İsa Bir Polis Devletinde Doğdu
“İsa bize çok fazla aslında. Kilisenin sonrasında incillerle
kurduğu ilişkide amaç, İsa’yı aşırılıklardan kurtarmaktı.”
[Gary Wills, What Jesus Meant]
Bir yem teknesinin içinde dünyaya gelmiş bebekle
ilgili olarak anlatılan Noel hikâyesi, herkesin bildiği bir hikâyedir.
O dönemde bir polis devleti olan Roma
İmparatorluğu nüfus sayımı yapar. Yusuf ve hamile olan eşi Meryem, nüfus
sayımında sayılabilmek için Beytüllahim denilen küçük bir kasabaya gider.
Oradaki hanlarda hiç yer bulamazlar, bu nedenle bir ahırda kalırlar. Meryem,
orada İsa adında bir çocuk dünyaya getirir.
Esasında İsa, Amerikan polis devletinden pek farkı
olmayan bir polis devletinde doğmuştur. Büyüdüğünde güçlü sözler dile getirir
ve bu sözler, insanları görme biçimlerimizi, hükümet politikalarını ve dünyayı
değiştirir. “Tanrı merhametlidir”, “barışçı olanlar kutsanmıştır” ve
“düşmanlarınızı sevin”, O’nun etkili ve devrimci öğretilerine dair
örneklerdendir.
Muktedirlerle karşı karşıya geldiğinde İsa
Peygamber, onlara hakikati söylemekten asla çekinmez. Öğretileri, o dönemin
politik ve dinî nizamının altını oyar. Bu, O’nun hayatına mâl olur. İsa,
nihayetinde muktedirlere başkaldırmamaları için başkalarına bir tür uyarıda
bulunmak adına çarmıha gerilmiştir.
Peki ya İsa, o hürmet ettiğimiz vaiz, hoca,
devrimci ve peygamber, iki bin yıl sonra dünyaya gelmiş olsaydı? Roma polis
devletinde değil de Amerikan polis devletinde doğup büyüseydi?
O vakit muhtemelen şunlar yaşanacaktı.
İsa, Beytüllahim’e, nüfus sayımında sayılmak için
gittiğinde değil de Amerikan polis devletinde dünyaya gelmiş olsaydı, ailesine
posta yoluyla 28 sayfalık Amerikan Toplumu Anketi gönderilecek, bu doldurulması
mecburi olan anket üzerinden ailenin alışkanlıkları, evde ikamet edenler,
çalışma programları, evde kaç tuvalet olduğu gibi konularda bilgi verilmesi
istenecekti. Bu ankete cevap vermemenin cezası 5.000 dolar.
Diyelim ki İsa, bir yem teknesi yerine evde
dünyaya geldi. O vakit akil adamlar ve çobanlar hediyeler getirmeyecek, bebeğin
anne ve babası evde doğum sebebiyle haklarında soruşturma başlatması muhtemel
sosyal hizmet uzmanlarının eve gelmelerine mani olmak zorunda kalacaklardı.
Washington’da üç çocuğu olan bir çiftin çocukları, en küçük iki çocuk hiç
yardım almadan, evde doğdu diye ellerinden alındı.
İsa hastanede doğmuş olsaydı, ailesinin bilgisi
veya rızası olmaksızın, kanı ve DNA’sı alınacak ve devlete ait biyobankaya
konulacaktı. Birçok eyalet, yeni doğan bebeklerin elekten geçirilmesini zorunlu
görüyor. Öte yandan genetik malzemeyi, araştırma, analiz ve kimsenin bilmediği
kimi amaçlar doğrultusunda, uzun süre muhafaza ediyor.
İsa’nın ailesi, gerekli evrakı olmayan birer
göçmen olduğundan, muhtemelen aile ve yeni doğan bebekleri, yasadışı kişiler
için yapılmış, kâr amacı güden, özel bir hapishaneye konulacak, burada İsa ve
ailesi, Starbucks, Microsoft, Walmart ve Victoria’s Secret gibi şirketler için
ucuza ve zorla çalıştırılan birer işçiye dönüştürülecekti. Bilhassa vergi
mükelleflerinin hesabı zaten ödediği koşullarda, göçmenleri hapse tıkmak çok
kârlı bir işe dönüşüyor.
İsa Amerika’da doğsaydı, okula gidecek, burada
devlete itaat etme ve uyum gösterme konusunda dersler alacak, ama bir yandan da
hakları konusunda pek bir şey öğrenmeyecekti. Daha okulda iken adaletsizlik ve
zulüm konusunda bir şeyler söyleme cüretini gösterdiğinde ise ensesine şok
tabancası dayanacak, dayak yiyecek veya en ufak kusuru en ağır şekilde
cezalandıran, sıfır tolerans siyaseti güden okul yönetimince okuldan
uzaklaştırılacaktı.
İsa 12 yaşında bir çocukken, günde birkaç saat
ortadan kaybolsa, anne ve babasının kollarına ihmalkârlık sebebiyle kelepçe
vurulacak, bu insanlar tutuklanıp hapse atılacaklardı. Ülke genelinde aileler,
çocuklarını tek başına parka gönderdikleri veya ön bahçede yalnız oynamalarına
izin verdikleri için suçlanıp gözaltına alınıyorlar.
Bırakalım ilk gençlik yıllarından yetişkinliğe
geçiş döneminin hikâyesinin tarih kitaplarından silinmesini, İsa’nın tüm
hareketleri ve biyometri gibi kişisel verileri Google ve Microsoft gibi
şirketlerce ve devlet kurumlarınca belgelenecek, takip edilecek, izlenecek ve
dosyalanacaktı. Okulların yüzde 95’i, öğrenci kayıtlarını bize ürün pazarlamak
için kullandıkları verileri yöneten şirketlerle paylaşıyor.
İsa’nın Vaftizci John gibi “aşırıcı” isimlerle
temas kurduğu andan itibaren, ister barış yanlısı olsun isterse olmasın, önde
gelen bir eylemciyle temas kuran İsa, anında gözetleme faaliyetinin konusu
hâline gelecekti. 11 Eylül’den beri FBI, hayvan hakları gruplarından yoksullara
yardım derneklerine, savaş karşıtı gruplardan “aşırı uçtaki” örgütlere kadar
birçok aktivist grubunu gözetlemekte ve bunlarla ilgili istihbarat toplamakta.
İsa’nın devlet karşıtı görüşleri, O’nun aşırıcı
olarak etiketlenmesine neden olacaktı. Kolluk kuvvetleri, devletin ve
ekonominin çökeceğini düşünen potansiyel aşırıcılarla kurduğu temaslar
dâhilinde, devlet karşıtı aşırılıklara dair emareleri anında görüp tanıma
konusunda eğitimden geçmektedir.
İsa burada doğmuş olsaydı, muhtemelen O, Yurtiçi
Güvenliği Bakanlığı’nca yürütülen “bir şey görürsen söyle” programları
üzerinden, “şüpheli kişi” olarak damgalanacaktı. New York gibi eyaletler, bugün
kişilere şüpheli faaliyetlerin fotoğrafını çekmelerine ve onları haber
vermelerine imkân veren telefon uygulamaları hizmeti sunuyor. Bu bilgiler ve
fotoğraflar, eyaletteki istihbarat merkezine gidiyor ve orada gözden geçirilip
emniyet kurumlarına iletiliyor.
Bırakalım gezgin vaiz olmasına izin verilmesini,
İsa muhtemelen münzevi yaşadığı veya dışarıda kaldığı için tutuklanma tehdidi
ile yüzleşecekti. Bugün evsizlerin birer suçlu olarak görüldüğü şehir sayısı
bugünlerde iki katına çıkmış durumda. Kamp yapmak, araçlarda uyumak, yollarda
oyalanmak ve açık alanda dilenmek yasak.
Devlet tarafından muhalif ve potansiyel tehdit
olarak görülecek olan İsa’nın peşine muhtemelen casuslar takılacak, bu
insanlar, O’nun faaliyetlerini izlemek için müritleri arasına yerleşecek, yapıp
ettikleri rapor edilecek, yasaları çiğnediğini ispatlamak için büyük olasılıkla
O’na tuzak kurulacaktı. Günümüzün Judas’larına birer muhbir olarak, ihanetleri
karşılığı devlet epey yüklü bir maaş ödüyor.
İsa, barış ve sevgi ile ilgili o radikal
mesajlarını yaymak için interneti kullanacak ve muhtemelen blog yayınlarına
casuslar müdahale edip onları içerik olarak kötü göstermeye, İsa’yı
itibarsızlaştırmaya, O’nun suçlanmasını sağlayacak bilgileri internete koymaya
çalışacaklardı. En azından internet sitesi hack’lenecek, epostası takip altına
alınacaktı.
İsa geniş kitlelerle temas kuracak, bu noktada
izinsiz yiyecek dağıtımını yasaklayan kanunları ihlal ettiği için tutuklanmakla
tehdit edilecekti. Florida’da yetkililer, halka ait plajda evsizlere yemek
veren 90 yaşındaki bir adamı tutukladı örneğin.
İsa, çölde geçirdiği kırk günü ve şeytanla yaptığı
konuşmaları anlatacak, bu yüzden kendisine deli denecek ve o, rızası olmadan,
ailesinin veya dostlarının ziyaretinin mümkün olmadığı, bir akıl hastanesine
tıkılacaktı. Virginia’da bir adam tutuklandı, çırılçıplak aramaya tabi tutuldu,
elleri bir masaya kelepçelendi, “akıl sağlığı sorunları” yaşadığına dair teşhis
konuldu, rızası olmadan, sırf geveleyerek konuştuğu, dengesiz yürüdüğü için,
akıl hastanesinde beş gün tutuldu.
Hiç şüphesiz, İsa Yahudi tapınağında masaları
devirecek, dinî kurumların maddi çıkarlarına tapınmasına karşı öfkelenecek, bu
noktada nefret suçuyla hapse tıkılacaktı. Bugün 45 eyaletin ve federal
hükümetin anayasasında nefret suçuyla alakalı kanunlar bulunuyor.
Onun tehlikeli olduğunu düşünen biri, İsa’yı polise
ihbar edecek veya o polisle sorun yaşayacak, öldürülecekti. Bilindiği üzere ani
bir hareket, bir tek soru veya kaş çatmak bile polise mukavemet olarak
değerlendiriliyor, itaatsizlik örneği olarak görülüyor, bunun sonucunda polis,
ilkin kişiye ateş ediyor, sonrasında da sorularını soruyor. 26 yaşında, yerde
sürünen, ağlayıp hayatta kalmak için dilenen Daniel Shaver ismindeki bir genç
tam şortunu yukarı çekerken, polis ona elindeki AR-15 marka tüfekle ateş etti.
Yanındaki arkadaşı ateş etmeye başlamadan önce bu polis, Shaver’a bağırarak
şunu söyledi: “Kımıldarsan, bir tehdit olduğunu düşünüp buna göre hareket
edeceğiz, sonuçta hayatta kalamayabilirsin.”
Kamusal alanda, herkesin gözü önünde İsa ve
müritleri, silâhlı muhafızlarca değil, devletin emir verdiği SWAT timince ele
geçirilecekti. Her yıl yaklaşık 80.000 SWAT timi baskın düzenleniyor. Bunların
büyük bir kısmı, bu türden baskınlar yanlışlıkla yapıldığında devletin
saldırılarına karşı eli kolu bağlı olan, masum Amerikalılara karşı
gerçekleştiriliyor.
Romalı muhafızlarca alıkonmak yerine İsa, burada
yaşasa, sorguya, işkenceye ve her türden saldırıya maruz kalacağı gizli bir
gözaltı merkezinde “ortadan kaybolacak”tı. Şikago polisi, Homan Meydanı’ndaki,
kayıtlarda yeri olmayan, sorgu merkezi olarak kullanılan gizli depoda yedi
binden fazla insanı “kaybetti.”
Terörist olarak etiketlenip hainlikle suçlanacak
olan İsa, muhtemelen müebbet hapse çarptırılacak ve şirketler için köle gibi
çalışacağı ya da elektrikli sandalyeyle veya zehirli iğneyle ölüme gönderileceği
özel bir hapishaneye gönderilecekti.
İster kendi döneminde isterse bugünkü koşullarda
doğmuş olsun, İsa’nın ölümü, büyük olasılıkla polis devletinin elinden
olacaktı.
Battlefield
America: The War on the American People [“Savaş
Sahası Olarak Amerika: Amerikan Halkına Açılmış Savaş”] isimli kitabımda da
gösterdiğim üzere, İsa’nın ve diğer eylemci isimlerin kendi dönemlerinde
çilesini çektikleri her şey, bugün muktedire hakikati söylemeyi tercih etmiş
kişilerin başına geliyor.
Noel’i mucizeler mevsimi olarak kutlayanlar için
bu, neşenin ve şükretmenin vakti. Ama aynı zamanda Noel, bu dünyayı tüm
insanlık için daha iyi bir yer hâline getirme hesabı yapmanın, yeniden
uyanmanın ve davaya yeniden bağlanmanın vakti olarak görülmeli.
Beytüllahim’de, o yıldızlı gecede olan bitenin
hikâyenin belirli bir kısmını teşkil ettiğini anımsamak lazım. Yem teknesindeki
o bebek büyüdü ve kötülüğe sırtını dönmek yerine, ona karşı lafını esirgemeyen
biri hâline geldi. Bizim O’nun yaptığından daha azını yapmamamız gerekiyor.
Dolayısıyla hepimiz bugün bir tercihle karşı
karşıyayız: ya kötülük karşısında sessiz kalacağız ya da onun aleyhine
konuşacağız. Albert Camus’nün dediği gibi:
“Dünya, Hristiyanlardan gür bir sesle ve her şeyi açıkça ifade
eden bir dille konuşmasını bekliyor. Hristiyanlar, en basit insanın kalbinde en
ufak şüphenin bile oluşmayacağı, kimsenin şüphe dahi etmeyeceği bir yoldan,
suçlayıcı ifadelerini dile getirmeliler. Onlar, tecritten uzak durmalı, tarihin
bugün karşımıza çıkarttığı o kanlı suratına tükürmeyi bilmelidir. Bizim ihtiyaç
duyduğumuz asıl birliktelik, diyeceğini açıktan demeye, hesabını şahsen ödemeye
kararlı insanların meydana getirdiği bir birlikteliktir.”
John W. Whitehead
20 Aralık 2017
20 Aralık 2017
0 Yorum:
Yorum Gönder