“İşgal terörizmdir, mülteci olmaksa cehennemde yanmak
gibidir.
Vatanınızın elinizden alınması bir suçtur.
Bir özgürlük savaşçısı olmak ise kurtuluştur.”
[Leyla Halid]
Filistin
mülteci kampında yürürken bir köşeyi döndüğümde bir duvar resmiyle karşı
karşıya kaldım. Resimdeki yüz tanıdıktı, ama bir anda çıkartamadım. Filistinli
dostum “o Leyla Halid” dedi. Filistin’i ziyaretim süresince yanında kalacağım
aileyle buluşmaya gidiyordum. Aynı resmin yeni ailemin evinin girişinde de
olduğunu gördüğümde hafif bir gülümseme belirdi yüzümde.
Benim için ailesinden uzak olan sadece dört yaşındaki bir genç kızın tümüyle kendisinin kontrolü dışındaki kimi olaylar yüzünden zorla evden çıkartılmasını tahayyül etmek bile oldukça güçtü.
Leyla’nın hikâyesi, Hayfa’da, Nekbe
süresince 1948’de İsrail’in oluşmaya yüz tuttuğu bir dönemde başlıyor.
Lübnan’dan gayrı kaçacak yeri olmayan bir ailenin küçük kızı. Binlerce aileyle
birlikte Lübnan’a gidiliyor. Çoğunluğu kadın ve çocuk, onca insan çalıştırılmak
ya da katledilmek için toplama kamplarına gönderiliyor.
Filistin
dışında verilen tarih derslerinde Nekbe’nin hikâyesi asla öğretilmiyor, o da
dersin verildiği okul ayakta kalıp kullanılmaya müsait olma şansına sahipse.
Nekbe,
en iyi ifadeyle bir etnik temizlik denemesi ve tam bir felâket. Bugüne dek hep
inkâr edilmiş. Önceden planlanan bu saldırı, 1948’de bir halkı yerinden etmek,
ezmek ve susturmak amacını güdüyor, üstelik bu amaç bugün de fiilî olarak
gözetiliyor. Nekbe, söz konusu işleri yapmak için ortaya konulmuş bir yöntemden
ibaret.
Leyla
Halid, 1948 öncesi Filistin tarihini kitaplardan öğreniyor, sonrasında ise
halkının acı tarihini bizatihi kendi tecrübesiyle yaşıyor. Doğum günü ulusal
bir yas gününde kutlanıyor. Gençlik yılları boyunca doğum gününü hiç kutlamıyor
ve anavatanına dönene dek kutlamayacağına dair kendisine söz veriyor. Hayfa’dan
zorla çıkartıldıktan sonra Halid ailesinin evi ve işi elinden alınıyor, ailenin
Lübnan vatandaşı olması reddediliyor ve sürgün olarak yaşamaya başlıyor.
Leyla’nın babası on sekiz yıl boyunca, ölene dek, Filistin’e dönmeyi düşlüyor.
Bu babanın kızı, babasını ve ulusunu yüzüstü bırakmayacağına ant içerek, bu
düşü tüm gücüyle gerçekleştirmek için çalışıyor.
Bir
bakıma Leyla, Lübnan’daki mülteci kamplarının sınırları içinde yaşamayarak ve
gerekli eğitimi almış olarak büyüdüğü için talihli sayılabilir. Leyla, kendi
otobiyografisinde bu yönlerinin zihnini biçimlendirip geliştirdiğini ve
kendisini bugüne getirdiğini söylüyor. Sınıflı toplumun nasıl ilga edilip
yerine sosyalizmin nasıl getirileceğini anlaması için gerekli ideolojiyi
yükleniyor ve halkının İsraillilere karşı verdiği mücadelenin her şeyden önce
anti-emperyalist bir mücadele olduğunu kavrıyor. Leyla’nın devrimin ihtiyaç
olduğunu fark etmesine, erkek egemen bir hareket içinde kadınların rolü ile
zulme karşı mücadelesinin kesiştiğini söylemek gerekiyor. O, kitabında aşırı
ahlâkçı gerici kesimlerin kendisini “gelenekleri çiğneyen” ve “tahrik edici”
bir kişi olarak gördüğünü söylüyor. Leyla bu durumu kadınlığa ait bir parodi
olarak nitelendiriyor.
On
dokuz yaşına geldiğinde Halid, Lübnan’da bir geleceğinin olmayacağını düşünüp,
1963’te Kuveyt’e gitmeye karar veriyor. Kısa bir süre sonra da Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruluyor. FKÖ, giderek bürokratik ve orta sınıf bir
örgüte dönüştükçe daha fazla sayıda Filistinli Fetih’e katılıyor. Yeni bir
hareket doğuyor ve silâhlı mücadele, kurtuluş, özgürlük ve özsaygı için yegâne
yol olarak görülmeye başlanıyor.
Leyla
24 yaşındayken 1969’da Filistin mücadelesi için bir ikonaya dönüşüyor. Filistin
Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) üyesi olarak söz konusu yıl içinde bir Boeing 707
uçağının kaçırılması olayına katılıyor. Filistin devrimci mücadelesini politik
harita içine dâhil etmek amacıyla yapılacak üst düzey eylemler serisinin
ilkinde Leyla, Roma’dan Atina’ya uçan Trans Dünya Havayolları (TWA) uçağını
kaçıran grubun içinde yer alıyor. Uçak uçuşu esnasında Filistin’in üzerinde
uçarken Leyla sürgünden beri ilk kez görüyor anavatanını. El sallıyor ülkesine
ve uçak Suriye’ye indikten sonra isteğini kırmadığı için pilota teşekkür
ediyor, şaşkınlığını gizleyemeyen pilot konuşamıyor ve ikinci pilot araya girip
“hiç önemli değil!” diyor. Bir tek kişinin bile burnu kanamıyor. Plan dâhilinde
olmamasına karşın sonrasında uçak havaya uçuruluyor. Halid, olay ardından
halkına yönelik suçlarla ilgili olarak bir konuşma yapma imkânı buluyor.
Leyla
Halid, ilk uçak kaçırma eylemi ardından FHKC’nin merkez komitesine seçiliyor,
yükümlülükleri artıyor ve İsrail devletinin resmî havayolu şirketi EL-AL’a ait
bir uçağın kaçırılması görevi için eğitim görüyor. Bir sonraki yıl ikinci uçak
kaçırma girişiminde bulunuluyor ancak sonuç çok farklı oluyor. Leyla
yakalanıyor ve Amsterdam’dan New York’a giden ama sonradan yönünü değiştirip
Londra’ya inen uçaktan çıkartılıp İngiliz polisine teslim ediliyor. Yoldaşı
Nikaragualı Patrick Arguello uçakta şehit düşüyor. Mecali kalmayıncaya kadar
işkence görüyor, direnecek gücü tükenene dek dövülüp eziliyor. Kanaatine göre,
sırf kendisini medya önünde sergilemek istemeleri sebebiyle ölümden kurtuluyor.
Aslan inine götürülmek için bir İsrail uçağına bindiriliyor. 1948’den beri
ülkesine ilk kez gidebildiği için mutlu oluyor ve FHKC üyesi olmaktan gurur
duyduğunu söylüyor.
Bugün
Nekbe’den 64 yıl sonra Filistin mücadelesi önde gelen bir anti-emperyalist
mücadele olarak varlığını sürdürüyor ve Filistinli kadınlar kendilerini,
ailelerini, halkını ve ulusunu emperyalizmden kurtarmak için verilen mücadelede
büyük bir rol oynuyorlar. Amman’daki evinde verdiği 2009 tarihli mülâkatında
şunları söylüyor:
“Nerede işgal varsa orada
her zaman direniş de vardır. Bu direniş, her zaman kendi şekline ve araçlarına
sahiptir. Bence bu (sakin) durum pek fazla sürmez. Bizim halkımız, uzun yıllara
dayanan bir mücadele deneyimine sahiptir ve bu durumun böyle devam etmesini
kabul edemez. Bir gün direniş tekrar patlak verecek. Hangi yoldan gerçekleşecek
bu, bir şey söyleyemem ama o gün mutlaka gelecek.”
2010’da
“Uluslararası Kadınlar Günü Üzerine Filistinli Devrimciler” isimli etkinlikte
Leyla, Filistinli kadınların tüm Filistinlileri birleştirmede ve İsrail
hapishanelerindeki yüzlerce Filistinli kadının savunulmasında ne kadar önemli
olduğunu söylüyor. Leyla, bu mapus Filistinli kadınları işkencenin ve işgalin
tatbik ettiği zulmün fizikî delili olarak resmediyor ama ayrıca onları mapus
kadınları tersten Filistin için hayatlarını verenler için gerekli cesaretin,
direncin ve umudun örnekleri olarak görüyor.
Leyla’nın
kadınlar gününde verdiği son mesajı, Batı Şeria ve Gazze’deki ayrışmaların ve
hizipleşmelerin kötü yönde etkilediği Filistinli kadınları hedef alıyor.
İşgalin yol açtığı korkuya karşı verilen mücadeleyi güçlendirecek birliğin
kabulünün söz konusu durumu ortadan kaldıracağını söylüyor. Mevcut politik
momentte en önemli meselenin işgalin uyguladığı terör karşısında insanları
birleştirmek olduğunu, birliğin esas temelinin işgale karşı mücadele etmek
olduğunu haykırıyor. Ona göre, Filistinli hizipler üzerinde demokratik ve sivil
araçlar yoluyla baskı uygulayarak söz konusu birliğin gerçekleştirilmesinde
kitlelerin rolünün kavranması çok önemli.
Gail MacKenzie
Mayıs
2012
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder