Yeni
bir Soğuk Savaş demleniyor. Afrika kıtası da bu savaşın merkez üssü olacak.
Çin’in herkesi etkileyen, ekonomik süper güç olarak yaşadığı yükseliş ve
Rusya’nın güçlü bir askerî rakip olarak yeniden sahneye çıkışı ile birlikte ABD
hükümeti Afrika’ya giderek daha fazla dikkat kesiliyor.
Ulusal
Savunma Stratejisi, söz konusu gerçeği teyit eden, okuyanları tedirgin eden bir
belge. Robert Borosage, Andrew Backevich ve başka isimlerin de dile getirdiği
üzere, belge, herhangi bir strateji önermese de terörizmle mücadele adına ABD
ordusunun varlık sahasını genişletmekle alakalı bahanelerin yeniden
dillendirilmesinden başka bir şey özelliğe sahip değil. Dolayısıyla belge,
daimi savaş hâli için önerilmiş bir reçeteden ibaret.
“Teröre
karşı savaş” denilen olgu, son 17 yıla damgasını vurdu ve mevcut sorunların
daha da ağırlaşmasına katkı sunmaktan başka bir işe de yaramadı. Bu savaş, yeni
militan örgütlerin ortaya çıkmasına neden oldu, eskilerini diriltti ve
terörizmin ABD’nin askerî mânâda genişleme pratiği ile el ele gelişme kaydeden
küresel bir olgu hâline gelmesini sağladı.
Catherine
Besteman ve Stephanie Savell, konuyla ilgili şu tespiti yapıyor: “ABD ordusunun
hedefi hâline gelmesi ardından Somali’deki Şabab ve Mağrip’teki El-Kaide
pratiği türünden isyancı gruplar, bölge genelinde ciddi operasyonlara girişecek
düzeye geldiler.” Yazarlar, Brown’s Üniversitesi Watson Uluslararası İlişkiler
ve Kamu İşleri Enstitüsü’nde yürütülen Savaşın Maliyetleri Projesi dâhilinde
yayınlanmış yeni bir haritadan bahsediyorlar.
Haritaya
göre, ABD 76 ülkede savaş yürütüyor ki bu rakam, dünyadaki tüm ülkelerin yüzde
kırkına denk düşüyor. Aynı zamanda 2001’den beri söz konusu savaş yüzünden
milyonlarca masum sivil katledildi.
Yeni
Ulusal Savunma Stratejisi belgesi, daha fazla savaş vaat ediyor ve bu noktada
artık yürürlükten kaldırılmış olan Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nde
kullanılan, yıkımı esas alan politik dile benzer bir dile başvuruyor. Adı geçen
yeni muhafazakâr örgütün stratejisinin amacı, Amerika’nın Irak savaşlarına ve
başka savaşlara mal olan, dünya genelindeki liderliğini yeniden tesis
edebilmek.
Pentagon’un
son planı, ayrıca ABD ordusunun müdahalesini talep ediyor ve bu müdahaleyi
sadece terörle mücadele değil, ayrıca raporda dünyayı tehdit eden “revizyonist
güçler” olarak tarif edilen Çin ve Rusya’yı sahadan kovma çabası üzerinden
gerekçelendiriliyor.
Raporun
iddiasına göre, Çin ve Rusya, “dünyayı kendi otoriter modellerine uygun bir
hâle sokmak, bu amaçla diğer uluslar karşısında veto yetkisi kazanmak istiyor.”
Esasında
ABD stratejisinin ardındaki ana motif, süper güçler arasında sürmekte olan
mücadele. ABD, terörü uluslararası hukuk zeminini çökertmek ve dünya
meselelerine müdahale etmek için bir bahane olarak kullanıyor.
Yeni
stratejiye göre, ABD’nin Afrika ile ilişkileri, Afrika’daki ulusların
egemenliğine veya haklarına saygı üzerine kurulmayacak. Bilâkis Avrupa ve
Ortadoğu’daki güçlüklere katkı sunan ve ABD’nin çıkarlarını riske sokan önemli
terör tehditlerine odaklanıyor.
ABD’nin
Afrika ile ilişkisini tarif ederken kullandığı terminoloji, gayet rahatsız
edici. ABD, Afrika’yı şiddeti, suç dünyasını, insan kaçakçılığını ve terörizmi
besleyen zemini güçlendiren ana unsur olarak görüyor.
Afrika’yla
Alakalı Tahrifatlar
Afrika
ile ilgili genellemeler ve onu yanlış biçimde tanımlama girişimleri, hep
karşılaştığımız olgular. Bu tür çabalar, yüzlerce yıldır Batı’nın kıtaya
yönelik olarak uyguladığı şiddeti meşrulaştırmak ve izah etmek için
kullanıldılar. ABD’nin Afrika’ya dair algısı, bu konuda asla bir istisnayı
teşkil etmiyor.
Yakın
zamana kadar ABD, kendisini Afrika’nın kurtarıcısı ve savunucusu olarak takdim
ediyordu. Bugünse ABD’deki liberal medya bile kıtaya gerektiği şekilde müdahil
olunmadığı gerekçesiyle hükümeti azarlıyor.
Steven
A. Cook, “Afrika Burnu’nda Savaş Eli Kulağında mı? Batı Bile Bu Gerçeği Nihayet
Görecek mi?” başlıklı yazısında Amerika’nın kıtaya müdahale etmesini istiyor ve
bu noktada Trump idaresini Afrika Burnu’nu dış siyasetin ana önceliği hâline
getirmemekle, buna bağlı olarak mevcut boşluğun Putin tarafından doldurulmasına
izin vermekle suçluyor.
ABD’nin
Afrika’ya müdahalelerine baktığımızda iki olgu çıkıyor karşımıza: ABD, zaten
Afrika’da ve onun kıtaya müdahalesi kıtadaki çatışmaları sonlandırmak şöyle
dursun, onları daha da alevlendiriyor.
Esasında
zaten Afrika genelinde hiç de gizli olmayan, gayet gerçek bir savaş sürüyor ve
ABD, canlanma imkânı bulmuş olan Rusya ve yükselen Çin bu savaşın içinde.
Savaş, muhtemelen kıtanın geleceğini, aynı zamanda onun dünyaya dair görüşünü
tanımlayacak.
Aslında
yaşanan sorun, Trump’ın iktidara gelmesinden yaklaşık on yıl öncesinde zuhur
etmişti.
2007’de
ABD “terörle mücadele” bahanesiyle kıtada bir dizi askerî operasyona imza attı.
Bu operasyonların amacı, Birleşik Devletler Afrika Komutanlığı’nı (AFRICOM)
kurmaktı. Yaklaşık yarım milyar dolarlık bir bütçeyle yola koyulan AFRICOM,
Afrika ülkeleriyle diplomasi ve yardım başlıkları üzerinden ilişkiler kurmak
amacıyla tesis edilmişti. Ancak son on yıl içerisinde AFRICOM, askerî
harekâtlar ve müdahaleler için kullanılacak bir merkezî komutanlığa dönüştü.
Bu
şiddet pratiği üzerine kurulu rol, Trump hükümetinin ilk yılında hızla
yoğunlaştı. ABD, Afrika’da “terörle mücadele” adı altında, gizli bir savaş
yürütüyor.
VICE
News’in özel araştırmasına göre, ABD askerleri her yıl Afrika genelinde 3.500
kadar tatbikata ve çatışma pratiğine imza atıyor. Ana akım medya ise bu savaşı
hiç irdelemiyor, bu sayede ordu, kıtadaki 54 ülkeden herhangi birisini canı
istediği vakit istikrarsızlaştırmak konusunda ciddi bir fırsat ve imkân
buluyor.
VICE’ın
raporuna göre “AFRICOM kurulalı on yıl bile geçmedi fakat bu süre zarfında
3.500 sayısı yüzde 1.900 oranında arttı ve ABD ordusu kıta genelindeki faaliyet
alanı daha da genişledi.”
4
Ekim’de Nijer’de ABD Özel Kuvvetleri’nden dört askerin ölümü üzerine James
Mattis, Senato bünyesinde kurulmuş olan bir komiteye gayet kaygı verici bir
açıklamada bulundu: Mattis’e göre, ABD Afrika’daki askerî faaliyetlerini
arttırdıkça bu rakamlar da artacaktı.
Önceki
iki hükümet döneminde karşılaştığımız diğer savunma yetkilileri gibi Mattis de
ABD’nin askerî müdahalelerini “terörle mücadele” gayretlerinin bir parçası
olarak görüyor ve onları buradan meşrulaştırıyor. Asıl amaçsa, ekonomik açıdan
büyük bir potansiyele sahip olan kıtayı sömürmek.
“Yeni
Sömürgecilik”
Afrika
için eskiden beri mücadele ediliyor. Sömürgeciler arasındaki bu mücadele
küresel güçler tarafından yeniden keşfediliyor. Bu güçler, kıtanın ekonomik
zenginliğinin kapsamını iyi biliyorlar.
Afrika’yı
ele geçirmek için Çin, Hindistan ve Rusya da kendince bir yaklaşım benimsiyor.
ABD ise daha çok askerî seçeneğe yaslanıyor. Böylelikle birçok ülkeye zarar
veriyor ve onları istikrarsızlaştırıyor. Mali’de 2012’de yapılan darbe ABD’de
eğitim görmüş olan Yüzbaşı Amadou Haya Sanogo’nun işiydi. Bu darbe, ABD’nin
faaliyetlerine dair örneklerden sadece biri.
2013’teki
bir konuşmasında o vakitler dışişleri bakanı olan Hillary Clinton, “Afrika’da
yeni bir sömürgeciliğin sahaya girmekte olduğunu, onun kıtanın doğal
kaynaklarını alacağını, liderlerini parayla satın alıp gerisin geri yurduna
döneceğini” söylemişti. Clinton’ın aklındaki ülke Çin’di.
Çin’in
Afrika’ya giderek daha fazla müdahil olduğunu herkes biliyor. Pekin’in
uygulamalarının da haksız olduğunu söylemek mümkün pekâlâ. Fakat Çin’in Afrika
siyaseti, ABD’ninkinden daha sivil ve daha çok ticaret odaklı.
2013
tarihli Birleşmiş Milletler Haberleri raporuna göre, Çin-Afrika ticaretine ait
rakamlardaki artış nefes kesici zira ticaretin yıllık hacmi 2000’de 10,5 milyar
dolarken 2011’de 166 milyar dolara çıkmış. O günden beri ticaret aynı hızda
artmaya devam etmiş.
Çin’in
2009’da Afrika’nın en büyük ticarî ortağı olma noktasında ABD’yi geride
bırakmasına şaşırmamak gerek.
Clinton’ın
konuşmasında bahsini ettiği gerçek sömürgecilik asında ABD’nin Afrika’ya
yönelik algı ve tavrında işliyor. Bu ifade Trump’ın kelimelerinde de karşılık
buluyor.
Geçen
Eylül ayında BM’de dokuz Afrika lideriyle yediği öğle yemeği esnasında Trump
Batılı liderlerin Afrika’ya yönelik olarak yüzlerce yıldır benimsediği
sömürgeci yaklaşımdan ilham alan bir akılla konuşuyordu.
BM
genel kurulu öncesi Afrikalı liderlerle yaptığı sohbette Trump, kafasından
uydurduğu bir ülkeden bahsetti. “Nambiya” isimli bu ülkenin sağlık sisteminin
geliştiğini söyleyen Trump, Afrika ülkelerine zengin olmak için giden
dostlarını övdü ve “onları tebrik ediyorum, çok fazla para harcıyorlar” dedi.
Ertesi
ay Trump, ülkesinin terörle mücadeledeki önemli ortaklarından olan Çad’ı
yurttaşları ABD’ye girişi yasaklanan ülkeler listesine aldı.
Afrika’da
çoğunluğu Müslüman olan 22 ülke var. ABD hükümeti, Afrika’da diplomasiyi esas
alan bir yaklaşımı değil, askerî yolu temel alıyor.
ABD
ordusu, kapsamlı bir siyaset yaklaşımının parçası olmaktan çıkıyor. ABD’nin
ticaret ve politik rakipler gibi sorunlar konusunda sadece askerî çözüme bel
bağlaması istikrarsızlığı tetikliyor ve bu gelişme herkeste paniğe neden
oluyor.
Rusya
ise Afrika ile farklı bir stratejik ilişki kuruyor. Kıtayla eskiden kurulmuş
olan yoldaşlık ilişkilerini yeniden kurmaya çalışan Rusya, kıtanın kalkınması
ve Afrika ülkeleri lehine ticaret şartları üzerinden ilişki kurmaya çalışan
Çin’in adımlarını takip ediyor.
Fakat
Çin’den farklı olarak Rusya, silâh ihracatını da içeren, kapsamlı bir ajandaya
sahip. Rus silâhları, kıtanın birçok yerinde ABD silâhlarının yerini alıyor.
Moskova açısından Afrika, Rusya’nın BM’deki konumunu güçlendirecek politik bir
ortak olarak muazzam bir potansiyele sahip.
Rusya’nın
kıtadaki etki sahasının genişlediğini gören ABD, askerî strateji ve çok az da
diplomasi ile cevap veriyor gelişmelere. ABD’nin kıtada yürüttüğü ufak tefek
savaşlar ileride Afrika’yı şiddet ve yozlaşma çukuruna itecek. Washington
açısından hayırlı olan bu gelişme milyonlarca insanı sefalete sürükleyecek.
Remzi Barud
29 Ocak 2018
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder