27 Temmuz 2025

, ,

Ayak İzlerimizin İstikameti: Dijital Cin.Net

 

Aranan şey güzellik ya da cazibe değil artık; görüntü…
Varım, buradayım değil; görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak!

[Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı]

 

Binlerce yıldır yapılan savaşlar bize, muzaffer güçlerin tarihi kendi çıkarlarına göre yeniden yazmaya ne kadar hevesli olduklarını öğretti. 21. yüzyılda dijital teknoloji şirketleri, bu işi daha da rafine bir hale getirerek açıkça geleceği yazmayı öneriyor. Çünkü dijital teknoloji kirletiyor. Hem de fazlasıyla.

Su ve enerji tüketimi ile madenlerin tükenmesine katkısı açısından bu sektör, Büyük Britanya ya da Fransa gibi bir ülkenin iki üç katı ayak izi yaratıyor. Başka pek çok sebebin yanı sıra asıl neden, dolaşımda olan 40 milyona yakın dijital cihazdır. Enerji açısından bu cihazlar, dünyadaki elektriğin %10’unu tüketmekte.

Dijital sektör bir ülke olsaydı, en çok elektrik tüketen ülkeler sıralamasında Çin ve ABD’nin ardından üçüncü sırada yer alacaktı. Öte yandan, günümüzde elektriğin % 35’i kömürden elde ediliyor. Bu durumda dijital teknolojiler, dünyadaki toplam sera gazı salınımının % 5’ini oluşturuyor demektir.[1]

Gmail’den bir e-posta, WhatsApp’tan bir mesaj göndermek, Twitter’a bir emoji, TikTok’a bir video ya da Instagram’a sevimli kedi yavruları fotoğrafı koymak gibi elle tutulur olmayan eylemlerde bulunabilmek için, Greenpeace’e göre, yakında “muhtemelen insan eliyle inşa edilmiş en uçsuz bucaksız şey” halini alacak, maddeden oluşan ve enerji tüketen bir altyapı oluşturdu insanlık. Mevcut çalışmalar, dijital teknolojinin zararının faydasından daha çok olduğunu gösterme eğiliminde.

Günümüzdeki durum böyle; ancak dijital kirlilik söz konusu olduğunda fotoğraflara değil, film şeridine bakmak gerekiyor sanki: İnternetin ekolojik ayak izi, havsalaya durgunluk verecek bir hızla artmakta ve bunun önünde duracak hiçbir güç yok gibi görünüyor.

Şu bir vakıa ve apaçık ortada: Dijitalleşmiş hayatlarımız; dalgın ve kayıtsız milyarlarca ortak kiracısından biri olduğumuz, beton ve camdan yapılma bir altyapıda çoğaltılıyor. Telefonumuz cebimizde, kumsalda yürürken, ayak izlerimizi sadece kumda değil, konum bilgilerimizi depolayan İskandinav veri bankalarına da bırakıyoruz; yani, devletlere ve istihbaratlara da.

Bir kafenin terasında, stadyumda, ormanda yapılan bir piknikte selfi çektiğimizde, bir yiyecek-içecek tüketmekle kalmıyor; camdan yapılma bir şeridin kim bilir belki Virginia Beach ya da Silikon Vadisi’ne kadar yayacağı pikseller de üretiyoruz: Kelimenin tam anlamıyla kendimizi sürekli kopyaladığımız anlamına geliyor bu. İnternet, öyle bir yerde hazır ve nazır olma imkânı(!) veriyor ki, eylemlerimize hem şimdi burada hem de binlerce kilometre uzakta fiziksel bir tutarlılık kazandırıyor. Özcesi, dijital dünya, her şeyi maddeden arındırma kisvesi altında edimlerimizi iki kez maddileştiriyor, statik hale getiriyor.

Madde ise bir yerde bulunmak, bir yer işgal etmek, dolayısıyla güç/iktidar ilişkileri ve de jeopolitik demektir. Tweet attıkça, reels paylaştıkça, beğene tıkladıkça, shorta kitlendikçe, sörf yaptıkça hayati meseleler “oraya” ve ortaya çıkıyor; böylece internetin dallanıp budaklanmasını destekliyoruz. Bir tür dijital yok oluş-harakiri yaşıyoruz.

Charles Taylor’ın çeyrek asır önce soğukkanlı bir biçimde öngördüğü gibi: “Artık ‘bir şeyler’, ölerek, ömrünü tamamlayarak değil; çoğalarak, artarak yok olacak!”[2]

Yusuf K.
19 Haziran 2025

Dipnotlar:
[1] Guillaume Pitron, Dijital Cehennem, Çevirmen: Alp Tümertekin, İş Bankası Kültür Yayınları.

[2] Charles Taylor, Modernliğin Sıkıntıları, Çevirmen: Uğur Canbilen, Ayrıntı Yayınları.

0 Yorum: