Altmışlı
yıllar, İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan, çalkantılarla tanımlı politik ve
toplumsal gelişmelere, bunun yanında, Fransa’nın Hint Çini’nde ve Cezayir’de
yürüttüğü son sömürgeci savaşların yol açtığı radikal krize tanıklık etti. Bu
savaşlar, hem Fransa’da hem de dünya genelinde faal olan sinema endüstrisinde
de yankı buldu. Bunun yanında, Soğuk Savaş’ın yol açtığı etkilerin kendisini
hissettirdiği dönemde solcu ideolojiyi benimsemiş bir dizi sosyalist hareket
ortaya çıktı, ayrıca Hollywood’un uluslararası sinema alanında elinde tuttuğu
hegemonya, Fransa’da Yeni Dalga sinema akımının, ardından direniş sineması
olarak Üçüncü Sinema akımının ortaya çıkması için gerekli yolu açtı. Üçüncü
Sinema denilen akım, sadece politik düzlemde değil, sinema dili, üretim
tarzları ve filmlerin dağıtımı alanında da önemli sonuçlar doğurdu.
Politik
düzeyde Üçüncü Sinema, sömürgeciliğe, emperyalizme ve diğer zulüm biçimlerine
karşı direnişi besledi. Bu süreçte Yeni Dalga akımı, André Bazin’in 1951’de
çıkarttığı, François Truffaut, Jean-Luc Godard, Claude Chabrol ve Jacques
Rivette gibi isimlerin eleştirilerine ses olan Cahiers du cinéma [“Sinema
Defterleri”] isimli dergiden ilham aldı.
Yeni
Dalga akımının ana unsurlarından olan Godard, altmışların sonlarında artan
politikleşmeye Marksist-Leninist ve Maoist anlayışları temel alan teorik
yöntemi benimseyerek katkıda bulundu. Bu dönemde Godard, ilgili anlayış
üzerinden Loin du Vietnam (“Vietnam’dan Uzakta”, 1967) ve Ici et
ailleurs (“Burada ve Başka Yerlerde”) gibi filmler çekti. Anne-Marie
Miéville’le çektiği Ici et ailleurs, 1970-1975 arası dönemde
çekildi. Dziga Vertov Grubu’nun yürüttüğü kolektif çalışmalar bünyesinde
çekilen bu filmleri militan sinema olarak tanımlamak mümkün.
Dziga
Vertov Grubu’nun başında Godard ve genç Maoist militan Jean-Pierre Gorin vardı.
Marksist klasiklerin yanında, Roland Barthes, Jacques Derrida ve Michel
Foucault gibi isimlerin çalışmalarından beslendi. Foucault, kitlelerin algısını
ve ideolojisini biçimlendirmede kurumların oynadığı rolü ve bilginin gücünü ele
alan bir teorisyendi.[1]
Neticede
Godard’ın filmleri, sinemaya dair fikriyatımızı değiştirdi, anlatı, kurgu,
mizansen, ses ve müzik, ayrıca aktörlerin kullanımı alanında yürüttüğü
çalışmalarla yeni bir dilbilgisi ve yapı meydana getirdi. Godard’ın devrimci
Marksist öncüller üzerinden kolektif yönetmenliği deneyimlemek amacıyla 1968’de
ana akım sinemadan kopması, yetmişlerde eleştirileri tetikledi, politik
sinemanın biçiminin ve işlevinin tartışılmasını sağladı. Kendisini motive eden
ana unsur olarak Maoist teori, yeni estetik-politik performanslar sergilemek
suretiyle devrimci yönetmenliğe önemli katkılarda bulundu. Bu yeni pratikler,
bizim politik sinema anlayışımızı da değiştirdi.
Godard’a
göre politik film çekme işine soyunan kişi, üretimle, üretici güçlerle devrimci
mücadelenin ve tarihlerinin bilgisinin oluşturulması pratiği arasındaki
ilişkileri kontrol eden çelişkileri incelemek zorunda:
“Artık siyaset üzerine
filmler çekmeye, politik filmler çekmeye son verip, politik filmleri politik
bir içerik ve biçimle çekmemiz gerekiyor.”[2]
Bu
makalede ben,1970’te Ortadoğu’da çekilmeye başlanılan Jusqu’à la Victoire
[“Zafere Doğru”] filmiyle yola koyulan Ici et ailleurs filminin
hikâyesini aktaracağım. Ayrıca bu filmin çekiminin neden birkaç kez
ertelendiğini, neden 1974’e dek son haline kavuşamadığını inceleyeceğim. Filmi
Ürdün’deki Filistinli devrimci örgütleri ziyaret ettikten dört yıl sonra
çekmeye iten sebepleri açığa çıkartmak, bunun yanında, yukarıda bahsini ettiğim
hedeflere ulaşmak amacıyla yönetmene bu süreçte eşlik eden İlyas Sanber ile
birlikte Halid Ebu Halid ve Nidal Enu Nezih gibi Godard’ın tanışma imkânı
bulduğu Filistinli savaşçılarla söyleşiler gerçekleştirdim. Bu isimlerin haricinde,
Godard’ın sinemasının ilerleyen süreçte Filistinli yönetmenleri nasıl
etkilediğini görmek için Filistinli yönetmen Mişel Hleyfi’ye de sorular
yönelttim.
Yolculuk
Nasıl Başladı?
Avrupa
ve Ortadoğu’da antikapitalist hareketlerin ve halk kurtuluş hareketlerinin
güçlendiği 1969 yılında Godard, Paris’te bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü’nü
ziyaret etti ve burada Fetih hareketinin politik/diplomasi kanadının
liderlerinden Mahmud Hemşeri ile görüştü.[3] Godard, görüşmede Ürdün’deki
Filistinli devrimci örgütlerin özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerini
belgelemek ve kayda almak için bu örgütleri ziyaret etmek istediğini söyledi.
Hemşeri, dünya sinemasında tanınan bir sima olarak, Godard’ın bu fikrine destek
sunmaktan fazlasıyla memnuniyet duyacağına dile getirdi. Ardından Hemşeri, Filistin
Öğrenci Birliği’nin Fransa’daki şubesinin liderlerinden olan, aynı zamanda
Fetih hareketi içerisinde çalışan İlyas Sanber’den Godard’ın bu çalışmasına
dâhil olmasını, esas olarak Ürdün’de konuşlu olan devrimci örgütleri
ziyaretinde kendisine katkıda bulunmasını istedi.[4]
1969’da
Amman’da Express Correspondent dergisiyle yaptığı, Hedef
gazetesinde yayınlanan söyleşide Godard, çekilecek filmin iki amacı olduğunu
söylüyor.
1.
Farklı ülkelerde emperyalizme karşı mücadele eden insanlara katkıda bulunmak;
2.
Eleştirel politik söylemi yansıtacak yeni bir sinema türünü meydana getirmek.
Söyleşide
Godard, bu hususu netliğe kavuşturuyor: Dediğine göre, FKÖ parasıyla Filistin
devrimi ile ilgili bir film çekilmesini Fetih hareketi üyeleri talep ediyorlar.
Fetih temsilcileriyle yürütülen tartışmaların ardından Godard, “Devrimde bizim
önümüzde olan insanlara ders vermeyi değil, onlardan ders almayı amaçlayan bir
film çekmeye karar” veriyor.[5]
Bu
film üzerinden Godard, uzmanlığını Filistin devriminin fikirlerini yansıtmak ve
dile dökmek için kullanmaya çalıştığını kendisi de kabul ediyor. Amerika ve
Fransa’daki televizyon kanallarında gördüğümüz türden Filistinlilere ait,
duyguları harekete geçiren görüntüleri aktarmaya çalışmıyor. Bunun yerine
Godard, Filistin devriminin politik analizini yapmaya çalışıyor.
Godard,
kendisinden birkaç gün sonra Ürdün’e gelen İlyas Sanber’le tüm ülkeyi dolaştı.
İkili, ekibe farklı konumlarda bulunan savaşçıları ziyaretleri esnasında eşlik
eden sinema yönetmeni Mustafa Ebu Ali ile bir araya geldi.[6] Görüşmede Mustafa
Ebu Ali, Godard gibi ünlü bir sinema yönetmeniyle çalışma imkânı bulması
karşısında duyduğu heyecanı dile getirdi. O da Godard ile aynı sinema
anlayışını benimsemiş bir sinemacıydı:
“İkimiz de militan
sinemanın sahip olduğu o çok önemli role inanıyorduk. Ancak Godard, bir yandan
da fikrimi derinleştirdi, militan sinemayı geliştirme konusunda Filistinlilerin
sahip olduğu imkân ve beceriyle ilgili sorularıma yeni bir boyut kattı.”[7]
Ebu
Ali, aynı zamanda Godard’ın sinemayla ilgili fikirlerinin devrimci olduğunu
söylüyor.
“Sanat ve sinema konusunda
epey sohbet ettik. Gördük ki sanatın, özelde militan sinemanın devrimci
hareketlerdeki rolüyle ilgili benzer fikirlere sahipmişiz. Ama ortada hâlâ bu
fikirlerin sinemada nasıl uygulanacağı, nasıl cisimleşeceği sorusu var.”
Ebu
Ali, Godard’ın benzer şüphelere sahip olduğunu görüyordu. Onunla birlikte
yürürken, ayrıca filmin çekimi sırasında birlikte harcadıkları vakit üzerinden
Ebu Ali, Godard’ın filmin içeriğine dair kafa karışıklığına ve tereddüde sahip
olduğunu hissediyordu.[8]
Mustafa
Ebu Ali’nin eski eşi Hatice Habeşne, Godard’ın filmde okuryazarlık kursunda
harfleri okurken güçlük çeken bir kadını göstermek istediğini söylüyor. Bu
noktada Habeşne, kendisinin gönüllü olduğu dernekte faal olan okuryazarlık
kurslarından birine yeni kaydolmuş birkaç kadını seçtiğini aktarıyor.
“Okuryazarlık kursuna en
son kayıt yaptırmış Rabiha ismindeki bir kadını seçtik. Godard, sahneyi çekmek
için geldi. Çekim esnasında Rabiha harfleri hiç takılmadan okudu. Kadının
kursta öğrendiklerini aktarması karşısında hayal kırıklığı yaşadı. Kadın,
okuma-yazma bilmesinin istisnai ve beklenmedik bir gelişme olarak görüyordu.”
Godard’ın
istediği özelliklerde bir kadın arayışına girildi. Bu sahne filmde, kadının
okuyamadığını, devrimci hareket içerisinde yaşayan kadınların çilesini dile
dökemediklerini, kadınların tercihleri konusunda gerekli kararı veremedikleri
gerçeğini ortaya koymak gibi bir amaca sahipti.[9]
Habeşne,
ayrıca Godard’ı alaycı bir insan olarak anımsıyor, sert eleştirilerini sıklıkla
işittiğini söylüyor, politik liderlerle ilgili komik yorumlarını aktarıyor.[10]
Habeşne, bir yandan da Godard’ın Mao’nun Kızıl Kitap’ını yanından
ayırmadığını, günlük hayatında kitabı bir tür kılavuz olarak kullandığını
söylüyor.
“Fransa’ya gitmeden önce
onu akşam yemeği için evimize davet ettiğimiz günü hiç unutamıyorum. Eve geldi,
kütüphanemizdeki kitaplara baktı, sonra birkaçını eline aldı, bilhassa kendisi
ve filmleriyle ilgili olanları seçti. Ardından Godard, seçtiği kitapları ‘tüm
bu film tekniği burjuva bir zırvadan ibaret’ deyip çöpe attı.”[11]
Godard,
vaktinin önemli bir bölümünü cephede savaşan savaşçılarla geçirdi. O savaşçıların
hayatlarını devrim için feda etmelerini sağlayan ideolojiyi ve motivasyon
kaynaklarını anlamaya, onların politik liderlerle ilişkilerini keşfetmeye
çalışıyordu. Godard’ın asıl derdi, devrimi devrimin içerisinde tefekkür
etmekti.
Fetih
hareketi içerisinde mücadele yürüten bir isim olarak Nezih Ebu Nidal[12] Godard’ı
onun Ürdün’e gelişinden önce tanımıyordu, sadece antikapitalist filmlerinden
haberdardı. Godard, Filistin halkının devrimci bilincini artırma amacıyla
yürütülen tartışmalarla Vihdatü’l Baca mülteci kamplarındaki iki dersine
katılmak istediğini söyleyince Nidal epey heyecanlandı.
“Godard
kamerasıyla çıkageldi. Kameradan etrafı izledi.” Sunum esnasında bir husus
dikkatini çekti. “Elindeki kamerayla etrafı izleyen Godard, insanların arasında
oturuyor, insanların dinledikleri mesajlar karşısında verdikleri tepkileri
kaydediyordu. Godard, aslında insanların devrime yönelik görüşlerini nasıl
geliştirdiklerini anlamaya çalışıyordu.” Nidal, Godard’ın derslerde söylediği
her şeyi bir kenara bıraktığını görüyordu. Onu asıl sıradan insanlar ve onların
tepkileri ilgilendiriyordu.[13]
Nidal’in
aktarımına göre o gün Godard, kamerasını insanların yüzlerine odaklıyor,
onların devrimci sözler karşısındaki tepkilerini yakalamaya çalışıyordu. Godard,
yaşanan olaylarda insanların ne tür bir pozisyon aldıklarını merak ediyordu. O,
“Bu pozisyon ve varoluş gerçek mi değil mi, yoksa insanlar ideolojilerini yayma
kudretlerini devreye sokan otorite eliyle katılmaya mı zorlandılar?” gibi
soruların cevaplarını bulmak için uğraşıyordu. Burada Godard, daha çok Foucault’nun
“bilgideki iktidar” anlayışından besleniyordu.
Maoist
olarak Godard, şu türden sorular sorarak mevcut güç ilişkisini paramparça edebileceğini
düşünüyordu: Konuşan ve eyleyen kim, nereden, kim için ve nasıl konuşuyor? Bu
türden sorular, esas olarak birlik delegelerine, aydınlara, yazarlara,
profesörlere ve sanatçılara soruluyordu. Maoistler, proletarya adına konuşup
onu devrime yönelten devrimci örgütlerin meşruiyetini bu şekilde test
ediyorlardı.[14]
Kısa
süre önce aramızdan ayrılmış olan Halid Ebu Halid, Ürdün’deki Salt şehrinde bulunan
Fedai örgütlerinden sorumlu bir savaşçı, aynı zamanda şairdi.[15] Filmde şairin
sesini duyuyoruz. İşgal altındaki Filistin’de bulunan köyüne ithaf ettiği “Bisan”
isimli şiirini okuyor.
Ebu
Halid, Godard’la buluşmasını şu şekilde aktarıyor:
“Onunla bir araya
geleceğim için çok heyecanlıydım. Solcu, aynı zamanda sinemayla ilgili bir
insan olarak Godard’ın altmışlı yıllarda Fransa’daki sol öğrenci hareketindeki
rolüne dair çok şey işitmiştim. Sohbetimizde Fransız düşünürler ve aydınlarla ilgili
kimi görüşleri, ayrıca Sartre gibi aydınların siyasette sanatın oynadığı role yönelik
yaklaşımlarını tartıştık. Fransız devrimci hareketinin değerleri ve bu
değerlerin Filistin Devrimi’yle nasıl ilişkilendirilebileceği meselelerini
tartışmaktan epey memnun kaldı. Godard, bize savaşın orta yerinde, üzerimize
kurşunlar yağarken geldi. İşgal altındaki Filistin’in sınırı olan bölgede,
Ürdün Vadisi’nde Filistinli savaşçılarla vakit geçirdi. Adalet arayışı
içerisinde olan bir Maoist olduğu için Filistin davasına coşkuyla bağlıydı.
Godard, tehlikelerle yüklü bir yerde bizimle zaman geçirecek kadar cesur bir
insandı. O, Filistinlilerin özgürlük mücadelesi verme hakkına inanıyordu.
Filistin devrimini tüm dünyada emperyalizme ve kapitalizme ayağa kalkmayı
amaçlayan kurtuluş hareketlerinin parçası olarak görüyordu.”[16]
Burada
ve Başka Yerlerde’nin Hikâyesi
Fetih’e
bağlı Enformasyon Hizmetleri Bürosu’nun desteklediği filmin ilk adı Jusqu’à
la victoire (“Zafere Kadar”) idi. Filmin 1970 yılının bahar aylarında üç
aylık bir süre zarfında Ürdün, Lübnan ve Suriye’deki mülteci kamplarında çekilmesi
planlanmıştı. Fakat Ürdün devletine bağlı askerlerin FKÖ savaşçılarını
katlettiği Kara Eylül olayları sonrası Dziga Vertov Grubu Fransa’ya döndü.
İlyas
Sanber’e göre, Kara Eylül projeyi önemli ölçüde etkiledi:
“Ürdün’e geldikten birkaç
gün sonra Godard ile birlikte yola çıktık. Çekmeye hazır bir senaryo vardı
elimizde. Devrimcilerin gerçek hayatlarını tecrübe etmek adına belirlediğimiz
yerlerde dolaşmaya başladık. Ama sonra gördük ki hayal ettiğimiz şeyle gerçek
hayat arasında uçurum var. Eylül olaylarının yaşanması ile birlikte Filistinli savaşçılarla
Ürdün’deki krallık rejimi arasında yaşanan çatışmalar yoğunlaştı. Politik durum,
ilk başta ne tür sonuçlara yol açacağını bilmediğimiz bir halden içinden
çıkılmaz bir hale evrildi.”[17]
Dziga
Vertov Grubu, elindeki on saati aşkın görüntüyle Fransa’ya döndü. Sanber’in
aktardığına göre, “Godard kendisinden, sahne gerisinden gelen sese dikkat
kesilmesini istedi. Bu, kendileri hakkında sohbet eden savaşçıların sesiydi. Orada
savaşçılar, kendileri için pusu kurmuş bekleyen İsrail askerlerinden mucizevi
bir şekilde nasıl kurtulduklarını anlatıyorlardı. O sohbette savaşçılar, kendilerini
savaş sahasına alternatif bir plan olmadan zorla yollayan liderlerini suçluyorlardı.
Dediklerine göre liderler, tehlikeli bir durumda savaşçıların güvende
olmalarını sağlayacak herhangi bir güvenlik planına sahip değillerdi.”
Godard
için bu keşif önemli bir dönüm noktasıydı. Böylelikle filmin özgün senaryosunda
karşılık bulan teoriyle gerçek arasındaki çelişkiyi görmüştü. Sanber’in de
aktardığı biçimiyle, grup üyeleri, kendilerinin devrim fikri konusunda fazla
coşkulu olduklarını, onun sadece olumlu yönlerini gördüklerini, negatif
yönlerini göremediklerini fark etmişlerdi. Devrimi bizatihi tecrübe edince
herhangi bir devrimi içeriden filme almanın imkânsız olduğunu görmüşlerdi. Bu,
teknik sınırlar değil, devrimin anlamı ve içeriği ile ilgili bir meseleydi.
Kara
Eylül olayları sonrası politik ve askeri açıdan durum içinden çıkılmaz bir hal
aldı. Kimi değişiklikler yapıldı. Bu politik gelişmeler sebebiyle filmin çekimi
ertelendi. Çünkü belirli bir teoriye yaslanan senaryo yeni duruma uymuyordu. Demek
ki önceden tasarlanmış sinema ve politika teorilerini pratikte uygulamanın hiçbir
geçerliliği yoktu.
Godard’ın
filmin çekim sürecini erteleme kararı, politik sinemanın mümkün olduklarına
dair o güçlü inancın bir sonucuydu. Bu noktada Godard, André Breton’un “gerçek
sanat” olarak militan ve politik sinemanın hayati rolüne yönelik yaklaşımını doğru
kabul ediyordu. Breton’un fikriyatına göre, estetikle politika arasında köklü bir
ilişki söz konusuydu. Onun görüşüne göre, estetik kurtuluş politik özgürlük
olmaksızın gerçekleşemezdi.[18]
Fedailerle
vakit geçirdikleri dönemde Güney Ürdün’deki durumu aktaran Sanber, aktarımında
o günlerde henüz 20 yaşında olduğunu söylüyor.
“Mekân tümüyle yeni bir
yerdi benim için. Tanıştığım insanlar arasında bazı isimler, senaryo üzerine
geliştirdiğimiz düşünceler bağlamında bizi olumlu yönde etkilediler. Bunlardan biri,
Mahcub Ömer adında Mısırlı bir doktordu.
Mahcub Ömer, devrimci
harekete iştirak etmiş komünist bir doktordu. Komünistlerin ve devrimin
hedefleri konusunda savaşçılara dersler verdiğini işittik. Düşünce ve
görüşlerini insanlara aktaran bir aydının önce kendisine karşı dürüst olması
gerektiğini ondan öğrendik.”[19]
Mahcub
Ömer’in oynadığı rol, yönetmenin ve militanın rollerini bir araya getiren Maoist
düşünürlerin ruhunu yansıtıyordu. Bu anlayış, Sartre’ın sanat çalışmasıyla
aktif politik mücadele arasında şizofrenik bir ayrım yapan yaklaşımını redde
tabi tutuyordu.[20]
Tüm
bu tartışmaların ve filmin ruhunu arama çabalarının ardından Godard, sadece
Filistin bağlamında değil, tüm teorik dünyasında sinemanın işlevini sorgulamaya
başladı. Neticede film, 1975’te Anne-Marie Miéville’in işbirliğiyle tamamlandı.
İlk gösterimi 1976 yılında yapıldı.
Godard’ın
diğer filmleriyle kıyaslandığında Ici et ailleurs filminin fikir aşaması
epey uzun oldu. Fotoğraflı gazetecilikle TV belgeselciliğini harmanlayan bu
yeni sinema tarzı, ilk fikir aşamasında Jusqu’à la victoire filminin
önüne koyduğu hedeflerden oldukça farklı hedeflere sahipti. Filmin bu yeni
versiyonunda Godard, filmin içeriğini derinleştirdi, filmi evrensel bir
meseleyle ilişkilendirmek suretiyle filme uluslararası bir boyut kazandırdı. Genel
yaklaşımı dâhilinde film, Filistin devrimini yetmişlerin dünyasında politika ve
medya alanında yaşanan değişimlere bağladı.
Filistinli
sinema yönetmeni Mişel Hleyfi, Godard’ın eserlerinden esinlenmiş bir isim
olarak, sahneye Bereketli Hatıralar (1980) filmiyle çıktı. 3 Kasım 1950’de
Nasıra kentinde dünyaya gelen Hleyfi, sonrasında Celile’de Düğün (1987),
Üç Kayıp Mücevherin Hikâyesi (1995) ve Taşlar Neşidesi (1991)
filmlerini çekti. Hleyfi’ye göre, militan sinema alanında ortaya koyduğu eserlerinde
Godard, yetmişli yıllarda yaşanan teknolojik gelişmelere, bilhassa televizyonun
gündelik hayata girişine cevap vermekteydi.
Hleyfi,
bir yandan da Godard’ın televizyon kültürüne karşı olduğunu söylüyor. Ona göre
Godard, televizyonun sinemanın inşa ettiği türden bir kolektif hafıza inşa
edemeyeceğine, geçici bir hafızanın oluşmasına neden olacağına inanıyor.
Godard, televizyonun gündelik hayata girişi ile birlikte modern dünyada simülasyon
denilen olgunun yeni bir yapıya kavuştuğunu düşünüyor.[21] Hleyfi’nin
tespitiyle:
“Sinema hafızayı meydana
getirirken, televizyon nisyanı üretendir. Godard, görüntü denilen olgu üzerine
düşünür. Bir filmi seyretmek, ona göre, hafızayla ilişkili, dinamik bir
süreçtir. Sinemada bir film izlemek, bireysel ve kolektif hafızayı harekete
geçirir. Zira insan, sinemaya gitmek için hazırlık yapar, biletleri alır, koltuğuna
oturur, ışıklar sönünce filmi izlemeye başlar. Tüm bu adımlar, otomatikleşmiş
kolektif hareketlerin birer parçasıdır. Godard’a göre bu aşamalar, hafızamızı
güçlendirir, öyle ki film televizyondan farklı olarak asli hafıza haline gelir.
Resim görüntüyü kovar, ses sesi defeder. Hafıza oluşturma imkânı bulamazsınız,
dolayısıyla hiçbir şeyi kaydedemezsiniz. İzleyenin dikkati kendisini kuşatan
faktörlerce başka yönlere çekilir.”[22]
Hleyfi’nin
de tespitiyle Ici et ailleurs, sinemayı anlamlandırma tarzına yeni bir
katkı sundu. O, politik amaçlar doğrultusunda çekilmiş bir propaganda filmi
değildi. Bilâkis, film militan sinemaya, sinemanın sahip olduğu öneme ve devrimci
söylemle ilişkisine dair eleştiri sunuyordu. Hleyfi’nin değerlendirmesine göre,
Godard açısından devrimci mücadeledeki en önemli faktör (“Zafere kadar devrim”
gibi bir) slogan değil, sloganın ardındaki insani tecrübeydi. Hleyfi, bu
anlamda Godard’ın politik sinema düzleminde sahip olduğu etkinin silinip gitmeyeceğini
düşünmekteydi:
“Godard, yetmişlerden
bugüne dek uzanan süreçte dünya sinemasında hatta Amerikan sinemasında bile en
etkili insandır. […] O, filmde farklı sahnelere yer vererek, izleyenin perdedeki
kişilerle özdeşleştiği, olayların seyrine kendisine kaptırdığı akışı bozmaya, böylece
izleyicinin dikkatini gerçeğe çekmeye çalışır. Bu belirli bir yöntemi temel
alan çalışma üzerinden Godard, gerçeğin önemine vurgu yapan bir mesaj aktarır.”[23]
Sonuç
Ici
et ailleurs, gösterime girdikten sonra Filistin’de ve başka
ülkelerde bir dizi eleştiriyle yüzleşti. Fransız eleştirmen Guy Hennebelle, bu
eleştiri bombardımanın önemli isimlerinden biriydi:
“Ici et ailleurs, bazı
yönetmen dostlarım beğenmiş olsa da alabildiğine aptalca ve hiçbir işe yaramayan
bir film, neden çekildiğini hiç anlamadım. Ben, Godard’ın Filistin devrimi gibi
önemli ve ciddi bir meseleyle ilgili böylesi bir film çekmeye hakkı olmadığını
düşünüyorum. Burada, birçok kadın ve erkeğin mücadele ederken şehit olduğu bir
davadan söz ediyoruz.”[24]
Öte
yandan, birçok yönetmen ve aydın, Godard’ın bu filmi bir tarihi aktarmaktan
ziyade Filistin devrimi üzerine bazı soruların sorulmasını sağlamaya
çalıştığına inanıyor. Bu isimlere göre, film üzerinden Godard, Filistin devrimiyle
ilgili görüntüler oluşturuyor, bu anlamda salt görüntü kaydetmekle
ilgilenmiyor. Bu noktada Godard, kamerasını görünmez olan eylemi belgeleyen epistemolojik
bir araç olarak kullanıyor. Böyle yaparak Godard, propagandacı sinemanın
dayandığı ideolojinin sınırlarını aşıyor.
İnsanların
ideolojisini biçimlendirme ve oluşturma noktasında oynadığı role yönelttiği
eleştiriyle bu film, neticede Godard’ın politik sinemaya dair “teorik
pratiğinin” gelişimindeki bir dönüm noktası olduğunu ispatlıyor. Bu tarz
çabalar üzerinden Godard, sinemanın ve diğer sanat biçimlerinin devrimci
mücadeledeki rolüne dair kendi anlayışını geliştiriyor.
Rula Şavan
Ocak
2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Bkz.: Michael Sicinski, “A Spectre Is Haunting…: The Dziga Vertov Group”, Mubi.
[2]
Aktaran: David Fresko, “Revolutionary Cinematic Suicide, Godard+Gorin: Five
Films, 1968-1971”, Brooklynrail.
[3]
Hemşeri, Fransa’daki Filistin bürosunda çalışma yürüten ilk yönetmendir ve
Filistinlilerin diplomatik çalışmalarının ilk mimarlarından biri kabul edilir.
Hemşeri, Mossad tarafından 1 Ekim 1973 günü katledildi.
[4]
Sonrasında önemli bir yazar ve tarihçi olan İlyas Sanber bugünlerde Filistin
devletinin UNESCO/BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü elçisi olarak çalışıyor.
[5]
Express Correspondent dergisinin Jean-Luc Godard’la 1969’da Ürdün’ün
başkenti Amman’da gerçekleştirdiği söyleşi: Kaynak: Hedef, Palestinefilms.
[6]
Mustafa Ebu Ali, 25 Kasım 1940 günü işgal altındaki Kudüs şehrinin Malha
köyünde dünyaya geldi. Deyr Yasin katliamı sonrası ailesi Beytüllahim’e göç
etmeden önce bu şehirde okudu.
[7]
Yusuf Şeyb söyleşisi, Ayam gazetesi, 4 Ağustos 2009.
[8]
A.g.e.
[9]
A.g.e.
[10]
Khadijeh Habashneh, Knights of Cinema (Amman, 2020), 3. Bölüm.
[11]
A.g.e.
[12]
Füheys şehrinde yaşayan Ürdünlü bir ailenin içine doğan Nezih Ebu Nidal (Gattas
Sveys) Fetih içerisinde faaliyet yürüten bir savaşçıydı. Savaşçıların yaşadığı
üstlerde medya ve politik yetkilendirme alanında çalışmalar yürüttü.
[13]
8 Haziran 2021 günü Nezih Ebu Nidal (Gattas Sveys) ile Zoom üzerinden
yapılan söyleşi.
[14]
Ryan Babula, “The Politics Of Pre-Political Godard: Alphaville, Made In
USA”, Cine-files 2 (Bahar 2012), Cinefiles.
[15]
Halid Ebu Halid, Filistinli yazar, gazeteci ve medya elemanıydı. Direniş
saflarına katıldıktan sonra Ürdün’de faal olan Filistin devrimine bağlı kuzey
bölümünün lideri haline geldi.
[16]
Halid Ebu Halid ile 20 Haziran 2021 günü telefon üzerinden yapılan söyleşi.
[17]
4 Haziran 2021 günü İlyas Sanber’le Zoom üzerinden gerçekleştirilen
söyleşi.
[18]
A.g.e.
[19]
Irmgard Emmelhainz, “From Third Worldism to Empire: Jean‐Luc
Godard and the Palestine Question”, Third
Text, 23:5 (2009), s. 649-656, Tand.
[20]
1 Temmuz 2021’de Mişel Hleyfi ile Zoom üzerinden gerçekleştirilen söyleşi.
[21]
A.g.e.
[22]
A.g.e.
[23] Walid Shmait ve Guy Hennebelle, Filistin fi-s-sinema, İkinci Baskı (Beyrut/Paris: Fayard, 1977).
0 Yorum:
Yorum Gönder