Hikmet Kıvılcımlı’nın “Cumhuriyetin varolma sebebi,
saltanatın, yani doğu gericiliğinin ve emperyalizmin yani batı gericiliğinin
yok edilmesi idi” tespiti, tümüyle bir vehimden ibarettir ve yanlıştır. Bu
yanlış, duruma dair bir politik manevranın tezahürüdür.
Esasen doğu gericiliği “devlet”te; batı gericiliği
“sivil toplum”da mündemiçtir ve sürmektedir. Devleti karşıya, sivil toplumu
yanına alan her girişim, liberalleşmek zorundadır. Tersten, devleti yanına,
sivil toplumu karşıya atan her adım, muhafazakâr sağ bir yönelimdir. Devlet ve
sivil toplum ayrımı, iktidarın beslendiği önemli bir kaynaktır.
* * *
İsrail devleti, kendisine dair bir Yahudi kurgusu inşa
ederek yürümeye mecburdur. Bu Yahudi inşa edildikten sonra devlet, o Yahudi’nin
varolma sebebi olarak kendisini meşrulaştıracaktır. Yahudi, ancak İsrail
devleti varsa vardır.
Dolayısıyla, “Cumhuriyet meşrudur nokta” diyen birisi,
esas olarak burjuva hukukunun sınırları dâhilinde düşünüp hareket ettiğini
söylemiş olmaktadır. Zira “meşru” “şeriata”, yani “hukuka uygun” demektir.
Buradaki uygunluk, burjuvaların emri gereğidir. Bu lafı edenler, varlığını
efendilere armağan etmiş demektir.
Toplumu kuran emperyalizm; devleti kuran “doğu
gericiliği” ise eğer, bunların ikisine de ihtiyaç duyan mülkiyet-rekabet
ilişkilerini karşıya atmak gerekir. Devletin “bensiz bir hiçsiniz” dediği kesimleri,
günbegün inşa etmesi icap eder. Tıpkı Siyonizm gibi, devletin bu topraklardaki
ideolojisi, bellidir.
Gene tıpkı Siyonizmin Yahudilikle alakası olmadığı
gibi, Türklüğün Türk’le ve İslamîliğin de İslam’la bir alakası yoktur. Saltanat
ve emperyalizm iç içe bu unsurları yoğurmakta, belirli kesimleri Türk ve
Müslüman düşmanı olarak yetiştirip sahaya sürmektedir. Dost da düşman da aynı
odağın mahsulüdür.
Bu mânâda ülkede Kürd’ün eleştirisi ile yetinmek
mümkün değildir. Sırf başarıya ve güce aldanmak gerekmiyorsa, Müslüman’ın da
eleştirisi güncellenmek zorundadır. Müslüman’ın itirazı, önceden sonraya,
diyalektik maddî gerçeklik içerisinden idrak edilmelidir.
* * *
Fransa parlamentosunda bizdeki gibi ülke dışında
yaşayan vatandaşlara tahsis edilmiş belirli bir milletvekili kontenjanı vardır.
Bu kontenjan için oy kullanacaklar, Latin Avrupa ülkelerinde ikamet ediyor
olmalıdır. Fransa’daki seçim hukukuna göre Türkiye, bu Latin Avrupa
kategorisine girmektedir. Bizim solumuzun siyasete ve siyasette Fransız olmasının
sebebini biraz burada aramak gerekir.
Devletin gerici, ortaçağ karanlığından çıkmış, yobaz
bir çete eliyle yönetildiğine ikna olmak kolaydır. Zor olan, o çetenin geçmiş
çetelerle ilişkisini açığa çıkarmak, devletin inşa edemediği Türk ve Müslüman
içerisinden bir direnç hattı bulmak, yoksa kurmaktır. Artık herkes kolayı
seçmiş, devletin reorganizasyonu dâhilinde kendisine biçilen role uygun kıvama
gelmiştir. Baskının, zorun edebiyatı, bir futbol maçından bile mağduriyet
üretecek düzeye kadar gerilemiştir. Zira baskı ve zor kimsenin umurunda
değildir. Varlık onların varlığına armağandır.
* * *
“Bir Yahudi devleti olarak varolma hakkı”nı ülke
içerisine ve dışına dayatan İsrail ile Türkiye arasındaki mesafe çok dardır.
Kendisini Ortadoğu’nun tek modern, ilerici, özgürlükçü diyarı olarak pazarlayan
İsrail’in gücünün yetmediği yerde Türkiye devreye girmektedir. Çölün
ortasındaki bu vahada ilerici olmak, apolitizmdir. Yaşanan onca savaşa, dökülen
onca kana ve gözyaşına sessiz kalınmasının sebebi bu apolitizmdir.
Mesele, sömürüye ve zulme karşı mücadelede yoldaşlar
bulabilmek, yoksa inşa edebilmektir. Bu inşa, batıdan alınmış modeller,
ilkeler, benzerlikler veya paralellikler üzerinden gerçekleşmeyecektir. Bu
türden arayışlar, her daim siyaset dışıdır. Sürekli kılınmak istendiğinde,
“doğunun” ya da “batının gericiliği”ne eklemlenilecektir.
Solun bir kesimi, cumhuriyetin inşa ettiği “halk”tan
memnundur, bir kesimi de kurduğu devlete hasetle yaklaşmakta, pay istemektedir.
Rum, Ermeni ile ilgili edebiyat, biraz da onlardaki zenginliğin, mal-servet
birikiminin Batı ile ilişkide daha hayırlı olacağının düşünülmesi ile
alakalıdır. Yoksa kimsenin onlardaki mazlumiyetle bir ilişkisi yoktur. Kürd’e
verilen kerhen destek de sivil toplumcu, liberal bir mızırdanmadan ibarettir.
* * *
Son günlerin Cumhuriyet övgüsü, onca iddiasına karşın,
halka kördür. Devletin inşa ettiği, kurduğu “halk” mitosu önünde secde
edilmektedir. O “halk”ın gerçek halkla, Türk’le ve Müslüman’la alakası
bulunmamaktadır. “Halk” dedikleri, birkaç makam, birkaç mevki, birkaç da
emeklilik ikramiyesidir. Oradan mazlumların kolektif geleceğine dair bir şey
çıkmaz.
Yüksek siyasetin serin koridorlarında dolaşmayı
sevenler, ya halktan tiksiniyordur ya korkuyordur ya da ondan kaçıyordur.
Halkın kavgasına sırtını dönenler, kavgayı halklaştıramazlar. Cumhuriyet
övgüsü, halka dair değildir. Bitmiş tamamlanmış, zaten yaşanmış bir hikâyenin
efsaneleştirilmesidir. O hikâyede her şey, bir avuç azınlığın iktidarına göre
kaleme alınmıştır. Övme ve yüceltme, aşağının aşağılanması gereğidir.
Eren Balkır
29 Ekim 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder