Doğrusal süreklilik, evrime ve tarihsel süreçlerin ya
da hedeflerin gerçekleşmesine dönük teleolojik görüşler, özerk insan failliği,
birleşmiş sosyal öznellik, ayrı toplumsal yapılara ait farklılaşmamış
anlayışlar, nedenselliğin doğrudan ya da indirgemeci biçimleri ve tarihsel
bilginin tüm açıklığı ile doğru ve tam olduğunu söyleyen düşünceye karşı
itirazlar geliştiren Althusser, geleneksel tarihselciliğin yapısalcı
eleştirisinin en önemli mimarlarından birisidir.
Ancak Lévi-Strauss ve Foucault gibi diğer ünlü
yapısalcıların çalışmalarının aksine Althusser’in eleştirisinin hedefi,
tarihsel düşünceyi yok etmek değil, onu canlandırmaktır. Althusser’in çabası,
bilimsel düşünceler ve tarihsel söylem üzerine özgün ve yeni çalışmalar yaparak
tarihin bilimselliğini kurmak ve sınıf mücadelesine ait marksist çerçeve
dâhilinde, insan öznelliği ile toplumsal formasyonların karmaşıklığına hakkını
veren ekonomik belirlenime ilişkin, indirgemeci olmayan bir görüş geliştirmektir.
Althusser’in sorunsalı ile bağlantı kurma konusunda çeşitlilik arz etseler de
-ki bazıları yapısalcı marksizmin merkezî kavramlarını kabul ederlerken,
bazıları da bu kavramlara seçici yaklaşırlar- birçok isim geniş bir ortak
zemini paylaşır. Ağımı kasıtlı olarak geniş açmış olmama rağmen, aşağıdaki
özeti az çok bileşik bir teorik sorunsal olarak sunmakta haklı olduğumu bu
noktada belirtmeliyim.
Yapısalcı marksist analizin nesnesi, üretim tarzı
temelinde yapılandırılmış bir toplumsal formasyondur. Yapısalcı
marksistler, ekonominin “son durumda” belirleyici olduğu konusunda ısrar
ederler, fakat ekonomik belirlenimi, doğrudan olmayan bir biçimde yansımacı
ifadeler, ama dolaylı biçimde heterojen, eşitsiz, bu sebepten, çeşitli
ekonomik, politik ve ideolojik işlevler ifa eden karşılıklı ilişkilere sahip
yapılara ait bir hiyerarşi açısından kavramsallaştırırlar. Üretim ve mülkiyet
ilişkilerinden müteşekkil olan üretim tarzı, emekçiler ve emekçi olmayanları
üretim araçlarına bağlı olarak içerir ve bu kavram ekonomik işlevi tarif eder.
Ekonomik işlev belirleyici bir unsur olarak görülmelidir; yani yapısalcı
marksistler, üretim tarzını toplumsal formasyonun aslî yapısı olarak anlarlar.
Üretim tarzı içinde birleştirilen mülkiyet ve üretime
ait ekonomik işlevler toplumsal formasyon düzeyinde ayrıştırılabilir. Ekonomik
mülkiyete ait işlevlerin, ekonomik üretimden ve bu sayede, en azından yüzeysel
bir biçimde, doğadaki ekonomik olmayan üretimden ayrı olan kurumsal aygıtlar
içinde uygulamaya sokulması mümkündür. Bu durum dâhilinde, ekonomik işlevin
belirleyici rolünü, üretim tarzının derin yapısını, politik, ideolojik ya da
ekonomik olabilen özel kurumsal aygıtın toplumsal formasyon düzeyinde ifa
edebileceği hâkim rolden ayrıştırmak gerekir. Genel anlamda mesele, ekonomik
mülkiyete ait işlevi ifa eden kurumsal aygıtın toplumsal formasyon düzeyinde de
hâkim olmasıdır. Ancak toplumsal formasyon düzeyindeki hâkimiyetin sorumlusu
daima üretim tarzına ait derin yapıdır.
Yapısalcı marksizm ekonomik belirlenimi, yapısal
nedenselliğin modernist çerçevesi dâhilinde anlar. Toplumsal formasyon, belirli
toplumsal yapıların ve ilişkilerin içinde gösterilen bir paralelkenardır.
Ekonomik işlev öncelikli olduğundan, politik ve ideolojik işlevlerin
kendilerine has karakteri ve etkililiği vardır, politik, ideolojik ve ekonomik
tüm belirlenmiş yapılar ve ilişkiler kendiliğinden, denk olmayan düzeylerde
yapılandırılmış bir bütün, toplumsal formasyon olarak iş görürler. Buna ek
olarak yapısalcı marksizm, ekonomik belirlenimin toplumsal formasyonu sevk
ettiği bir teleolojiden ya da hedeften mahrumdur. O ekonomik belirlenim, tekil
yapılar ve ilişkiler üzerine kurulu karmaşık bir bütün olarak toplumsal
formasyonun tarihsel etkililiğine atıfta bulunur. Başka bir deyişle toplumsal
formasyon, varoluşun tarihsel matriksini ya da geçişsiz koşullarını oluşturur,
zira toplumsal formasyon bu unsurların fiilî ya da geçişli etkililiğine ait
“karmaşık birlik” olarak var olur. Çünkü ekonomik işlev (her zaman ayrı bir
kurumsal form olarak baskın değilse) tarihsel matriks içinde daima
önceliklidir; tüm toplumsal yapılar ve pratikler “daima önceden” dolaylı olarak
bir işlev ve yer belirlerler, yani son durumda ekonomi tarafından
belirlenirler.
Ayrıca yapısalcı marksizm, toplumsal yapılar içinde ve
arasında mevcut olan aykırı eğilimleri, toplumsal bütünün eşitsiz gelişmesinden
türeyen çelişkileri ve tekil yapıların göreli özerkliğini tanır. Ekonominin
önceliği ideolojik ve politik yapıların önüne sınırlar, engeller koyar, ancak o
ne her bir politik kurumu özgülleştirir, ne de aile, üniversite ya da kilise
gibi ideolojik aygıtları doğrudan belirler. Politik ve ideolojik yapılar göreli
bir özerkliğe ve ekonominin gelişimi ile koordineli olmayan bir iç dinamiğe
sahiptirler. Aynı zamanda ekonomik yapılar ve ilişkiler içinde yaşanan nesnel
değişimlerin üretimi, bu değişimlerin yeniden üretimini hızla kolaylaştırmaması
sebebiyle, ekonomik belirlenimin kendisi de çelişkilidir. Dolayısıyla ekonomik
belirlenim, toplumsal bütün içinde iş başında olan nedensel belirlenimler
çeşitliliğine “son durumda” saygı gösterir. Ne onların özel oluşunu göz ardı
eder, ne de zamanla onların yeniden üretimini suiistimal eder. Bu, kaba bir
çoğulculuğun içinde sıkışmayı, mekanik bir statiği ve teleolojik evrimi önler.
Yapısalcı marksizm toplumsal formasyonlar bilimidir. Ancak Althusser, tarihsel bütünlüğün bir seferde ve
son kez kavranabileceğine ya da bilginin önceden tahmin edici ve yorumlayıcı
bir biçimine dönüştürülebileceğine ilişkin anlayışa karşı çıkar. O, tekil ya da
“bölgesel” (politika, söylem vb.) teorilerin(in) birbirleriyle asla tam
mânâsıyla örtüşmeyeceğini, ayrıca farklı teorik nesnelerinin ve incelemelerinin
bir işlevi olan özel oluş hâllerini asla yitirmeyeceklerini kabul eder. Felsefî
açıdan Althusser, klasik modernist tarzda, bilginin tarihselliğini nesnesinin
gerçekliğine bağlamak suretiyle, tarihsel bilginin geçerliliğini savunur.
Geleneklere bağlılığı, tüm bilgilerin tarihselliğini kabul edip, gerçeklikle
gerçekliğe ilişkin düşünce arasındaki ayrım (yani gerçeklik hakkındaki
düşüncenin asla tam mânâsıyla yeterli olmayacağı ve gerçekliğe mükemmel biçimde
denk düşmeyeceği anlayışı) üzerinde ısrar ederken o, bir yandan da bu tarz
epistemolojik nitelemeleri gerçekliğin, gerçeklikle ilgili düşünce üzerindeki
önceliğini vurgulayan ontolojik realizm ilkesine bağlar. Bilimsel
bilginin geçerliliğini belli bir hâl dâhilinde ispatlama çabası içine
girmeksizin (epistemolojik sorular felsefe tarafından asla doğrulanamaz ya da
çürütülemezler, ayrıca felsefenin tarih dâhil herhangi bir bilimin yargıcı olma
iddiası yoktur.) Althusser, felsefe içinde kalarak, bilim kategorisini ve
tarihsel materyalizmin bilimselliğini, bunların izah edici güçlerini ve
Althusser’in muhaliflerince ortaya konan, zamanla solan eleştiri dizisi
temelinde savunan bir konum alır.
Yapısalcı marksistler, söylemsel pratiklerin ve diğer
toplumsal olguların, bir nesnel gerçeklikle ya da gösterilenle kısmen
bağlantılı farklı gösterenlere ait keyfî ve özerk sistemler olarak
yapılandırıldığı öncülüne itiraz ederler. Onlara göre, söylem sadece
sözdizimsel değil, ayrıca anlamsaldır. Tüm söylemsel pratikler, temelde
toplumsal iktidar ilişkileri ile bağlantılıdırlar; onlar ne serbestçe süzülen
dil ötesi sistemler (Barthes), ne de tarih dışı, aşkın yapılardır
(Lévi-Strauss). Ancak aynı zamanda bu teorisyenler, söylemin sadece iktidar
(dolayısıyla onun anlam, nesne ve teorik belirlenimlerin geçerliliğinden muaf)
olduğunu, ayrıca iktidarın kendiliğinden, hareketlendirilmemiş ve sınıf
çıkarları ile ilişkisiz olduğunu söyleyen Foucault gibilerin iddialarını da
reddetmişlerdir. Bilimsel, felsefî, ideolojik ve estetik pratiklere ait
işlevsel kavramlar üzerinde durarak yapısalcı marksizm, güçlü bir genel söylem
teorisi geliştirmiş ve söylemin toplumsal üretimi ile kabulüne ilişkin tarihsel
bir analiz için sağlam bir teorik zemin kurmuştur. Sonuç olarak yapısalcı
marksizm, söylemsel pratiği tarihsici ya da yorumsamacı tekbenciliğe kaymadan
tarihte temellendirmeyi becermiştir.
Yapısalcı marksizm, teknolojik belirlenimciler ile
tarihsel gelişimin temel izah edici ilkesi olarak sınıf mücadelesini savunanlar
arasındaki uzun süreden beri devam eden tartışmayı geçersizleştirir. Teknoloji,
sadece sınıf mücadelesi bağlamında mevcut olduğundan ve sınıfsal güçlerle
çıkarlar yalnızca üretim ilişkileri ile üretim güçlerinin birliğinde var
olduğundan, yapısalcı marksistler, tarihsel gelişim meselesini ayrı üretim
tarzları ve bunların karşılıklı ilişkileri (eklemlenmeleri) dâhilinde tekrar formüle
ederler. Her türlü üretim tarzında üretim ilişkileri baskındır, çünkü o
mülkiyetin toplumsal ürüne bölüştürme ve verili üretim güçlerinin yeniden
üretilmesi için belli bir paya el koyma işlevidir. İki farklı üretim tarzının
her türlü eklemlenmesi daima daha üretken olanın daha az üretken olana baskın
olması ve az üretkenin çok üretken olana tabiyeti ile ilgili bir meseledir.
Elbette mülkiyet işlevini üretim tarzı dâhilinde ifa eden bireyler kendi
yönetici sınıflarını teşkil ederler ve verili eklemlenme içindeki baskın tarza
ait yönetici sınıf, bağımlı olan tarzın baskın sınıfına hükmedecektir. Özetle,
her türlü üretim tarzı dâhilinde bahis konusu edilen, esasta ilişkilerin güçler
üzerindeki hâkimiyetidir, ancak gene de teknolojik belirlenime karşı sınıf
mücadelesi meselesi tam mânâsıyla ele alınmış olmaz. İki üretim tarzına ait her
türlü eklemlenmeden söz ediliyorsa, buradaki asıl mevzu, teknolojik
belirlenimin sadece bir tarzın (ilişkilerle güçlerin tek birliği ve sınıf
mücadelesi) diğerine hükmediyor oluşudur.
Ayrıca üretim tarzı anlayışı yapısalcı marksistlere
ekonomik belirlenim ile kapitalist olmayan toplumsal formasyonların ilişkisini
gösterme imkânı verir. İlk olarak üretim ilişkileri ile güçlerini emekçiler,
teknoloji ve emekçi olmayanlar arasında hüküm süren iki toplumsal ilişki olarak
kavramsallaştıran yapısalcı marksistler, bu sayede verili bir toplumsal
formasyon dâhilindeki mülkiyetin ve üretimin ekonomik işlevlerini ayırma imkânı
bulurlar. İkinci olarak ekonomik ve ekonomik olmayan işlevleri bu işlevlerin
taşıyıcıları olan özel kurumlardan (soy ve tımar vb.) ayrıştırarak yapısalcı
marksist analiz, yalnızca kurumları ve davranış kalıplarını tarif etmekle
yetinen yöntembilimlerin göremedikleri belirlenim ilişkilerini de tespit eder.
Üçüncü olarak, sözkonusu ilişkileri ve yapılandırılmış karşılıklı ilişkiyi
belirleyen yapısalcı marksistler, verili bir zaman ve mekândaki tarihsel
tekilliğe saygı gösterirken, bir yandan da ayrı üretim tarzları çeşitliliğine
ait genel kavramlar geliştirmek suretiyle, etkileşimli ve üretken bir üslup
dâhilinde, somut araştırma ve genel teori arasındaki dengeyi bulurlar. Kısacası
üretim tarzı kavramı, klasik modernist mânâda, soyut yapısal belirlenimlerin
yerçekimi gibi gerçek olduğunu varsayar. Yerçekiminin gücü, bilindiği üzere,
sadece yol açtığı etkilerde görünebilir. Yapısalcı marksizm, sadece soyut
yapısal belirlenimlerin nesnel gerçekliği üzerinde ısrar ettiği için değil,
ayrıca bilgiyi, yani gerçekliğe ilişkin soyut kavramları bilginin nesnesinden,
yani gerçekliğin bizatihi kendisinden ayıran aşılması imkânsız uçurumu kabul
ettiği için tamı tamına modernisttir.
Sıklıkla iddia edildiğinin aksine, insanî öznelliği
karalamayan yapısalcı marksizm, onun sahip olduğu önemi daima kabul eder ve hem
öznelliğe, hem de pratiğe ait kavramların gelişimi için hatırı sayılır bir
dikkat gösterir. Yapısalcı marksistlerle onların postmodern ve neo-liberal
rakipleri arasındaki temel fark, ikinci kümedekilerin insanî öznelliği
toplumsal teorinin temeli olarak kabul etmeleri, ancak öte yandan yapısalcı
marksistlerin ve Althusser’in ise toplumsal özneler üreten toplumsal yapılarla ilişkilerin
öncelikli olduğunu düşünmeleridir. Yapısalcı marksistlerin arzusu, ilk olarak
toplumsal özneleri oluşturan yapıları ve süreçleri, sonrasında da toplumsal
öznellik, iktidar ve pratik arasındaki ilişkileri izah etmektir. Yapısalcı
marksizm, bizi toplumsal özneler kadar, toplum tarafından bize verilen
konumlara ve rollere karşı gösterdiğimiz uyumun özünde bulunan itaate dayalı
güçlerle aynı rol ve konumlara ait araçlar aracılığıyla toplumsal birer özne
hâlinde davranma kapasitemizden çıkan yetkilendirme güçleri arasındaki
gerilimler olarak da kuran farklı yollara mündemiç çelişkileri keşfeder.
Toplumsal failler akılsız robotlar değildirler; onlar kurala bağlı, ancak öte
yandan da açık uçlu ve etkileşimli planlar, söylemler ve çıkarlar sistemi
dâhilinde faaliyet yürüten yaratıcı ve karar alıcı oyunculardır. Bu sistem ya
da habitus, imkân verici-sınırlayıcı kapasiteleri faydacı okula ait
“insan”ın özgür iradesine ya da üretim ilişkilerine ait mekanik bir düşünceye
indirgenemeyen, tarihsel açıdan özgül, sınıf temelli bir yapıdır. Toplumsal
öznellik, etkililiği, yani tekil toplumsal öznelerin pratiği, tabiî ki bilgiyi
de içeren aynı yapısal güçler içinde ve arasında hüküm süren çelişkiler kadar,
açık uçlu olan yapısal güçlerin bir yoğunlaşmasıdır. Tarih bilimi, belirli bir
nesnesinin bilgisi ona ait belirli bir bilgiyi değiştirdiği ölçüde kendi
belirsizlik ilkesine sahiptir. Toplumsal öznelliğin geçişli ve geçişsiz
boyutlarını (birini diğerinin üzerine yıkmadan) idrak eden yapısalcı marksizm,
sadece geçmiş bilgimizi değil, ayrıca bugünde etkin biçimde faaliyet yürütme
kapasitemizi de geliştirir.
Birçok Batı marksizmi yanlısının aksine Althusser,
“sınıf mücadelesi tarihin motorudur” diyen o “kaba” marksist tezi savunur.
Sınıfsal sömürünün her yer ve zamanda bulunduğu tezini reddeden yapısal
marksist üretim tarzı anlayışı, var olduğu her yerde sömürüyü açığa çıkartır,
sömürünün gizlendiği sayısız biçime nüfuz eder ve meşrulaştırdığı çeşitli
türden ideolojilerin itibarını sarsar. Sınıflar mücadelesi noktasında
“ortodoks” olan yapısalcı marksizm giderek bu ortodoksluğu terk eder: esasında
o, sınıfsal birer özne olarak toplumsal öznelerin ontolojisinin yeniden
kavramsallaştırılmasıdır. Yapısalcı marksistlere göre, geleneksel sınıf
anlayışında olduğu üzere, bireyler sadece üretim ilişkileri ile aralarındaki
nesnel ilişki dolayımıyla birer sınıfsal özne meydana getirmezler, ayrıca onlar
ekonomi dışı yapılar ve ilişkilerle aralarındaki nesnel ilişki dolayımı ile
oluşan birer sınıfsal öznedirler. Her daim, hâlihazırda sahip oldukları
tarihsel varoluş koşulları aracılığıyla yapılandırılmış olması sebebiyle toplumsal
uzamı teşkil eden sayısız konum ve rol, toplumsal formasyon içindeki ekonomik
işlevlerin önceliğine uygun bir konum ve işlev belirler. Bu ilişkiler sistemini
içselleştiren ve sözkonusu konum ve rolleri işgal eden toplumsal özneler, bu
sebeple, ister istemez toplumsal sınıfların üyeleri olarak oluşturulurlar.
Konumların ve rollerin yapılandırılmış hiyerarşisi
bağlamında sınıfı izah ederek yapısalcı marksist hem sağdan, hem soldan kimi
düşmanlar edinmiştir. Soldakilere göre, bilimsel izahat noktasında kazançlı
olan böylesi bir yaklaşım mitik gücünü, ideolojik çekiciliğini ve politik
yararlılığını yitirir. Günümüzdeki sınıflar mücadelesinin tüm karmaşık yapısını
açımlayıp derinlere kök salmış kapitalist hegemonyayı ifşa eden yapısalcı
marksist analiz, soldaki hâkim politik düşünme tarzını bozan “ânlık memnuniyet”e
dayalı zihniyeti reddeder. Tabiî ki sınıf analizinin süregiden geçerliliğine
ilişkin her türlü kanıt politik sağı da tehdit eder, gelişkin ve indirgemeci
olmayan bir sınıf analizi üreterek yapısalcı marksizm, günümüz sosyal teorisi
etrafındaki antimarksist ittifakın altını oyar ve soldan firar eden birçok
kişinin gerçekleştirdiği antistalinist marksizmden kaba liberalizme geçiş
sürecini altüst eder. Sonuç olarak yapısalcı marksist sınıf anlayışı, benim
“indirgemecilik karşıtı indirgemecilik” olarak tarif ettiğim bir taktik
aracılığıyla, tarihsel araştırmadan sınıf analizini tasfiye etmeye yönelik
günümüzde ortaya konan çabaları etkisizleştirir. Kaba marksist yansımacılığın
meşru eleştirisi artık neredeyse tarihsel olayların sınıf temelli analizini
yapmak için harcanan her türlü çabanın “indirgemecilik”le mahkûm edilmesi
noktasına gelmiştir. Görünen o ki sınıf analizi yerine kaba çoğulculuğun ikame
edilişine eşlik eden izah etme kudretindeki zafiyet -ki bu, indirgemecilik
karşıtı indirgemeciliğin özüdür- arada kaynamıştır.
Bilhassa bu, iktidar aracılığıyla izahı iktidarın
izahı ile ikame eden postmodern metodolojiler için önemli bir meseledir.
Yapısalcı marksizmin, her parçası postmodern rakipleri kadar ilişkisel ve
ayrımsal olan bir iktidar anlayışı vardır. Ancak farklı “özgür” bireylere
zulmedip onlara hükmetmek için “tarih”in duygusuz akışından kendiliğinden
fışkıran ilkel enerji anlamında, hem her yerde, hem de hiçbir yerde olan bir
iktidar anlayışına sahip postmodern teorilerin aksine yapısalcı marksizm,
iktidarın sosyal yapılar hiyerarşisi içinde nasıl temellendiğini ve sınıfsal
ilişkiler tarafından nasıl üstbelirlendiğini -zorunluluk arz etmese de bu
ilişkileri doğrudan dönüştürerek sınıf iktidarının diğer tüm iktidar
çeşitliliğini nasıl sınırladığını gösterir. Ayrıca yapısalcı marksist analiz,
ekonomik ilişkilerden ayrışmış ve halkçı demokratik nitelikteki kapitalist
devlet içinde bile sınıf iktidarının biçimsel anlamda nasıl “yoğunlaştığını”
açıklar. Yapısalcı marksizm, kapitalist üretim tarzı dâhilinde, öncelikli işlevi
yönetici sınıfın hegemonyasını örgütleyip sınıfsal sömürünün verili
ilişkilerini yeniden üretmek olan halkçı-demokratik devletin zorunlu olarak bir
sınıfsal devlet olduğunu ortaya koyar.
Robert Paul Resch
[Kaynak: Althusser and The Renewal of
Marxist Social Theory, University of California Press, 1992, s. 22-29.]
0 Yorum:
Yorum Gönder