Geleneksel İslâm uleması her fırsatta sosyalistlerin
“ateist” olduklarını söyleyip durdular. Öte yandan, ilerici Müslümanlarsa
ısrarla İslam öğretilerinin eşitlik ve zenginliğin yeniden dağıtımı ilkelerine
uyum gösterdiği üzerinde durdular.
Sözkonusu Müslüman aydınlar kendilerine “İslamî
Sosyalistler” dediler.
Batının kapitalist demokrasileri ile ittifak kurmaya
itiraz eden, öte yandan da kendi toplumlarındaki muhafazakâr yapı sebebiyle
Sovyet komünizmini açıktan destekleme konusunda ihtiyatlı davranan İslamî
sosyalistler, “üçüncü bir yol” açmak için gayret ettiler.
Bu üçüncü yol, laik kapitalizmin “bencil olmayan”
üslubuyla iç içe geçmiş bir tür “manevî sosyalizm biçimi”ydi.
İslamî sosyalist hareketlerin en önemli biçimi, Arap
sosyalizmiydi. Suriye’de geliştirilen Arap sosyalizmi, geleneksel Arap
milliyetçiliği ile sosyalizmi buluşturdu.
En güçlü politik ifadesi Baasçı Sosyalist Parti idi.
Arap sosyalistlerinin inancına göre, Arap dünyasındaki
sömürgeciliğin sosyal ve ekonomik mirasından kurtulmak için yegâne yol,
sosyalist mülkiyet ve kalkınma sistemiydi. Ellili yılları takiben Baasçı Parti,
Suriye ve Irak’ta iktidara geldi, bunları kendi Arap sosyalizmi versiyonunu
icat eden Abdünnâsır’ın Mısır’ı izledi.
Arap sosyalizminin diğer müdafileri arasında Libyalı
Albay Kaddafi, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Fransızlara karşı bağımsızlık
mücadelesi verip zafere ulaşmış olan Millî Kurtuluş Cephesi bulunuyordu.
1967 savaşında Mısır ve Suriye’nin İsrail’e yenilmesi
ile Arap sosyalizminin etkisi kırıldı.
Arap sosyalistlerinin muhalif olduğu diğer bir çevre
de (El-Kaide liderlerinden Eymen Zevahiri’nin bir zamanlar üyesi bulunduğu)
Müslüman Kardeşler’di.
Arap sosyalizminden ilham alan Zülfikar Ali Butto da
Pakistan Halk Partisi aracılığıyla ülkesini 1967’de İslamî sosyalizmle
tanıştırdı.
PHP, kendi sosyalizmini İslam’ın sosyalist ülkülerine
dayanan bir ideoloji olarak takdim ediyordu.
PHP’nin İslamî sosyalizmine muhalif Cemaat-i İslamî
liderliğindeki sağcı partiler ise “Nizam-i Mustafa” şiarını öne çıkarıyorlardı.
Bu şiar ve “felsefe” 1977’de Butto rejimini deviren General Ziya-ül Hak
tarafından da benimsendi.
Ayrıca “İslamî Marksizm” olarak da anılan başka bir
İslamî sosyalizm biçimi daha mevcuttu.
İranlı Halkın Mücahitleri ve (1978-1992 arası dönemde
Afganistan’ı yöneten) Halkın Demokratik Partisi gibi şehir gerillası örgütleri
ile Ali Şeriati gibi etkin âlimler daima İslamî Marksistler olarak anıldılar.
İslamî Marksizmin kökleri, Muhammed Musaddık’ın
ilerici Millî Cephe’si boyunca İran’da sosyalist hareketin yükselişinde
aranabilir.
Musaddık, 1953’te şah yanlısı askerî bir darbe ile
devrildi. Darbenin arkasında Musaddık’ın Britanya ve ABD’ye ait petrol
şirketlerini millîleştirmesine tahammül edemeyen batılı istihbaratlar vardı.
Musaddık’a destek olan Marksistler Şah karşıtı
olmasına rağmen, Musaddık’a yeterince yardımcı olmaması sebebiyle din adamları
çevresini suçladılar.
Din adamlarının halesine kapılan birçok genç Müslüman,
radikal Marksistlerle birleşip 1968’de Halkın Mücahitleri örgütünü kurdu.
“Müslüman Mücahitler Örgütü” olduğunu söyleyen grup,
Marksizm üzerine çalışma yapıp onun eşitlik, eşitlikçilik ve proleter devrimci
eylem vaaz ettiklerini düşündükleri İslam’a yakın olduğu sonucuna ulaştılar.
Zamanla örgüt, İran’da Şah karşıtı hareketin öncü gücü
hâline geldi.
Örgüt, ayrıca Humeyni liderliğindeki din adamları
çevresi ile birlikte çalışmış, eski bir Musaddık taraftarı Dr. Ali Şeriati ile
el ele verdi. Şeriati de Marksizmi İslamî sembolizm aracılığıyla yorumlayan bir
isimdi.
Tarihçilerin genel kanaatine göre, 1979 İran
devriminin temelini atanlar Halkın Mücahitleri ve Şeriati idi; ancak devrimin
yakınlaşması ile din adamları çevresi Mücahitlere saldırmaya ve onların “kuzu
postu giymiş kurtlar” olduklarını iddia etmeye başladı.
İslamî Marksizm, devrim süresince ülkede zirvesine
ulaştı ancak devrim sonrası yüzlerce Mücahidin idam edilmesi ile düşüşe geçti.
Soğuk Savaş sonrası dönem birçok İslamî sosyalist
gücün kırılmasına tanık oldu.
Ancak tuhaf olan şu ki birçok eski İslamî sosyalist,
günümüzdeki İslamî radikalizmin fiiliyatta İslamî sosyalizmin bir sonucu
olduğunu iddia etmektedirler.
Onlar göre ilerici Müslüman eylemcilerin İslam ile
sosyalizmi kaynaştırmak suretiyle bir üçüncü yol açma gayretleri böylesi bir
momentin ürünüdür. Zira üçüncü bir yol olmaktan ziyade İslâmî sosyalizm,
muhafazakâr İslâm toplumlarındaki laik bireyler için savunma pozisyonundaki bir
tür ideoloji olarak iş görür. O aynı zamanda ortodoks/kitabî İslâmcılara İslâmî
delillerini ispatlama zeminini de vermiştir.
Ancak İslâmî sosyalistler, radikal İslâmcılarla
kapitalizme karşı ittifak kurdukları noktada “ihanet”e uğramışlar, önemli bir
bölümü Soğuk Savaş süresince batı ve Suudî Arabistan tarafından finanse edilen
İslâmcı müttefikleri tarafından ezilmişlerdir.
Ayrıca İslâmî sosyalistlerin bulamaç iktisadî
siyasetleri sanayi burjuvazisinin gelişimini şaşkına çevirmiş, bu da İslâmî
milliyetçiliğin lideri olarak İslâmcıları gören gerici sınıfları
güçlendirmiştir.
Dahası İslâmî sosyalistlerin ortodoks İslâmcıları ve
din adamlarını kazanma çabası din adamlarının ve İslâmcıların büyük ölçüde mülk
sahibi sınıflara bağlı olmalarından ötürü boşa düşmüştür.
Ayrıca bu çaba, din adamlarının alkol, örtünme, sinema
ve müzik gibi konularda takıntılı olmaları sebebiyle kültürel düzeyde de
başarısız olmuştur.
İslâmî sosyalizmin diğer bir çabası da Kur’an’daki
ilerici fikirlere dönük okuma yapmaktır, ancak bu eğilim de onlara göre kutsal
metinleri feodalizmi, ortodoksiyi ve kadınlara yönelik zulmü meşrulaştırmak
için bozan İslâmcılarca gasp edilmiştir.
Maalesef kitleler seksenlerin ortalarından itibaren
ölüme yazan İslâmî sosyalizmin ilerici İslâm yorumlarından ziyade gerici din
adamlarının etkisi altındadır artık.
Nedim Faruk Paraça
3 Mayıs 2009
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder