20 Nisan 2012

, ,

Julian Assange’ın Nasrallah Mülâkatı


Nasrallah Söyleşisi

Julian Assange

17 Nisan 2012

 

Bu hafta bana Lübnan’da gizli bir yerde bulunan bir misafir konuk oluyor. O, Ortadoğu’daki en sıra dışı simalardan biri. İsrail’le birçok savaşa girdi ve şimdi Suriye ile ilgili uluslararası mücadelede belli bir konum alıyor. Bilmek istediğim, ona milyonlarca insanın neden “özgürlük savaşçısı” dediği ve aynı zamanda diğerlerinin onu neden terörist olarak gördüğü. Bu, onun 2006’daki İsrail-Lübnan savaşından beri Batı’ya verdiği ilk mülâkat. Partisi Hizbullah, Lübnan hükümetinin bir parçası. Seyyid Hasan Nasrallah da onun lideri.

Hazır mısınız?

Ben hazırım.

İsrail ve Filistin’e dair görüşünüz nedir? Hizbullah zafere ulaşacağını düşünüyor mu? Eğer muzaffer olur iseniz, silâh bırakacak mısınız?

İsrail devleti, illegal bir devlettir. O, başkalarının toprağı üzerine kurulmuş, başkalarının ülkesini gasp eden, onu kontrol altında tutan bir devlettir. İsrail, ülkesinden kovulan Müslüman ve Hristiyan tüm Filistinlileri katletmektedir. Bu nedenle, onlarca yıl geçse bile, zaman, adaletin tecellisine mani olamaz. Eğer ben gelip sizin evinizi zorla işgal edersem, aradan elli ya da yüz yıl geçse bile güçlü olduğum için evi işgal edebiliyorum diye o ev benim olmaz. Bu, bana evin mülkiyetini vermez ve işgali meşrulaştırmaz. En azından konuyla ilgili bizim mantığımız şu şekildedir: Filistin, Filistin halkına aittir. Eğer ideoloji ve hukuku birleştirmek gibi bir derdiniz varsa, politik olanı dinî temelde ifade etmek gerekirse, biz kimseyi öldürmek, kimseyi alıkoymak istemiyoruz. Bize göre tek çözüm, Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin barış içinde bir arada yaşayacakları, Filistin toprağı üzerinde kurulacak demokratik bir devlettir. Bunun dışındaki çözümler asla geçerli olmayacaktır.

İsrail, Hizbullah’ın sivil bölgelere füze fırlattığını söylüyor. Bu doğru mu?

1948’de kurulduğu günden beri İsrail, Lübnan köylerini ve şehirlerini bombalıyor. 1982-92 arası on yıllık direniş süreci ardından, biz cevap vermeye başladık. Buradaki yegâne amacımız, İsrail’in insanlarımızı bombalamasını durdurmaktı. Sonuçta 1993’te İsrail ile direniş arasında belli bir anlaşma sağlandı ve bu 1996’da bir biçimde yeniden teyit edildi. Anlaşmaya göre, her iki taraf da sivilleri bombalamayacaktı. “Sen bizim köylerimizi ve şehirlerimizi bombalamazsan biz de bombalamayız” denildi. Sonuçta bu karara İsrail, Lübnanlı sivillere onlarca yıl yaptığı saldırıların ardından varıldı. Bizim saldırımızın temel amacı, İsrail ile Lübnanlı sivillerin katline ilişkin olarak caydırıcı bir denge tesis edebilmekti.

Lübnan’daki Amerikan Büyükelçiliği’nden sızan Wikileaks belgelerine göre, siz, Hizbullah üyelerinin yozlaştıklarını, yolsuzluklara bulaştıklarını gördüğünüz vakit şaşırdığınızı söylemişsiniz, zira bazı Hizbullah üyeleri spor arabalara binip geziyor, dışarıdan yemek yiyor, ipek kıyafetler giyiyor. Sizce bu Hizbullah’ın Lübnan’da seçim politikasına doğru evrilmesinin doğal bir sonucu mudur?

Öncelikle söylenenlerin doğru olmadığını belirtmeliyim. Bunlar, Hizbullah’ın itibarını düşürmek ve onun imajını zedelemek için üretilmiş dedikodulardır. Esas olarak bize karşı yürütülen medya savaşının bir parçasıdır. Bildiğiniz üzere, bizim dünya genelinde mafya organizasyonları içinde olduğumuzu ve uyuşturucu trafiğini örgütlediğimizi söylüyorlar. Oysa bunlar, bizim dinen ve ahlâken karşı olduğumuz şeyler. Hakkımızda bir yığın temelsiz şey söylüyorlar. Sizi temin ederim ki bu söylenenler doğru değil. İkinci olarak, bu söyledikleriniz, esasta Hizbullah’ın çizgisini, ideolojisini ve programını desteklemeyen, sonradan partiye dâhil olmuş kimi zengin ailelerle ilgili bir meseledir. 2000’den sonra Hizbullah’ın, Lübnan’daki direnişin önemli bir bileşeni olmayı başarması ve Lübnan’ı kurtarması, Lübnan toplumunda bir mucize gibi karşılandı ve şaşkınlık yarattı. Çünkü böylesine küçük bir grup, 33 gün boyunca bölgedeki en güçlü devlete karşı verdiği mücadelede yenilmemişti. Dolayısıyla, sonuçta toplum içinde kendisini Hizbullah yanlısı addeden ve onu destekleyen gruplar ortaya çıktı. Bunların belli bir kısmı, zengin çevrelere ve mali gücü olan toplum kesimlerine mensuptu. Bu nedenle Hizbullah’ın belli bir sapma yaşadığı söyleniyor ama bu, doğru değil, bana da ulaşan bu türden malumatlar karşısında ben güven içerisindeyim ve düzeltilmesi gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Neden Tunus, Mısır, Yemen ve diğer Arap ülkelerindeki “Arap Baharı”nı desteklediniz de Suriye’dekini desteklemediniz?

Bunun açık bir dizi nedeni var. İlki, ilkesel olarak biz, Arap devletlerinin içişlerine karışmak istemiyoruz, bu, bizim genel siyasetimiz. Arap ülkelerinde yaşanan gelişmeler, çok ciddi ve önemli. Hiç kimse, hiçbir hareket ve hiçbir parti, bu ülkelerle ilgili bir konum almamalı. Herkesin bildiği üzere, Suriye’deki Beşar Esad rejimi, Lübnan ve Filistin’deki direnişi destekledi, Amerikalıların ve İsrail’in basıncına rağmen geri adım atmadı. Bu sayede Filistin davasına gayet iyi bir biçimde hizmet etti. Bizim Suriye’ye yönelik olarak istediğimiz, diyaloga girilmesi ve reformların gerçekleştirilmesidir. Zira ülkedeki bölünme, durumun giderek ciddileşmesine ve Suriye’nin bir iç savaşa doğru sürüklenmesine neden oluyor. İsrail ve Amerika’nın istediği de budur.

Geçen hafta sonu Humus’ta, aralarında benim de tanıdığım bir gazeteci Marie Colvin’in de bulunduğu 100 kadar insan öldürüldü. Amaçsız yere bir ülkenin yok edilmemesi gerektiğine ilişkin sözlerinizdeki mantığı anlıyorum. Mümkünse bir ülke, reform yoluyla değiştirilmelidir elbette. Hizbullah’ın “bu yaşananlar yeter” demesi için belli bir kırmızıçizgisi var mıdır?

Suriye’deki olayların başından beri ülkedeki liderlikle sürekli temas hâlinde olduk. Kimi dostlarla görüştük ve birbirimize reformlarla ilgili olarak bazı tavsiyelerde bulunduk. Ta başından beri Beşar Esad’ın radikal bir dizi reformu uygulamak istediğinden eminim. Bu, aldığımız konumumuz konusunda sahip olduğumuz güveni tazeledi. Ben de birkaç kez halk önüne çıkıp bu konumumuzu dillendirdim. Lübnanlı ve diğer Arap liderlerle yaptığım toplantılarda sürekli aynı şeyi söyledim: Ben, Esad’ın reform yapmak istediğinden eminim. Esad, gerçek bir dizi reform yapacaktı. Ama muhalefet, diyalog fikrine karşı çıktı. Daha da önemlisi, belki de ilk kez ifade edeceğim, biz muhalif unsurlarla da temas kurduk. Onları yüreklendirmek ve rejimle diyalog sürecini kolaylaştırmak istedik. Bu partiler diyalogu reddettiler. Ta başından beri bir tarafta reform yapmak isteyen ve diyalog kurmaya çalışan rejim, diğer tarafta ise diyalog için hazır olmayan muhalefet duruyor. Herhangi bir reformu kabul etmeye de hazır değiller. Tek istedikleri, rejimi yıkmak. Sorun da bu zaten. Sonuçta Suriye’de olup bitenlere tek taraflı değil, iki taraflı bakmamız lâzım. Silâhlı muhalif birlikler çok sayıda sivili öldürmüştür.

Size göre Suriye’deki durum nereye gidiyor? Ülkedeki katliamların durdurulması için ne yapmalıyız? Siz diyalogdan söz ettiniz ama üzerinde konuşulacak en basit şey diyalog. Suriye’deki kanın durması için ne tür tedbirler alınabilir?

Bir önceki soruyla ilgili olarak bir şeyleri belirtmem gerek. Suriye içinde savaşan gruplara dışarıdan bazı Arap ülkeleri para ve silâh temin ediyorlar. Herkesin işittiği üzere, El-Kaide’nin lideri Dr. Eymen Zevahiri, bazı savaşçılarının Suriye’ye gittiğini söyledi. Onları başka gruplar da takip ediyor. Farklı ülkelerden gelen bu gruplar, Suriye’yi bir savaş alanına çeviriyorlar. Suriye muhalefetini para ve silâh açısından destekleyen bu ülkeler, Suriye muhalefetini masaya oturtup meseleyi politik düzlemde çözmeye zorlayabilirler oysa. Birkaç gün önce de söylediğim gibi, Arap ülkeleri İsrail’le politik görüşmeler için hiç durmaksızın onlarca yıl uğraştılar. Oysa İsrail, bölgede diyalog anlamında tek bir adım bile atmadı. Suriye konusunda politik diyalog noktasında bir iki ay bile kâfi gelecekken hiçbir şey yapılmıyor ve bu pek de âdil bir tutum değil.

Suriye rejimi ile muhalefet arasındaki çatışmalarda medyanın bir kesimi, muhalefeti ABD ya da Suudi Arabistan’ın ajanı olarak gösterirken bir kesim de sizi Suriye rejiminin ajanı olarak gösteriyor. İnsanları Suriye rejiminin ajanı olmadığınız konusunda ikna ettiğiniz takdirde, barış için adım atar mısınız?

Hizbullah’ın otuz yıllık hayatının da ispatladığı üzere, o Suriye’nin ajanı değil, dostudur. Bildiğiniz gibi Lübnan’daki politik hayatın çeşitli dönemleri vardır. Belli dönemlerde bizimle Suriye arasındaki ilişkiler pek iyi olmamıştır örneğin. Aramızda bazı sorunlar yaşanmıştır. Eskiden Suriye-Lübnan ilişkilerinden istifade eden ve bu ilişkilerden etkilenenler, bugün bize karşı çıkıyorlar. Hizbullah, Suriye’nin Lübnan ile arasındaki ilişkilerin basıncı altında kaldı çoğu vakit. Lübnan muhalefetine mensup çeşitli politik kesimlerin de bildiği üzere, biz Suriye’nin ajanı değil, dostuyuz. İlk nokta bu. İkinci nokta ise daha önce belirttiğim gibi, biz politik çözümü destekliyoruz. Biz, politik çözüm için her türden gayreti ve katkıyı sunmaya hazırız. Daha önce belirttiğim gibi, Suriye’deki bazı partilerle görüşme talep ettik ama onlar, bu türden temasları ve rejimle diyalog içine girmeyi reddettiler. Rejimle görüşme niyetinde olan her kesimle rejim arasında arabuluculuk yapmak, bizi mutlu kılacaktır. Ayrıca biz, başka kesimlerden de politik çözüme katkıda bulunmalarını istiyoruz.

İnanıyorum ki bu muhalefet grupları, Hizbullah’ın bu çözüm yoluna itibar edeceklerdir ancak eğer Hizbullah, “benim bir kırmızıçizgim var” derse ve Suriye’deki Esad rejimi, kendisinin kabul edemeyeceği hususları öne çıkartırsa, bu noktada Esad rejimi, bazı şeyleri yapıp yapmama konusunda serbest olabilecek mi?

Evet, kesinlikle serbesttir. Cumhurbaşkanı Esad’ın da Suriye’nin de kırmızıçizgileri var ve biz kırmızıçizgileri onaylıyoruz. Ama ortada sürüp giden bir kavga var. Bir taraf geri çekilirken diğer taraf ilerliyor. Dolayısıyla politik çözüm yolu da kapanıyor. Bu süreç bir şekilde devam edecek, zira bir taraf ilerliyorken diğer taraf geriliyor.

Tunus hükümeti Suriye rejimini artık tanımayacağını ilân etti. Tunus, Suriye ile ilişkilerini kesmek gibi, bu türden keskin bir manevrayı neden yaptı?

Kanaatime göre, Tunus ve başka ülkelerce alınan bu tavır, yanlış değilse bile eksik bir dizi delile dayanıyor. Elbette batılı ve Arap hükümetlerince takdim edilen yanlış bilgiler de mevcut. Bunlar, rejimin birkaç hafta içinde yıkılacağını söylüyorlar ve bekledikleri zaferin bir parçası olmak istiyorlar. Kendi inancımı bu noktada gizlemiyorum, şöyle ki, belki de bu türden konum almalarının bir nedeni, genç ve yeni hükümetlerin zor bir sınav veriyor olmaları, dolayısıyla ABD ve batılı güçlerle herhangi bir tartışma içine girmek istememeleridir. Bu tip meselelerde ilgili güçleri yatıştırmak, işlerine geliyor.


Uluslararası bir medya şebekeniz var. ABD, Menar (“Deniz Feneri”) isimli TV kanalınızın kendi ülkesine yayın yapmasına mani oluyor. Aynı zamanda Amerika, kendisinin konuşma özgürlüğünün kalesi olduğunu da iddia ediyor. Amerikan hükümetinin Menar’dan bu denli korkmasının nedeni nedir?

Onlar, Hizbullah’ın terörist bir örgüt olduğunu ve insanları öldürdüğünü söylüyorlar ama eğer âdil bir yargılama olsa, bizim esasen kendimizi müdafaa etmeye çalıştığımızı görecekler. Bu noktada Amerikan yönetimi, bizim kendimizi müdafaa etmemize bile izin vermiyor. Dünyaya kendimizi anlatmamızı istemiyor, bu nedenle de sesimizin insanlara ulaşmasına mani oluyor.

Bir lider olarak, kendi insanlarınızı düşman ateşi karşısında nasıl bir arada tutabiliyorsunuz?

Asıl mesele, bizim belirlediğimiz bir hedefimizin olmasıdır. Bu hedef, insanî, ahlâkî, imana dayalı ve vatansever bir hedeftir. Bu, tartışma götürmez bir hakikattir. Bu hedef, işgal altındaki toprakları kurtarmaktır. Hizbullah’ın ilk planda kurulmasının nedeni budur. İlgili hedef konusunda Lübnanlılar arasında herhangi bir ayrışma söz konusu değildir. Biz, hükümete girmek ve politik iktidar için rekabet etmek istemedik. İlk kez Lübnan hükümetine 2005 yılında girdik. O günkü amacımız, iktidarı ele geçirmek değil, direnişin sırtını sağlama almaktı. 2000’de kurulan hükümetin direniş aleyhine yanlış bir iş yapmaması gerekliydi, zira tek korkumuz buydu. Güttüğümüz hedef doğrultusunda her türden husumetten kaçındık, önceliklerimizi belirledik, bu amaçla hedefe ulaşmak için herkesin bir arada olup işbirliği içinde hareket etmesi yönünde çalıştık. Bu âna dek her türden bitmek bilmeyen ağız dalaşından uzak durduk. Lübnan’da tartışılan çok sayıda mesele var. Biz, bu konularla ilgili tartışmalara duhul etmekten ve bu tip tartışmalarda belli bir konum almaktan kaçındık. Bizim temel önceliğimiz, ülkemizin özgürleşmesi ve Lübnan’ın mevcut tehdide karşı korunmasıdır. Çünkü biz, Lübnan’ın hâlâ bir tehditle karşı karşıya olduğuna inanıyoruz.

Geçmişe, çocukluk dönemine, bir manavın oğlu olduğunuz o günlere dönersek eğer, Lübnan’daki o evinize dair ilk aklınıza gelen nedir? O döneme ilişkin hatıratınız politik görüşlerinizi hiç etkiledi mi?

On beş yaşına dek Güney Beyrut’un bir mahallesinde yaşadım. Bu mahallenin kendine has özellikleri mevcuttu. Doğal olarak insanın içinde yaşadığı çevre, onun kişiliğini de etkiliyor. Bu mahallenin bir özelliği, fakir oluşuydu. Şiilerin, Sünnilerin, Ermenilerin ve Kürdlerin yaşadığı bir mahalleydi burası. Ayrıca Filistinliler de yaşıyordu burada. Böylesine karışık bir çevrede doğup yetiştim ben. Bu, beni Filistin konusunda daha bilinçli ve ilgili kıldı. Zira Filistin komşumuzdu ve maruz bırakıldığı adaletsiz koşullar beni alabildiğine etkiliyordu. Hayfa, Akka, Kudüs ve Ramallah gibi şehirlerden gelen çok sayıda insan vardı mahallemizde. Doğup büyüdüğüm çevre, böyle bir yerdi.

İsraillilerin şifreleme yöntemleri ile ilgili sizin anlattığınız bir fıkrayı okudum geçenlerde. Ben de şifrelemeyle ilgili olduğum için bana bu fıkra epey ilginç geldi. Bildiğiniz gibi Wikileaks de ciddi bir gözetim altında bugünlerde. Bu fıkrayı hatırlıyor musunuz?

Evet, basit olanın karmaşık olanı nasıl yendiğinden bahsediyordum orada. Örneğin Lübnan’daki İsrail güçleri, silâh ve iletişim açısından oldukça karmaşık teknolojiler kullanıyorlar. Diğer yandan, direniş ise bir halk hareketi. Direnişin üyeleri, çoğunlukla çiftliklerden, tarım bölgelerinden gelen köylü gençler. Bunlar, çoğunlukla sıradan telsizlerle iletişim kuruyorlar. Karmaşık olmayan, oldukça basit cihazlar bunlar. Gençler, iletişim esnasında şifre kullanmaları gerektiğinde, köylerindeki argo benzeri sözcüklere başvuruyorlar. Bu sebeple, dinleme cihazlarının ve bu konuşmalardaki şifreleri çözmeye çalışan bilgisayarların arkasında onları dinleyen bir kişinin, o köylerde uzun yıllar yaşamadıkça konuşulanların ne anlama geldiğini çözmesi imkânsız. Örneğin gençler, köylülere has ifadeleri kullanıyorlar. "Kuşgana” (bakır tencere) ve “kürük” (sıpa) gibi köylülerin kullandığı kelimelere başvuruyorlar. İsrail’in hiçbir istihbarat ajanı ya da bilgisayarı bu türden kelimeleri asla anlamıyor. Ama bu türden kelimeleri kullanmak, Wikileaks karşısında işlevsizleşiyor tabii!

Şimdi size provokatif bir soru yöneltmek istiyorum. Politik bir soru değil ama. Siz, Amerika denilen süper gücü lânetlediniz. Allah nihai olarak bir süper güç değil midir ve bir özgürlük savaşçısı olarak siz, aynı zamanda insanları tektanrıcılığın totaliter anlayışından kurtarmaya çalışıyor sayılmaz mısınız?

Biz, yüce Allah’a inanıyoruz. Bu varoluşu yaratan, O’dur. Allah, bizleri yaratırken bedensel ve ruhsal beceriler bahşetti. Biz, bunlara “güdü” diyoruz. Dinî yasalardan ayrı olarak ele alınsa bile insanlar belirli güdülere sahiptirler. İnsanlar doğruyu söylemek gibi bir güdüye sahiptirler. Güdüler, doğrunun iyi, yalanın kötü, adaletin iyi, adaletsizliğin kötü olduğunu söylerler. Fakirlere ve mazlumlara yardım edip onları korumak iyi bir şeydir. Ama başkalarına saldırıp onların kanını dökmek ise korkunçtur. Amerikan hegemonyasına, işgale ya da bize ve halkımıza karşı yapılan saldırılara karşı direnmek, ahlâkî, güdüsel ve insanî bir meseledir. Allah da böyle olmasını ister. Bu anlamda, ahlâkî ve insanî ilkeler, Allah’ın yasası ile tutarlıdır. Çünkü İbrahimî dinler, insan aklı ve güdüleri ile çelişen bir şey ortaya koymamışlardır. Dinlerin yaratıcısı ile insanların yaratıcısı aynıdır. Herhangi bir ülkede ya da evde bile iki lider olabiliyor. Ama milyarlarca yılda meydana gelmiş olan kâinatın belli bir uyum içinde olması da gösteriyor ki Allah tektir. Birden fazla tanrı olsaydı, bölünüp parçalanırdı. Bu noktada biz, kimseye dinî bir dayatma içinde olmayız. Hz. İbrahim, her daim diyalogdan yana olmuş, belirli delilleri ortaya dökmüş bir peygamberdir. Yolumuz O’nun yoludur.

Teşekkür ederim Seyyid.

Kaynak

0 Yorum: