04 Ağustos 2025

Soylulaştırmayla Mücadele

“Burası soylulaştırma sahasıdır. Yoksullar burayı lütfen sessizce terk edin.”

 

Giriş

ABD’de şehirler hızla dönüştürülüyor. Mahallelerin ve düşük gelirlilere ait evlerin yerini soylulaştırılmış lüks binalar alıyor. Yüksek kiralar, yoksulları şehir merkezlerinden uzaklaştırıyor. Bunlar, soylulaştırma sürecinin semptomları.

Soylulaştırma, yoksulların ve işçilerin kapitalistlerin mahallelerine yaptıkları yoğun yatırımlar neticesinde kendi toplumlarının dışına atılma sürecini ifade ediyor.

Soylulaştırma, her zaman bu şekilde tanımlanmıyor. Bazıları, kültürel açıklamalara odaklanıyor. Kafeler, bisiklet yolları gibi kentte geliştirilmiş imkânlara, çocuk yapmamak gibi yaşam tarzı tercihleri üzerinden değişen toplumsal normlara bakıyorlar. Bu düzlemde soylulaştırma, bireysel tüketicinin tercihlerinin bir sonucu olarak tanımlanıyor.

Bazıları da soylulaştırmayı kolektif tüketim alışkanlıklarının sonucu olarak değerlendiriyorlar. Bu noktada “eşcinsel soylulaştırma” gibi laflar dile dolanıyor.

Bazı isimlerse soylulaştırmayı beyazların siyahların mahallelerine taşınma süreci olarak tanımlıyorlar. Bu tanımda Vaşington, Şikago ve Filedelfiya gibi büyük kent merkezlerinde uzun zamandır ikamet eden siyahların kovulması üzerinde duruluyor.

Bir de soylulaştırmanın “doğal” ve kaçınılmaz bir olgu olduğunu söyleyenler var. En genel manada bu gruptakiler, soylulaştırmayı ikamet alanlarının belirlenmesine ilişkin kanunlarda yapılacak reformla veya bireysel tercihlerin iyileştirilmesiyle politika alanında yapılacak ince ayarlar üzerinden, kısa vadede çözüme kavuşturulabilecek bir sorun olarak görüyorlar.[1]

Bireysel tercihler veya politika tercihlerine odaklanmak yerine Marksistler, soylulaştırmayı kapitalizmin kanunlarının sebep olduğu bir süreç olarak anlıyorlar. Onu ırkçılığın ve diğer zulüm biçimlerinin beslediği sermaye birikimi döngüsünün parası olarak görüyorlar.

Bu makalede biz, soylulaştırma sürecine sebep olan temel güçleri Marx ve Engels’in teorik birikimi ışığında açıklayacağız. Çalışmanın sonunda soylulaştırmaya dair devrimci anlayışın pratik sonuçlarını ele alacağız.

Kapitalizmde Barınma ve Soylulaştırmanın Temelleri

Kapitalizmde barınma sorunuyla ilgili her türden tartışma, metalaşma meselesini ele alarak başlamalıdır. Kapitalist toplumda tüm sorunlar gibi barınma sorunu da esas olarak bir şeyin kâr amaçlı satılması ile ilgili bir sorundur. Barınma imkânı denilen kullanım değeri, o evin kaça satılacağı anlamında değişim değerine tabidir. Ortada onca boş ev varken ABD’de her yıl milyonlarca insanın evsiz kalmasının sebebi buradadır. Çünkü o boş evler, yeterli değişim değerine sahip olana dek sermayenin elinde kalmalıdır.

Kapitalistler, sadece kâr elde etme dürtüsüyle hareket etmezler. Onlardaki asıl dürtü, kârı maksimize etmekle ilgilidir. Bu dürtü neticesinde kapitalistler, daha kârlı olan bölgelere ve işkollarına yatırım yaparlar. Başka bölgelerin iliğini emerler ya da onları görmezden gelirler.

Kapitalizmin rekabetçi niteliğine bağlı olarak bir kapitalist, kârlı bir alan bulduğunda diğerleri de rekabet etmek için aynı alana, aynı pazara veya işkoluna gelecektir. Zamanla kapitalistler arasında cereyan eden rekabet, ilgili alanda elde edilen kârın oranını düşürecek, sermaye artık tüketilmiş olan o alanı terk edip yeni yatırım alanları aramaya başlayacaktır.

Kapitalist kentlerdeki gelişme, bu olguya dair bir örnektir. Sanayileşme sürecinde kapitalistler, kentlere fabrikaları ve makineleri kurdular. Bu üretim araçlarının üretme ve daha fazla emtia satma becerisini artırdılar.

Sermayenin hareketi, insanların hareketlerini de etkiler. Kapitalist yatırım kentlere yoğunlaşmışsa, işçiler de kentlere yoğunlaşacak demektir. Yeterince yatırım yapılmayan kırsal alanlarda yaşayan birçok insan iş için kentlere göç eder.[2]

1820-1920 arası dönemde ABD’de kentlerde yaşayanların oranı yüzde 7,2’den 51,2’ye çıktı. Kapital’de Marx, benzer bir sürecin feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde İngiltere’de de yaşandığını söyler: “Sermaye, sanayinin veya ticaretin yoğunlaştığı kentte biriktikçe sömürülebilir insan malzemesi akışı da hızlanır, işçilerin yoksul evleri daha da sefilleşir.”[3]

Marx, şu pasajda, işçilerin kötü yaşam koşullarından bahseder ve bugün soylulaştırma olarak adlandırdığımız süreci genel hatlarıyla aktarır:

“İşçi sınıfının en çalışkan kesimlerinin açlıktan kazınan mideleriyle zenginlerin kaba veya rafine zevklerle icra ettikleri aşırı tüketim arasındaki kapitalist birikime zemin teşkil eden bağ, ancak ekonomi yasaları bilindiği vakit görünür. Aksi takdirde sorun, sadece ‘yoksulların barınması’ sorunuymuş gibi değerlendirilir. Konuya önyargısız yaklaşan her gözlemci, üretim araçları belli ellerde toplaştıkça emekçilerin de belirli bir yerde biriktiklerini görür. Yani kapitalist birikim ne kadar hızlanırsa işçilerin evleri de o kadar yoksullaşır. Kentlerde zenginlikteki artışa eşlik eden ‘iyileştirme’ çalışmaları dâhilinde kötü inşa edilmiş semtler yıkılır, bankalar için saraylar ve ambarlar inşa edilir, iş dünyasının yönettiği trafik, lüks malların taşınması ve tramvayların işletilmesi için sokaklar genişletilir. Bu iyileştirme çalışmaları, neticede yoksulları onların saklanacakları daha kötü ve daha kalabalık yerlere sürer. Öte yandan, herkesin bildiği üzere, evlerin değeri ile seçkinlikleri arasında ters orantı vardır. Konut spekülatörleri, yoksulluk denilen madenlerden en az Bolivya’daki Potosi madenleri kadar kâr elde ederler, ikincisinin maliyeti ilkinin maliyetinden daha düşüktür. Kapitalist birikim gibi en genel manada kapitalist mülkiyet ilişkileri de çelişkiyle maluldür.”[4]

Burada Marx, kapitalizm koşullarında barınma sorunu konusunda bugün de geçerli olan eleştiriler dile getiriyor. Marx, kentlerde işçilerin barınma koşullarının alabildiğine güvensiz ve sömürü temelli olduğunu söylüyor. Ev sahiplerinin kiralardan kâr elde ettikleri, öte yandan, kârı azaltacağından, iyi barınma koşullarının sağlanması için kiradan gelen paranın kullanılmadığı koşullarda, evlerin aşırı kalabalık ve bakımsız olduğundan bahsediyor.

İngiltere’de durum öyle kötü ki devlet yetkilileri, evlerin temizliği ile ilgili yasaları uygulamak adına sermayenin haklarını çiğnemek zorunda kalıyorlar. Bunu yüce gönüllü oldukları için değil, hastalık gibi toplumsal risklerin yayılmasından korktukları için yapıyorlar. Engels, İngiltere’yle ilgili çalışmasında tam da bundan bahsediyor:

“Her büyük şehrin bir ya da birden fazla gecekondu mahallesi var ve bu mahallelerde mutlu sınıfların gözünden ırak, kentten ayrıştırılmış bölgede yoğun olarak işçi sınıfı yaşıyor.”[5]

Marx, değerlendirmesinde soylulaştırmanın ilk biçimini aktarıyor. Kârını artırma derdiyle sermayenin kentlere yoğunlaşmayı sürdürmesi sebebiyle işçiler, kentlerin iyileştirilmesine dönük çalışmalar için evlerinden zorla kopartılıyorlar. Marx, yoğun bir biçimde sömürülen işçilerin yaşam koşullarının iyileşmediğini, ortamın sermaye daha da büyüsün diye iyileştirildiğini söylüyor.

Kapitalizm ve Modern Çağda Soylulaştırma

Kapitalizm koşullarında metalaşma ve eşitsiz gelişim denilen temel olgular, bugün de barınma meselesiyle alakalı. Sadece soylulaştırma işleminin gerçekleştiği bağlam değişti. Sermaye, on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyılın başlarına dek uzanan süreç boyunca kentleri epey geliştirdi. Ama bir yandan da ileride yaşanacak gelişmenin önüne engeller dikti.

Coğrafyacı Neil Smith’in de ortaya koyduğu biçimiyle, yirminci yüzyılın ortalarında soylulaştırma, sermayenin üretim kapasitesini artırma ihtiyacı neticesinde gerçekleştirildi. Buna bağlı olarak arazinin ucuz ve kolay elde edilebilir olduğu kentin dışındaki bölgelere evler inşa edildi, üretim şehir dışına kaydı, özetle, bir varoşlaşma sürecine girildi.

Sermaye, kâr oranını yükselteceği, bu amaç doğrultusunda, yanında daha fazla işçi götürebileceği yeni yerlere göç etti. Neticede kentlerde arazilerin değeri düşerken, varoşlardaki değer arttı.

Neil Smith, bu noktada sahada mevcut olan kiralarla yeniden geliştirme yoluyla kapitalistlerin ve ev sahiplerinin elde edebileceği potansiyel kiralar arasındaki fark anlamında, “kira açığı” kavramına başvuruyor. Bu kavram, ilgili dönemde ABD’de sermayenin kentten varoşa, sonra yeniden merkeze nasıl kaydığını izah ediyor. Soylulaştırma süreci, bu kira açığı denilen olgu, kiralardan kâr elde edildiği, bu kârın şehirlerle sınırlı kalmadığı koşullarda yeniden geliştirme maliyetlerinin karşılanabildiği noktada devreye giriyor.

Kapitalizmde yeniden geliştirme işlemlerinin önemli bir bölümü, binalar, sokaklar, köprüler, ambarlar ve diğer altyapı unsurları gibi “inşa edilmiş ortam”da gerçekleştiriliyor. Bu geliştirme, “sermayenin uzun süre boyunca, büyük ölçeklerde yatırılmasını” gerekli kılıyor.[6] Sermaye yatırımlarının yapılması ile birlikte yatırımı meşrulaştıracak kârın veya yeterli artı değerin geri döndürülebilmesi için bu inşa edilmiş ortamın onlarca yıl yerinde kalması gerekiyor. Bir şey yapılmışsa o yıkılamaz, çünkü hâlâ değer üretmektedir. Karayollarında emtia taşındıkça bu inşa edilmiş ortam değerlenir, ücretler, kira ve ipotek kredi ödemeleri gibi şeylere gider. Ama inşa edilmiş ortam kullanıldıkça değer yitirir.[7]

Sermayenin binalar üzerinden dolaşımı, emtia üzerinden dolaşımından daha uzun sürer. Kapitalist kentler, ilkin “kapitalist bir temel üzerinden inşa edilmemiştir, belediyenin veya devletin sırtına yüklenen bir iş olarak üretilmiştir. Çünkü elde uzun süre yatırılacak yeterli miktarda sermaye bulunmamaktadır.[8]

Bugün devlet, kentlerin geliştirilmesinde hâlâ ana güçtür. Devlet, soylulaştırma işlemine yetki vermekle kalmaz, ayrıca onu sübvanse eder. Örneğin ellilerde ve altmışlarda “Kentlerin Yenilenmesi” sürecinde ülke genelinde en az 300.000 ev zorla tahliye edilmiş, böylelikle sermayenin başlattığı yeniden geliştirme süreci için yolu açmak amacıyla o evler yıkılmıştır.

Devlet, hem “gecekonduların temizlenmesi” işlemini hem de bu işçilere ait evlerin yerini alacak özel konutların inşa sürecini finanse etmiştir. Bugün merkezi devlet ve eyalet yönetimleri, özel geliştiricilere kıymetli devlet arazilerini üç kuruşa satmaktadır. Devlet, çıkarttığı yasalar, imar politikaları, vergi kesintileri, bağışlar ve diğer türden teşviklerle bu soylulaştırma işlemine rehberlik etmekte, süregiden polislik faaliyetleri ve baskı politikalarıyla “kentlerdeki yaban otları”nı temizlediğine dair ahlakçı vaazlar vermektedir.[9]

Her kentte arazi sınırlı olduğu için, bir kent geliştirme sürecinde belirli bir seviyeye geldiği vakit, kârlı geliştirme fırsatları da azalır. Belirli bir noktada kapitalistler, yeniden geliştirilmiş mahallelere yatırımı kârlı bulmamaya başlarlar. Tabii bu, kapitalistlerin ve ev sahiplerinin kentler üzerinden kâr elde etmeye son verecekleri anlamına gelmez.

Binalara ve altyapıya yatırım yapmış olan kapitalistler ve ev sahipleri, “yoksulluk denilen madenler”den kâr elde ettikleri için mutludurlar ama bu geliştirme işlemlerinin sürdürülmesine yatırım yapmayı reddederler. Uzun vadede bu, birçok mahallede hatta tüm kentlerde koşulların kötüleşmesine neden olur. Neticede evler, bakım görmemeye, altyapı çökmeye başlar. Böylece yeni bir geliştirme-yatırımsızlık döngüsüne girilir:

“Kârlılık oranının en yüksek seviyede olduğu sermaye akışları ve kent içindeki sermayenin değer yitirmesiyle birlikte sermayenin varoşları kayması neticesinde kira açığı oluşur. Bu açık, yeterli büyüklüğe erişince rehabilitasyon veya yenilenme süreci, başka bir yerdeki kârlılık oranını zorlamaya başlar, sermaye geri eski yerine akar.”[10]

Soylulaştırmayı üreten, işte bu geliştirme-tasfiye-yeniden yatırım döngüsüdür. Uzun süre boyunca ihmal edilmiş olan mahalleler, “yeniden geliştirme” veya “yeniden canlandırma” işlemlerinin hedefi haline gelirler.

Joe Tache
6 Ocak 2022
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Burada ilgili faktörlerin konuyla alakasının bulunmadığı söylenmiyor. Sadece bunların soylulaştırmanın ardındaki temel güçleri izah etmediği üzerinde duruluyor. Misal, Lawrence Knopp, soylulaştırmanın eşcinsel cemaatleriyle hiçbir şekilde ilişkilendirilemeyeceğini söylüyor. Bkz.: Knopp, Lawrence. (1990). “Some Theoretical Implications of Gay Involvement in an Urban Land Market.” Political Geography Quarterly, Yıl. 9, Sayı. 4: s. 337-352.

[2] Bu, modern sanayi kapitalizminin doğduğu yer olan İngiltere’de “müştereklerin çitlenmesi”nde gördüğümüz mantık. Bu adımlar, sermaye birikiminin bir parçası olarak atıldılar, neticede kır işçilerini çiftlikleri terk edip şehirde ücretli çalışacakları işler aramaya mecbur eden ekonomik koşulları yarattılar. Kır işçileri, eski üretim araçlarından kopartıldılar. Bunun için egemen sınıf, devleti toprağı ve kaynakları ele geçirip, toprağı metalaştırmak, böylelikle o toprağın üzerine evler inşa etmek için kullandı.

[3] Marx, Karl (1967). Capital: A Critique of Political Economy (Cilt. 1): “The process of production of capital”, Çeviri: S. Moore ve E. Aveling (New York: International Publishers), s. 661.

[4] A.g.e., s. 615-616.

[5] Engels, Friedrich. (1845/1984). The Condition of the Working Class in England (Londra: Penguin), s. 70.

[6] Marx, Karl. (1885/1967). Capital: A Critique of Political Economy (Cilt 2): “The process of circulation of capital” (New York: International Publishers), s. 233.

[7] Marx, değer üretiminden ve değerin gerçekleşmesinden bahsederken “değerlenme” ifadesini kullanıyor.

[8] Marx, Capital (Cilt. 2), s. 233.

[9] Mitchell, Don. (2020). Mean Streets: Homelessness, Public Space, and the Limits to Capital (Atina: University of Georgia Press).

[10] Smith, “Toward a theory of gentrification,” s. 546.

0 Yorum: