“Tezat”
kelimesinin sözlükteki anlamı, çelişme, karşıtlık, tutarsızlıktır. Ülkemizdeki
sol sosyalist hareketleri tanımlamak için belki de kullanılacak en güzel terim
bu.
Bizim ülkemizdeki sorunlara değinmeden önce, Lübnan gezimdeki edinimlerimden bahsetmek istiyorum kısaca.
Refik Hariri havalimanından çıktığınızda yol boyunca
karşınıza Kasım Süleymani, Bedrettin, İmad Muğniye gibi şehitlerin posterleri
ve Filistin direnişini simgeleyen afişler çıkıyor. İlk başta içinizde,
Lübnan’ın tamamının bu şekilde olduğu yönünde bir his uyanıyor. Ama hayır, bu
sadece Dahya bölgesi, yani Hizbullah’ın kontrolündeki bölge. Stadyumu geçip
yavaş yavaş Hamra’ya ulaştığınızda Batılı şirketlere ait banka gökdelenlerini
görürsünüz. Ve yine Ortadoğulu ve batılı zenginlerin yaşadığı lüks rezidanslar
sonu yokmuş gibi tepenizde uzanır. Caddelerde lüks araçları görmek hiç şüphesiz
şaşkınlığa yol açar. Çünkü sanayisi yoktur Lübnan’ın, endüstriyel bir gelişmeye
sahip değildir. “O zaman bu lüks araçlar ve lüks gökdelenler kimlerin?” sorusu
belirir akılda.
Lübnan
farklı din ve çok sayıda mezhebe ev sahipliği yapan dünyadaki tek ülkedir. Ama
sınıflandırırsak iki farklı kitle ortaya çıkar: biri Hizbullah kontrolündeki
Emel hareketi yani Lübnan Yurtsever hareketi, diğeri ise Batı yanlısı
Amerikancı kitle. Hamra ve diğer zengin bölgelerde yaşayanlar Batı yanlıları ve
çok lüks bir yaşama sahiplerdir. Filistin kamplarının olduğu, çoğunluğu yoksul
insanların yaşadığı Güney Beyrut ve Dahya ise Hizbullah’ın bölgesidir.
Hamra’da
üzerlerinde UN (Birleşmiş Milletler) yazılı cipler çokça vardır. Ama bu araçlar
belli bir bölgede gezinir. Güneş gözlüklü akıcı İngilizce konuşan batılı UN
çalışanları hemen dikkatinizi çeker.
Ağır
silahlarla donatılmış Lübnan ordusu askerleri UN çalışanlarına karşı çok
samimidir. Neden mi?
Çünkü
UN’in oradaki amacı, İsrail’i korumak ve Hizbullah ile birlikte gelişen
güçlenen yurtsever hareketi bitirmek. Zengin sınıfı yurtsever direnişe karşı
beslemek ve ayakta tutmak. Ama bunda başarısız oldular. Zengin sınıf
yaşantısıyla meşgul olurken, yoksul sınıf her geçen gün artan sefalet
karşısında direniş saflarına yöneldi. Özelikle Sünni mezhepten kişilerle
konuştuğunuzda “ülkedeki sıkıntının ve sefaletin sebebi Hizbullah” der. “Çünkü
Hizbullah var olduğu sürece Batılı ülkeler yardım etmek istemiyormuş ama yine
de Hizbullah’a katılım çok” diye de ekliyorlar. “Şiiler mi katılanlar?” diye
sorduğumda ise, “Hizbullah Şii bir hareket ama Sünniler de, Hristiyan
solcularda katılmaya başladı?” cevabını verdiler hep. Ve bu da gösteriyor ki
Lübnan yurtsever direnişi her görüşten ve insandan oluşuyor. Direnişin
çekirdeği Şiiler gibi gözükse de aslında temelinde Lübnan Komünist hareketi
vardır.
Lübnan
iç savaşında işgalcilere ve işbirlikçilerine karşı ilk ayaklanan Lübnan
Komünist partili gençlerdi. Hizbullah’ı basit tabirle “dinci bir yapı” olarak
yorumlamak tamamen yanlıştır. Hizbullah, dinî ve Marksist kurtuluş teorisinin
vücut bulmuş hâlidir.
2000’lerden
itibaren Lübnan’a baktığınızda Emperyalistlerin ve Siyonistlerin işgal
girişimlerini ve onlara karşı zafer kazanan yurtsever direnişi görürsünüz. Bir
tarafta ilahiler çalınırken, bir başka tarafta Sovyet ulusal marşı kulağınıza
gelir, çok şaşırmıştım duyduğumda. Evet bize yabancı bu tür şeyler. Ama diğer
uluslara normal, örneğin Nikaragua’da Sandinist devrime en büyük katılımlar
Kilise ayinlerinde olmuştur ve birçok rahip devrime destek verdikleri için
katledilmiştir.
Lübnan
yurtsever direnişi içerisinde Şii’sini, Sünni’sini, Ortadoks’unu, Katolik’ini,
Solcu Dürzi’leri ve komünistleri barındıran devasa bir hareket. Bundandır ki
Lübnan işgal edilemiyor ve Lübnan bugünün Vietnam’ı.
Ülkeyi
işgal etmek isteyenlerin canına okuyor. Ekim 2021’de Beyrut limanındaki
patlamayı soruşturan yargıç Bitar, delilleri çarpıtarak Hizbullah’ın önde gelen
isimlerini davaya katıp soruşturmayı batının istediği biçimde sürdürmeye
kalkışması ve patlamada Hizbullah’ı hedef göstermesi sonrası adalet bakanlığı
binasına yürüyüş gerçekleştiren Emel Hareketi üyelerine keskin nişancılar
tarafından ateş edilmiş, ardından yurtsever direniş sokağa inmiş ve kısa sürede
Beyrut’un birçok bölgesinde kontrolü ele almıştı. Hizbullah sokağa inerek
Batılı ülkelere ve onların yanlılarına direnişin gücünü göstermiş ve ne
pahasına olursa olsun emperyalizme geçit vermeyeceklerini açıklamıştır.
Gelelim
bize.
İki
hafta kadar önce sol sosyalist hareketin önde gelen temsilcileri HDP’nin
çağrısı doğrultusunda bir araya geldi. Ve yaptıkları görüşme sonrası üçüncü bir
ittifakın temellerini attıklarını açıkladılar. Demokrasi, eşitlik, insan
hakları gibi naralar attılar. İttifaka ise “Yurtsever” adını verdiler. Şaka
gibi. En ufak bir korku, düşmanda en ufak bir tedirginlik havası estiremediler.
Artık gün gibi açık ki aşırı sağ ülkede kontrolü ele geçirmiş durumda, devletin
her kademesine hâkimler, silahlı ve ekonomik güçleri doruk noktasında, suç
örgütleri ile sokaklara hükmediyorlar. İstedikleri gibi adalet dağıtıyorlar.
Onlar bu kadar güçlüyken, birkaç kişi kendilerini devrimci mücadelenin
sahipleri gibi gösterip gündeme gelme peşinde. Her ne kadar kendilerini naza çekseler
de hemen hemen hepsinde HDP safına geçip daha öncekiler gibi milletvekili olma
aşkı var.
Biz
Avrupa devletleri gibi gelişkin bir ekonomiye de demokrasiye de sahip değiliz.
Haliyle, bizim gibi ülkelerde orman kanunları yürürlüktedir. “Güçlü zayıfı
ezmeli” stratejisi hâkimdir. Bu doğrultuda aşırı sağ, sola karşı tüm şiddetiyle
saldırırken, tutuklamalar ve infazlarla devrimciler yok edilirken “demokrasi,
sağduyu” mesajları vermek işbirlikçiliğin en somut örneğidir.
Yüzyıllık
bir geçmişi olan Türk solu ne yazık ki Mustafa Suphi ve yoldaşlarının mirasını
yarınlara taşıyacak iradeye sahip değildir. Seksen sonrası gelişen Kürt
hareketi ajitasyon ve batının desteğiyle güçlenerek, sınıf mücadelesini kendi
eksenine alıp, devrimin ancak kendilerinden geçtiği tezini vurgularken,
kendilerinden olmayanları “faşist, devletin yardakçısı” olarak nitelemektedir.
Kitlesi olmayan sol hareketler ise taban oluşturmak için Kürt sorununu şahsi
bir mesele gibi ele almaktadır.
Oysa
bütün ezilenlerin kurtuluşu sosyalizm iken, ancak ve ancak devrim ortak bir
şuurla gerçekleşebilir iken taraflı hareket etmek ve şahsi çıkarları ön planda
tutmak düşmana güç kazandırmaktan başka bir işe yaramaz.
Devrimci
mücadele yok hükmünde, sol tezat içinde, medeti Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu
gibi sağ kökenli liberal kişilerde arıyor. Sol sosyalist mücadeleye önderlik
edecek kişi ve hareket yok.
Lübnan
direnişi, Kuzey İrlanda’da seçimleri kazanan IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein,
Nikaragua’da yönetimi ele geçiren Sandinistalar, Kolombiya Halk Cephesi,
Meksika Zapatista kurtuluş hareketi, Küba gibi emperyalizme ve kapitalizme
karşı savaşan, direnen hiçbir hareket ve ülkeyle Türk solunun bağlantısı yok.
Tamamen dünya emek mücadelesinden kendisini izole etmiş, içeride işbirlikçi
tutumuyla az da olsa var olan devrimci insanları zafere olan inancından
kopartmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bize
Lübnan yurtsever direnişi gibi bir hareket lazım. Gerektiğinde düşmanı
iliklerine dek korkutan. Yoldaşlarına zaferi yaşatan. Umutsuzlara umut olan.
Can Şahin
30
Ocak 2022
0 Yorum:
Yorum Gönder