07 Ocak 2012

,

Sünni-Şii Savaşları



Mısır’ın doğusundaki üç Arap ülkesinde, Suriye, Bahreyn ve Yemen’de protestocular geçen yıl süresince hükümetlerine karşı meydan okudular ama onları devirmeyi başaramadılar. Ortak noktalara sahip olunmasına karşın yaşanan bu başarısızlıkların nedenleri çok farklı. Bu devletlerin her birinde protestocular yönetici elitin reforme edilmesi ya da devrilmesi durumunda halkın önemli bir bölümünün de çok şey kaybedecekleri gerçeğine bağlı olarak, hüsrana uğradılar.

Suriye’de ve Bahreyn’de dinî kimlik mevcut iktidarlara dönük sadakati izah etmeye katkı sunuyor. Bahreyn’deki protestocular, programlarının seküler ve demokratik olduğu konusunda ısrar ediyor olabilirler ama herkes biliyor ki halkın nabzı âdil bir biçimde yoklandığı vakit Sünni azınlık yerine iktidara çoğunluk olan Şia’nın geçmesi ile sonuçlanacak devrimci bir değişim de tetiklenmiş olacak. Aynı şekilde Suriye’de de demokrasi sonucu halkın dörtte üçünü teşkil eden Sünniler, devleti yöneten ve Şiiliğin heterodoks bir kolu olan Alevîlerin yerini alacak.

Bu, her iki ülkedeki göstericilerin gizli bir mezhepçi ajandası olduğu anlamına gelmiyor. Basit anlamda politik ayrışmalar hâlihazırda mezhepçi çizgiler boyunca gerçekleşiyor. Bahreyn’deki güvenlik güçleri neredeyse tümüyle Sünni. Geçen yılın ardından mezhebî nefret de tüm çıplaklığı ile ortaya çıkıyor.

Baskıların tavan yaptığı Bahreyn’de hükümet Şii camilerinin planlarının izinsiz olduğunu birden fark edip bu camileri yıktı. Tunus ve Mısır’ın aksine, Suriye ve Bahreyn’deki yönetici elitin mezhebî tekbiçimliliğine bağlı olarak, üst devlet görevlilerinin kendi iktidarları ve imtiyazlarını muhafaza etmek amacıyla halk desteği bulunmayan bir rejimi terk etmeleri imkânsız. Suriye’de Alevîler, başkan Esad kaybettiği takdirde kendilerinin de kaybedeceklerine inanıyorlar.

Şii ve Sünni ayrışmasının başka ciddi görünümleri de var. Bu iki İslamî geleneğin arasındaki mücadele, 16. ve 17. yüzyılda Avrupa’daki Romalı Katoliklerle Protestanlar arasındaki mücadeleye benziyor. Söz konusu mücadelenin 1979 İran Devrimi ile ciddi anlamda yoğunlaştığı görülüyor. 1980-88 İran-Irak Savaşı ve Irak’taki 2006-7’de gerçekleşen Şii-Sünni iç savaşı iki mezhep arasındaki nefreti derinleştirdi. Elbette mesele daha çok Irak’ta Saddam Hüseyin’in, Suriye’de Esad kabilesinin ve Bahreyn’de Halife hanedanlığının mezhep kartını oynaması ve kendi dindar destekçilerinden dayanışma talep etmesi. Hatırladığım kadarıyla ta 1991’de Saddam Hüseyin Şii asiler tarafından linç edildikleri Necef’ten Baasçı memurların sakatlanmış bedenlerini getirmiş, önceden rejime karşı çıkan Bağdat’taki Sünni dostları ile bu olayı “terör” olarak nitelemiş, onlara Saddam devrildiği takdirde kendilerinin de aynı kaderle baş başa kalacakları hatırlatılmıştı.

Sünni-Şii husumeti, Arap Baharı’nın Kuzey Afrika’da başarılı olurken neden Mısır’ın doğusunda başarı elde edemediğini de izah ediyor. Her iki taraf da dinden ilham alan Suudi Arabistan ve İran gibi devletlerin liderliği altında. Her iki devlet de bölgede son otuz yıldır üstünlük sağlamak için ciddi bir mücadele içinde. Savaşla burun buruna gelmiş bu rejimler ve onların isyankâr düşmanları otomatik olarak kimi müttefikler ediniyor. Esad hükümeti tecrit edilmeli ama bu tecrit devrilmeden önce Kaddafi’ye tatbik edilen tecrit derecesinde olmamalı. İran da Arap dünyasındaki iktidarda olan tüm hayati öneme sahip müttefiklerini muhafaza etmek için elinden gelen her şeyi yapacak. Aynı sebeple İran’ın birçok düşmanı da Şam’daki rejimi değiştirerek onu zayıflatma konusunda kararlı.

Sünni-Şii ayrışmasını derinleştiren bölgesel husumetler, ortak kabul gören ifade ile, Arap Baharı denilen demokratik protesto hareketinin bileşenlerini uzun soluklu bir krize sürüklüyor. Körfez ülkelerinden birinin bir bakanının kehanetine göre, “2012 Ortadoğu’nun en istikrarsız yılı olacak” gibi görünüyor. Bakanın öngörüsüne göre, neredeyse tüm Arap devletlerinde, kazananın olmayacağı bir şiddet ortamı oluşmakta. Suriye ve Yemen iç savaşın eşiğinde, Bahreyn bölgedeki diğer devletleri etkileyen bir hengâmenin içinde bölünmüş durumda. Örneğin Irak’ın İslamcı Şii hükümetinin son birkaç haftadır Bağdat’ta Iraklı Sünni liderlere vurmasının nedeni, Şam’da iktidara kendisine düşman bir Sünni rejimin gelme ihtimali. Politik Şii eliti, iktidar üzerindeki kontrollerini daha da güçlendirmek istiyor.

Aradan geçen on ayın ardından Yemen’e bakalım. Protestocular başkent Sana’da hâlâ kamp kuruyorlar ve birçoğu hükümet güçlerince katlediliyor ya da yaralanıyor. Başkan Salih, Haziran’da kendisini neredeyse öldürecek olan o bombalı saldırı yüzünden aldığı yaraları iyileştirmek için ABD’ye gitme ihtimali varken, şaşırtıcı biçimde Suudi Arabistan’daki bir hastaneye gidiyor. Bu gelişme, ayaklanmanın zafer hanesine yazılamıyor, zira onun yerine iktidara oğlu Cumhuriyet Muhafızları komutanı Ahmed Salih geçiyor. Sokaklardaki göstericiler, Birinci Zırhlı Tümen’in komutanı General Ali Muhsin Ahmar ile kabile lideri ve milyoner bir müteşebbis olan Hamid Ahmar (aralarında akrabalık ilişkisi yok) gibi Yemen’deki müesses nizamın şüpheli kimi üyeleri eliyle bir o yana bir bu yana çekiştirilip duruyor. Her iki isme sadık olan birlikler ve savaşçılar protestocuları muhafaza ediyorlar. Tepedeki bu türden ayrışmalar yeni değil. Wikileaks’in sızdırdığı ABD büyükelçiliği kayıtlarına göre, General Ahmar 2009’da Yemen’in kuzeyindeki Şii Husilerle savaşırken, kendi hükümeti general için karargâha dönüştürülmüş binanın asilerle mücadele eden Suudi uçakları tarafından vurulmasını emrediyor.

Suriye’de ve daha az ölçüde Bahreyn’de hüsrana uğramış muhalefetin zaman içinde şiddete yönelme tehlikesi mevcut. Bahreyn’de Şiiler, sadece haklarından mahrum bırakılmadıklarını ayrıca kendilerinin sosyal ve ekonomik bir ayrımcılığın kurbanları olduklarını söylüyorlar. Muhalefet liderleri, bazı militanların monarşiye karşı şiddete başvurmalarının şaşırtıcı olmayacağını ifade ediyorlar.

Suriye’de muhalefet, Beşar Esad ve Baasçı hükümetten kurtulmak için etkin bir stratejiye sahip değil. Gösterilere ve propagandaya devam edebilirler ama Şam’daki rejimin çekirdek unsurlarını tanıyanlara göre, bu kesim, iktidarı elde tutma konusunda gayet açık bir güven içinde. Ülke içindeki ve dışındaki tüm muhalefet parçalı ve bölünmüş bir durumda. Libya’daki gibi, kendisini geçici hükümet olarak takdim eden bir yapı da yok ortada. Suriye güvenlik güçlerinin merkezî unsurları birliklerini muhafaza ediyorlar. Tedbirler hükümeti sıkıştırıyor ama 1990’larda Irak’ta görüldüğü üzere, bu sadece halkı incitiyor ve onun hükümete zarar vermesinden önce, içinde derin bir öfkenin kabarmasına neden oluyor. Komşu hükümetler, kırk kere söylersek olur batıl inancına sarılıp sürekli “Esad’ın devrilmeye mahkûm olduğu”nu söylüyorlar ama bunun nasıl ve ne zaman olacağından da emin değiller.

Ortadoğulu bir liderin dediği gibi, “kimse Suriye ile ilgili olarak ne yapacağını bilmiyor.” Muhalefet Libya’ya öykünerek, açıktan yabancı askerî müdahale için çağrıda bulunuyor ama bu da gerçekleşecekmiş gibi görünmüyor. Önceden Irak’ta aktif olan aşırı Sünni militanların bu sefer şanslarını bu ülkede aramak istemeleri muhtemel. Şaşırtıcı bir biçimde bu ay içinde Şam’da ilk intihar bombaları da patladı.

Arap Baharı’nın o ışıltılı umutları sönümleniyor ve ülke içindeki çatışmaların iç savaşa dönüşme tehlikesi ile birlikte barışçıl gösterilerin günü tüm bölge genelinde doluyor.

Patrick Cockburn
30 Aralık 2011
Kaynak

0 Yorum: