07 Ocak 2022

,

Brexit ve Kovid

Brexit Devrimi’nden Kovid Restorasyonuna

Brexit, belki de İngiltere genelinde işçi sınıfının iradesini ortaya koyma imkânı sunan son önemli kanal idi. İşçi sınıfı, her ne kadar nihayetinde geri adım atmış olsa da, Brexit’i otuz yılı aşkın süredir yürürlükte olan kalıcı düşük ve durgun ücret rejiminden kaçış için bir şans olarak gördü. Egemen sınıfın tüm kıta genelinden ülkeye işgücü taşıma becerisine yönelik saldırı, işçiler tarafından ücret kayıplarını önlemenin bir yolu olarak görüldü. Sonrasında egemen sınıfın ücret artışı yapmadan nakliye ve tarım alanındaki eksik istihdamı ortadan kaldıramamış olması, bu gerçeğin bir ispatı olarak görülebilir.

Gelgelelim Britanya’daki politik sistemde tutarlı bir değişime yol açabilecek kapsamlı bir hareket, dün olduğu gibi bugün de ortaya çıkabilmiş değil. Grevlerde belirli bir artışa tanık olunsa da işçi yanlısı değişiklikler, hiçbir vakit kurumsal bir zemine kavuşma imkânı bulamadı. Sürecin bilinçli demokratik bileşeni ortaya çıkmadığı için AB karşıtı oylar, demokratik yenilenmenin fitilini bir türlü ateşleyemedi. Dahası, Brexit'i işçiler için olumlu bir gelişme olarak benimsemeye çalışan bir siyasi hareket ortaya çıkmadığı için, Brexit, kapitalizmden ve serbest ticaretten yana güçlerle onların ikmal hatlarını yeniden işler kılma çabalarına ümitsizce karşı koyan “sosyalistler” arasındaki bir kavgaya dönüştü.

Aslında, Brexit kendisinin bir devrim vasfı kazanmasını sağlayacak kimi etkilere yol açtı ama bu etkiler bir biçimde sıfırlandı. Zira devletin eski yapısını ortadan kaldırma işini “muhafazakârlar” gördüler. Ayrıca İşçi Partisi, kalesi konumundaki bölgelerde uzun zamandır gelişme kaydeden politik şekillenmenin sebebi olan çelişkiler ve taktiksel hataların ağırlığı altında ezildi. Her iki sebebe bağlı olarak, İngiliz siyasetinde köklü bir geçmişe sahip olan partiler, ilk planda yaptıkları politik hesapların ufkunu aşıp eylemlerini daha geniş bir bağlam içerisine oturtamadılar.

Brexit, devrimci değişim olasılığının bulunduğu koşullarda başarısızlığa uğramış olan bir devrimdi. Buna karşın, hiçbir politik fail öne çıkıp bu durumdan istifade edemedi. Bu anlamda Brexit, demokratik bir hareketten mahrum bir demokratik moment olarak kaldı. Nitekim, kimileri Brexit sürecinde, on yedinci yüzyıldaki ilk İngiliz Devrimi’yle ilgili olarak dillendirilmiş olan şu soruyu sorma ihtiyacı duydular: “Onu kim uyandıracak?” Soruyu soranlar, cevabını hiçbir vakit alamadılar.

“Devrim”den Restorasyona

Brexit, başarısız bir demokratik-halk devrimi; Kovid-19 salgını ise egemen sınıf için bir restorasyon dönemidir. 2010'larda popülizmin hüküm sürdüğü dönem hatıralardaki yerini çoktan aldı. Brexit döneminde elde edilen her türden kazanım, ileriye doğru atılmış her türden adım hükmünü yitirdi; tüm işçi sınıfı muhalefeti veya statüko karşıtı halk isyanı tehdidi kontrol altına alındı. Egemen sınıf ve onun küçük burjuva ajanları, bugün işçi sınıfına o akıldışı emirlerini dikte etmeyi sürdürüyor ve sahip olduğu görevi güvenle ifa ediyor.

Demokratik-devrimci muhalefet güçleri her daim olabildiğince hızlı bir biçimde ezilmiştir. Modern tarihte devrimin ve karşı devrimin dinamikleriyle ilgilenen İtalyan Marksist Antonio Gramsci, Fransa'da 1793-1794 yılları arasında meydana gelen Jakoben diktatörlüğü ile, 1815’te Ancien Régime'in kral yanlısı bir müdahaleyle restore edilmesi arasında uzanan yirmi yıllık kesiti, demokratik siyasetin alabildiğine yoğunlaştırılmış ve sıkıştırılmış hâli olarak görüyor. Yirmi birinci yüzyılda, Brexit devriminden Kovid karşı devrimine kadar uzanan dönemse hepi topu dört yıl sürdü. Demek ki burjuva düzenindeki akıldışılığa paralel olarak sermayenin zaman-mekânı sıkıştırma imkânı da artıyor.

2008 resesyonunun ardından, gelişmiş kapitalist ülkelerde Wall Street’i İşgal Et hareketinin tutarsız yarı anarşizminden Yunanistan ve İspanya'daki popülist Syriza ve Podemos partileri ve (daha sonra) İngiltere ve ABD'deki Jeremy Corbyn ve Bernie Sanders hareketleri gibi siyasi oluşumlardaki büyümeye kadar bir dizi gelişmeye tanık olundu. Bu hareketlerin hepsi, tek tek hâkim düzeni destekleyen birer payandaya dönüştürüldü. Zira hiçbiri, işçi sınıfının sunduğu desteği ciddi bir üslupla harekete geçiremedi. Ayrıca bu süreçte burjuvazi, sol küçük burjuvaziyi “varoluşsal bir tehdit”le karşı karşıya olduğu konusunda ikna edip onu korkutmayı başardı. Korkunun fiili kaynağı ister Alman kapitalizmine ait güçlerle yüzleşme ihtimali, ister Trump’ın başkanlığının yol açtığı “tehdit”, isterse Brexit olsun, küçük burjuvazinin başını çektiği isyanların hepsi, zaman içerisinde burjuva siyasetine destek veren teorinin ve pratiğin ortaya çıkmasını sağladı. Bu anlamda Kovid rejimi, esasen Sanders ve Corbyn hareketi içerisinde yer alan ama söz dinlemeyen kesimlerin burjuva devlet mekanizması eliyle iktidar önünde diz çöktürülmesi, ilgili kesimin iktidara destek sunması için ortaya konulan çabayı ifade ediyor.

Günümüzde kapitalizmin özü, kendisine bu türden biçimler bulabiliyor. Bu biçimler dâhilinde en önemli mesele ise bir işçi sınıfı hareketinin yokluğudur. Bu bakış açısından hareketle, Brexit'in kolektif işçi failliğinin olmadığı koşullarda, mevcut düzene yönelik devrimci bir tehdidin alacağı hâl olduğunu söyleyebiliriz. Brexit’i tüm o niteleyici unsurlarına rağmen bir “devrim” olarak görmek, bize Kovid restorasyonunun niteliğini daha iyi idrak etme imkânı sunacaktır.

Küçük Burjuvazi Tarafından Yönlendirilen Kovid Restorasyonu

Bir olay olarak Kovid, iki farklı veçheye sahiptir: O hem krizi ifade eder, hem de bir sınıfsal proje olarak yürürlüktedir. Kriz olarak Kovid, en geniş mânâda bir halk sağlığı krizi ve ekonomik kriz olarak tecrübe edilmektedir. Politik kriz hâline nadiren tanık olunmaktadır. Aslında, pandeminin tanımlanma ve yönetilme şekli, tümüyle hangi sınıfın iktidarda olduğuyla ilgili bir meseledir. Bu anlamda pandeminin, ekonomiye ve sağlığa dair nesnel gerçeklerle pek bir alakası yoktur.

Esasen Kovid rejimi, sınıflı toplumla ilgili gerçekleri gizlemek için kullanılmaktadır. Örneğin iktidar sahibi politik sınıfın yönettiği kapanma süreci, bilhassa İngiltere’de, dikkatleri içi boşalmış neoliberal devletten ve onun geliştirdiği ama artık eskimiş olan sağlık sisteminden uzaklaştırmak için kullanıldı. “Kapanmalar nedeniyle” uygulanan muazzam mali ve parasal teşvik, Mart 2020'deki kısıtlamalardan aylar önce zaten dağılmış olan, durgunluğun eşiğine dayanan ekonomik sistemin üzerini örttü. Politikacılar, kapitalist devletin kârını ve işleyişini korumak adına, devlet tarafından koordine edilen büyük bir eylemi yürürlüğe koydular. İzin günleri ve sağlık kapasitesinin artması türünden imkânları işçilerin elinden aldılar. Toplumsal etkileşimi ortadan kaldıran, sözde bilimsel kısıtlamalar ile işçileri toplumsal imkânlardan ve yardımlardan mahrum bıraktılar.

Sınıfsal bir proje olarak Kovid, küçük burjuvazi tarafından yönetildi. Salgına karşı ortaya konulan ilk tepkileri, küçük burjuvazinin “tıbbi acil durum”a karşı geliştirdiği histerik tepki tayin etti. Bilhassa İngiltere’de aşırı bir tepki ortaya konuldu. Küçük burjuvazi, Kovid’e Brexit’e gösterdiği tepkiden daha fazlasını gösterdi.

Sayıca az olsa da küçük burjuvazi, son derece organize bir yapı ve kültür sahasında ciddi bir ağırlığa sahip. Ekseriyeti özel ve kamu sektöründe yer alan muhtelif bürokrasi kurumunda çalışan bir sınıf olarak küçük burjuvazi, Kovid döneminde birbiriyle bağlantılı iki saikle hareket etti: İşçi sınıfına yönelik ahlaki eleştiri ve sınıfın yönetilmesi meselesi, ayrıca küçük burjuvazinin, vasıflı ama ekonomik açıdan bağımlı ve güvencesiz bir sınıf olarak takdim edilmesi.

En genel anlamıyla bugün küçük burjuvaların önemli bir bölümü üretken olmayan işleri üstlenen kişilerden oluşmaktadır. Akademisyenler, memurlar, "bilgi çalışanları" ve "hayır sektörü”ndekiler de dâhil olmak üzere bu kişiler, piyasaya emtia üreticileri veya sermaye sahipleri değil, birer tüketici olarak dâhil oluyorlar. Dahası, sonuçta günlük ekmekleri için kapitalist sınıfa güveniyorlar. Doğrudan tabi oldukları ekonomik zorunluluklar dâhilinde küçük burjuvazi, devletten veya zengin kapitalist hayırseverlerden daha büyük transferleri güvence altına almaya ve kendi alanının kariyer basamaklarını tırmanmaya mecbur. Diplomaları, sertifikaları ve yaptığı iş üzerindeki nispi kontrol sayesinde küçük burjuvazi, belirli bir nesnellik ve bağımsızlık hissine kavuşsa da varlıkları en nihayetinde kapitalist efendilere, dolayısıyla sermayenin devam etmekte olan birikim sürecine bağlı.

Bu çelişkili ve dengesiz konum, histeri ve ahlakçılığa olan eğilimlerinin maddi temelini teşkil ediyor. Bu özellikler, küçük burjuvazinin oturduğu koltuktan kendisine gelen epostaları cevaplaması için eve gönderilmesiyle daha da belirginleşti. Kapitalist sınıfın egemenliği altında zaten kısıtlanmış olan sınıfsal perspektifleri, ara sıra yapılan gıda ve mal teslimatlarının dışında, işçi sınıfından tamamen kopma ile daha da daraldı. Böylece, salgın sırasında mümkün olan tek kitle siyaseti, küçük burjuvazinin temsil ettiğini düşündüğü "evrenselcilik" üzerinden gerçekleşti. Küçük burjuvazinin Siyahların Hayatları Önemlidir gösterilerine yönelik coşkulu desteklerini, bu sınıfsal kopuş ve sahte popülizmle izah etmek mümkün.

Siyahların Hayatları Önemlidir hareketini belirli ölçüde tanımlayan slogan “ırkçılık gerçek pandemidir” idi. Bu sloganı üst sınıflara mensup kişiler bile dillerine doladı. Aslında slogan somut bir gerçeği ortaya koyuyor: ABD’de burjuvazinin uyguladığı, ırk temelli böl-yönet taktiklerine karşı yürütülen mücadelenin de herkese sağlık hizmeti mücadelesinin de proleter mücadelenin içi boş, gerçekliği dışlayan bir taklidi olduğu görülüyor.

İngiltere'de Kovid salgını, 2016-2019 arasındaki o çalkantılı dönemin ardından burjuvazinin kendisini stabilize etmesi için bir fırsat sundu. Brexit ve Boris Johnson’ın başbakan seçilmesi karşısında yenilgiye uğradığını düşünen küçük burjuvazi, bu ruh hâlinden çıkmak adına, Kovid’i hükümete karşı mücadelesi dâhilinde kullanmak istedi. Ama neticede kendisinden daha deneyimli olan egemen sınıf tarafından, Kovid rejiminin dayatılması sürecinde bir tür koçbaşı olarak kullanıldı. On yıllık başarısız isyanların ardından küçük burjuvazi, eskiden beri burjuvaziye hizmet eden baskın birlikleri görevini başarıyla ifa etmeyi sürdürdü.

İki yıllık pandemi sürecine dönüp baktığımızda Kovid döneminin egemen sınıfın istikrarsız devlet gemisini yeniden kontrol altına alma fırsatı olduğu artık daha net görülüyor.

Bu anlamda, eğer Brexit başarısız bir demokratik devrim ise o vakit Kovid, egemen sınıfın istikrarı sağladığı, iktidarını yeniden konsolide ettiği restorasyon aşaması olarak görebiliriz. Devrimin ve restorasyonun birlikte varolduğu bu dönemin ayırt edici özelliği ise, egemen sınıfın en sadık ve en itaatkâr memuru olarak küçük burjuvazinin eskiden muhalif olan katmanlarının ön plana çıkmasıdır. İşçi sınıfı sadece egemen sınıfa değil, küçük burjuvazinin bu köle ruhlu kesimine de karşı koymalıdır.

Salgın birçok can aldı, ama bir yandan da hukukun üstünlüğü, temel özgürlükler ve haklar, açık bilimsel tartışmalar gibi birçok kazanımı bizden çaldı. Ama bir yandan da salgın, hayırlara da vesile oldu: onun sayesinde işçi sınıfının ve demokrasinin yanında duracak ve durmayacak olanlara dair idrakimiz daha da keskinleşti. Brexit, bu kişilerin kimler olduğuna dair ilk ipuçlarını vermişti, Kovid bu konuya dair bilgilerimizi teyit etti.

George Hoare
Alexander McKay
Leila Mechoui

26 Aralık 2021
Kaynak

0 Yorum: