Ama Asla Devletin Yanında Olmayız
Pazartesi günü Abbasiye tutsakları ile dayanışmak
amacıyla yapılan yürüyüş esnasında Kahire Üniversitesi’nden tanıdığım, Savunma
Bakanlığı önündeki oturma eylemi süresince sahra hastanesi doktorları arasında
görev alan tıp öğrencisi genç bir yoldaşım bana yaklaştı ve nikap giymiş Selefî
bir kadının hikâyesini anlattı. Kadın, oturma eylemi esnasında bir yandan
elindeki Devrimci Sosyalistler’in kızıl bayrağını tutup öpüyor, bir yandan da
“Sizi daha önce tanımadığım için bağışlayın beni” diyormuş.
Ben de bu hikâyeyi anlatan yoldaşıma başka bir
yoldaşın hikâyesini anlattım. Oturma eylemine girerken bu yoldaşın üzeri bir
Selefî şeyh tarafından aranmış. Şeyh, öğrencinin çantasında Devrimci
Sosyalistler’in kızıl bayrağını, Marksist kitapları ve “Sosyalist” (İştirakî) gazetesini bulduğu vakit ona
“gel içeri evlat, Allah seninle olsun!” demiş.
Bunlar Savunma Bakanlığı önünde gerçekleştirilen
oturma eyleminde yaşanmış çok sayıda hikâyeden sadece ikisi. Söz konusu oturma
eylemi bir hafta sürdü, eylem esnasında eylemcilere bıçaklarla, kılıçlarla,
ateşli silâhlarla ve makineli tüfeklerle saldırıldı. Ordu yanlısı sivil giyimli
eşkıyaların da içinde olduğu bu saldırı sonucu eylem askerî polisin ve orduya
mensup özel kuvvetlerin baskıları ile birlikte ertelenmek zorunda kaldı. Eylem,
yüzlerce kişinin tutuklanması ve işkence görmesi ile sonuçlandı.
Oturma eylemi, cumhurbaşkanlığı adaylığından
çıkartılan, Selefîlerin cumhurbaşkanı adayı Hazım Ebu İsmail’i destekleyen bir
grup tarafından başlatıldı. Grup, 27 Nisan Cuma gecesi Savunma Bakanlığı’na
yürüdü ve adaylığın iptali ile suçladıkları Cumhurbaşkanlığı Seçim Komitesi’nin
dağıtılması yönünde çağrıda bulunmak amacıyla oturma eylemi başlattı. Ancak
Silâhlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin (SKYK) kontrolü altında bulunan komite,
politik spektrumun tüm tonlarına ait devrimcilerin de gazabına uğradı.
Avrupa’da İslamofobinin endişe verici yükselişini
dikkate aldığımızda, oturma eylemi süresince Mısır’daki Twitter mahfillerinde
liberallerin ve solcuların verdiği tepkilerin de iğrenç bir seyir izleyerek söz
konusu İslamofobiyi aratmayacak bir içerik sergilediğini söylemek lâzım.
Bir de İslamcı olan her şeyin karşısında duran,
sakallı ve nikaplı herkesten vebalı gibi kaçan bir kısım insan var. Bunların
konumları tarafsızlık olarak biçimleniyor, sanki İslamcılarla ordu arasındaki
kavga başka bir gezegende cereyan ediyor. Ya da bu kesim, ordu ve İslamcıların
birbirlerini bitirmeleri için dua edip duruyor. Hatta bazıları ordunun
İslamcıları ezmesini istiyorlar.
Tabii bir de her zamanki gibi “bizim zamanımız
değil” korosu var. Bunlar, polis ve orduyla yapılan çatışmalarda ortaya çıkıp
“çatışmanın zamanı değil, bizim başka önemli meselelerimiz var” diyorlar.
Genelde bu “önemli meseleler” de seçimler ya da politik süreçteki SKYK destekli
başka bir yol işareti oluyor.
Ancak “İslamcılar” birleşik, homojen bir blok değil.
Burada farklı arka planlara sahip, farklı bölgelerde yaşayan, Müslüman
Kardeşler ya da muhtelif Selefî gruplara mensup milyonlarca Mısırlıdan söz
ediyoruz. Tüm “Selefîler”i aynı sepete atmak yanlış. Mübarek yanlısı konum
almış tüm şöhretli Selefî şeyhlerine karşın Ocak 2011’de cereyan eden
ayaklanmada yer alan genç Selefîleri hatırlamak gerek bu noktada. 2007’den
itibaren gerçekleştirilen grevlerde rastladığım birçok işçi, göbeklerine kadar
uzamış sakallarıyla Selefî şeyhlerin müritleriydiler. Bu şeyhler grev ve
gösterileri yasaklamış olmalarına karşın, fukara müritleri farklı bir yöne
yöneldiler. Bugün de Selefî hareket parçalanmış durumda, destekçilerini
sahiplenemez bir duruma düşen Ebu İsmail’in sönük performansı da onun
siyasetinin kriz içerisinde olduğunu gösteriyor ve kitleler içinde hayal
kırıklığına yol açıyor. Bu noktada devrimin safına katılabilecek, gidişata
eleştirel yaklaşan bir kitle yok mu ortada? Elbette var ve devrimci
sosyalistler de becerileri ve politik ağırlıkları ölçüsünde bu tabanı etkileme
noktasında üzerine düşen rolü oynamak zorunda.
Müslüman Kardeşler’in, üyeleri Yüksek Rehberlik’in
talimatlarını körü körüne takip eden, demir yumrukla yönetilen bir örgüt olduğu
anlayışından daha saçma bir anlayış yok. Örgüt, sınıf ve nesil düzleminde uzun
yıllardır hiziplere ve bölünmelere maruz kalmış. Şubat 2011 sonrası tüm bir yıl
süresince seferber olmaktan kaçınmasına karşın, grubun sahip olduğu çizgiye
muhalif biçimde, çatışmalara ya da gösterilere katılan genç İhvan üyelerine
rastlamadığınız tek bir gösteri olmadı. Şahsen ben bu yönde sayısız olaya tanık
olmuşumdur.
Tüm bu yaşananların ortasında bir devrimci
sosyalist olarak ne yapılmalı? Bir yandan İhvan liderliğinin ikiyüzlülüğü ve
karşı-devrimci siyaseti ifşa edilmeli bir yandan da İhvan içinde ve dışındaki
gençliği etkileme yönünde adımlar atılmalıdır. İhvan içinde devrim yanlısı
kesimler devrimci saflara, hatta mümkünse sosyalist politikaya kazanılmalıdır
ki bu da benim giderek artan ölçüde tanık olduğum bir gelişmedir. Bu ise birçok
solcu gibi Twitter başında oturarak ya da İhvancılar konusunda sızlanıp durarak
gerçekleşmez. Bu, ancak onların örgütlediği eylemler zemininde fiziken var
olarak, genç üyelerle sürekli tartışıp münazara ederek mümkündür. Ayrıca
devletle bir kavga koptuğu vakit geri çekilip “Allah onların hepsini yaksın”
denmemeli, onları saflarına dâhil olunmalıdır. Ancak bu adımları atarken kendi
örgütsel bağımsızlığınızı muhafaza etmeli, kızıl bayrağınız altında dövüşmeli
ve kendi marşlarınızı söylemelisiniz.
Savunma Bakanlığı önündeki oturma eylemi devrim
için ileriye atılmış bir adımı temsil eder, gerilemeyi değil. Ordunun saldırıp
birçok yoldaşı tutuklaması ve onlara işkence etmiş olmasına rağmen bu böyledir.
Kavgayı yeni bir aşamaya taşımış bulunuyoruz, tabuları yıkıyoruz, artık
karşı-devrimin karargâhları önünde oturma eylemleri ve doğrudan eylemler
gerçekleştiriyoruz. Öte yandan da Selefî hareketin en devrimci kanadı ile temas
kuruyor, onların saygısını kazanıyoruz. Selam olsun oturma eyleminde ve ordunun
saldırısına karşı direnişte yer almış tüm yoldaşların cesaretine…
Tüm Devrimci Sosyalist
eylemciler ve sempatizanları bugün itibarıyla hapisten çıktı ama yüzlerce
İslamcı, bağımsız eylemci ve sıradan yurttaş hâlâ tutsak ve askerî zulme maruz
kalıyor. Onların yanında olmak ve hür olmalarını sağlamak adına elimizden
gelenin en iyisini yapmak zorundayız. SKYK’ye karşı örgütlenmeye devam edeceğiz
ve bu kavgaya iştirak etmeyi arzulayan İslamcı kadrolara ulaşma konusunda her
zamankinden daha fazla istekli olacağız. İslamcı hareket içindeki kutuplaşma,
İslamcı liderlerin SKYK ile her uzlaştığı ânda ve her ihanetlerinde daha da
artacaktır. Devletle her yüzleşme, daha da önemlisi, giderek yükselen grev
dalgası, bu kutuplaşmayı derinleştirecek, devrimci sol, hayal kırıklığına
uğramış gençlik için bir alternatif sunabilecektir. Ancak her hâlükârda
örgütsel bağımsızlığın korunması konusunda yeterince ihtiyatlı olunmalı, kendi
bayraklarımız altında yürünmeli, kendi yazınımıza başvurulmalı, herhangi bir
tavizd bulunulmamalıdır. Bazen İslamcıların yanında oluruz ama asla devletin
yanında olmayız.
Hüsam Hamalavi
0 Yorum:
Yorum Gönder