Sömürge gençlerinin ruhsuz ve güçsüz olduklarını
artık kimse söylemesin. Kitlelerin Jacobin
dergisine ve Amerikalı Demokratik Sosyalistler’e mensup, içi geçmiş ve iktidarsız solcularını aştığını bir kez daha gördük. Bu solcular, İkinci Enternasyonal
döneminin teorik faaliyetine saplanıp kalmışlar ve havaya beş para etmez
tavsiyeler savurmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Minneapolis ise alev alev. Bu konuda Jacobin’in yayın yönetmeni Bhaskar
Sunkara’nın yapabileceği hiçbir şey yok. Polisin de öyle. Bunların insanları
vuracak cephanesi tükeniyor. Plastik mermiler yetmiyor, göz yaşartıcı bombalar
gerisin geri polise fırlatılıyor, kitleler, her bir mahalleyi tek tek ele
geçiriyor. Target mağazasındaki mallar kamulaştırılıyor, sırada ayaklanmanın
yaşandığı bölgedeki diğer mağazalar var. Otobüs şoförleri, vergisini halkın
ödediği taşıtlarının kendi milletinden ve sınıfından insanların hapse
götürülmesi için kullanılmasına karşı çıkıyorlar. Sokaktaki güçler, genelde
yediği haltların üzerini örtüp duran liberal belediye başkanını ilerici adımlar
atmaya zorluyorlar. Floyd’u katleden domuz, evine gelen yemeği yiyemiyor, çünkü
ev kuşatma altında.
Kanallar, insanların her isyanda ve militan
gösteride ortaya çıkan polis tarafından nasıl korkutulduğunu ortaya koyuyor. Devrimci
gençler öne geçiyor, oportünistlerse kafalarına taş yiyince kenara
çekiliyorlar. Minneapolis sokaklarında, rüşeym hâlindeki halk ordusunun
oluşumunun ilk aşamasına tanıklık ediyoruz. Yedi yıl önce Ağustos ayında
Ferguson’da çakılan kıvılcım hiç sönmedi, tüm dünyayı ateşe veriyor ve yanmaya
devam ediyor. Minneapolis’ten sonra Los Angeles’ın yoksul semtlerinde, Şikago,
New York, St. Louis ve Baltimore’un kenar mahallelerinde, Brezilya’nın
favelalarında siyah ve Latin çocuklar, benzer eylemlere imza atıyorlar.
İnsanlar, kendilerine benzeyen, kendisi gibi
ezilen millete ve sınıfa mensup kişilerin teslim olmadıklarını, âleme isyan
bayrağını çektiklerini görünce seviniyorlar. Dünyanın sokaklarındaki sıcaklık hiç
düşmeyecek gibi görünüyor. Sömürgeci güçlere bağlı liberallerse mala mülke
verilen zarara ağlıyorlar ve aptal bir yaklaşımla, “dava edin” deyip duruyorlar.
Ne davası be! Düşman mahkeme salonlarında bize adalet bahşedecek değil ya.
Davayı bizzat biz açmalı, halkın mahkemesini
kurmalı, cezayı bizzat kesmeli, tüm faşist Amerikan sisteminin ipini
çekmeliyiz. Adalet bizim tesis edeceğimiz bir şeydir ve bu konu, her türlü
uzlaşmaya ve tavize kapalıdır.
Savaş savaşarak öğrenilir. Minneapolis sokaklarında
polise karşı ufak da olsa kendi silâhlarını imal eden gençler halk savaşına, Mao’yu
ezber eden ama onu asla uygulamayan zevattan daha fazla hâkimdirler. Floyd’un
canını alan sistemi yıkmak için verilecek o son kavga için güçlerimize gerekli
olan temeli, pratik ve o ufak silâhlar teşkil edecektir.
O gençler bugün barikat kuruyorlar, domuzları
silâhsız ve mermisiz bırakıyorlar, cenk ediyorlar. Savaş alanı incelendiğinde
polislerin ehliyetsiz, korkak ve kafası karışık birer domuz olduğu görülüyor.
Bu da onların gadrine uğramış veya aileleri polisin işkencesine ve dayağına
maruz kalmış kişilerin yüzünde bir gülümsemeye neden oluyor. Bu ülkeyi kurmak
için uzak diyarlardan zorla getirilen ecdadım, bu yaşananlara öte dünyada
gülüyor. Efendiler korkuyor, çünkü ayaklar baş oluyor.
Yönü belli olmayan isyanların bir ülkede devrime
dönüşmesi, elbette ki mümkün değil. Her bir imparatorluğun çöküşü, ekmek
isyanlarının ve polis ile orduya karşı verilen mücadelelerin izini taşır. Bir
kez daha tekrar edelim: murat bu ayaklanmalara rehberlik etmekse, açığa çıkan enerji
yok olmasın veya eski devleti gerisin geri beslemesin isteniyorsa disiplinli
ve kararlı komünistlerden oluşan bir partiye ihtiyaç vardır.
Devrim, belirli bir süreç
dâhilinde, adım adım inşa edilir. Bu mücadeleler çoğalmaya, sahip oldukları
yoğunluk artmaya devam edecektir. Komünistlerin görevi, kafalarını kitaplardan
kaldırıp nerede bulunuyorlarsa isyan eden halka karışmak ve ondan bir şeyler
öğrenmektir.
BRG
28 Mayıs 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder