve genişletmesi
için üretim sistemleri ortadan kaldırılıyor.
Ne
var ki bu çözümler, yüzeysel ve geçiciydi. Dünya ekonomisi, sürdürülemez bir
borç dağının altında boğuluyordu. Pek çok şirket, kendi borçlarının faizlerini
karşılayacak kadar kâr elde edemeyecek durumdaydı ve sadece yeni krediler
alarak ayakta kalabiliyordu. Düşen cirolara, azalan kâr oranlarına ve sınırlı
nakit akışlarına, ancak borçla dengelenen bilançolar eşlik ediyordu.
Ekim
2019'da bir Uluslararası Para Fonu konferansında yaptığı konuşmada, eski
İngiltere Merkez Bankası başkanı Mervyn King, dünyanın “demokratik piyasa
sistemi” olarak adlandırdığı sistem için yıkıcı sonuçları olacak yeni bir
ekonomik ve finansal krize doğru yürüdüğü konusunda uyarıda bulundu.
King'e
göre, küresel ekonomi, düşük büyüme tuzağına saplanmıştı, üstelik 2008
krizinden çıkış süreci, Büyük Buhran'ı takip eden süreçten daha yavaş
ilerliyordu. King, o konuşmada, Amerikan Merkez Bankası’nın ve diğer merkez
bankalarının politikacılarla kapalı kapılar ardında görüşmelere başlama
zamanının geldiği sonucuna varıyordu. 16 Eylül günü repo piyasasında faiz oranları yükseldi.
Amerikan Merkez Bankası, dört gün boyunca, günlük 75 milyar dolarlık bir
müdahaleyle sürece dâhil oldu. Bu, 2008 krizinden bu yana görülmeyen bir
tutardı.
Cardiff
Üniversitesi'nde eleştirel teori profesörü olarak çalışan Fabio Vighi'ye göre, o sırada Amerikan Merkez Bankası,
Wall Street'e haftada yüz milyarlarca doların pompalanmasını sağlayan bir acil
para programını devreye soktu.
Son
iki yıldır, “pandemi” kisvesi altında, ekonomilerin kapatıldığını, küçük
işletmelerin ezildiğini, işçilerin işsiz bırakıldığını ve insan haklarının yok
edildiğini gördük. Kapanmalar ve kısıtlamalar bu süreci hızlandırdı. Bu sözde
“halk sağlığı önlemleri”, kapitalizmin krizini yönetmeye çalışanlara hizmet
etmekten başka bir işe yaramadılar.
Neoliberalizm,
işçilerin gelirlerini ve aldıkları sosyal yardımları kıstı, ekonomiler
dâhilinde kilit rol oynayan sektörleri ülke dışına savurdu, talebi sürdürmek ve
zenginlerin hâlâ yatırım yapıp bundan kâr elde edebilecekleri finansal Ponzi
planları oluşturmak için elindeki her tür aracı kullandı.
2008
çöküşünün ardından bankacılık sektörüne yapılan kurtarma operasyonları,
yalnızca geçici bir soluklanma sağladı. Çöküş etkisini, milyarlarca dolarlık
kurtarma paketleriyle birlikte, Kovid öncesinde yaşanan çok daha büyük bir
patlamayla ortaya koydu.
Fabio
Vighi, tüm bunlarda “pandemi'nin rolü olduğunu söylüyor:
“[…] Sanırım bazı
insanlar, genellikle vicdansız olan muktedir elitlerin, neredeyse yalnızca
üretim dışı olan (seksen yaşın üzerindeki) kişileri öldüren bir virüs
karşısında, dünya üzerinde işleyen kâr mekanizmasını durdurmaya neden karar
verdiklerini artık merak etmeye başlamıştır.”
Vighi,
Kovid öncesi dönemde dünya ekonomisinin başka bir büyük çöküşün eşiğine
geldiğinden, İsviçre Ödemeler Bankası’nın, dünyanın en güçlü yatırım fonu olan
BlackRock’ın, G7 ülkelerindeki merkez bankalarının ve diğer güçlerin finansal
iflası önlemek için nasıl uğraştıklarından bahsediyor.
Kapanma
tedbirinin uygulanmasında ve ekonomik işlemlerin dünya genelinde askıya
alınmasında asıl amaç, Amerikan Merkez Bankası’nın (Kovid bahanesiyle) zor
durumdaki finans piyasalarını yeni basılmış parayla doldurmasına ve
hiperenflasyonu önlemek için reel ekonominin kapısına kilit vurmasına imkân
sağlamaktı.
Vighi’nin
tespitiyle:
“Mart 2020’de borsa,
kapanma tedbirinin uygulamaya konulmasının zorunlu hâle gelmesi sebebiyle
çökmedi, bilâkis, finans piyasaları çöktüğü için kapanma tedbirleri alınmak
durumunda kalındı. Kapanmalarla birlikte ticari işlemler askıya alındı, bu da
kredi talebini azalttı, neticede salgın durdu. Başka bir ifadeyle, sıra dışı
para politikası ile finansal yapı yeniden inşa edilmeliydi, bu ise ekonominin
motorunun durdurulmasına bağlıydı.”
Tüm
bu adımların amacı, Kovid “yardımları” kılıfı ardında, Wall Street’i kurtaracak
trilyonlarca doların akıtılmasını sağlamaktı. Sonrasında bu yardımları,
kapitalizmi yeniden yapılandıracak plan takip etti. İlgili plan dâhilinde küçük
işletmeler ya iflasa sürüklendiler ya da tekeller ve küresel zincirler
tarafından satın alındılar. Böylelikle, bu yağma ile büyüyen şirketlerin
kesintisiz kâr etmeleri güvence altına alınmış oldu. Bunun bedeli, kapanmalar
ve hızlanan otomasyon ile milyonlarca insanın işsiz kalmasıydı.
Kovid’le
mücadele kapsamında hazırlanan yardım paketlerinin faturasını sıradan insanlar
ödeyecek. Eğer finansal kurtarma paketleri plana uygun sonuçlar doğurmazsa,
muhtemelen başka bir “virüs” bahanesiyle veya “iklim acil durumu” bahanesiyle
tekrar kapanmalar gündeme gelecek.
Burada
sadece büyük finans şirketleri kurtarılmıyor. Zaten zor durumda olan ilâç
endüstrisi de para kazandıran Kovid aşıları ile önemli bir can simidine
kavuşuyor. Zira ilâç şirketleri, geliştirilmesi ve satın alınması için ayrılan
kamu fonları ile üretilen bu aşılar sayesinde kurtarılıyorlar.
Öyle
ya da böyle, bugün dünya genelinde milyonlarca insanın geçim kaynaklarından
mahrum kalışına tanıklık ediyoruz. Ufukta görünen, yapay zekâ ve gelişmiş
otomasyon üzerine kurulu üretim, dağıtım ve hizmet temini dâhilinde artık
kitlesel bir işgücüne gerek kalmayacak.
Bu
süreç, beraberinde kapitalist ekonomik faaliyetin ihtiyaç duyduğu emeği yeniden
üretmeye ve sürdürmeye hizmet eden kitlesel eğitim, sosyal yardımlar ve sağlık
hizmeti verilmesinin gerekli olup olmadığına, bu alanların geleceğine dair
önemli soruları gündeme getiriyor. Ekonomi yeniden yapılandırıldıkça, emeğin
sermayeyle ilişkisi de dönüşüyor. Bu da “işin kendisi kapitalistler nezdinde
emekçi sınıfların varlığının bir koşulu ise, bugün kapitalistler, artık ihtiyaç
duymadıkları bir fazla emek havuzunu neden muhafaza etsinler?” sorusunu
sordurtuyor.
Bugün
nüfusun büyük bir bölümünün sürekli işsizlik tuzağına düştüğü koşullarda,
yöneticiler, kitlesel muhalefetle ve direnişlerle uğraşmak istemiyorlar. Bu
sebeple, günümüz dünyası, hareket ve toplanma özgürlüğünden siyasi protesto ve
ifade özgürlüğüne kadar birçok farklı özgürlük alanının kısıtlanması için
tasarlanmış bir biyogüvenlikçi gözetim devletine tanık oluyor.
Nüfusun
giderek büyüyen bir kısmının “üretken olmayan” ve “işe yaramaz yiyiciler”
olarak görüldüğü, yukarıdan aşağıya doğru örgütlenmiş bir gözetim kapitalizmi
sisteminde elitler, bireyciliği, liberal demokrasiyi, özgür seçim ideolojisini
ve tüketimciliği, siyasi haklar, yurttaşlık hakları ve özgürlükler gibi
“gereksiz lüksler” olarak görüyorlar.
Bir
ülkenin “liberal demokrasiden” ne kadar hızlı bir şekilde toplanma ve
protestolara müsamaha gösterilmeyen, sonu gelmeyen karantinaların olduğu,
acımasız ve totaliter bir polis devletine dönüştüğünü görmek için Avustralya'da
süregiden zorbalığa bakmamız yeterli.
Sağlığı
korumak adına insanların dövülmesi, yerlerde sürüklenmesi ve plastik mermilerle
vurulması ne kadar mantıklı ve anlamlıysa, “hayat kurtarmak” için sosyal ve
ekonomik açıdan insanları yıkıma sürükleyen, tüm toplumları mahveden
karantinalar da o kadar mantıklı ve anlamlı.
Esasen
burada mantık aranmamalı. Ama tabii, olan bitene kapitalizmin krizi açısından
bakarsak, her şey çok daha mantıklı gelmeye başlayacaktır.
İlk
kapanma kararı alındığında insanlar, zaten 2008 çöküşünü izleyen kemer sıkma
önlemlerinin yol açtığı etkilerin çilesini çekiyorlardı.
Devletler,
ileride daha köklü ve daha sert sonuçların doğacağını, daha kapsamlı
değişimlerin yaşanacağını biliyorlar. Bu nedenle, kitleleri kölelik kıvamına
getirme ve daha sıkı bir biçimde kontrol altına alma konusunda oldukça kararlı
görünüyorlar.
Colin Todhunter
14 Şubat 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder