08 Ocak 2018

,

İç Savaş

“Biz, iç savaşları, yani ezilen sınıfın ezen sınıfa, kölelerin köle sahiplerine, serflerin toprak ağalarına, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşları meşru, ilerici ve zaruri kabul ederiz.”
[Lenin -Sosyalizm ve Savaş]
Bu lafı eden birinin, “hiçbir diktatör iç savaş çıkartmadan gitmez” demiş olması mümkün mü? Lenin, iç savaşın bir ülkenin egemenlerinin dışarıda giremediği savaşın içe yansıması olduğunu biliyor olabilir mi? Bugünkü sol, Lenin’i bilmezden geliyor olabilir mi?
* * *
Bookchin’in Marx’ta, başka isimlerin Lenin’de görüp eleştirdiği mesele, belirli bir özne-birey bütünlüğünün verili çerçevesi dışına taşan her şeydir. Belirli momentlerde silâhların eleştirisi, bu türden bir içerik kazanmak durumundadır. O bütünlük de Batı’ya has, ancak orayla mümkün olan bir hâldir.
Foti Benlisoy son yazısında, özetle, şunu söylemektedir: “Şu Sovyetler lanetinden kurtulduk, yıktık onu, ama lanet olası hayaletinden bir türlü kurtulamıyoruz.” Hayalet avcılığının sebebi, geçmişin bir lanet gibi, öğrenilmiş bütünlüğün eksik, yüklenmiş olan doğruluğun yanlış olduğunu hatırlatıp durmasıdır.
Onun Batı’da Maoist ve Enverist mahfillere sızma işlevi görevi gören Troçkistler gibi, bol lafla çalışan peynir gemisi kaptanlığına soyunduğunu görmek gerekmektedir. Bu tür illüzyonist solcular, temelde belirli bir alana, kolektife, müşterek değerlere, sürece, kavgaya vs. aidiyet meselesini eleştirerek parlatırlar yıldızlarını. Durmadan bütünlük ve doğruluk imajı satıp dururlar.
Düzen, bireyi belirli bir öznelliğe; özneliği belirli bir bireyliğe mahkûm eder. Sonrasında o çerçevenin dışındaki her şey, eleştiri konusu olur. Foti gibilerin kampa, kolektife, mücadeleye göre hareket etmeyi zul ve yük kabul ettiğini, asıl derdinin bu “zulüm”den ve “yüklem”den kurtulmak olduğunu görmek gerekmektedir.
Onun şahsında, mevcut iktidarın çizdiği çerçeve ile birlikte, solun o çerçeveye uyum sağlama becerisi ve aculluğu da eleştirilmelidir. Doğru ve tam olduğu hissi, savaştan kaçışın dışavurumudur.
* * *
Tam ve doğru olan bireysel duvarlarında, “hiçbir diktatör iç savaş çıkartmadan gitmez” sözünü paylaşanların kaynağı nedir? Bu soru boştur, zira onlar kaynak peşinde değildir. Gidimli teorik fikrî faaliyet nafiledir onlara göre. Sadece bireyin doğruluğuna ve tamlığına işaret eden şeyler kıymetlidir.
Anlaşılan, kaynak konusunda en sağlam veri tabanına, tam ve doğru birey olarak, sadece Benlisoy sahiptir. Yazılarını o sol veri tabanındaki anahtar kelimeye dayalı aramalar üzerinden kaleme almaktadır. Şu soruya ancak o ve onun gibiler cevap verebilir:
“Diktatör” kelimesini, diktatörlüğü “proleter” ve “burjuva” olarak tasnif eden biri, onu içi boş, havada asılı bir kavram olarak kullanabilir mi? “Diktatör gitsin de işimize bakalım” demiş olabilir mi Lenin, derdi bu mudur? Gitme meselesine politik anlam yüklemiş olabilir mi mesela? Onun mealen, “bırakın zalimler cehennemlerine odun taşısınlar” dediğini varsayabilir miyiz?
Bu söz de Atatürk’e mâl edilen “bilimle benim görüşlerim çelişirse, bilimi tercih edin” sözüne benzer bir hikâyeye sahip olabilir mi?
Sözde geçen “diktatör” sözcüğü, büyük olasılıkla İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD ve Avrupa’daki liberaller eliyle kötü bir manaya kavuştu. Bu da ilgili coğrafyadaki burjuva diktatörlüklerin aklanmasına dönük adımların bir sonucuydu. Lenin’in hayaletinin İkinci Savaş sonrasında da yaşadığına inanıyor olmalılar. Hayalet avcılığını solculuk zannediyorlar. Fransız Devrimciliğinin şımarık, tatminsiz küçük burjuvaları her momenti kendi ölçülerine vuruyorlar. Ezilenleri ve emekçileri eksik ve yanlış gördüklerinden, insandan bile saymıyorlar.
* * *
Lenin, “Bir Marksist, bir durumu değerlendirmek için, olabilecek olandan değil, gerçek olandan yola çıkmalıdır” [Nisan Tezleri] diyor. Demek ki bugün kimsenin Nisan’ı da tezi de yok. Çünkü herkes, kafasının içinde belirlediği, olması mümkün olandan hareket ediyor. Erdoğan’ı sermaye ve devletten azade bir güç olarak resmediyor, kendisini ona göre kuruyor, böylelikle devleti ve sermayeyi aklıyor. Sol, Erdoğan dolayımı ile devlete ve sermayeye, onların dönüşüm sürecine örgütleniyor. Tek derdi, bekası. Erdoğan’da görüp şişirmeye çalıştığı şey, kendi benliği.
İç savaş edebiyatı sıklıkla yapılıyor ama bu dönüşüm sürecine örgütlenmek esas olduğundan, kimse aslında o iç savaşı dert edinmiyor, ona göre örgütlenmiyor, ona göre mevzilenmiyor, ona göre hareket etmiyor. Gezi, bu gerçeğin en yalın ve en çıplak şekilde görüldüğü sahneyi ifade ediyor.
* * *
Şu bilinmeli: bugün Diyanet, AKP’liler, gerici din adamları, İslamî motifler üzerinden etlenmeye çalışanların o bedene geçirdikleri ruh, devletin ve sermayenin ruhudur. İç savaş derdi olanların, karşı taraf olarak gördüğü kesimin kitle tabanını sınıfsal mânâda bölecek hamleleri de olabilmelidir. Yoksa o, devlete ve sermayeye hizmet ediyordur. “Türkiye halklarının sözcüsü” olduğunu iddia edenlerin önce o halka karışması, oradaki gerilimlerden yola çıkması gerekir. Tam ve doğru olduğunu düşünenin, kitlelerle bütünlenme ve onlarla doğrulanma niyeti/iradesi olamaz.
Erdoğan çizgi filmlerdeki kötü karakter olarak takdim edildikçe, devlet ABD’nin, demokrasi Avrupa’nın hizasına çekilecektir. Dert budur. Çünkü bir aracı ve orta yolcu olarak sol, devlet başlığında ABD’nin, demokrasi başlığında Avrupa’nın ağzına bakmaktadır. Avrupa’nın, Batı’nın yok-yer kabul ettiği Ortadoğu’ya sefere yollanan Türkiye’de solculara kentli orta sınıflar şahsında oluşacak gerilimlerin sonuçlarını CHP ile birlikte örgütleme görevi verilmiştir. O seferin halk açısından yol açtığı zulüm ve sömürü, o görevlilerin asla umurunda değildir. O açıdan Erdoğan’ın solu sıkıştırdığı yersiz-milsiz siyaset alanına kimse mecbur değildir, bu bilinmelidir.
* * *
Ekim Devrimi ve son İran olayları ile ilgili analizlerde fikrî hamurun Avrupa’da karıldığı açığa çıkmıştır. 2005’te Fransa’da patlak veren isyanı “küçük burjuva ve faşist” olarak niteleyenler, benzer bir isyan İran’da koptuğunda, onu “ilerici ve devrimci” olarak etiketlemektedirler. Mesele, olgulara yaklaşımda tayin edici olan o fikrî hamur ve hamurun karıldığı teknedir. O tekneden çıkanlar, bir anda Tahranlı bir işçiymiş gibi satıyor kendisini, bir anda Parisli oluyor, bir anda da Kadıköy’de bar sahibi koltuğuna oturuyor. Kendilerini sınıftan ve sınırdan azadeymiş gibi pazarlayanlar, sınıfa da sınıra da hiçbir şey söylemiyorlar. Batı’nın sınıf iktidarını, çektiği sınırları mutlak kabul ediyorlar.
* * *
Sol, 2001 sonrası Teröre Karşı Savaş ve 2005’te Fransa gettolarındaki isyan sonrası politikleşen kesimlere karşı ilericilik ve modernizm adına namluya sürülmeyi kabul etmiştir. Temel tartışma budur. Bugün bu savaş sahasına sol, Avrupa ve ABD’de yaşamaya lafzen veya somutta karar vermiş unsurları sürebilmektedir.
Solcular, Ortadoğu’da Avrupalı bir ajan olarak varolabileceklerini görmüş, buna göre hamle yapmışlardır. Doğu’nun kendi gerçekliğinde, gerilimlerinde varolmuş bir devrimci özneye o fikriyatta yer yoktur. Ve bugün Türkiyeli sol örgütlerin ana örgütlenme ve ajit-prop merkezi, Avrupa’dır. Orada örgütler, Türkiye’de olduğundan daha fazla faaldirler. Bir iddiaya göre Avrupa’da sol örgüt mensupları, cam dahi kırmayacakları konusunda, daha girişte devletlerle, devletlerin istihbarat kurumlarıyla anlaşma yapmaktadırlar. Geçen yıl Fransa’da emek yasası ile ilgili eylem ve grevlere hiçbir sol örgütün destek vermemesi, bu zımni anlaşmanın bir sonucudur. Yani oradaki sol da devrim ve sosyalizm peşinde değildir. AB’nin serin sularında, rahat koltuklarında, iyi fonlanmış STK’larında herkes pamuğa yatırılmış fasulye gibi filizlenmeyi beklemektedir.
* * *
“Cüretimiz var mı kazanmaya? Bizim kazanmamıza müsaade var mı? Kazanmak bizim için tehlikeli mi? Zafer bizim açımızdan bir zaruret mi? İlk bakışta çok tuhafmış gibi görünen bu soru, bir kere dillendirildi artık, dillendirilmek de zorundaydı, zira bilmek gerek ki oportünistler zaferden korkuyorlar, proletaryayı korkutup zaferden uzak tutuyorlar, zaferin onun başına dert açacağını söyleyip duruyorlar ve doğrudan zafer çağrısı yapan sloganları alaya alıyorlar.” [Lenin -İki Taktik]
II. Enternasyonal, sömürgeler meselesi, emperyalizm, ölgün Avrupa-devrimci Asya başlıklarında tartışmalar yürütmüş biri Lenin. Bugün o, bu tartışmalardan azade kılınıp, bir biblo olarak masanın köşesine iliştirilmek isteniyor. Devletin ve burjuvazinin aynasında kendisini iri görenler, büyümek için tüm geçmişi küçültüyorlar. İçeri giremiyorlar ki iç savaşın öznesi olabilsinler!
Ve ancak Batı’nın Doğu’ya açtığı savaşta, tankların peşinden giden piyadeler olarak girebiliyorlar gerçeğe. Onların tamlığı ve doğruluğu, Doğu’nun öfkesini bileyliyor. Doğu, “doğu” diyen Batı'nın hilelerine hiç kanmıyor. O, Batı'yı kanıyla, teriyle, toprağıyla tanıyor.
Eren Balkır
8 Ocak 2018
Dipnot
[1] Foti Benlisoy, “İran Vesilesiyle Zombi Kampçılığın Portresi”, 7 Ocak 2018, Evrensel.

0 Yorum: