05 Şubat 2014

Nietzsche’ye Karşı Bhaskar

Şu aralar Mervyn Harwig’in Roy Bhaskar ile yaptığı mülâkatlar dizisini okuyorum (The Formation of Critical Realism: A Personal Perspective, Routledge, 2010). Kanaatime göre bu kitap, Bhaskar’ın düşüncesine en ideal giriş yolu ve ben onu şiddetle öneriyorum.

Bhaskar, Londra Üniversitesi’nde çalışıyor. Eleştirel gerçekçilik hareketinin kurucusu. Çalışmaları epey yoğun ve yeni başlayanlar için sıkıntılı olabilir, bu yüzden Hartwig’in yaptığı mülâkatları öneriyorum.

Bhaskar’ı kimler okumalı? Aslında daha iyi bir dünya isteyenler, postmodernistlerin narsizminden bıkıp usanmış olanlar ve pozitivizmin bayağılıklarından kaçınmak isteyenler.

Bhaskar ve Hartwig’in eleştirel gerçekçiliği Nietzsche karşıtlığı üzerinden konumlandırmaları gerçekten de ilgi çekici. Nietzsche üzerine hep bir çalışma yapmak istemiştim ama onu okumak bende hep tiksintiye yol açmıştır. Nietzsche’nin etkisi, bugün hâlâ mevcut ve her kuşak kendi Niçecilerini kusuyor. Bizler hâlâ bugün bile, Nietzsche’nin postmodernistler üzerindeki etkilerine tanık oluyoruz.

Kısa süre önce Lukacs’ın Nietzsche’ye karşı yürüttüğü polemiği okudum, onu da şiddetle öneriyorum. Akıl sağlığı ve politik vuzuh açısından bir vaha niteliği taşıyan bu çalışma, Nietzsche’nin derdini gayet iyi izah ediyor. Ben, özellikle Lukacs’ın Nietzsche’deki sahte radikalizme dair yorumlarını ve onun iktidarsız, mücerret aydınlar katmanına sunduğu ahlâkî duruşa dönük yaklaşımlarını beğendim.

Lukacs, Nietzsche’yi emperyalizmin habercisi olarak okuyor ki bu tespit, bence de doğru.

Zero Dark Thirty filminin Maya’sı klasik bir Niçeci figür aslında. Bize iyi ve kötünün ötesinde, korkutucu ve muhteşem bir şey olarak sunuluyor bu figür. Hakikat şu ki o, sıradan ve adi sapıklıkların satıcısından başka bir şey değil.

Dün Dusan Zarac’ın Nietzsche Üzerine isimli küçük broşürünü aldım elime. Broşür, Batı Avustralya’da verilen bir ders serisine dayanıyor. Lukacs’ın yaklaşımından farklı bir yaklaşımı kesinlikle içermiyor çalışma. Zarac, Hırvat kökenli Avustralyalı bir felsefeci. Kitabı Nietzsche okumanın sağlığa zararlı olduğunu söylüyor. Bu ne demek?

Kişisel olarak ben, Nietzsche’nin her hâlükârda zihinsel strese maruz kalabilecek mücerret bir aydına seslendiğini düşünüyorum. Ayrıca Niçeci düşünce, heyecan ve kimi tehlikeli unsurlar taşıyor içinde. Nietzche’yi okumak suretiyle okur, ait olduğu sürüyü terk ediyormuş hissine kapılıyor.

Peki ama insan, nihayetinde hedefe ulaştığında kendisini nerede buluyor? Dusan’i de heyecanlandıran, Nietzsche’nin Hristiyanlığa dönük saldırısı esasen, bir biçimde bu dini meşru kılan, ondaki kesintili sosyal adalet savunusunu hedef alıyor. Niçeci düşüncenin merkezinde duran güç istenci, muhtemelen bu düşüncenin en zararlı mirası. Nietzche’ye göre, aksi yönde ilerlemediğimiz sürece, canlı türü olarak hayatta kalmamız mümkün değil.

Burada ahlâk, güç ve hakikat denilen üç motif üzerinde durmak gerekiyor.

Ahlâk: Güç İstenci’nde Nietzsche şunu söylüyor:

“Ahlâkın yetiştirdiği güçler arasında en önemlisi, doğru sözlülük: bu, kaçınılmaz olarak ahlâkın aleyhine dönmüş, kendi teleolojisini ve kendi parçalı bakış açısını keşfetmiş. Artık kendi ağzından dökülenlere karşı ümitsiz olan bu kronik yalancılığın kabulü, uyarıcı bir etki hâlini almış. Bugün yüzyıllar boyunca ahlâkî yorumumuzun yerleştirdiği ihtiyaçları keşfediyoruz, bu ihtiyaçlar, hakiki olmayana dönük ihtiyaçlarmış gibi görünüyor bize; diğer yandan hayata tahammül ettiğimizde kullandığımız değer, söz konusu ihtiyaçlara dayanıyor. Bildiğimize bile itibar etmeyen, kendimize söylemeyi sevmek zorunda olduğumuz yalanlara artık itibar etmesine izin vermediğimiz bu antagonizma, bir çözülme süreciyle sonuçlanıyor” (Nietzsche, 1887.1968, s. 10).

Nietzsche, burada nihilizm meselesini, hayatın belirli bir anlamı veya amacı olmadığına dair inancı ele alıyor. O, yanlış anlamlılığın ana kaynağı olarak Hristiyanlığa saldırıyor. Rahipler yalan üstüne yalan söylüyorlar ve biz bunu fark ettiğimizde, modern dünyanın rüzgârına saçlarımızı kaptırmış oluyoruz.

Bence bu pasajdaki kilit sözcük, “yorum”. Nietzsche’nin iddiasına göre, dünyada tek bir ahlâkî gerçek yok, sadece yorumlar var. Böylelikle benim hayat hakkında neler hissettiğime tabi olan bir ahlâk anlayışı için gerekli yol da açılmış oluyor. Bu, tam da, İsrail Hava Kuvvetleri’nde subay olarak görev yaptığı vakitler kendisine yöneltilen, “bir bomba attığında neler hissediyorsun?” sorusuna, “bomba yuvasından çıkarken, önce uçakta hafif bir sarsıntı hissediyorum. Bir saniye sonra bomba düşmüş, her şey geçip gitmiş oluyor. Tüm hissettiğim bu.” Cevabını veren Dan Halutz’un ahlâkına benzer bir ahlâka işaret ediyor.

İkinci kavramsa güç. Nietzsche, güç istencinin bizi insan olarak tanımlayan şey olduğunu söylüyor. Eylem hâlindeki güç istencini derinlemesine inceliyor, köleliği, her yönden güçlü Üstinsana ait kastın oluşumunu, engellilerin katledilmesini ve savaşı savunuyor.

“Eli kanlı Nietzsche” olarak bilinen bu Nietzsche, bu türden duygularla yüklü. Onu savunanlar kıvırıp duruyorlar. Oysa elde epey delil mevcut. Nietzsche bu kavramı, Bhaskar’ın “güç2” dediği manada kullanıyor. Bhaskar, “güç1” ile “güç2” arasında ayrım yapıyor ve “güç1”i bir tür faillik (agency) olarak tanımlıyor. Postmodernistler ise güç1 ve güç2’yi karıştırıp duruyorlar, gücün (iktidarın) her yerde olduğunu söyleyerek, onun ilga edilemeyeceğini iddia ediyorlar.

Elbette failliğin ilga edilmesi mümkün değil ama zulüm ilga edilebilir. Dahası, Foucault’ya itiraz ederek, gücün bir merkezi olduğu da söylenebilir. Gücün merkezinin nerede olduğunu ve o yerin bir gün öfkeli saldırılarımızın hedefi olacağını biliyoruz.

Üçüncü kavram, Lukacs’ın ifadesiyle, Nietzsche’nin epistemolojisinin postyapısalcı düşünceyi epey desteklemiş olan hakikat kavramı.

Bhaskar’ın 1994’te ifade ettiği biçimiyle, Nietzsche “hakikat, metaforların hareketli ordusudur” derken hakikat ile anlamı karıştırıyor aslında. Foucault da büyük bir hata yapıp bu kafa karışıklığını üstleniyor, onu güç istencine ekliyor ve “hakikat rejimleri” anlayışını atıyor ortaya. Eğer Foucault, bunun yerine anlam rejimleri üzerinden düşünmüş olsaydı, başka bir yere varmış olabilirdik.

Son verdiğim derslerin birinde öğrencilerime, “eğer hocalarınızdan birinin ‘hakikat diye bir şey yok’ ya da ‘mutlak hakikat diye bir şey yok’ dediğini işitirseniz, bilin ki karşınızda entelektüel açıdan alt düzeyde biri duruyor” demiştim ve onlara bu hocaya hemen, “bu tespit doğru mu?” ya da “mutlak olarak doğru mu?” diye sormalarını söylemiştim.

Gary McLennan
21 Ocak 2014
Kaynak

0 Yorum: